MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 47

İÇ ÂLEMİNİN ZENGİNLİĞİ…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Dede, bir kıssa anlatmak istiyorum, izin verirseniz: Cenâb-ı Şems’in Konya’da düşmanları çoktu, sizin de bildiğiniz gibi. Hattâ onu bir kaşık suda boğmak isteyenler vardı. 

Bir gün Cenâb-ı Şems, Konya çarşısından geçerken ezan okunuyormuş. Hazreti Şems de, “Müezzin yalan söylüyor” diye mırıldanmış. Bunu duyan yobazlar hemen etrafını sarmışlar. Bir yaygara kopmuş ve insanlar toplanmış. Nerdeyse Hazret’i linç edeceklermiş. 

Hazreti Şems demiş ki: “Biraz durun ve benimle gelin.” Şems kalkmış bir demirci dükkânına gelmiş ve bir örsün üstüne çıkarak gür bir sesle ezan okumaya başlayınca, altındaki demir örs erimeye başlamış. Bunu gören halk korkuya kapılmış. Ve mahcûb bir şekilde Şems’den özürler dilemeye koyulmuşlar. 

Bunun üzerine Hazreti Şems, örsten aşağı inmiş ve demiş ki: “Ben de yalan söyledim.” 

Halk, “Neden?” diye sormuş. 

Şems, onlara şu cevabı vermiş: “Eğer ben doğru söyleseydim, benim de erimem ve yokolmam gerekirdi!..” Ne buyurursunuz?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Şimdi, Hazreti Şems-i Tebriz, selâm olsun üzerine, ismi üzerinde, hakîkatte o, mânâ âleminde Hazreti Ali’nin kendisidir. O, bu sözleriyle, yapılan bu davetlerin ne kadar boş yapıldığına ve ezanda geçen sözlere karşı insanların ne kadar duyarsız olduklarına dikkat çekiyor. Yalanla zaman geçiyor; Hazreti Şems de böyle olduğunu gördüğü için bu mırıldanmayı yapıyor ki, herkes hakîkati duysun. O, örse çıkıp ezanı bir müezzin gibi dile getiriyor ama, onu iç âlemi sevgilisiyle zengin. Sonunda da buyurmuş olduğu gibi, biraz daha kendinden geçip coşmaya kalkarsa, o demir gibi kendisi de eriyip gidecek. 

Cenâb-ı Mevlâna’ya soruyorlar: “Hazreti Muhammed, ezan okunurken nasıl bir dil sarfederdi?”

Mevlâna, onlara şu cevabı veriyor: “Çoğu kişi ‘Azîz Allah’ der, bazısı ‘Lâ ilâhe illallah’ der, kimisi de şehâdet getirir. Hazreti Muhammed ise şöyle bir dil sarfederdi: 

“Nâmed, bi mânâ tâ ebed.”

Nasıl methedeyim seni ey Güzel! O kadar güzelsin ki, seni hiçbir mânâya sığdıramıyorum! Senin bu güzelliğin dünya durdukça ebedî kalacak!

“Ey can-ı mahrû şân-u bahd.”

Şimdiden ben bu canı sana kıldım, bu güzelliklerde seninle dünya durdukça bâkî kalayım!

Düşünecek olursanız ne kadar güzel değil mi? Bu sözleriyle, Allah’ın kendisinin, iç âleminin ne kadar zengin ve ne kadar güzel olduğunu ve bir nebze dahî büyüklüğe kapılmadan ne kadar mutevâzı bir şekilde dile getiriyor. 

Bizler de, misâl olarak, davet okunduğu zaman, madem ki O’nun hayranlarıyız, bu dili sarfederken O’nu en güzel ve lâyık olduğu şekilde gözümüzün önüne getirmeliyiz ki, böylece bizim de şehâdetimiz sahî olsun; ne söylediğini bilmeyen kişininki gibi olmasın.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (91)

Kudüs’teki üç semavi dine gelince…

Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da kırksekiz Peygamber yatar. İlki İbrahim Halilullah, en son İsa Ruhullah, Musa, Yakub, Yusuf, Davud, Süleyman, Zekeriya hepsi orada yatarlar. Mescid-i Aksa’nın kırksekiz penceresi vardır. Kırksekiz pencereden her biri bir Peygamberi temsil eder. Hazreti İsa orada yattığı için oraya Ruhul Kudüs de denir.
Dünyamızda üç tane hadrai kubbe var. Hadra, yeşil demektir. Yeşil irşattır. Birincisi Mescid-i Aksa, ikincisi Medine’de Hazreti Muhammed’in makamı, üçüncüsü Konya’da Cenab-ı Mevlana’nın makamıdır.
Kudüs’e gidip kırksekiz Peygamberi ziyaret eden Hazreti Muhammed ve Hazreti Mevlana’yı da ziyaret etmiş olur. Medine’ye gidip Hazreti Muhammed’i ziyaret eden kırksekiz Nebi ile Hazreti Mevlana’yı ziyaret etmiş olur. Hazreti Mevlana’yı Konya’da ziyaret eden Mescid-i Aksa ve Medine’yi de ziyaret etmiş olur. Bu nasıl oluyor? Bir gün Sultan Veled Hazretleri manasında (rüyasında) bir cenazenin sayısız nurlu sima tarafından kendi dergahlarına getirildiğini görür. O nurlu simaları görünce büyük bir coşku içinde cenazeye koşar ve taşıyanlara, “Bu cenaze kimdir nereye götürülüyor?” diye sorar. “Tabutun içindeki Hazreti İbrahim Halilullah, bizler de gelmiş geçmiş Peygamberleriz. Hazreti İbrahim Halilullah’ı Kudüs’ten sizin oraya taşıyoruz ve bizler de taşınıyoruz” diye cevap verirler.
Sabah babasının huzuruna çıkıp manayı (rüyayı) anlatır. Cenab-ı Mevlana, Sultan Veled’e dönüp semahanenin kapısına şu yazıyı yazın der:
“Kimin haccından şüphesi varsa gelsin burayı ziyaret etsin hacı tam olsun. İbrahim Halilullah bedenen Kudüs’te, ruhen buradadır.”
Türbe-i Saadet’deki o yazı bu manadan (rüyadan) sonra yazılmıştır. Bir yerde Hazreti Mevlana, Makam-ı İbrahim’dir.
Hazreti Mevlana, Hakk’a yürüdükten sonra, Molla-i Cami Hazretleri, Hüsameddin Çelebi’ye bir ikindi vakti taziyeye gelip, “Allah sizlere sabırlar versin. Mana güneşi gönüllere sırlandı. Sizden ikindi namazını kıldırmanızı istiyoruz” der.
Hüsameddin Çelebi, “Bizde imamiyete çıkmak yoktur, aramızdan bir hoca ya da hafız imamlık yapar. Biz dosta cemal tutmakla mükellefiz” dese de, “Hazreti Muhammed aşkına, Hazreti Ali, Hazreti Mevlana aşkına imamiyete senin çıkmanı istiyorum” diye ısrara edince, büyük hürmetinden namaz kıldırmak için doğrulur.
Hüsameddin Çelebi, (selam olsun üzerine) sekiz rekatı bir şiir okuyup tekbir çekerek kıldırır.
Cemaattekiler, “Biz bu yaşa geldik şiirle namaz ne gördük ne duyduk” derler.
Namazdan sonra Molla-i Cami Hazretlerine giderek, “Efendi Hazretleri vakit geç olmadan ikindi namazını bir daha eda edelim kazaya kalmasın. Çünkü şiirle kıldırdı” derler.
“Böyle bir namazı hiçbir yerde bulamazsınız o kadar temiz bir dille Allah’a yöenlip, bizi kıyamda, secdede tuttu ki bu namaz kabul olmayacak da hangi namaz kabul olacak” diyerek onayladığını belirtir.
Daha sonra oradan kalkıp Cenab-ı Pir’in makamını ziyarete gider. Daha kapıdan girer girmez, Hazreti Pir’in ruhaniyeti Molla-i Cami’nin vücudunu sarar, emekleyerek kubura gelip gözyaşları dökmeye başlar. Merakla yanına gelen talebelerine, “Hazreti Mevlana’nın kişiliğini şimdi benim dilimden dinleyin ve yazın” der.
“Ulya-yı Kübra mısın? Kabe-i Beytullah mısın?
Asuman ferk eylemedi, Mevlan mısın, Mevlana mısın?”
Bu yazı bugün Türbe-i Saadet’in etrafında yazılıdır.
Cenab-ı Mevlana, dinler üstü bir kişi, kerem dolu bir varlıktır. Bütün dinlere saygı duyar, bütün Peygamberleri bir görür, onun için bütün dünya onu sever. İnşallah hepimiz ona layık oluruz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (55)

Peygamber Efendimizi, Hazreti Mevlana’yı bize anlatıp, sevdiriyorsunuz. Müridin, Peygamberini, Pirini mürşidinde görmesi gerekiyor, fakat Konya ismini duyunca içimiz ürperiyor. Bu aşkımızın, imanımızın eksikliğini mi gösterir?

Hayır. Size çok açık söylüyorum, orası bütün aşıkların makamıdır. Ne mutlu aşkı büyük olan kişiye. Orası makamdır, fakat Mevlana orada yok. Ne diyor Mevlana, “Ben, ariflerin gönlündeyim?” yani onu bilen, tanıyan, seven aşığının gönlünde…
Birçok büyüklerin makamı var. Diyelim başka bir dergaha ziyarete gittiğinizde, dergahın banisi ortadadır, sağında solunda da ona yakın olanlar durur. Konya’da ise, Cenab-ı Mevlana’dan önce babası var. Hazreti Mevlana’dan sonra gelen temsilcileri Hazreti Mevlana’nın önünde, onların temsilcileri onların önünde, çıkış kapısına kadar hep Dedeler var. Yani, beni benden sonra gelenden sor, diye kapıya kadar gider, sonunda bizi hayatta olandan sor, anlamındadır.
Hazreti Mevlana öne çıkmamış, sevenlerini hep önüne almış. O kadar güzel bir erkan ki olmaz derecede. Allah kısmet ederse hepimizin yüz süreceği yer. Çünkü biz oranın varisleri, oranın temsilcileriyiz. Oradaki makam da bizlerin, başka birinin değil. Gidersek kendi makamlarımızı şenlendireceğiz, kubur orada, sahibi burada, işte böyle gidiyor. Her şeyi açık anlatıyor, insanları hayallere, gerilere götürmüyoruz. Allah’ın bütün güzellikleri, onun o nurlu siması, sayısız hakikatleri hep seveniyle, insanla dile geldi. Hiçbir üstad, Hazreti Mevlana kadar açık söylemedi; “Bu kadar Allah dediniz, daha mı Allah’laşmadınız? Bu kadar Kur’an-ı Kerim okudunuz, daha mı Kur’an’laşmadınız?” Hazreti Mevlana bu sözle ne demek istiyor? Aşkla bir şeyi zikrettin mi, bil ki sen yoksun, o var. Çünkü aşka girmiş o yere aşık olmuş, aklını kaybetmişsin, başında akıl da, düşünce de, fikir de, o olmuş. Sen o olmuşsun. Aşk yoksa, Allah, Allah, Allah diye zikrederken akıl başka yerde gezerse, o olamıyorsun. Kur’an-ı Kerim’i de aşksız, sevgisiz okursan, sadece dilde, mana yok, anlamıyorsun. Ne oldu? Ne Kur’an’laşır, ne de Hakk’la Hakk olursun, zikreden de boş, okuyan da boş. Onun için hiçbir yere varamıyorsun. Sevgi olursa, aşk olursa, kişilik gider, oranın güzellikleri kendini gösterir. Her şey sevgi istiyor.