MANEVİ MENKIBELER – 95

HÂL…

Sofî, bir yere aşık, oranın sofîsi olmuş. Sofîler arasında, kimi aşk ehli olmuştur. Sofîlikte en büyük rütbe hâldir.

Abdülkadir Geylâni Hazretleri başına üç tane sarık sarmış.

“Neden?” diye sormuşlar.

“Birinci sarık ibtida, şeriat; ikinci sarık insana yol, tarikat; üçüncüsü hakikat, insan Hakk’tır.”

“Bunlardan hangisi üstündür?”

“Hakk ile Hakk olmuş, sevilen kişinin hâliyle hâl olmuş kişi en güzel rütbededir” diye cevap vermiş.

Diyelim ki, acizâne Hazreti Mevlâna’ya büyük bir muhabbet verdin, eserlerini okudun, O’nun hâliyle hâl olursan, makam sahibisin. Ama sofîsin O’nun ahlakıyla, hâliyle hâl olmuyorsun, makam sahibi olamazsın, yolda ikilikte kalırsın. 

Yolları kısaltan, insanı en çabuk menzile ulaştıran aşktır. Menzile ulaştığı zaman, aşıkta ikilik kalmaz. Aşığın vücuduna Sevgili hakimdir, başa akıldır, hüküm de O’nundur. Hüküm O’nun olunca, artık sana ait bir şey kalmamıştır.

Hazreti Şems, Mevlâna’ya şöyle seslenmiştir…

“Bihamdülillah, aldı fikrimi Zikrullah. 

Küll isen safî, eğer isen sofî, açılır sana bir kapı, ayan olur Cemalullah. 

Bu tevhidden maksat, murada ermektir, görünen kendi Zat’ıdır, sanma gayrullah. 

Şems-i Tebriz bunu bilir, ehad kalmaz fenâ bulur, bütün bu alem küllî mahvolur, yine bâki Allah kalır..”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (171)

Hazreti Peygamber Efendimizin biz sözü vardır: “Namazı terkedenin İslam’dan nasibi yoktur.” Bununla ilgili bize ne söylemek istersiniz Hasan Dede?

Eskiden büyüklerimiz namaz kılmaya gidiyorum demezlerdi, huzura çıkmaya gidiyorum derlerdi. Kimin huzuruna çıkıyorlardı? Hazreti Muhammed’in… Namaz kılmak, kabullenmektir, “Seni kendime mihrab kıldım” demektir. Huzurda duran kişinin gönlünde Hazreti Muhammed Efendimiz yok ise, onun kıldığı namaz boş sayılır. Peygamber Efendimizin bu sözü söylemesindeki sebep hakikatte bu idi. Bir namaz var, bir de namazın namazı var, o da aşıkların namazıdır. Bakın Hazreti Mevlana, “Mihrabı dost cemali olan kimse için, yüz çeşit namaz, yüz çeşit rüku ve secde vardır” der. Bu konuda Cenab-ı Hakk: “Ne yana dönerseniz Allah oradadır” buyurmuştur. Hazreti Resulullah da: “Namaz müminin miracıdır” buyurmuştur.

“Ey Meryem! Rabbine divan dur, secde et ve O’nun huzurunda rüku edenlerle beraber rüku et.” (Al-i İmran, 43)

“Bizim ayetlerimize ancak, kendilerine bu ayetlerle öğüt verildiği zaman secdeye kapanan, kibirlenmeksizin Rablerine hamd ederek tesbih edenler inanırlar.” (Secde, 15)

Hazreti Peygamber Efendimiz, sadece Müslüman olanların Peygamberi değildir. O, hakikatte bütün alemin Peygamberidir. O, Rahmetellil Alemin’dir. Bundan dolayı bizler hangi milletten olurlarsa olsunlar hiç kimseyi ayrı görmeyiz. Bizde ikiliğe hiç yer yoktur. Fakat malesef bugün Tekbir getirerek kardeş kardeşi öldürmektedirler. Bunlara Müslüman diyebilirler, çünkü şehadet getirmiş ama İslam olmamış. Barışçı değil, kavgacı… İslam olmak ne demektir? Muhammed’leşmek demektir.

“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.” (Rum, 22)

Ben her zaman şunu derim: İnsanın ölümsüzlüğe yola çıkabilmesi için kendisine bir ölümsüzü bende etmesi lazımdır. Misal olarak, başta Abdülkadir Geylani, Seyyid Ahmed Rıfai, Hoca Ahmet Yesevi gibi bütün evliyalar, Hazreti Muhammed Efendimizin manevi kardeşleridirler. Kim bu Evliyalardan birine bağlanırsa, Hazreti Muhammed Efendimizin büyüklüğünü, güzelliklerini ve gerçek kimliğini onlardan öğrenirler. Şimdi Abdülkadir Geylani ve Seyyid Ahmet Rufai Hazretleri aynı devirde yaşamışlardır ama bu zamanda kendi cemaatleri vasıtasıyla zikredilmektedirler. Onlar zikredildikçe Hazreti Muhammed Efendimiz de zikredilmektedir. Hazreti Mevlana da bundan 800 sene önce yaşamış olmasına rağmen O da bugün hala sevenleriyle zikredilmektedir ve zikredilecektir.

İşte bu yüzden bizler ölümsüzleri kendimize dost edindik ki, onlarla birlikte dünya durdukça yaşayalım ve onları yaşatalım.

Hazreti Mevlana diyor Kİ: “Benim bir manevi evladım, bana münacatta bulunursa ben onun yedi sülalesine şefaatçi olurum.” Çünkü şefaat Hazreti Muhammed’e aittir, bizler de O’nun bendesiyiz.

“O gün, Rahman’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.” (Ta Ha, 109)

“Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.” (Meryem, 87)

Bizler sizleri bu manevi sohbetlerle devamlı irşad etmekteyiz. İrşad ne demektir? Sizi size söylüyoruz. İnsanın ne kadar mukaddes bir varlık olduğunu, Allah’ın katında ne kadar güzel bir kimliğe sahip olduğunu anlatıyoruz. Hakikatte insan, Allah’ın temsilcisidir; paranın pulun temsilcisi değildir. O Allah, güneşle dile gelmedi; o Allah, ayla yıldızlarla dile gelmedi; o Allah hayvanatta dile gelmedi; ancak insan sıfatıyla dile geldi. Bu nedenle, Hazreti Muhammed’i sevmek Allah’ı sevmektir, Hazreti Ali’yi sevmek Allah’ı sevmektir, Piran Efendilerimizi sevmek Allah’ı sevmektir. Piran Efendilerimiz belki kalabalık görünürler ama hakikatte hepsi birdirler. Bakın Şems Hazretleri şöyle buyurur: “Üzümler gibi hepimiz bağda kalabalık görünürüz ama tavada hepimiz biriz. Sayı ortadan kalkar, pekmez oluruz.”

 

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (88)

Maneviyatla temizlenmek nasıl olur?

Suyla yıkanmak, ayrı bir ferahlıktır. Bir de iç ferahlığı, maneviyat var, o insanın içinin temizler. Gerek Hazreti Muhammed, Hazreti İsa, Hazreti Musa, Hazreti Davud, Hazreti Süleyman, Hazreti Yakub olsun, gerek Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Abdülkadir Geylani Hazretleri olsun, hepsi küfürlerden arınmış tertemiz bir insan olarak ortaya çıktılar. Onlara bütün varlıklar hizmet ediyor. Çünkü varlıklar onun zuhuru, Hakk oradan yüzünü gösteriyor. İnsanın oraya erişmesi için hep nefsiyle kavga etmesi lazım. İnsanı bu güzelliklerden mahrum eden nefstir. Cenab-ı Hakk bu nefsi, şeytanını tanıman için yarattı. Ona uydukça başın belaya girer, uymazsan yolun düzlük olur.
Peygamberler, hiçbir menfaat beklemeden bizlere bu güzel reçeteleri yazdılar. Kim bu reçeteleri uyguladıysa maneviyatta sıhhatli yaşadı. Bu reçeteleri uygulamayanların tüm yaşantısı boşa gider. Ne kilise de haç çıkarmak, günah çıkarmak kurtarır, ne de camide kuru tövbe etmek kurtarır. Sadece kendi kendini kandırır. Kişi, kendimi değiştireceğim, Hazreti Mevlana’nın güzellikleri ile kendimi donatacağım, temiz bir insan olmaya ve topluma kendimi kazandırmaya çalışacağım, diye düşünerek uğraşırsa hiçbir zaman kayba girmez. Hep uğraşma, mücadele ister. Semalar, zikirler, namazlar bütün ibadetler yapılırken, Üstada karşı sevgi varsa o ibadetten zevk alınır. Hazreti Muhammed’e, Hazreti Mevlana’ya gönül bağlanmamışsa o ibadetlerden zevk alınmaz, yine boşlukta kalınır.
Temiz gezmek her zaman güzledir. Vücud daha sıhhatli, daha latif olur. Su her şeyin can damarı, dünyanın ruhu sudur, dünya suyla bir de güneşle can buluyor. İnsandaki su oranı dörtte üçtür. Nasıl dünyanın dörtte üçü su ise, insan da aynı.
Hazreti Mevlana’nın çok güzel bir kasidesi vardır, şöyle buyurur:

“Bizden bıkma biz çok güzeliz! Başkalarının kıskanmasından ötürü ürktük, güzelliğimizi gizledik.
Birgün beden örtüsünü canın üstünden atınca görürsün ki; canı ay da, firkad yıldızı da kıskanmaktadır. Onların hiç birinde canın parlaklığı yoktur.
Bizi görmek için yüzünü yıka, temizlen, kirliliklerden kurtul! Çünkü kirli bir insan bizi göremez. Kendini nefsani kirlerden temizleyemeyeceksen bizden uzak dur! Kendi güzelliğimiz bize yeter.
Biz yarın ihtiyarlayacak bir güzel değiliz, biz ebediyyen genciz. Gönlümüz rahattır, hoştur. Biz kadimiz, önümüze ön, sonumuza son yoktur.
Giydiğimiz beden elbisesi eskidi, yıprandıysa da, ne gam? O elbisenin içindeki ihtiyarlamadı. Ömür örtümüz fanidir. Fakat kendimiz uçsuz bucaksız bir ömürüz.
İblis Adem’in hakikatini göremedi. Örtüsünü gördü de ondan yüz çevirdi. Hazreti Adem ona, ‘Sen Hakk dergahından sürülmüşsün, kovulmuşsun, biz sürülmedik, kovulmadık’ diye seslendi.
İblis secde etmedi ama meleklerin hepsi secde ettiler de, ‘Gönlümüz örtü altında bir güzele düştü.
Örtü altında öyle bir güzel var ki; güzelliği aklımızdan başımızdan aldı da o güzelliğe karşı secdeye kapandık’ dediler.
İhtiyarlamış kişileri güzellerden ayırdedemezsek, aklımız, aşk aleminde bu seçmeyi yapamazsa, biz aşkta dinimizden dönmüş sayılırız.
Güzelin sözü mü olur? O Allah arslanıdır, biz çocukça sözlere daldık. Zaten de çocuklarız. Biz aşk bilgisinde daha alfabedeyiz, ebced okumadayız.”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (83)

Tarikatlar hakkında ne buyurursunuz?

Cenab-ı Allah, ne kadar güzelliği varsa insanla dile getirmiştir. Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana, Piran, Abdulkadir Geylani Hazretleri, Nakşibendi Hazretleri, Veliler, onları sevip saymak Allah’ı sevmektir, Allah’ı saymaktır. Kalabalık görünürler ama bir manayı taşırlar. Hepsinde Hazreti Muhammed’in, Hazreti Ali’nin kokusu var, hepsinde aynı tat var. Onlar aramızda yaşıyorlar. Onlar esmada kalabalık ama hepsi manada bir, Hazreti Muhammed’i andığımız zaman hepsi anılırlar.
Hazreti Şems diyor ki: “Bağda üzüm kalabalık görünür, ama tavada hepsi birdir.” Hepsi pekmez olmuştur, yeşili, kırmızısı, beyazı aynı tadı verir.
Hazreti Mevlana’ya sorarlar: “Piran hakkında ne buyurursun?”
“Piran güllere benzer, renkleri çok, kokuları bir olur.”
Hepsinin gönlünde Hazreti Muhammed, Hazreti Ali var. Yalnız erkan yönünden değişik konuşurlar ama gönülleri Hakk’a bağlıdır. Güllerin renkleri çok, kokuları birdir. İster kırmızı, ister beyaz, ister pembe, ister sarı olsun, hiçbirinde ayrı koku yoktur, hepsi gül kokar.
İnsan Allah’ın muhabbeti ile yaşar, biraz geceleri nefsine kıyıp Allah’ı zikrederse aslını bulur. Bu, çapayı alıp denize yol açmaya benzer. Açan kişi bir testi, gün gelir o testi kırılır, testideki su açılan yola dökülür, yok açıksa denize gider; bu yapılmazsa testi kırılınca o su toprağa gider, toprak olur.
Hazreti Mevlana’, “Aşıklar yağmura benzer, yağmur damlaları denize düştüğü zaman damlayı denizden ayıramazsın. Hepsi deniz olmuştur. Bazı damlalar karaya düşer, onları da topraktan ayırmazsın” der. Eğer Hakk’la berabersen bir gün aslına gidecek, o olacaksın. Her türlü misali vermişler. Onun için Hazreti Muhammed’i sevmek, Hazreti İnsan’ı sevmek, Allah’ı sevmektir. Hazreti İnsan’ın dışına çıkmak boşlukta kalmaktır. Bütün tasavvuf ehli hangi koldan olursa olsun, hepsi insan olmak için yola çıktı. İnsan olmamız için başta Hazreti Muhammed’e, Evliyalara sevgi ile bakmak, saygıyla anmak lazım. O zaman onların bir neferi oluruz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (67)

Veliler kaç kısımdır?

Veliler üç kısımdır. Birinci kısım Veli; kendini ne kendi bilir, ne de halk bilir. Bu yola sadakatle bağlanmıştır. Güzel güzel hizmetlerini yapar, hizmette kusur etmez ama kim olduğunu bilmez. Son nefeste perde kalkar, o güzel hizmetinin mükafatını alır.
İkinci kısım Veli; kendini bilir ama halk bilmez. Hakk’ı güzel tanıtamamış fakat bilmiş, bilinçli yaşamıştır.
Üçüncü kısım Veli; kendini hem kendi bilir, hem halk bilir. Kimler bunlar? Hazreti Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Ahmed Yesevi, Abdülkadir Geylani gibi Veliler. Zaten kendilerini tanımışlar, halk da onları tanıyor. İnsanı bu güzel derecelere getiren aşktır.
Hazreti Mevlana aşkı söyledi ve sevenlerini aşkta tutmak istedi. Kırksekizbin beyit, akılla yazılamaz, büyük aşk gerek. Hazreti Mevlana (selam olsun üzerine) bütün o kasideleri, şiirleri, rubaileri, hepsini Efendisine yazdı. Hakk’ı mürşidinde gördü, mürşidinin dışına hiç çıkmadı.
Hazreti Mevlana’ya, “Mürşidini niye bu kadar büyütüyorsun, putlaştırıyorsun? Dinde insanı bu kadar putlaştırma yoktur” dediler.
“Şükürler olsun o puta! O put olmasaydı, bu güzelliklere kavuşamazdım. Allah’ın nurunu o putta gördüm” dedi.
Bunu söyleyen Hazreti Mevlana, hep korkusuz konuştu.

Yine, Efendisi Şems-i Tebrizi’ye hitaben söylediği bir kasidesinde bakın nasıl buyuruyor ve diyor ki:
“Bugün seher vaktinden beri perişanız, mestiz. Mademki perişan olmuşuz, biz de halimize uygun olarak perişan sözler söyleyelim.
O şarabı ki sen verdin ve bu akıl ki bizdedir. Eğer biz bu akılla kadeh kırarsak bizi mazur gör!
Harabatın rindleri, üzüm suyu şarabını içtiler ve sızdılar. Bizse içtikçe içtik, sızmadık, oturduk kaldık.
Biz bir an kadim olan aşkın belasını içmedeyiz. Bir anda elest münacatına ‘Bela – Evet’ demedeyiz.
Yukarısı tamamıyla bağ, bahçe olmuş, aşağısı baştan başa define kesilmiş, biz de öyle şaşılacak kişileriz ki, ne yukardanız, ne de aşağıdan!
Sus, onun varlığı tecelli edince öyle bir var oluruz ki varlığımızı, var oluşumuzu biz de bilemeyiz.
Ey bilgin kişi! Nabzımıza bir el at! Biz elden çıkmışız, ama hangi elin yüzünden çıkmışız? Bunu bir anla!
Puta tapmak kafirliğin temelidir. Ama bu canlı puta tapmasak biz kafir oluruz…”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (56)

Bir dünyevi hayatımız bir de manevi hayatımız var. İkisinin arasındaki dengeyi nasıl sağlarız?

Kişi, bir Allah’ın elçisine gönül verir, oraya temiz bir duygu ile bağlanır, hayvani duygulardan kendini uzak tutarak, oraya sevgisini, aşkını çoğaltırsa yaşamı düzgün bir hale girer. Sıradan yaşam herkeste var. Bir gün iyi, iki gün hüzünlü olurlar, çünkü temel yok. Bir bina sağlam temel üstüne kurulmazsa, yıkılmaya mahkumdur, ama temel sağlam olursa kolay kolay yıkılmaz. Maneviyat da insanlığın temelidir.
Hazreti Mevlana, “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü, ömür sayma” diyor. Bir yere sevgin, aşkın varsa sen yaşıyorsun demektir. Hangi sevgi, aşk olacak bu? Misal, ister kadın ister erkek olsun, insanlık hali aralarında ufak bir uyumsuzluk olursa, temelde maneviyat olmadığı için, kırgınlıklar doğar. O zaman sevgi azalır. Hakk’a yüz tuttuğu zaman, Hakk’ın yüzü hep tebessüm, hep gülerdir. Onun için sevgisini, aşkını çoğaltmak için edeb alır. Orası yaşlanmaz, aynı simayla daim değildir, değişik simalar ile tecellisini gösterir. Çünkü orası, bütün güzelliğin özü, bizim güzelliklere sahip olmamızın sebep yeridir. Bir kere düşüneceksin, cihan, mal, mülk ne yaratıldı ise hepsinin bir sahibi var. Yunus’un dediği gibi, “Kim bu malın sahibi, kim bu mülkün sahibi? Nerede bunun eski sahibi? O yalan bu yalan, vermişler eline biraz oyalan.”
Maneviyatın güçlü olursa senden çalışan, senden kazanan Allah’tır. En güzel işleri senden meydana getiren yine Allah’tır. Ben yapıyorum, ben ediyorum dersen Allah’a isyan etmiş olursun. Bir yere gönül verir, oranın büyüklüğü, kudreti ile yola çıkar, iyi bir kazanca sahip olursan, bir de kazancını güzel yerlere harcayarak insanlara iş sahaları açarsan, ne güzel çobanlık yapıyor, ne güzel idareci oluyorsun. Maddiyatta da insanların rızasını kazanırsın, bir de manevi kişiliğin varsa, o zaman toplumda daha çok sevilir, daha güzel örnek olursun.
Abdülkadir Geylani Hazretleri (selam olsun üzerine) çok varlığa sahipti. Biri, onun Allah ehli olduğunu duyar, Allah’ın güzelliklerini nasıl kazandığını merak ederek, yakından görmek ister. Onun bulunduğu tekkeye gelir, hal hatır esnasında Abdülkadir Geylani’nin kül tablalarının dahi altın olduğunu görür. İlahi Hakk, bunda bir sürü dünyalık var, nasıl Allah yolunda olur, böyle birine mürid olmam, diye gönlünden geçirir. Abdülkadir Geylani Hazretleri onun gönlünü okur. Adam şaşkınlıktan tespihini de unutarak gider. Evine gidince tespihini unuttuğunu farkeder, yarın gider alırım, diye düşünür ama kafası tespihe takılır. Sabah namazını eda eder etmez hemen tekkeye gider. Onu tekkenin bahçesinde güllere bakıp, dolaşırken bulur. Abdülkadir Geylani, adamla selamlaşıp, “Tespih için geldin değil mi? Seni bir tespih bütün gece uyutmadı. Ya bu malları Hakk sana verseydi, acaba ne olurdun? Bunların hepsi emanet, hiçbirinde benim gönlüm yok. Önemli olan gönüldür, gönül iman ettiğin yere bağlıysa bütün mallar oyuncak olur. Çünkü hepsi Allah’ın kudretiyle sana verilmiştir” der.