“Cenâb-ı Mevlâna buyuruyor ki: ‘Yiğit kişi, nefsine ve öfkesine hakim olandır.’ Mevlâna , burada insan bedenini ata, rûhunu da o atın üzerindeki süvarîye benzetiyor ve şöyle devam ediyor: ‘Eğer süvarî ata hâkim olursa, at onu âhirine götürür; ama eğer at süvarîye hâkim olursa, at onu ahıra götürür.’ Sorum şu: Mevlâna, bu deyişinde, ‘Bedenini kendi hâline bırakırsan seni yanlış yere götürür’ derken sizce bu durum herkes için mi geçerlidir, yoksa bunun insanın yaradılışıyla mı ilgisi vardır?”
Bu herkes için geçerli değildir. İbtidâda yaşayanlar, genel olarak hayalî bir Allah’a inandıkları için, yanlış işler yapıp sonra da tövbe edince yapmış oldukları bu yanlışların Allah tarafından affedileceğini zannederler.
“Yoksa, makbûl tövbe, kötülükleri yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, ‘İşte ben şimdi tövbe ettim’ diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir.” (Nîsa, 18)
Oysa tasavvufta şu tâbir vardır: Eline, beline, diline sahip ol… Bunu yapabilen bir kişi, misâl olarak, güvenli bir gemi içinde seyahat eden bir yolcu gibidir. Onun bulunduğu gemi, ne kadar kuvvetli fırtınalar görse, ne kadar büyük dalgalar içinde kalsa dahî, kesinlikle batmaz. Fakat bu üçünden herhangi birisine uymadığı takdirde yolcu, kendi içinde bulunduğu o gemiye torpido açmış gibi olur ve gece gündüz Allah’a yalvarsa dahî artık güvenilirliğini kaybetmiş sayılır. Geminin güvenliğini sağlamanın tek yolu insanın nefsanî duygulardan uzak durmasıdır.
“Biz Nuh’u ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Çünkü onlar, gerçekten kör bir kavimdi.” (Arâf, 64)
“O, öyle bir mâbuttur ki, sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırır. Gemilerle denize açıldığınız ve gemilerinizin içindekilerle birlikte güzel, temiz bir rüzgârla seyrettiği, yolcuların da bununla sevindikleri bir sırada birden şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar her taraftan onlara hücûm eder. İşte o zaman çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da, tertemiz bir inançla Allah’a dua ederler ve bizi bundan kurtarırsan şükredenlerden olacağız, derler.” (Yunus, 22)
Seyyid Burhâneddin Efendi şöyle der: “Kim nefsiyle barışık ise, bilsin ki o, Allah ile savaştadır.” Ve yine şöyle buyurur: “Denizdeki canavardan korkmayın, nefsinizdeki canavardan korkun.” Yani nefs, insanın en büyük düşmanıdır.
Peygamber Efendimiz, Uhud Savaşı’ndan döndükten sonra sahâbesine şöyle seslenmiştir: “Bu savaş küçük bir savaştı; asıl büyük savaş bundan sonra başlayacak.”
“Nedir o büyük savaş?” diye sorduklarında da şu cevabı vermiştir: “Bu savaşta görünen düşmanla savaşıyorduk, fakat bundan sonra görünmeyen düşman olan nefsinizle savaşacaksınız.”
İnsana, nefsi her an tuzaklar kurmaktadır ve bu tuzaklardan kurtulmanın yolu ise aşk ve riyâzattır.
“Kendi arzu ve heveslerini ilâh edinen ve Allah’ın da, bildiği için kulağını ve kalbini mühürleyip üzerine perde çekerek hidâyetten mahrûm bıraktığı kimseyi, Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?” (Câsiye, 23)
(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)
Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…