MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (245)

Eflatun diyor ki: “Bir insanın dünyaya gelişi denizin kıyıya vuran dalgaları gibidir. Dalga kıyıya gelir ve tekrar denize döner. İşte o geliş ve gidiş, insanın yaşadığı hayattır. Göründüğü gibi, O böyle bir geçici varlık istemez. Kalıcı bir varlık olup vahdet deryasına ulaşmak ister. Bu ise kendini tanıyarak ve daha doğarken ölümünü anlamakla, yani Hazreti Muhammed Efendimizin, “Ölmeden evvel ölünüz” hadisini kendisine zevk edinip kemalatına erişmekle mümkündür.” Siz ne dersiniz?

Eflatun, Hazreti İsa’dan beşyüz sene önce yaşamıştı. O da kendine gelen ilhamlarla doğru söylüyor. Bir insan kendini bilerek yaşarsa hiç hatalara düşmez. Ama bir insan kendini bilmeyerek yaşarsa ve bir de kimliğini öğrenmek için arayışa düşmezse, demek ki ona verilen o akıl boşa verilmiş, o aklı doğru yolda kullanmıyor ve ömrünü boşa zayi ediyor demektir. Bizim burada vazifemiz yolcuya kendinin kim olduğunu bildirmek, kimliğinden haber vermektir. Eğer yolcu burada anlatılanlara kulak verir de kimliğini öğrenmeye ve kendini bulmaya gayret ederse, kısa zamanda kurtuluşa erer. Ama kulak vermez de nefsinin tuzağında yola koyulursa hiçbir yere varamaz. Ruhlar üç kısımdır. Birinci ruh, ne zaman suret giydi, ona soruldu, “Sen kimsin?” Hemen cevap verdi Yaratan’a, “Sen sensin, ben de benim“ dedi ve daha surete bürünür bürünmez Allah’ı inkar etti. İkinci ruh, surete bürününce, ona da aynı soruyu sordular. O da şöyle cevap verdi, “Ben senin tarafından yaratıldım Allah’ım, varlıklarına yönlendim, sana arka çevirdim, ama anladım ki varlıklar beni sonsuz güzelliğe ulaştırmıyor, nadim oldum, sana döndüm Allah’ım.” Bu ruhlar da bizleriz, yani gün geliyor, 30-40 yaşından sonra arayışa düşerek, bir Mürşid-i Kamil’in huzurunda yeniden doğarak kurtuluşa ulaşıyoruz. Üçüncü ruhlar ise suret bulunca, onlara soruldu, “Sen kimsin?” Üçüncü ruh başını secdeye vurdu ve “Ben yokum Allah’ım, sen varsın. Ben ancak senin emrinle ayağa kalkarım, senin emrinle konuşurum, senin emrinle yaşarım. Senden emir almadan benim saçımın bir teli dahi oynamaz.” Bunlar da Nebiler ve doğuştan Veliler, yani Piran’dır. Piran Efendilerimizin hepsi bende-i Resul’dür. Eğer öyle olmasalardı, o tebessümlü yüzler, o güzel sözler onlardan dile gelemezdi, bu kadar sevgi dolu ve birleyici olamazlardı. Onlar hiç mezheplerde gezmemişlerdir. Onların dini de, imanı da mezhebi de Resulallah Efendimizdir. Onlar, Resulallah’a gönül verdiler, O’nun huylarıyla huylandılar ve hepsi ‘Bir’ oldular, ‘Bir okundular, ’Bir’den konuştular.

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.