🌹KUR’ÂN VE HADÎSLER IŞIĞINDA HASAN ÇIKAR DEDE SOHBETLERİ / 12

“Peygamber Efendimiz, Mîrâc’a çıktığında O’na dediler ki: ‘Muhammed, sen çekil, şimdi senin Rabbin namazda.’ Yani, senin Rabbin zikirde, senin rûhun zikirde… En büyük zikir budur, değil mi?”

Hazreti Muhammed Efendimizin her zerresi Hakk’a aittir. O, eğer derse ki, “Ben zikrediyorum”, ikiliğe düşmüş olur. Hakîkatte kendisi O’dur. Şöyle bir misâl verelim: Hazreti Peygamber Efendimiz, bir gece namazdan sonra nefsine ızdırap vermek istiyor ve sağ ayağı üstünde bir müddet duruyor. Sonra bir müddet de sol ayağı üstünde duruyor. Böylece nefsine ızdırap veriyor. 

Bir zaman sonra Allah’tan bir nidâ geliyor: “Ey benim Habîbim Muhammed! Hani sen beni çok seviyordun?” 

Hazreti Muhammed, “Evet” diyor, “Seni “çok seviyorum.” 

Yine Allah, O’na şöyle sesleniyor: “Hem beni çok seviyorsun, hem de bana ızdırap veriyorsun.” 

Hazreti Muhammed, “Nasıl sana ızdırap veriyorum?” diye soruyor. 

Allah, “Tek ayak üstünde duruyorsun ya, bana ızdırap vermiş oluyorsun. Sen ne sıkıntı çekiyorsan, aslında ben çekmiş oluyorum” diye yanıtlıyor.

Aynısını Ebu Müslim yapmaya kalktı, ona da Cenâb-ı Hakk’tan şöyle bir ses geldi: “O şeref Habîbime aittir, sen gece gün tek ayak üstünde kalsan, o şerefe nâil olamazsın.”

“Rabbinin katından açık bir belgesi olan kimse, kötü işleri kendisine güzel gösterilen ve nefislerinin arzularına uyan kimseler gibi midir?” (Muhammed, 14)”

(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

🌹KUR’ÂN VE HADÎSLER IŞIĞINDA HASAN ÇIKAR DEDE SOHBETLERİ / 11

“Cenâb-ı Peygamber Efendimiz, bir hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki: ‘Rabbini zikredenlerle, Rabbini zikretmeyenlerin misâli, diri ve ölü gibidir.’ Ve bir gün de Ashâb-ı Sûffe’sine, ‘Şehid olmaktan hayırlısını size haber vereyim mi?’ diye soruyor. Onlar, ‘Evet, yâ Resûlallah’ deyince de, ‘Allah’ı zikretmek şehâdetten de üstündür’ diye buyuruyor. Allah’ı zikretmek insanda nasıl bir tesir yaratıyor ki, Cenâb-ı Resûlallah, Allah’ı zikretmeyi şehid olmaktan da üstün kılıyor?”

Allah’ın ismi aşktır, cismi ise Muhammed’dir. Allah’ı zikretmek ve O’na yönelmek, hakîkatte Hazreti Muhammed’e yönelmek ve Hazreti Muhammed’i zikretmektir. Hazreti Muhammed Efendimizin bütün varlığı Allah’a aittir.

“Ey Muhammed! Şüphe yok ki sana katımızdan bir zikir verdik.” (Tâ Hâ, 99)

Şöyle bir dil de sarfedilmiştir: “Bir âlimin mürekkebi, şehid kanından daha üstündür.” Neden? Çünkü âlim, Hakk’a yüz tutmuştur, Hakk’ın sıfatını taşımaktadır. İnsanlara Hakk’tan bilgi sunmaktadır ve onları karanlıklardan aydınlıklara götürmektedir. Bu yüzden onların mürekkebi, şehid kanından daha üstün tutulmuştur.

“Sizi uyarması  ve sizin de ona karşı gelmekten sakınıp rahmete ulaşmanız için, içinizden bir insan aracılığı ile Rabbinizden size bir zikir gelmesine şaştınız mı?” (Arâf, 63)

Bir Allah âşığının, yani Hazreti Muhammed’in âşığının da rûhu ve bedenindeki o ışık, o nûr da Hazreti Muhammed’in ışığıdır, O’nun nûrudur. Hazreti Muhammed, bütün nûrunu âşığında gösterirse, hâliyle Allah’ı zikreden bu kişi, şehitten üstündür.

“Kim, Peygambere itaat ederse, işte onlar, kendilerine nimet verilmiş olan peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nîsa, 69)

“İnsanın, altı cihette Cenâb-ı Hakk’ı seyretmesi zikir değil midir? Ya da Cenâb-ı Hakk’ı tefekkür etmesi zikir değil midir? Zikir nedir?”

Üç türlü zikir vardır: Birincisi cehrî zikir, sesli zikredilir. İkincisi hâfî zikirdir, sessiz zikredilir. Üçüncüsü ise kalbî zikirdir, adı üstünde kalbi zikir. Kalb, hakîkatte doğduğumuz günden itibaren daima ‘Allah’ diye zikretmektedir.

“Allah, sizi analarınızın karnından siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalbler verdi.” (Nâhl, 78)

Allah’ı her yerde görmek ancak âşığa mahsustur. Çünkü âşık, nereye giderse gitsin Sevgilisiyle beraberdir, nereye bakarsa baksın Sevgilisiyle bakmaktadır. Çünkü âşığın her zerresini Mâşuğu kaplamıştır, yani o her an zikirdedir.

“Davete, ancak bütün kalbleriyle kulak verenler uyar.” (Enâm, 36)

(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

🌹KUR’ÂN VE HADÎSLER IŞIĞINDA HASAN ÇIKAR DEDE SOHBETLERİ / 10

“Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in, İmam Ali Efendimizle paylaştığı ve Cenâb-ı Mevlâna ile Şems Hazretlerinin üç ay hâlvette kalarak müşâhede ettikleri ‘gizli ilim’i bize açıklar mısınız? Nedir bu ‘gizli ilim’?”

Peygamber Efendimiz, selâm olsun üzerine, topluma bu sırları açıklamadı. Çünkü bu sırları herkesin hafızası almaz. Eğer bu sırları sunmuş olsaydı, toplumda ters etki yapabilirdi ve benliklere, isyanlara, küfürlere düşebilirlerdi.

“Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenâlık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalblerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetleri açıkladık.” (Âl-i İmrân, 118)

Hazreti Muhammed Efendimiz, bu sırları Ashâb-ı Sûffe’siyle ve Hazreti Ali Efendimizle paylaştı. Bu sırlar, bu güzellikler, yani tarîkat yolu Ashâb-ı Sûffe’den suret bulmuştur.

“O, sâyelerinde, kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Bilen bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık.” (Enâm, 97)

“Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidâyet bulursunuz.” (Hadîs-i Şerîf)

Bu sırlar câmiilerde örtülü olarak konuşulmaktadır. Çünkü câmii cemaati ibtidâdadır. Onlar, Erkân-ı Muhammedîye’yi yerine getirirler ve bununla kanaat ederler ve daha fazla arayışa düşmeden, dünya işleri ile meşgûl olurlar. Arayışa düşenler ise kendilerine bir mürşid-i kâmil bulurlar ve şu soruları sorarlar: Biz kimiz? Ne için yaratıldık? Ne yapmamız lâzım? Hazreti Muhammed Efendimizin hakîkatleri nelerdir?

“Yoksa; Allah içinizden, Allah’tan, Resûlünden ve O’na inananlardan başkasını kendilerine sırdaş edinmeksizin, O’nun yolunda her türlü çabayı gösterenleri ortaya çıkarmadan kendi hâlinize bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdârdır.” (Tevbe, 16)

Bizim burada yaptığımız sohbetler, Hakîkat-i Muhammedîye’dir ve Hazreti Muhammed Efendimizin iç âlemi anlatılmaktadır. Yani, burada ‘İnsan’ konuşulmaktadır, çünkü ‘İnsan’ dünyadaki en mukaddes varlıktır. Bizim sohbetlerimiz dâima sevgi üzerinedir. ‘İnsan’ı sevmek, saymak, Hakk’ı sevmektir, Hakk’ı saymaktır. Ama hangi insanı? Hazreti Muhammed’i kendisine bende etmiş, Hakk ile Hakk olmuş insanı sevmek saymak, Hazreti Muhammed’i, yani Hakk’ı sevmek ve saymaktır. İnsanın gideceği yer, yine ‘İnsan’dır.

“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım ve bana, ‘Sizin ilâhınız ancak bir tek ilâhtır’ diye vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, yararlı bir iş yapsın ve  Rabbine ibâdette kimseyi ortak koşmasın.” (Kehf, 110)

Bizler, cemaatimizi Ashâb-ı Sûffe olarak görürüz. Nasıl ki Peygamber Efendimiz, Ashâb-ı Sûffe’sinin kendisine gösterdiği sevgiye karşılık onlara hakîki yüzüyle çıkmıştır; bizler de burada cemaatimize aynı şekilde çıkmaya memuruz.

“Ey Muhammed! De ki: Ben, yalnızca, mukaddes kılınan bu şehrin ve var olan her şeyin Rabbine kulluk etmekle emrolundum; yani, O’na yürekten boyun eğen kimselerden olmakla emrolundum; bir de, bu Kur’ân’ı insanlara okuyup ulaştırmakla.” (Neml, 91)

(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

🌹KUR’ÂN VE HADÎSLER IŞIĞINDA HASAN ÇIKAR DEDE SOHBETLERİ / 9

“Cenâb-ı Mevlâna, bir kasîdesinde buyuruyor ki: ‘Can konağını aramada isen, sen cansın. Bir lokma ekmek arıyorsan, sen ekmeksin.’ Biz ne aramalıyız, nasıl aramalıyız?”

Cenâb-ı Mevlâna’nın her sözü doğru olduğu gibi bu sözleri de çok doğru ve yerindedir. Biz can konağını aramazsak, onu kendimizde var etmezsek, demek ki biz hiçbir işe yaramıyoruz.

Hazreti Mevlâna’nın çok büyük bir hayranı olan İbrahim Gülşenî de şöyle buyuruyor: “Biz, Cenâb-ı Allah’ın ailesi mesâbesindeyiz. Sütümüzü, rızkımızı O’ndan isteriz. Peygamber, ‘Halk, Tanrı’nın ailesidir’ buyurdu. Her ne istersek, Allah-u Zülcelâl, biz ailesine bir baba gibi rızık verir. Eğer tenin gıdasiyle kanaat edersek, eşek gibi arpa ve samana yaraşırız. Ulu Tanrı’dan rûhumuzun gıdasını istersek, bize Cebrâil’in gıdasını gönderir. Madem ki ne istersek onu ihsân ediyor, şu hâlde Tanrı’dan yalnız Tanrı’yı isteyelim. Evet, en iyisi, iman ve taat yolunda yürüyerek, dâima O’nu isteyelim.”

Evet, bizler de Allah’ı isteyelim, bu evi O’nun konağı yapalım, O da bizlerde can olsun. Eğer bu evi O’nun konağı yapmazsak, Allah’ı can kılmazsak, biz demek ki boşuz, boşuna yaşıyoruz. Allah’ın konuk olmadığı ev cansızdır ve yıkılmaya mahkûmdur.

“Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi.” (Ankebût, 41)

(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

🌹KUR’ÂN VE HADÎSLER IŞIĞINDA HASAN ÇIKAR DEDE SOHBETLERİ / 8

“Hasan Dede, bir zât şöyle buyurmuş: ‘Eğer çok âşıksan, zaman kaybolur, derinliklere inersin ve müziksel bir rûhun varsa, o ahenk içinde zamanın durduğunu hissedersin. Güzelliğe karşı hassas bir rûhun varsa, bir güle bakarken bile zaman durur. Ve derinlere indiğin her an yaşam daha da güzelleşir. İnsan özgürlükten oluşur. Bilinç özgürlükten oluşur. Ölmekten mi korkuyorsun, ölemezsin. Çünkü hakîkatte sen yoksun, nasıl ölebilirsin? Benliğine bak, derinliğine in, göreceksin ki, kendi egondan başka ölecek kimse yok. Derinliklere baktığında orada bir benlik bulamayacaksın. O zaman ölmek olsalığı da olmayacak. Sadece ego düşüncesi, ölüm korkusu yaratır. Ego olmadığında ölüm de olmaz. Tasavvufta her şey geçer, fakat asla geçmeyen bir şey vardır; her şey doğar ve ölür, fakat hiçbir zaman doğmayan ve ölmeyen bir şey vardır. Ve sen o nihayî kaynağa odaklanmadıkça huzur bulamazsın, mutlu olamazsın. Evrende kendini evinde gibi rahat hissedemezsin, sadece bir kaza olarak kalırsın ve asla benimseyemezsin.’ Ne dersiniz?”

En başta buyurduğunuz gibi, âşıkta zaman kayboluyor. Bu nasıl oluyor? Çünkü âşık olan kişi akılda durmaz, kendinden geçmiştir. Kendinden geçtiği için de, akşam olmuş, sabah olmuş onun hiç önemi yoktur, çünkü o hâlâ kendini düşündüğü noktada tutmaya devam etmektedir. Öyle bir derinlere dalmıştır ki, o derinlerden çıkamaz, çıkmak da istemez.

“Biz, Allah’ın boyasıyla boyanmışız. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir? Biz O’na ibâdet edenleriz.” (Bakara, 138)

Ölüme gelince; ölümden korkan kişi, nefs sahibidir, ego sahibidir. Ama bir gün gelecek o ego, o benlik ondan gidecek. Gençliği elden gidecek, hastalıklar zuhûra gelecek ve o zaman görecek ki, aslında ona ait hiçbir şey yokmuş ve korkmaya başlayacak.

“Nihayet ölüm bize gelip çattı.” (Müddessir, 47)

Ama eğer bir kişi, kendini iman ettiği yerde fânî kılmış ise, iman ettiği yeri kendinde var etmiş ise, o kişiye ölüm vuslattır. Vuslat ne demektir? Kendinden geçmek ve her an Sevgiliyle beraber olmak, onunla yaşamak demektir. Gün gelip Sevgiliden davet gelince de, ona gülerek gitmektir. O anda insanın yaşayacağı ancak tatlı bir heyecandır, korku değil.

“Ey Muhammed! De ki: Şüphesiz benim namazım da, diğer ibâdetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi içindir.” (Enâm, 162)

Hakk âşığında ego olmadığı için, o ölümden korkmaz. Zaten o yoktur, onda varolan Hakk’tır. Fakat nefsinde yaşayan, ego sahibi kişinin imanı da tam olmadığı için nereye gideceğini de bilmez ve ölümden korkar.

Hazreti Mevlâna şöyle der: “Ey insan, sen dört anasırın sahibisin. Birinci anasır vücudundaki harâret, güneşe aittir. İkinci anasır vücudundaki hava, semâvata aittir. Üçüncü anasır vücudundaki su, o da okyanusa aittir. Dördüncü anasır deri ile kemiktir, onlar da toprağa aittir. Bunların hepsi bir gün gelecek aslına gidecekler, peki sen nereye gideceksin? Aklını nerede tuttuysan, nereyi sevdiysen oraya gideceksin.”

‘‘Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle haşrolursunuz.’’ (Hadîs-i Şerîf)

Bakın, Sultan’ül-Ulemâ Hazretlerine soruyorlar: “Bizden ayrılıyorsun, nereye gidiyorsun?” Onlara şu cevabı veriyor: “Allah’tan geldik, Allah’a gidiyoruz. Âdem’den geldik, Âdem’e gidiyoruz.”

“O hâlde siz nereye gidiyorsunuz?” (Tekvîr, 26)”

Hazreti Muhammed Efendimiz, hayatı boyunca insanlık tohumu ekmeye çalışmıştır. İnsanlık tohumundan maksat, kendini ekmeye çalışmıştır. Ne mutlu o kişiye ki, sıdk-ı bütün bir imanla Hazreti Muhammed’e bağlanmıştır, bütün sevgisini O’na vermiştir ve Hazreti Muhammed Efendimizin varlığı onda tecellîsini göstermiştir.

“O gün birtakım yüzler vardır ki, nimet içinde mutludurlar.” (Gâşiye, 8)

Hazreti Muhammed, bindörtyüz sene evvel yaşamıştır ama, bu zamanda da O’nun vârisleri vardır. Biz, O’nun vârisleriyle dostluk kıldık ve O’nun bendesi olduk.

“Şüphesiz ki, her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek bir âlim gelecektir.” (Hadîs-i Şerîf)

Hakk âşıklarının kulakları dünyaya sağırdır, gözleri de dünyayı görmez. Onlar gönül verdikleri yerle işitir, gönül verdikleri yerle görür, gönül verdikleri yerle yaşarlar. Bu yüzden onların hâlleri başkadır, huzur içinde yaşarlar.

“Onlar, inananlar ve kalbleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalbler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Râd, 28)”

(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

🌹KUR’ÂN VE HADÎSLER IŞIĞINDA HASAN ÇIKAR DEDE SOHBETLERİ / 7

“Peygamber Efendimiz, bir hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki: ‘Cennet ehlinin çoğu eblehtir. Kim cenneti isterse eblehtir. Zîrâ cennet nefsin arzusudur.’ Bu hadîsi yorumlayan bir zât diyor ki: ‘Ancak aşka mahrem olanlar, aşkın ne olduğunu bilirler. Aşka lâyık olan, Hûda’ya lâyık olur. Aşk sözü, aşktan başkasına efsane gelir. Ona aşktan bahsetmek haramdır.’ Ne dersiniz?”

Âşık, mâşuğunun sözünden başka bir söze ne kulak verir ne de dile alır. Neden? Çünkü Sevgiliyi bulmuş, o her yerde O’nunladır, O’nu dile getirir ve her yerde O’nu metheder. Şimdi bir âşığa, aşk hakkında akıl vermeye kalkarsak, onun o saf aşkını bulandırmış oluruz ve haram işlemiş oluruz. Ama eğer biz de aşkımızı dile getirirsek o zaman iki âşık bir oluruz ve aşkı beraber dile getiririz. Ve böylece aramızda çok güzel bir muhabbet doğar.

Misâl olarak; Hazreti Mevlâna ile Şems-i Tebrizî Hazretleri, üç ay boyunca hâlvet olmuşlardır. O hâlvet esnasında birbirlerine gönüllerini açmışlardır ve sayısız güzellikleri paylaşmışlardır. Aynı şekilde Hazreti Muhammed Efendimiz de gönlünü İmam Ali Efendimize açmıştır ve o güzellikleri onunla paylaşmıştır.

“Biz onların kalblerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar.” (Hicr, 47)

(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

🌹KUR’ÂN VE HADÎSLER IŞIĞINDA HASAN ÇIKAR DEDE SOHBETLERİ / 6

“Peygamber Efendimiz, bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyuruyor: “Vatan sevgisi imandandır.” Bu hadîs-i şerîfin batıni mânâsını ele alırsak, bizlerin mânevî tarafımızın, yani rûhumuzun vatanı neresidir ve vatan sevgisi nasıldır?”

Bizim rûhumuzun vatanı, Sevgilimizin vücududur. Fakat aynı zamanda Sevgilinin de vatanı seveninin vücududur.

Misâl olarak; Hazreti Muhammed Efendimiz, Ehli Beyt Efendilerimiz ve Pîrân Efendilerimiz, hepsinin selâm olsun üzerlerine, sureten kalabalık görünüyorlardı, fakat hepsi aynı mânâyı taşımaktaydılar. Onlar bu âlemden göç ettiler ve bizim sünnetlerimiz oldular. Şimdi onların vatanı biziz, onlar bizim rûhumuz. Fakîr, onları öyle yakalamışım ki, bizim dışımızda hiçbir yerde değildirler.

“Kur’ân’ı farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir.” (Kasas, 85)

“Hasan Dede, Kerbelâ olayından sonra hâlâ Irak’da asırlardır kan akmaya devam ediyor. Bu konuda ne dersiniz?”

Evet, malesef o günden beridir Irak’ta kan akmaya devam ediyor. Kimler döküyor bu kanı? Şiîler ile Sünnîler.

Hazreti Mevlâna der ki: “Bir dost, bir dostun incinmesinden hoşlanmaz.”

“Gönül incitmeyenlerin, Rab’leri katında mükâfatları vardır.” (Bakara, 262)

Hakîkatte her iki tarafın da Peygamberi Hazreti Muhammed, her iki tarafın da kitabı Kur’ân-ı Kerîm. Bu kin, bu kavga, bu paylaşamama neden?

Bu konuya biraz daha derin bakacak olursak, görürüz ki, Hazreti Ali Efendimiz aslında en büyük Sünnî. Aynı şekilde Ehli Beyt Efendilerimizin de hepsi Sünnî. Peki Sünnî ne demektir? Sünnî, Hazreti Muhammed Efendimizin tebliğlerini harfi harfine yerine getiren kişidir. Fakat insan bir defa benliğe kapıldı mı, o kişiden artık Hazreti Muhammed Efendimizin rûhanîyeti gider.

“De ki: Ben tebliğlerime karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” (Şûra, 23)

Şimdi dört mezhebe Hakk diyoruz. Yani, İmam-ı Cafer Sadık, İmam-ı Hanbelî, İmam-ı Mâlikî, İmam-ı Âzam. Hepsinin mânâlarında Hazreti Muhammed Efendimiz tecellî etmiştir ve O’nu nasıl ibâdetlerini icrâ ederken görmüş iseler, kendi cemaatlarına da o şekilde çıkmışlardır.

Bugün Kâbe’de, dört İmam; Şafîsi, Hanbelîsi, Hanefîsi ve Mâlikîsi; diyelim ki sabah namazını edâ ederlerken imamîyete çıkıyorlar. O esnada Kâbe’yi yükseltsek, ortaya çıkan tabloda göreceğiz ki, dört İmam birbirlerine rükû ve secde etmekteler.

“Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok gövdeli ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için Allah’ın birliğini gösteren deliller vardır.” (Râd, 4 )

Malesef insanlar gerçek kimliklerine varamadıkları için hâlen birbirlerine kin gütmektedirler ve kan davasına girişmişlerdir.

Fakîr her zaman şunu söylerim; suç önderlik yapanlardadır, cemaatin suçu yoktur.

Cenâb-ı Ali Efendimiz, bunların hepsini örtmüştür. Bakın, Muharrem ayı demişler, adı üstünde; Muharrem’in mânâsı nedir? Örtüdür.

Hazreti Mevlâna ne güzel buyurur, der ki: “Şefkat ve merhamette güneş gibi ol. Cömertlikte akarsu gibi ol. Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol. Hiddet ve asabîyette ölü gibi ol. Tevâzu ve muhafîyette toprak gibi ol. Hoşgörüde deniz gibi ol. Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”

Bizlere de örtmek düşer. Gece ne mânâya gelir? Gece, Hazreti Ali’nin hırkasıdır. Gece, örtüdür. Pekâlâ gün ne mânâya gelir? O da, Hazreti Muhammed’in nûrunu temsîl eder, her şey apaçık ve ortadadır.

“O, geceyi size bir örtü ve gündüzü de hareket ve çalışma vakti yapandır.” (Furkan, 47)  

(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

🌹KUR’ÂN VE HADÎSLER IŞIĞINDA HASAN ÇIKAR DEDE SOHBETLERİ / 5

“Hasan Dede, Allah ‘Mutlak’tır diyoruz. Mutlak kelimesi de ‘Talak’tan türemiş bir kelimedir ve ‘boşanmak’ mânâsına gelir. Yani demek ki bizler zihinlerimizi Allah dışında her şeyden boşalttığımız zaman, Hakk bizlerde tecellîsini gösterecek. Ne dersiniz?

Evet, çok doğru. Ne zaman zihinler her şeyden tamamiyle boşanır, o zaman Hakk ‘Mutlak’ varlığını gösterir.

Bu da nasıl olur? Ancak aşk ile olur. Çünkü insan aşka düştüğü zaman, artık o kişide akıl kalmaz. Akıl gidince de, Sevgili onda rûh olur. Her yerde artık O’nu düşünür. Yemek yerken, yolda yürürken, çalışırken, uyurken bile O’nu düşünür. İnsanın kendine ait hiçbir şeyi kalmaz, her şeyi Sevgilisine aittir.

Bütün dava mecâz aşkı bırakıp, mânâ aşkıyla yola koyulmaktır. İşte o zaman, sen yoksun, ancak O var.

“Hani münâfıklar ve kalblerinde hastalık bulunan kimseler, ‘Bunları dinleri aldatmış’ diyorlardı. Hâlbuki kim Allah’a tevekkül ederse hiç şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Enfâl, 49)

“Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara, 137)

“Kullarım, beni sorarlarsa, bilsinler ki, gerçekten ben onlara çok yakınım. Bana dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (Bakara 186)”

(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

🌹KUR’ÂN VE HADÎSLER IŞIĞINDA HASAN ÇIKAR DEDE SOHBETLERİ / 4

“Cenâb-ı Hakk’a varmak isteyenlere nasıl bir yol gösterirsiniz? Bu yol, bilgi ile midir, imanla mıdır, anlamakla mı, yoksa yaşamakla mıdır? Ne dersiniz?”

Cenâb-ı Hakk’a varmak için en başta inanç olması lâzımdır. İnançtan sonra iman olması gerektir. Yolcunun Hakk’a varması için, ona yol gösteren mürşidine tam bir imanla bağlanması ve onun sözlerini can kulağı ile dinlemesi ve benimsemesi gerektir. Yolcu böyle bir hale bürünürse, onun imanı sahîdir ve mürşidi de Hakk’tır.

“Peygambere indirileni dinledikleri zaman onun Hakk olduğuna âşinâlıklarından dolayı gözlerinin yaşlarla dolup boşandığını görürsün. Onlar: ‘Ey bizim Rabbimiz, inandık iman getirdik, şimdi Sen bizi şahitlik yapanlarla beraber yaz!’ derler.” (Maide, 83)

Buna en güzel örnek Hazreti Ali Efendimizdir ve şöyle buyurur: “Ben görmediğim Allah’a ne inanırım, ne de iman ederim.”

Hazreti Ali Efendimizin inandığı ve iman ettiği kişi Hazreti Muhammed’di. O, Allah’ın sıfatını Hazreti Muhammed’de gördü.

“Arâf üzerinde herkesi sîmasından tanıyan insanlar vardır.” (Arâf, 46)

Bir mürşid-i kâmil, yolcusunun aklına, rûhuna ve gönlüne en güzel şekilde hitâb ederse, onun bütün “boşluklarını doldurursa, o zaman yolcu görecek ki, mürşidinin dışında başka gidilecek hiçbir yer yoktur. Bunu görünce de mürşidine ikrâr verir ve artık mürşidini Hakk olarak bilir.

“Allah, iman sahiplerinin sahibidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” (Bakara, 257)

Fakat malesef mürşidi tanımadan, kim olduğunu öğrenmeden, ona körü körüne ikrâr verenler, intisâb edenler vardır. Kâmil olmayan bir mürşid de yolcuyu ancak hayalî bir Allah’a götürür.

Kitap ehli, ne kadar okursa okusun, inandığı Allah, onlarca hayalîdir. Kitap ehli, bir müridin mürşidine olan bağlılığını, ona imanla bakmasını anlayamaz, bu onun aklına yatmaz ve o müridi imanından çevirmeye çalışır. Eğer mürid, ehli iman sahibi ise imanından dönmez ve imanıyla yaşamaya devam eder. Ama imanı güçlü değil ise, o da onunla beraber hayale gider, gerçeğe arka çevirir.

“Kitab ehlinden birçoğu, Hakk kendilerine gün gibi âşikâr olduğu hâlde, sırf nefsanîyetlerinden ve kıskançlıktan ötürü, sizi iman ettikten sonra yeniden hakîkati inkâra döndürmek isterler. Siz, ey iman edenler, Allah’ın irâdesini ortaya koyacağı vakte kadar onları hoşgörün. Unutmayın, Allah her şeye kâdirdir.” (Bakara, 109)

Kâmil bir mürşid, adı üstünde ‘kâmil’, yani kemâlata ermiş, aklı kemâl bulmuş. Mürşid-i kâmil kitabî konuşmaz, hitâbî konuşur. Neden hitâbî konuşur? Çünkü onun bütün vücudunu Sevgilisi sarmıştır ve içinden ne doğarsa, yolcusuna onu sunar. Yolcusunun cemâline bakar, gönlünü okur ve ona göre konuşur. Çünkü insan sohbetle aydınlanır. Biz her zaman şunu deriz: “Nerede muhabbet, orada hâlk olur Muhammed.” Muhabbet olmayan bir yerde Muhammed bulunmaz.

“Gerçek müminler, ancak o müminlerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri ürperir; karşılarında âyetleri okunduğu zaman, imanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler.” (Enfâl, 2)

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Beni bu âlemde göremeyen, öbür âlemde göremez.”

Peki Hakk’ı bu âlemde nasıl göreceğiz? Bir mürşid-i kâmil, Hazreti Muhammed Efendimize bende olmuş ise, O’nun yüzüyle topluma yüz tutuyorsa, O’nun dilinden konuşuyorsa, onu sevmek Hazreti Muhammed’i sevmektir; Hazreti Muhammed’i sevmek de Allah’ı sevmektir. İşte böylece yolcu Allah’ı görmüş olur.

“Her kim Peygamberine ve iman edenlere dost olursa, şüphe yok ki, ancak Allah’tan yana olanlar üstün geleceklerdir.” (Maide, 56)

Hazreti Mevlâna ile Şems-i Tebrizî Hazretlerinden misâl verelim, her ikisinin de selâm olsun üzerlerine. Hazreti Mevlâna, son nefesinde, ne babasına yola çıkmıştır, ne de ikinci şeyhi Seyyid Burhâneddin Efendiye yola çıkmıştır. O’nun yola çıktığı Zât, Şems-i Tebrizî Hazretleridir.

Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm olsun üzerine, Hakk’a yürümeden önce Hazreti Ali’ye soyunmuştur ve O’nun rûhu Hazreti Ali’de ikâmet etmiştir. Hazreti Ali Efendimiz de, selâm olsun üzerine, son nefesinde şehâdet getirirken Hazreti Muhammed’e yola çıkmıştır.

“O gün bütün insanları, imamları (önderleri) ile çağıracağız.“ (İsrâ, 71)

Bizlerin de yolumuz, mürşidlerimizin ve Pîrimizin vasıtasıyla, Resûlallah’a çıkar. Yolcu, bir mürşid-i kâmile varmadan, Resûlallah’a varamaz.

“Ey Rabbimiz, gerçekten biz: ‘Rabbinize iman edin!’ diye imana çağıran sesini işittik ve derhâl iman ettik. Ey Rabbimiz, günâhlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizleri, Sana ermiş kullarınla birlikte yanına al!” (Âl-i İmrân, 193)

(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

🌹KUR’ÂN VE HADÎSLER IŞIĞINDA HASAN ÇIKAR DEDE SOHBETLERİ / 3

“Cenâb-ı Peygamber Efendimize bir soru soruyorlar: ‘Yâ Resûlallah, kâinat henüz yaratılmamışken Allah ne idi ve nerede idi?’ Peygamber Efendimiz cevap olarak şöyle buyuruyor: ‘Allah vardı ve bu kâinat henüz ortada yokken yine vardı; kâinat yaratılmamışken bile onu gören ve bilen bir Allah vardı.’ Cenâb-ı Ali Keremallahu Veche Efendimiz de: ‘Aynı şu anda da böyledir’ buyuruyor. Ne dersiniz Hasan Dede?”

Allah dışında hiçbir varlık yoktur. Bizden de dile gelen kendisidir. Allah, her zaman kemâlatıyla çıkar, olgunluğuyla çıkar ve kiminle dile gelir? Bir mürşid-i kâmille dile gelir.

Bu kâinat henüz yok iken Allah vardı. Kâinatı yarattı ve o kâinatta yine kendisi vardı; yani insanı yarattı. İnsanda kendisini yarattı, insan gözüyle bütün yarattıklarını seyredip, isimlendirdi. Kendi ismini de yine insandan aldı. Allah, her zaman vardı ve varolmaya devam edecek. Kâinat, O’nunla var oldu. Bu kâinat insansız ne işe yarar? Hiçbir işe yaramaz.

“Sen olmasaydın, ey Habîbim, kâinatı yaratmazdım.”

(Hadîs-i Şerîf)

“Kâinatı yoktan var eden, sonra onu yeniden vücuda getiren O’dur. Bu O’nun için pek kolaydır.  Göklerde ve yerde en yüksek şan ve şeref O’nundur. Çok güçlü olan O’dur, hikmet sahibi olan O’dur.”

(Rûm, 27)

(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…