MANEVİ MENKIBELER – 59

SEMA ZİKİRDİR…

Sema bir zikirdir ve ilk defa Hazreti Muhammed zamanında yapılmıştır. Hazreti Muhammed, müşriklerin baskısından Medine’ye hicret etti. Orada kendisine çevre edindi. Müşrikler de savaş hazırlığı yapıyorlardı.

O sırada amcasının oğlu Cafer-i Tayyar (Hazreti Ali Efendimizi ağabeyi) Hindistan’dan kalkıp Medine’ye geldi. Peygamber Efendimizin huzuruna çıktı.

Peygamber Efendimiz, “Ya Cafer-i Tayyar! Seni buraya getiren nedir?” diye sordu.

“İşittim ki seni ortadan kaldırmak için, müşrikler savaşa hazırlığına kalkışmışlar. Senin uğruna can vermeye geldim” dedi.

Hazreti Muhammed, çok duygulandı ve “Ya Cafer, gönlüm seni o kadar çok seviyor ki dille tarif edemiyorum” der demez, Cafer-i Tayyar, “Ya Resulallah! Ben senden hep bunu duymayı isterdim” diyerek cezbeye girdi ve “Allah!” diyerek sema etmeye başladı.

Hazreti Muhammed, evlatlığı Zeyd’e dönerek, “Ya Zeyd! Öz evladım olsaydın seni bundan çok sevemezdim, bil ki seni öz evladımdan üstün tutuyorum, seni çok seviyorum” dedi. Zeyd de, “Allah!” diyerek semaya kalktı.

Sonra Hazreti Muhammed, Hazreti Ali’ye dönerek, “Ya Ali!” dedi, “Sen bendensin.”

Hazreti Ali, Hazreti Muhammed’den bu sözü duyunca o da hemen semaya kalktı ve arkasından Hazreti Muhammed de semaya katıldı. Dördü birlikte sema ettiler.

Mute Savaşı’nda, Cafer-i Tayyar şehit edildi ve kollarını, bacaklarını, başını gövdesinden ayırdılar.

Hazreti Resulallah, savaşın sonunda Cafer-i Tayyar’ın şehit edildiğini öğrenince çok üzüldü ve onun bedenini bulmak istedi. Fakat bunun mümkün olması için ancak bir mucize gerekliydi. İşte o esnada bir hortum çıktı ve Cafer-i Tayyar’ın bütün azalarını sema edercesine birleştirerek Hazreti Resulallah’ın önüne getirdi.

İşte Mevlevi sema’ı da buradan çıkmıştır. Bir gün, Mevlana Hazretleri, Efendisi Şems-i Tebrizi ile yolda yürürken bir değirmen başına geldiler. Su akıyor, değirmenin çarkını döndürüyordu. Ona nazar ederken Şems-i Tebrizi’nin gözünde Cafer-i Tayyar’ın o hali canlandı ve bir “Allah” deyip, sema etmeye başladı, arkasından da Mevlana. Onlar ilk kez değirmen başında sema yapmışlardır. Hazreti Mevlana, Hazreti Muhammed zamanında yapılan semayı sahiplenmiştir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (104)

Alevi sema’ı nasıl meydana gelmiştir?

Önce Mevlevi sema’ını anlatayım. Sonra da Alevi sema’ı nereden gelmiş, onu anlatırım. Her iki sema da zikirdir.
Mevlevi sema’ına gelelim.
Hazreti Muhammed, müşrikler yüzünden Medine’ye hicret etti. Müşrikler savaş hazırlığı yapıyorlardı. O sırada amcasının oğlu Cafer-i Tayyar (Hz. Ali Efendimizim ağabeyi) Hindistan’dan Medine’ye gelip, Peygamber Efendimizin huzuruna çıktı. Peygamber Efendimiz, “Ya Cafer-i Tayyar, seni buraya getiren nedir?” diye sordu.
“İşittim ki seni ortadan kaldırmak için, müşrikler savaş hazırlığına başlamışlar. Senin uğruna can vermeye geldim” dedi.
Hazreti Muhammed, “Cafer gönlüm seni o kadar çok seviyor ki, dille tarif edemem” der demez, Cafer-i Tayyar, “Ya Resulallah, senden hep bunu duymayı isterdim” deyip cezbeye girdi ve “Allah!” diyerek sema etmeye başladı. Sonra evlatlığı Zeyd’e dönerek, “Ya Zeyd, öz evladım olsaydın seni bu kadar çok sevemezdim, bil ki seni öz evladımdan üstün tutuyorum” dedi.
Zeyd de, “Allah!” deyip, sema’a kalktı.
Hazreti Ali’ye dönüp, “Ya Ali, sen bendensin” deyince, o da, “Allah!” diyerek sema’a geçti. Arkadan da Hazreti Muhammed, dördü birden sema ettiler.
Yıllar sonra, Hazreti Mevlana ile Hazreti Şems gezintiye çıkarlar ve bir nehir kenarına gelirler. Orada bir su çarkı vardır ve çark dönerken nehirden suyu alarak yukarı çıkarmakta, sonra tekrar boşalmakta ve yine nehirden su alarak suyu yukarı taşımaktadır. Hazreti Şems bunu tefekkür ederken, Cafer-i Tayyar’ın nasıl cezbeye gelerek sema ettiği gözünün önüne gelir ve o da cezbeye gelerek, bir “Allah!” bağırır ve sema etmeye başlar. Hazreti Mevlana da Şems’e katılır ve birlikte uzunca bir zaman o çarkın başında sema ederler.
Mevlevi sema’ı buradan gelir. Mevleviler sema ederken, sağ ayak yere vurdukça kalple “Allah Allah Allah” diye zikrederler.
Alevi sema’ına gelelim.
Hazreti Ali Efendimiz kendine kırk kişilik bir grup toplar. O grupla her akşam devamlı toplanır, Hakk muhabbeti yapıp, sabah namazını Resulallah ile eda ederler.
Bir gün, Hazreti Resulallah’a Allah’tan bir nida gelir.
“Git, kırkların kapısını çal!”
Hazreti Resulallah, Hazreti Ali’yi yanına çağırır ve ona der ki: “Ben kırkların kapısına geldiğim zaman kapıyı çalacağım, sen içerden bana kim olduğumu soracaksın, ben, ‘Allah’ın elçisiyim’ diye cevap verdiğim zaman sen, ‘Git Allah’ın elçiliğini Allah’ın kullarına söyle buyur yok’ diyeceksin,” deyince, Hazreti Ali Efendimizin gözleri faltaşı gibi açılır ve “Ya Resulallah, ben sana nasıl buyur yok derim” diye yakınır. Hazreti Resulallah, “Öyle söyleyeceksin ki böylece ben kırkları imtihana tutacağım. Sonra yine geleceğim, kapıyı vuracağım, sen yine benim kim olduğumu soracaksın, ben, “Allah’ın Habibi Muhammed’im,” diyeceğim, sen yine buyur etmeyeceksin, ta ki ben tekrar gelip, sana, ‘El fakru fahri alem’ deyince beni içeri buyur edeceksin.”
“Saddak ya Resulallah!”
Böylece ertesi akşam Hazreti Muhammed Efendimiz gidip kırkların kapısını çalar, içerden Ali sorar, “Kim o?”
“Ben, Allah’ın elçisi Muhammed.”
“Git, elçiliğini Allah’ın kullarına söyle, buyur yok.”
Hazreti Muhammed ertesi gün yine gider.
“Kim o?”
“Ben, Allah’ın Habibi Muhammed.”
“Buyur yok.”
Ertesi akşam yine gelir kapıyı çalar.
“Kim o?”
“El fakru fahri alem – Dünyada ne kadar varlık varsa ben hepsinden aşağıyım, hepsi benden üstündür.”
“Buyrun ya Resulallah! İçeri girin.”
Kapıyı açarlar. Hazreti Ali ve dostları hepsi içeridedir.
Hazreti Muhammed onları imtihana tutar.
“Sizler kimlersiniz? Burada ne yapıyorsunuz?”
“Biz kırklarız ya Resulallah. Kırkımız birimiz, birimiz kırkımızdır.”
Hazreti Resulallah, elinde tuttuğu bir üzüm tanesini Ali’ye uzatarak, “Bu üzüm tanesini kırkınızın da yemesini istiyorum” der.
Hazreti Ali hemen “Saddak ya Resulallah!” diyerek üzümü alır ve bir fincanın içinde ezer. Hepsi dudaklarını değdirip, üzümün tadını alırlar. Birliği ortaya çıkarırlar.
Yine Hazreti Resulallah der ki: “Biriniz parmağını kanatsın bakalım kırkınızdan da kan akacak mı?”
Hazreti Ali, serçe parmağını kanatır, hepsinin aynı parmağından kan akar. O esnada erzak almak için dışarı çıkmış olan Selman-ı Farisi, içeri girer. Onun da serçe parmağından kan akmaktadır. Hazreti Resulallah, onların bu birliğini görünce cezbeye gelir ve kollarını bir turna gibi açarak sema etmeye başlar. Alevi sema’ı da buradan çıkmıştır.
İki semada da Resulallah vardır. Her iki sema da ibadettir. Burası birlik yuvasıdır. Burada ikiliğe hiç yer yoktur. Alevi şöyledir, Sünni böyledir diye kimsenin dil uzatmaya hakkı yoktur. Burada hepimiz Muhammed Ali’ciyiz.