RÛHLAR ÜÇ KISIMDIR…🌹
Mahmut Efendi: Eflâtun diyor ki: “Bir insanın dünyaya gelişi denizin kıyıya vuran dalgaları gibidir. Dalga kıyıya gelir ve tekrar denize döner. İşte o geliş ve gidiş, insanın yaşadığı hayattır. Göründüğü gibi, O böyle bir geçici varlık istemez. Kalıcı bir varlık olup vahdet deryâsına ulaşmak ister. Bu ise kendini tanıyarak ve daha doğarken ölümünü anlamakla, yani Hazreti Muhammed Efendimizin, “Ölmeden evvel ölünüz” hadîsini kendisine zevk edinip kemâlâtına erişmekle mümkündür.” Siz ne dersiniz?
Hasan Dede: Eflâtun da, Peygamber Efendimizin buyurmuş olduğu gibi, bir Peygamberdi. Hazreti İsa’dan beşyüz sene önce yaşamıştı. O da kendine gelen ilhâmlarla doğru söylüyor. Bir insan kendini bilerek yaşarsa hiç hatalara düşmez. Ama bir insan kendini bilmeyerek yaşarsa ve bir de kimliğini öğrenmek için arayışa düşmezse, demek ki ona verilen o akıl boşa verilmiş, o aklı doğru yolda kullanmıyor ve ömrünü boşa zâyî ediyor demektir. Bizim burada vazîfemiz yolcuya kendinin kim olduğunu bildirmek, kimliğinden haber vermektir. Eğer yolcu burada anlatılanlara kulak verir de kimliğini öğrenmeye ve kendini bulmaya gayret ederse, kısa zamanda kurtuluşa erer. Ama kulak vermez de nefsinin tuzağında yola koyulursa hiçbir yere varamaz.
Rûhlar üç kısımdır. Birinci rûh, ne zaman sûret giydi, ona soruldu, “Sen kimsin?” Hemen cevap verdi Yaratan’a, “Sen sensin, ben de benim“ dedi ve daha sûrete bürünür bürünmez Allah’ı inkâr etti.
İkinci rûh, sûrete bürününce, ona da aynı soruyu sordular. O da şöyle cevap verdi, “Ben senin tarafından yaratıldım Allah’ım, varlıklarına yönlendim, sana arka çevirdim, ama anladım ki varlıklar beni sonsuz güzelliğe ulaştırmıyor, nâdim oldum, sana döndüm Allah’ım.” Bu rûhlar da bizleriz, yani gün geliyor, 30-40 yaşından sonra arayışa düşerek, bir Mürşid-i Kâmil’in huzûrunda yeniden doğarak kurtuluşa ulaşıyoruz.
Üçüncü rûhlar ise sûret bulunca, onlara soruldu, “Sen kimsin?” Üçüncü rûh başını secdeye vurdu ve “Ben yokum Allah’ım, sen varsın. Ben ancak senin emrinle ayağa kalkarım, senin emrinle konuşurum, senin emrinle yaşarım. Senden emir almadan benim saçımın bir teli dahi oynamaz.” Bunlar da Nebîler ve doğuştan Velîler, yani Pîrân’dır. Pîrân Efendilerimizin hepsi bende-i Resûl’dür. Eğer öyle olmasalardı, o tebessümlü yüzler, o güzel sözler onlardan dile gelemezdi, bu kadar sevgi dolu ve birleyici olamazlardı. Onlar hiç mezheplerde gezmemişlerdir. Onların dini de, imanı da mezhebi de Resûlallah Efendimizdir. Onlar, Resûlallah’a gönül verdiler, O’nun huylarıyla huylandılar ve hepsi ‘Bir’ oldular, ‘Bir okundular, ’Bir’den konuştular.
Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…