FÎHİ MÂ-FÎH’DEN SOHBETLER – 20

Erenlerin Virdleri…

Dileyenlerin, gerçek yolcularının virdleri, çabaya, kulluğa koyulmalarıdır. Zamanı, işlere bölmek, her iş için bir zaman ayırmak gerek. Böyle yapan, her işi zamanında yapmayı âdet edinen kişiyi zaman, bir memur gibi o işe çeker, sürükler. 

Meselâ sabahleyin kalkınca ibâdete koyulmak daha iyidir. Nefis daha yatışmıştır, daha esendir, daha arı durudur; herkes, kendisine yaraşan kulluğu, kendi miktarınca yapar, yerine getirir. 

“Gerçekten de biz saf kurmuşuz elbet; gerçekten de biz, noksan sıfatlardan arı olduğunu söyleriz onun.” 

Yüz binlerce saf var; ne kadar daha temiz olursa o kadar ileri geçirirler adamı; ne kadar noksanı varsa o kadar geri safa korlar.

“Onları Tanrı geriye atmıştır; siz de geriye atın.” 

Bu, bir uzun hikâyedir; fakat hiç kaçılamaz bundan. Kim bu uzun hikâyeyi kısaltırsa aziz ömrünü, tatlı canını kısaltmış olur; Tanrı korursa o başka. 

Erenlerin virdlerine gelince; anlayabileceğin kadar söyleyeyim. Şudur onların virdleri… Sabahleyin kutlu canlar, tertemiz melekler, Tanrı’dan başka kimseciklerin bilemediği halk; çünkü Tanrı pek kıskançtır, bu yüzden adlarını bile halktan gizli tutar; evet, bunlar, onlarla dolaşmaya, onlara selâm vermeye gelirler. 

“İnsanların, bölük bölük Tanrı dinine girdiklerini görürsün.” 

Melekler, her kapıdan, onların, tapılarına girerler. Sen onların yanına oturmuşsun; fakat göremezsin onları, duyamazsın o sözleri, o selâmlan, o gülüşleri. Şaşılmaz buna; hasta, ölüme yakın hayaller görür; yanıbaşında oturandan haberi bile yoktur, ne dediğini duymaz bile. O gerçekler, bu hayallerden bin kere lâtiftir. Bu hayalleri bile insan öylesine hastalanmadıkça göremiyor, duyamıyor; o gerçekleri de ölmedikçe ölümden önce göremez.

Erenlerin hallerindeki inceliği bilen, onların ululuğunu anlayan ziyâretçi, erenin tapısına çın seherden beri bunca meleğin, bunca tertertemiz canın geldiğini bilir; böyle bir evrâd arasında şeyhe zahmet vermemek için bekler de bekler. Hani padişahın kapısında, sarayında köleler vardır. Her sabah virdleri vardır onların… Herbirinin belli bir durağı, belli bir kulluğu, belli bir ibâdeti vardır. Kimisi uzaktan tapı kılar; padişah bakmaz onlara; görmezlikten gelir onları. Fakat kullar, padişahı da görürler, ne yaptığını da görürler. Adam padişah oldu mu virdi şudur artık: Kullar her yandan, onun tapısına gelsinler; çünkü kulluk kalmamıştır artık; “Tanrı huylarıyla huylanın” hükmü yerine gelmiştir. “Ona kulak olurum, göz kesilirim” buyruğu meydana gelmiştir. 

Bu, pek ulu bir duraktır; söylemek de yazıktır. Çünkü ululuğu, u’yla, le’yle, u’yla anlaşılmaz; onun ululuğundan birazcığı yol bulsa bu yana; ne u kalır, ne u’nun söylenirken çıktığı yer… Ne le kalır, ne le’nin söylenirken çıktığı yer. Ne el kalır, ne bel. Varlık biter; ışıklar ordusundan varlık şarı yıkılır gider. 

“Gerçekten de padişahlar, bir şara girdiler mi, yıkarlar yakarlar o şarı.” 

Bir deve, küçücük bir eve girse o ev yıkılır gider amma o yıkık yerde de binlerce hazine bulunur.

Kasîde:

“Sen, her ne yapıyorsan bil ki, o benim işimdir; beden ne iş yaparsa yapsın, o işi asıl yapan candır! 

Sen, benim gözümsün; sen, benim kulağımsın! Ben, sadece bu ikisini söyledim; ötesini sen bil, sen anla!.. 

O gizli hazine dünyada olmasaydı, dünyada yıkık bir ev olur muydu? Çünkü hazineler, daima yıkık yerlerde bulunur! 

Babacığım; sen, define iste! Elini oynat, elini oynat!.. 

Onun güzel kokusu, bizim yol göstericimiz oldu; güllere, fesleğenlere kadar bize yol gösterdi! 

Varlık âlemi, zerre zerre sana müşteridir; aklını başına al da, sende bulunan inciyi ucuza satma! 

Aşk olunca, can kaybolmaz! Sevgilinin gölgesi, başımızdan uzaklaşmasın!”

00

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.