MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (146)

Hasan Dede, bir zat şöyle buyurmuş: “Eğer çok aşıksan, zaman kaybolur, derinliklere inersin ve müziksel bir ruhun varsa, o ahenk içinde zamanın durduğunu hissedersin… İnsan özgürlükten oluşur. Bilinç özgürlükten oluşur. Ölmekten mi korkuyorsun, ölemezsin. Çünkü hakikatte sen yoksun, nasıl ölebilirsin? Benliğine bak, derinliğine in, göreceksin ki, kendi egondan başka ölecek kimse yok.” Ne dersiniz?

Buyurduğunuz gibi, aşıkta zaman kaybolur. Bu nasıl olur? Çünkü aşık olan kişi akılda durmaz, kendinden geçmiştir. Kendinden geçtiği için de, akşam olmuş, sabah olmuş onun hiç önemi yoktur, çünkü o hala kendini düşündüğü noktada tutmaya devam etmektedir. Öyle bir derinlere dalmıştır ki, o derinlerden çıkamaz, çıkmak da istemez.

“Biz, Allah’ın boyasıyla boyanmışız. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir? Biz O’na ibadet edenleriz.” (Bakara, 138)

Ölüme gelince; ölümden korkan kişi, nefs sahibidir, ego sahibidir. Ama bir gün gelecek o ego, o benlik ondan gidecek. Gençliği elden gidecek, hastalıklar zuhura gelecek ve o zaman görecek ki, aslında ona ait hiçbir şey yokmuş ve korkmaya başlayacak.

Ama eğer bir kişi, kendini iman ettiği yerde fani kılmış ise, iman ettiği yeri kendinde var etmiş ise, o kişiye ölüm vuslattır. Vuslat ne demektir? Kendinden geçmek ve her an Sevgiliyle beraber olmak, onunla yaşamak demektir. Gün gelip Sevgiliden davet gelince de, ona gülerek gitmektir. O anda insanın yaşayacağı ancak tatlı bir heyecandır, korku değil.

Hakk aşığında ego olmadığı için, o ölümden korkmaz. Zaten o yoktur, onda varolan Hakk’tır. Fakat nefsinde yaşayan, ego sahibi kişinin imanı da tam olmadığı için nereye gideceğini de bilmez ve ölümden korkar.

Hazreti Mevlana şöyle der: “Ey insan, sen dört anasırın sahibisin. Birinci anasır vücudundaki hararet, güneşe aittir. İkinci anasır vücudundaki hava, semavata aittir. Üçüncü anasır vücudundaki su, o da okyanusa aittir. Dördüncü anasır deri ile kemiktir, onlar da toprağa aittir. Bunların hepsi bir gün gelecek aslına gidecekler, peki sen nereye gideceksin? Aklını nerede tuttuysan, nereyi sevdiysen oraya gideceksin.”

‘‘Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle haşr olursunuz.’’ (Hadis-i Şerif)

Bakın, Sultan’ül-Ulema Hazretlerine soruyorlar: “Bizden ayrılıyorsun, nereye gidiyorsun?” Onlara şu cevabı veriyor: “Allah’tan geldik, Allah’a gidiyoruz. Adem’den geldik, Adem’e gidiyoruz.”

Hazreti Muhammed Efendimiz, hayatı boyunca insanlık tohumu ekmeye çalışmıştır. İnsanlık tohumundan maksat, kendini ekmeye çalışmıştır. Ne mutlu o kişiye ki, sıdk-ı bütün bir imanla Hazreti Muhammed’e bağlanmıştır, bütün sevgisini O’na vermiştir ve Hazreti Muhammed Efendimizin varlığı onda tecellisini göstermiştir.

“O gün birtakım yüzler vardır ki, nimet içinde mutludurlar.” (Gaşiye, 8)

Hazreti Muhammed, bindörtyüz sene evvel yaşamıştır ama, bu zamanda da O’nun varisleri vardır. Biz, O’nun varisleriyle dostluk kıldık ve O’nun bendesi olduk.

“Şüphesiz ki, her yüzyılın başında bu ümmete dini işlerini yenileyecek bir alim gelecektir.” (Hadis-i Şerif)

Hakk aşıklarının kulakları dünyaya sağırdır, gözleri de dünyayı görmez. Onlar gönül verdikleri yerle işitir, gönül verdikleri yerle görür, gönül verdikleri yerle yaşarlar. Bu yüzden onların halleri başkadır, huzur içinde yaşarlar.

“Onlar, inananlar ve kalbleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalbler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad, 28)

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (86)

İbadeti bir borç olarak mı, yoksa Allah’a duyduğumuz sevginin, saygının tezahürü olarak mı düşünmemiz gerekiyor?

Allah’a sevgimizden, saygımızdan temiz bir gönülle ona koşarak, güzel bir tat alırız. Allah, bizlere sağlık, güzel nimetler, güzel dostlar vermiş, bizim vazifemiz ona şükretmektir. Biz yaşadığımız ana gece gündüz şükrederek, Yaratıcıyı dilimizin döndüğü kadar en güzel şekilde anlatmaya çalışıyoruz ve onu kendimizin dışında bir an bile tutmuyoruz.
Gözümüz onun kudretiyle görüyor, kulağımız onun kudretiyle işitiyor, elimiz onun kudretiyle tutuyor, ayağımız onun kudretiyle yürüyor. Vücudumuzda bulunan bütün azalardaki dirilik onun kudretiyledir. Madem ki bizi bu kadar sevmiş, her türlü güzelliklerle donatmış, biz de onu isteyelim, onun güzelliklerini içimize dolduralım. Başkalarının işlerinden bahsetmeyelim. Hazreti Muhammed der ki: “Başkalarının hesabı ile uğraşanlar, benim ümmetimden değildir.” Kendi ihtiyaçlarının peşinde koşacağına, başkasının işlerini merak eden kişi hep kayıptadır.
Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yok. Biz, onu zikrederken, onun o güzel vasıflarını içimize doldurmaya, onun o güzelliklerini tefekkür etmeye, o esmanın hüsnası olmaya çalışalım. O dışımızda değil, içimizdedir. Çünkü, Allah’ı zikretmesen bile, kalb her saniye devamlı “Allah” diye zikrediyor. Onunla diriyiz ama eğilmiyoruz. Bir an kalbimizi dinleyelim, kalbimiz bir saniye bile sahibini bırakmıyor, biz nasıl onun dışına çıkabiliriz. Ona dört elle sarılmak, onun dışına çıkmamak lazım.
Bir insan gönlünü Hakk’a vermezse ne kadar bilgili olursa olsun, sonu ölümledir. Kişi, bir yere ikrar verir, ikrarına sıdk-ı bütün imanla bağlanırsa o kişi, yaşar ve yaşatır. İnsan anneden doğup bir yaşa kadar geldikten sonra bir arayışa çıkar, gönlüne göre bir mürşid-i kamil bulduğu zaman geçmişi silinir, orada yeniden doğar. Doğduğu yeri yaşar ve yaşatırsa ölümsüzlüğe yol alır.
Hazreti Mevlana, Şeb-i Arus için, “Bu gece kına gecem, Sevgili ile buluşma gecem. Vah vah demeyin, bana ağlamayın, ağlarsanız kendinize ağlayın. Ben o Padişah değilim, tahttan inip tabuta gireyim. Ben o Padişahım ki, tahttan inip gönüllerde yer alayım” diyor. Hazreti Mevlana, bunu kazandı. Çünkü, bütün ömrünü insanlık alemine ışık tutarak geçirdi. Hep güzel şeyler, sayısız hakikatler, sayısız bilgiler sundu. İnsanı, Tanrı katında en yüksek varlık olarak tanıttı ama insan kulak vermedi, kendisinin kim olduğunu öğrenmek istemedi, nefsi ağır bastı, güzelliği, insanlığı bırakıp, nefsaniyete yöneldi. Ne oldu? O Yaratıcı üzüldü. Başka bir şey değil.
Demek ki, korku değil… her zaman sevgi ve saygı.
Ne zaman korkacaksın? Hakk’a aykırı işler yaparsan, insanları kötü yollara sürüklersen, kork. Çünkü insan, insanın Rahmanıdır; insan insanın Şeytanıdır. Bir arkadaş, bir arkadaşı doğru yola götürmeye çalışırsa o arkadaş Rahman sıfatını taşır, arkadaşını da Rahmaniyete çeker. Bir arkadaş, arkadşaını kötü yollara çekmeye kalkarsa, o Şeytandır. Ona uydun mu Şeytana uymuş olursun.