MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (22)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Semazen olanın sema etmesinin dışında sorumlulukları var mıdır?

Tabbi var. Hazreti Mevlana’da hiç ayrım yoktur. Sema çıkaran, kalfalık mertebesine yol alır.
Eğer mutrib ve semazenler ehl-i iman iseler, o ayin-i şerif icra edilirken gezegenlerden ehl-i iman ruhlar gelir, ayini izlerler.
Size şöyle bir misal vereyim…
Bir gün ayin biter, semazenler tam çekilecekken, Hazreti Mevlana seslenir: “Erenler geri dönün!” Mutribe de seslenir: “Neyler üflensin, kudümler vurulsun, yeniden ayin açılsın.”
Yeniden ayini tekrarlar, ayın bitince Hüsameddin Çelebi, “Efendi Hazretleri, ayini icra etmiştik, neden bir daha ayin yaptık?” diye sorar.
Hazreti Mevlana, “Ey ruhumun mertebesi, biz ayini icra ederken gezegenlerden, görmediğin ruhlar ayini izlemeye geldiler. Çok uzak gezegenlerden de ruhlar geldi ama ayin bitmişti, onları boş çevirmemek için tekrar ayin açtık” der.
Akıl her şeye eremez. Zaten her şeye akıl erseydi, o zaman Peygambere, Evliyaya lüzum yoktu. Herkes aklı ile istediği yere ererdi.
Hazreti Mevlana der ki: “Hangi dinden olursa olsun, benim ayin-i şerifimi izlemeye gelenlerin içlerinde Peygamberlerine özlem varsa orada Musa da, İsa da, Muhammed de var. Semazenlere baksınlar, Peygamberlerini orada görsünler.” Çünkü semazenin elini açması; yücelerden alıyor, kullarına saçıyorum, onların gönüllerini yoklayıp, sana sunuyor, kendime hiçbir şey mal etmiyorum, anlamına gelir. Peygamberler daima Hakk’tan söz ettiler. Yolcunun gönlünü dinleyip, yine Hakk’a davet ettiler. Onun için semazenlerin her biri, bir Peygamberi temsil eder. Semazenin, Hakk’ın elçisi sıfatını giymiş olduğunu düşünüp, bütün nefsi duygulardan arınması lazım. Benliğe girer, şımarıklık yaparsa boşuna sema eder, hiçbir mana taşımaz.
Sema zikirdir, ibadettir. Şems-i Tebrizi, “Sen onu aşk ile yaparsan zikir sayılşır. Aşk ile yapmaz, nefsin için yaparsan, o sema yarın sana ceza verir” diyor.

Şiir:
“Ey dil, ister isen kamil olsun noksanın,
Gir sikkesi altına Hazreti Mevlana’nın.
Girersen sikkesi altına Hazreti Mevlana’nın,
Cihanda bir görünür, Ali Ekber okunursun.
Çıkarsan sikkesi altından Hazreti Mevlana’nın,
Sıradan biri okunursun…”

Semazenler, Mevlana’nın pervaneleridir. Gönüllerini güzelliklerle doldururlarsa mesele kalmaz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (21)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Bir sohbetinizde, “Herkes kendinden mesuldür” dediniz. Bunu açıklar mısınız?

Her kişi kendinden mesul. Kişi, Hakk’ın elçisinin dediklerine uymaz, kendi kafasına göre giderse, o incinir; onu incitmek Hakk’ı incitmektir. Peki ne olur? Şefaatini, gönlünü ondan çeker; gönül çekildi mi o kişi iflah olmaz.
Hazreti Mevlana ne diyor? “Minareden düş, parçan bulunur; gönülden düşersen, parçan bulunmaz.” Bir söyleriz, iki söyleriz, üç söyleriz, uymaz boş verirsen, demek ki buraya karşı sevgin, imanın, inancın yok.
Eğer kendini nefsi arzularına bırakırsan, Hakk’ın huzuruna hangi yüzle çıkacaksın? Derler ya ben dönerim, tövbe ederim. Dönemezsin, çünkü garantisi yok. Ömür nefesledir, başka bir şeyle değil.
Hazreti Mevlana diyor ki: “Bu beden bir mektuptur postalanmış Padişaha; layık ise postala, layık değil ise yenisini yaz; çünkü zaman az.”
Bir saat sonra var mıyız, yok muyuz, bilemeyiz. Öyleyse neden o dostla her nefeste hazır olmayalım? O bizi çok seviyor, sayıyor; yerine göre arkadaş, yerine göre nasihat sahibi bir ulu oluyor; her şey O. Nasıl ondan arka çeviririz? Her an bizim iyiliğimizi istiyor, bütün kötülüklerden koruyor. İnsanların nasıl üzüntülerde, sıkıntılarda olduklarını görüyorsunuz.
Galib Dede ne güzel söylemiş: “Aşıkta gam, keder neyler. Gam, keder halkı cihanındır.” Ehl-i iman sahibi üzüntülü olmaz. Çünkü iman ettiği yer çok güçlüdür, cihan güzelidir. Bütün o güzellerde ister erkek, ister kadın olsun, karşı tarafı çeken onun aktardığı nurdur. Onun, o nuru yansımasa bakılmaz. Hepsini o yarattı. Bil ki o hepsinden güzeldir ama gizler yüzünü göstermez.
Hazreti Mevlana, “Hakiki yüzümü göstersem, başta güneş kolunu kanadını kırar, benim peşime koşar. Nizam-ı alem bozulur. Yüzümü açmıyorum, beni dilimden yakalayın. Size kalmış tefekkür, tasavvur, beni büyütmek. Aşıklarıma bir iki saniyeden fazla yüz göstermem, yoksa eritirim” diyor. Peki nasıl göreceksin? Hep onu düşün, her şeyin üstünde tut, ara. O yüzünü gösterirse bu cihana küsersin. Çünkü gökteki temiz güneş onun yanında mum ışığı kalır, dünyanın her şeyinden soğursun.
Veliler nefslerini ezdiler, yüzünü görüp, Hakk aşığı oldular ve hep ondan söz ettiler. Bir gün bir hastalık zuhur etse, Allah’a sığınacaksın. Neden şimdiden onunla dost olmuyorsun ki, o sana her dakika yardımcı olsun.
Hazreti Mevlana, bütün kitaplarını üç söze bağladı: Hamdım, piştim, yandım…
Zahir ilimde, hep okudum, çok şey öğrendim, eşi benzeri olmayan güzel bir bilgin oldum ama ben kimliğimi bilmiyordum. Hamdım.
Şems’i tanıdım, piştim; yani onunla olgunlaştım.
Şimdi Şems uçtu gitti; ben yandım…
Hep O’dur, bütün güzellerde yüz gösteren O’dur. Yani bir sonsuz güzele kulluk yapıyoruz. O bizim hem anamız, hem babamız, hem sevgilimiz, hem arkadaşımız, hem her şeyimiz. O her şeyin üstünde tutulursa dünya bize oyuncak olur; çünkü O yaratmış…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (20)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Konya Mevlana Müzesi’nde ve Galata Mevlevihanesi’ndeki müzede çenedanlıklar var. Bunların amacı tefekkür esnasında gaflete düşmekten korumak mıdır?

Eskiden Dedeleri gaflet basınca çenelerinin altına çenedanlık koyarlardı. Onu kullanmalarındaki amaç, nefslerine ıstırap vermekti. Kendilerinden birkaç dakika geçerler, kendilerine gelince, yine zikre devam ederlerdi. Vücudun çeşitli yerlerine çeneye, alna, koltuk altına koyarlardı. Bunların hepsi çile sopaları, huzuru kaçıracak şeylerdir. Yani, iç huzuru bambaşka bir şeydir, zaten o huzuru kaybetmemek için kendilerine ıstırap vermişlerdir.
Bütün Veliler kendilerine ıstırap verdiler. Bir Mevlevi canı gece hizmetini yaptığı zaman yatarken yastığı, yorganı ile görüşür. Üstündekileri çıkarırken onlarla da görüşür, sağa, sola atmaz, edebe uyar.
İnsan olmak kolay değil, asıl olay kişinin nefsiyle uğraşmasıdır. Yunus Emre, “Nefsini bilen kişiye, bütün erenlerin eyvallahı var” der. Ne demek istiyor? Nefsi çok arzularda bulunmuş, şunu bunu yemek istemiş, ama vermemiş. Falan yere gidemezsin, filanla görüşemezsin, diyerek nefsiyle hep uğraşmış. Nefsine devamlı çata çata, bir bakıyorsun o kişi nefsini bilmiş, nefsinin isteklerine hürmet etmeyerek, Veli sıfatına bürünmüş.
Sizlere Mevlana’mızdan bir misal vereyim…
Hazreti Mevlana bir gün hamam gider. Deriyle kemik haline bürünmüş vücudunu ovarken, kaburgaları ellerine dokunur. Bu sırada Allah’tan nida gelir: “Ey benim sevgili Efendim Celaleddin! Bu beden sana verdiğim bir ilahi emanet, orada gizli olan benim. Neden bakmadın, bu hale getirdin? Ne kadar zayıf düşmüşsün.”
Hazreti Mevlana bakın nasıl bir yanıt veriyor: “Bedenimde hem sen varsın, hem nefsim var. Nefsimin isteklerine düşmeyerek bedenimi bu hale getirdim. Ne kadar şükretsem az, seni aşikar gördüm. Eğer nefsimin isteklerine hürmette bulunsaydım, başıma belalar gelecek ve seni de göremeyecektim, senin için yaptım.”
İnsan kulaktan, hayvan ağızdan beslenir. Bir insanın işi ağırsa çoluk çocuğunun rızkını çıkarmak için, emaneti besleyecek ki, o yükü taşısın. Gereksiz yere bedenini fazla beslerse nefsini azdırır, kendine zarar getirir. Ruhi gıda her şeyin üstündedir. Hakk’ın güzellikleri ne kadar sunulursa sunulsun doyumu yoktur. Diğer güzellikler çabuk geçer.
Bu beden bir kafese benzer. Ruhaniyete yani, Hazreti Muhammed’in, Evliyaların güzelliklerine yönelir, Allah muhabbeti ile yaşam sürdürülürse, ruh kuş haline gelerek o kafesi alıp yücelere çıkarır. Maneviyata meyil verilmez, dünya varlıklarını düşünerek, sevgi dünyaya verilirse kuş yerine o kafese fareler dolar, toprak çeker, insan yücelemez.
Hazreti Mevlana’nın buyurduğu gibi, “Besleme şol tenini, tabuta büryan edersin; besle ruhaniyetini, semavata yücelesin.”
Nefsi gıda çok sunulursa vücutta gam yapar. Fazla yer içersen gaflet verir. Çünkü onların özü topraktır. Ruhani gıda ne kadar çok sunulursa ruh o kadar ferahlık bulur, ruhani sözlerin özü nurdur, seni aydınlığa sürükler.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (19)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Mevleviye’nin diğer tarikatlardan bir farkı var mıdır?

Şimdi, bütün nimetlerden en üstünü akıl, aklın yöneticisi de insandır. Sayısız insan, sayısız Veli, Nebi geldi. Bir insan aklını kullanıp araştırırsa, mantığına uyan, gönlünü, ruhunu hoş eden, aydınlığa götüren bilgiyi mutlaka bulur.
Hazreti Mevlana der ki: “Nakşiye’den, Rıfaiye’den, Bektaşiye’den, Kadiriye’den, Halvetiye’den nereden olursa olsun meydanıma gelsinler, hepsine evlatlarıma sunduğum hakikatleri sunarım ama onları evlatlığa alamam, babalarını incitmek istemem.” Çünkü onlar bir yere bağlanmışlar.
Şeb-i Arus’ta, Konya’ya Türbe-i Saadet’e bir sürü tasavvuf ehli ziyarete giderler. Mevlana’nın büyüklüğü hepsini çeker.
Eskiden bir Mevlevi Dedesi hangi tekkeye giderse gitsin, ondan izin almadan meydan açmazlarmış. Neden? Çünkü Cenab-ı Mevlana, tamamen bende-i Muhammed olduğu için ondan izin almazlarsa, Resulallah’ı incitmiş olurlar.
Burası sarraf yeri, insanı insana söyler, kişilik verir. Kişiliğini bulan bilinçli yürür, bilinçli konuşur, elinden geldiği kadar topluma örnek olmaya çalışır ve hiç ayrım yapmadan hangi dinden, hangi milletten olursa olsun herkese aynı sevgiyi sunar, o zaman Hazreti Peygamberin, Yüce Mevlana’nın, Hazreti Ali’nin ruhaniyeti hoşnut olur.
Siz gönlünüzü büyütün, imanınızı güçlendirin. Ne olursa olsun ben yokum, benden işleyen, hizmet eden bütün o güzellikleri sunan bir kudret sahibi iman ettiğim yer var, diye düşünün.
Onun için buraya geldiğimizde, yerle görüşürüz. Biz birbirimize secde etmiyoruz, ben yokum, sen varsın Allah’ım diye yokluğa bürünüyoruz. Secde, hakikatte yokluk manasındadır.
Hazreti Mevlana’nın çok güzel bir kasidesi vardır, şöyle buyurur ve der ki:
“Koşayım, koşayım da, Hakk yoluna düşen atlılara ulaşayım. Yok olayım, yok olayım da sevgiliye kavuşayım.
Hoş olmuşum, hoş olmuşum. ‘Benlik evini yakayım da sahralara düşeyim’ diye bir ateş parçası olmuşum.
Toprak oldum, toprak oldum ki, senden feyiz alarak rahmet alarak yeşilleneyim, çiçekler bitireyim. Canlılara yararlı meyveler yetiştireyim. Su oldum ki, köpürerek, koşarak, başımı taştan taşa vurarak, secdeler ederek senin gül bahçene varayım.
Ötelerden geldiğim, gökten düştüğüm için, zerre gibi titriyorum. Sona varınca huzura kavuşurum. Emin olurum da titremem.
Gök şeref yeridir. Toprak telef olma, yok olma yeridir. Ben padişahımın yanına varabilmek için bu iki halden de kurtuldum.
Hakk’ın rahmeti su gibidir. O ancak aşağılara, alçak yerlere akar. Ben de ayak altında çiğnenen toprak gibi alçak gönüllü, mütevazı olurum ki, Rahman’ın huzuruna varayım…”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (18)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Nefsin Müslüman olması çok zor. Her an rabıtada olunmuyor, ansızın akıl karışıyor, gaflet basıyor. Bu konuda biraz açıklama yapar mısınız?

Bir insan bir yere ikrar verirse, dünya ile ne kadar işi olursa olsun, sevdiğini gönlünden çıkarmaz, başka varlıları da gönlüne koymaz ve aklı fikri kolay kolay değişmez. Kişinin gönlünde Hakk yoksa, kafası her saniye dağınıktır.
Hazreti Muhammed, “Bana ikrar veren kişi, ikrarına sadık ise, son nefesini nerede verirse versin şefaatçisi benim” diyor. İkrarına sadık olmayan kişi, gece gündüz dualarda bulunsa, yani Hakk’ı ağızda zikredip, ağızla ibadetini yapıyor ama gönlü başka şeylerle doluysa onun ibadeti boştur.
Eskiden, Mevlevi canı olmak için yolcu geldiği zaman, Dede, “Hiç aşık oldun mu?” diye sorarmış. Eğer “Olmadım” derse, “Ben seni nasıl derviş alacağım? Sana aşktan, sevgiden nasıl söz edeceğim? Git aşık ol, bir şeyi sev, öyle gel” dermiş.
Çünkü burada; mecaz aşkta, nasıl ona karşı büyük bir muhabbet besleyip, onun için gecelerini uykusuz geçirerek, yollarda sevgilinin dışında yürümediysen, bu duyguların manaya yöneltilmesi istenir. Allah, bütün kainatın sahibidir, hepsi O’nun zuhurudur. O, hepsinden güzel, hepsinden a’ladır. Onu gönlüne koyup, hiçbir simaya benzetmeden en güzel bir şekilde tasavvur edersen, O’nunla yola çıkmış, O’nunla yürüyor ve imanında yaşıyorsun demektir.
Hakk’ın bilgisini, sonsuz güzelliklerini, en güzel şekilde dile getiren Hazreti Muhammed’dir. Hakk’ın büyüklüğü O’ndan tecellisini gösterdi. Bu aleme gelen bütün Evliyaullah, hepsi Hazreti Muhammed’e gönül verdiler, O’nu görmeden O’na aşık olarak o güzelliklere vakıf oldular. Eğer oraya gönül bağlamasalardı Veli olamazlardı.
Yüce Mevlana’mız, “Benim hakiki dervişim, yüzlerce Bayezid-i Bistami’den evladır” diyor. Gelenler, kendini güzelliklere bırakmadan sadece bir iki söz öğrenmekle kaldıkları için, “Kimi lokmama geldi, kimi kisveme geldi, nerede bana gelen?” der. Kimi bir kisve giyip, bir takke takarak ben Mevleviyim demek için, kimi de karnını doyurmak için gelmiş, ama Mevlana’yı bende etmeye gelen olmamış. İnsanları bu güzelliklerden mahrum eden egosudur, nefsidir. Yani nefsin kalesini yıkmadıktan sonra Allah’ın güzelliklerine kolay kolay kavuşulmaz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (14)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Allah, kendini insanda yarattı. Niçin perde arkasında, niçin bizi bu kadar uğraştırıyor?

Allah, kimseyi zorlamıyor. Kişi nefsinde yaşadığı, nefsinin isteklerinden vazgeçemediği için hakikatlere ulaşamıyor.

Allah, insanlara perde koymadı. İnsanlardaki o perdeler kendi egolarıdır. Burada bir ilahi var… Hakk’ın huzurunda mevtalar gibi teslim olacak, zerre kadar canlılık göstermeyeceksin. Onu gösterdiğin zaman ona perde diyorsun, O sana perde olmuyor. O, apaçık yüzünü gösterdi. Hazreti Muhammed’den, Hazreti Mevlana’dan, bütün Peygamber ve Velilerden işleyen bütün o güzellikler içlerindeki Allah’tı. Onlardaki o yüz, o beden örtüydü. Hakk’ın güzelliklerinin çoğuna ve hakikatine varan Hazreti Muhammed’dir. O, kavminden en çok cefa çeken Peygamber olmasına rağmen onların cezalandırılması için Allah’a münacatta bulunmayıp, hep sabır gösterdi. Taif halkı Hazreti Muhammed’i taşladı, O da onlara Allah’tan hidayet isteyerek, “Onların kalplerine hidayet ver, benim kim olduğumu anlasınlar, ben onları yok etmek için gelmedim” dedi.

Misal verelim; ateşe ateşle gidersen daha fazla parlar, her iki tarafa da zarar verir, ama suyla gidersen söndürürsün, ateş sana yansımaz. İşte Hazreti Muhammed bu sıfatı taşıdı.

Önemli olan insan sevgisidir, gönlüdür, teferruat değil. İster Muhammediye’de, ister İseviye’de, ister Museviye’de teferruatta bulunan fakat gönlü, aklı başka yerde olan kişiye nasıl dindar denilebilir ki, ama gönül o yolun sahibinde ise mesele yok.

Allah, güler yüzde, tatlı dilde, merhamet ve şefkat bulunan yerdedir. Hakk, yüzünü bütün insanları bir görüp hiç ayrım yapmayarak sevgisini sunandan gösterir.

Peygamberler ve Evliyalar, her zaman hem dış hem iç temizliği istemiştir. Kişinin ne içi, ne dışı temiz değilse, din sahibine nasıl kavuşacak? Hazreti Muhammed’in güzelliklerine kavuşmak için onları incelememiz lazım. Onun konuşma tarzını, yaşayışını, insan toplumuna bakışını inceleyip onun gibi olmaya çalışırsak, yavaş yavaş perdeler kalkar.

Allah, yüzünü açık tutmuştur. İnsan nefsinde yaşadığı için, Allah’a varamıyor…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (8)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Kader nedir?

Bir insan bilinçsiz hizmetlere kalkışır, o hizmetler suret bulmaz da kayba giderse, “Şans yaver gitmedi, kader böyleymiş kaybettim” diyerek kadere yükler ve oradan teselli bulur.
Bir Veliye kader işlemez. Çünkü o Hakk’la Hakk olmuştur. Allah’a kanun, kader işlemez. O, her yerde özgür, her yerde galiptir. Kişi batıl inançlarla yola çıktı mı en sonunda kaderi ortaya çıkarır. Kader toplumda geçerli ama maneviyatta geçerli değildir. Allah sayısız nimet ihsan etti. Bütün nimetlerden en üstün nimet olarak akıl verdi, onu da başa koydu. Bir insan cüz’i akılla yola çıkarsa her zaman hüzünlere, kaygılara düşebilir. Fakat araştırır, Allah’ın bir dostuna el uzatır, onu etüd ederek onun kişiliğini öğrenip oraya gönül verir, orayla aklını büyütürse, bu kişinin hayatı daima huzur içinde geçer. Bir yere muhabbet vermek, oraya kendini bırakmak lazım. Eğer öyle güzel bir yer bulur da oraya temiz bir gönülle bağlanmazsa, ömrünün sonuna kadar oraya gitse de yararlanamaz, boşuna gelip, gider. Bu yol, hırkada taçta değildir. Kişinin temiz gönlüne bakar. Kişi kendi benliğinde, küçük akılda kalırsa, her zaman üzülmeye, sıkılmaya mahkumdur.
Nitekim Hazreti Mevlana, Mesnevi-i Şerif’inde şöyle buyurmaktadır:

“Kaza ve kader, bizi azaba düşürse o huy, bizim o güzel tabiatımız nasıl olur da değişiverir?
Yoksul olduysam bile nasıl olurda yoksulca hareket ederim? Elbisem eskidiyse ben yeniyim…”

Aklın en büyüğü Hazreti Muhammed’de, o Akl-ı Küll. Bütün Evliyaullah orayla akıllarını büyüttüler ve sevilerek kendilerini kazandırdılar. Ne güzel isimleri var, Evliya… Peygamberler, Evliyalar yaratıcıda kendilerini fani kıldılar, daima güler yüzlü oldular, dilleri tatlı, bakışları hoş oldu. Cemaatleri onları dinleyerek huzura kavuştu.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (6)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hazreti Mevlana’nın insana bakışı nasıldır?

Hazreti Mevlana, selam olsun üzerine, insana çok önem verir, hatta bir yerde insanı Hakk sıfatına koyar.
Sekizyüz sene önce, sormuşlar: “Allah ne kadar büyüktür? Bakın ne kadar korkusuz bir Evliyaullah! “Allah, Adem’in boyu kadardır” diye buyurmuş.
Hemen şaşkınlıkla, “Aman ya Mevlana! Adem’in Hakk olduğunu mu söylüyorsun?” diye karşılık vermişler.
“Evet” demiş Mevlana, “Adem olmasaydı, Allah bilinmeyecekti. Allah’ın güzellikleri de dile gelmeyecekti.”
Neden? Allah bütün bütün varlıkları yarattı, insandan önce gelen varlıkların hiçbiri Allah’ı dile getiremedi. Allah, en son insanı yarattı, insanda kendini yarattı. İnsan gözüyle yarattığı eserleri seyretti, insan diliyle eserlerine isim verdi ve kendi ismini de insandan aldı. Kendi büyüklüğünü, güzelliklerini de insanla söyledi. İnsan, Allah’ını kendinde bulamadığı için şaşkın yaşıyor. Adem sıfatında görünüyoruz ama Adem midir, değil midir hareketlerinden bellidir. Biz, Adem olmaya çalışalım, çünkü Allah’ı kendinde bulan insandan daha mukaddes bir varlık yoktur. O, her şeyin, meleklerin bile üstündedir.
Sizlere şöyle bir menkıbe anlatayım…
Hazreti Mevlana bir toplantıda otururken alimin biri der ki: “Biz bu kadar ilim tahsil ettik, Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Allah buyuruyor ki, ‘Beni bu alemde göremezsen, öbür alemde hiç göremezsin.’ Biz Allah’ı nasıl göreceğiz?”
Mevlana, “Efendi” der, “bu soruyu kimin kudretiyle sordun?”
“Allah’ın kudretiyle.”
“Gözlerin kimin kudretiyle görüyor?”
“Allah’ın…”
“Bütün bu bilgiler kimin kudretiyle sende?”
“Allah’ın…”
“Desene her zerreni O sarmış, ama sen kendi dışında arıyorsun.”
Hazreti Mevlana, bizleri bize en güzel şekilde bildirdi. Bizler derinliklere inip, kişiliğimizi arayacağımıza nefsi arzularımızın peşinde koştuğumuz için sıkıntılardan, hüzünlerden kolay kolay kurtulamıyoruz.
Yunus Emre’nin buyurduğu gibi: “İlim, ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir. Sen kendini bilemezsen, bu nice okumaktır?”
İnsan yeryüzünde en mukaddes varlıktır. Bütün varlıklar insanla dile gelmiştir, Allah’ın bütün güzellikleri insanla bildirilmiştir. Öyleyse aynaya bakıyoruz da kendimizi insan görüyoruz da neden insanlığı öğrenmeye çalışmıyoruz?.. (devam edecek)