MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (205)

Hazreti İsa Aleyhisselam’ın bir sözü var, diyor ki: “Ancak çocuk gibi olanlar Tanrı’nın krallığına girebilir.” Ve yine deniliyor ki: “Aşk olduğunda bir kez daha çocuk gibi olursun. Çocuksu olarak hayata bakarsın, hep kaygısızca ve zevk alarak bakarsın.” Bizler biliyoruz ki, çocuk zihninin düşüncesi, büyük bir insanın yetişkin düşünce sisteminden çok daha basittir. Peki o zaman bizim Cenab-ı Hakk’a yaklaşmamıza düşüncelerimiz mi perde oluyor? Ne dersiniz Hasan Dede?

Çocuk dediğimiz zaman, adı üzerinde, çocuk, yani henüz reşit olmamışlar, hala melek sıfatındalar ve bir günah işlememişler. Aşıklar da maşuklarıyla bu aleme nazar kıldıkları zaman, hiç ayrım yapmazlar ve bütün bu alemi bir cennet-i ala görürler. Bu sebeple dilleri hep tatlı olur, yüzleri hep güleç olur ve sözleri sevici olur.

“Bu ahlak, ona ezelden verilmiştir; gözü de sevgilinin cemalinin güzelliğiyle dolmuş, aydın olmuştur. Bu çeşit kul, Allah rızasını görünce güler, neşelenir. Kaza, ona şekerle yapılmış helva gibi gelir. Bu kulun huyu ve yaradılışı böyle olursa âlem, onun emrine, onun fermanına tabi değil de nedir?” (Mesnevi, III/1913)

Bir gün İsa Ruhullah’a bir soru soruyorlar: “Başta Musa olmak üzere, bütün Peygamberler tebessümlü idiler, ama senin gibi gülmüyorlardı. Yahya Peygamber çok ağlardı. Zekeriyya Peygamber de tebessümlü idi. Senin ise devamlı kahkaha atıp gülüyorsun. Bu alemde ne görüyorsun da böyle gülüyorsun ya İsa?” Hazreti İsa onlara şu cevabı veriyor: “Ben bütün bu alemi cennet-i ala görüyorum, bu yüzden de hep gülüyorum.”

“Bütün mezarlar bizce bir. Fakat velilerin gözünde kimisi cennet bahçesi, kimisi cehennem çukuru! Halk, Peygamber ekşi suratlı; neden böyle niye zevki yok ki derlerdi. İleri gelenlerse derlerdi ki: Sizin gözünüze öyle görünüyor o. Bir zamancağız bizim gözümüzle bakın da ‘Heleta’ daki gülüşleri görün hele!” (Mesnevi, IV/3536)

Peygamber Efendimiz de cemaatine daima tebessümlü bir yüzle çıkardı. Hazreti Salih, asık bir yüzle çıkardı. Hazreti Salih’in, yaşadığı devirde, bir küpü vardı. O küp ile halkın kumaşlarına renk verirdi. Halk, ona renklendirmesi için gömlek olsun, pantolon olsun, çeşitli elbiselerle gelirlerdi. Renklerin isimlerini de bilmedikleri için, istedikleri renge sahip ya bir çiçek, ya bir eşya parçasını da beraberlerinde getirirlerdi. Hazreti Salih, herkesin kumaşlarını küpe atar ve istedikleri renkte çıkarırdı. Bir gün meraklı biri sordu: “Ya Salih, senin bu küpünde boyalar hiç birbirlerine karışmıyor mu?” Hazreti Salih, onu şöyle yanıtladı: “Benim küpümün rengi tektir, sizler renk istiyorsunuz, ben de sizleri istediğiniz renklere boyuyorum.” Yine biri daha sordu: “Ya Salih, bütün peygamberlerin yüzleri tebessümlü, özellikle Hazreti İsa çok gülermiş, ama senin yüzün hep asık. Neden?” Ona da şu cevabı verdi: “Benim içim hep İsa gibi güler, yüzüm ise sizlere ağlar. Çünkü hiçbiriniz bir arayışa düşmüyorsunuz. Ömürleriniz boşa gidiyor. Gün gelecek kapınız çalınacak, o zaman bin pişman olacaksınız ama iş işten geçmiş olacak.”

“Allah bana öyle bir ömür verdi ki o ömrün bir gününün kıymetini bile cihanda kimse bilemez. Bense bütün o ömrü, her nefeste zir ve bem perdelerine harç ederek yele verdim. Ah! Arap ve Acem tarzını anmaktan, Irak perdesiyle meşgul olmaktan acı ayrılık zamanı hatırımdan çıktı. Eyvallah olsun ki Kuçek makamının tazeliği yüzünden gönlümün ekini kurudu, gönlüm öldü. Eyvahlar olsun bu yirmi dört makamın sesinden ki kervan geçti, gündüz de bitti! Ey, Allah, bu feryat edenin elinden feryat! Hiç kimseden değil, bu medet isteyen medet! Şikayetim en çok kendimden… Kimseden medet yok. Yalnız ve ancak bana, benden yakın olandan medet var. Çünkü bana bu varlık, her an ondan gelmekte… Varlığım mahvolunca da ancak onu görürüm, başkasını değil.” (Mesnevi, I/2190)

Hazreti Peygamber Efendimiz, bir gece vitr-i vacip namazının onüçüncü rekatındaydı. O esnada perdeler kalktı ve gördü ki, bütün insan sıfatında gezen kişiler, hatta kendine yakın olan kişiler de dahil, hepsi dışardaki mahluklardan bile daha çirkindiler. Onları o şekilde görünce hemen ellerini kaldırdı ve tekbir çekerek, “Allah’ım sana sığınıyorum” dedi.

“Şeyh beraber olunca kötülüklerden uzaksın…gece gündüz gitmektesin; gemidesin. Canlar bağışlayan cana sığınmışsın… gemiye girmiş, uyuyorsun; öyle olduğu halde yol almaktasın! Zamanın Peygamberinden ayrılma… kendi hünerine, kendi dileğine pek güvenme ! Aslan bile olsan değil mi ki kılavuzsuz yol almaktasın; kendini görüyorsun, sapıksın, hor hakirsin. Ancak şeyhin kanatlarıyla uçta şeyhin askerlerinin yardımını gör!” (Mesnevi, IV/540)

Bizler burada her zaman o Allah dostlarını anıyoruz ki, onların güzellikleri bizlerin ruhlarımıza yansıma yapsın ve bizim de nasibimiz onlar gibi güzel insanlar olmak olsun. Ama burada dinleyip de o güzellikleri kendimizde ruh etmezsek, aklımızda o güzel sözlerin muhakemesini yapmazsak, buradan çıkınca yine kendi küçük akıllarımızla hareket edersek, hiçbir şey elde edemeyiz ve bunda hiçbir zaman Hakk’ı suçlayamayız. Suçlu olan biri varsa o da kişinin kendisidir. Burası şefaat yeridir, buraya gelen kayıplara düşmez, ama neden daha da ileri gidip sınıf atlamasın. Hele bir de sınıfta kalırsa, o zaman ne yapacak? Bu nedenle, Hazreti Muhammed Efendimiz, Cenab-ı Mevlana ve bütün Piran, hepsi şefkat dolu varlıklardır. Ceza vermezler, daima irşad ederler. Yeter ki, onların o güzel sözlerine kulak verelim ve böylece kurtuluşa erelim.

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.