🌹KUR’ÂN VE HADÎSLER IŞIĞINDA HASAN ÇIKAR DEDE SOHBETLERİ / 13

“Kur’ân-ı Kerîm, en büyük zikirdir, öyle değil mi Hasan Dede?”

Bütün bu kâinatta ne varsa, hepsi Hazreti Muhammed Efendimizin dilinden, Kur’ân-ı Kerîm’de insanlık âlemine sunulmuştur. Bu nedenle bir mânâ ehli, Kur’ân-ı Kerîm’i ne kadar tefsîr etmeye çalışırsa çalışsın, sonunu getiremez. Çünkü ne kadar varlık varsa bu âlemde hepsini yazması gerekir.

“Varlığımızın delillerini, kâinattaki uçsuz bucaksız ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’ân’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şahit olması yetmez mi?” (Fussilet, 53)

Misâl olarak, İsmail Hakkı Ankarevî, kendisi çok büyük bir âlimdi, Fâtihâ sûresine mânâ vermeye kalkmış ve üçyüz küsûr sayfa yazmış. Sonra dönüp yazdıklarına bakmış, görmüş ki daha hiçbir yerde değil, yani daha Fâtihâ’nın başında; tutmuş kalemi kırmış. “Niye kalemi kırdın?” diye sormuşlar, şu cevabı vermiş: “Lâzım gelir ki, tüm kâinatı yazayım.” Yani düşünün bir defa, Fâtihâ sûresinin sadece bir âyetinin bile ne kadar derin mânâsı var.

“Rahman ve Rahim Allah adına, hamd ederim yâ Rab, bütün âlem senin…” (Fâtihâ, 1)

“Kur’ân okumak insanlara şifâ verir mi, ya da tekâmül ettirir mi?”

Kur’ân-ı Kerîm, hakîki mürşittir. Büyüklerimizin şöyle bir sözü vardır:

“Mürşid-i kâmil istersen, Hazreti Kur’ân yeter. Devlet bulmak istersen, kanaat yeter. Nasihat istersen, ölüm yeter. Bunlar da yetmez ise, nâr-ı cehennem yeter.”

Bizim muhabbetlerimizin hiçbiri Kur’ân dışı değildir. Kur’ân-ı Kerîm’in her bir harfi nûrdur, çünkü Hazreti Muhammed Efendimizin dilinden söylenmiştir. Yolcu, eğer bu muhabbetleri can kulağı ile dinler ve benimserse, çok güzel yol alır. Fakat burada dinler de buradan ayrılınca yine kendi aklıyla hareket eder, nefsinin arzuları peşinde koşarsa, hiçbir şekilde yol alamaz.

“Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalblere bir şifâ ve inananlar için bir yol gösterici, bir rehber ve rahmet olan Kur’ân geldi.” (Yunus, 57)

(Bu yazı, “Hasan Çıkar Dede’nin Dilinden Kur’ân ve Hadîsler Işığında Mevlâna Sohbetleri” isimli derlemeden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır.)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MANEVİ MENKIBELER – 58

GEREK Kİ SANA KALBİMİ DE VEREYİM…

Duanın kabul olması için temiz bir kalb lazım. 

Bir gün miskinin biri Hazreti Ali’nin yanına gelerek: “Ya Ali, çoluk çocuğum üç gündür aç, ne olur bana bir yardımda bulun” der. 

Hazreti Ali, yerden bir avuç toprak alınca miskin, Ali beni boş çevirmemek için toprak ikram edecek, diye düşünür.

Hazreti Ali içinden duada bulunarak elini uzatır, toprak miskinin eline düşer düşmez altın olur. Miskinin gözleri fal taşı gibi açılır. “Ya Ali, ilerde yine böyle bir sıkıntıya düşersem seni rahatsız etmeyeyim, bir avuç toprak alıp okuyayım, altın olsun. Bana o duaları söyler misin?” 

“Tabi söylerim, üç İhlas bir Fatiha okudum, sonra da Hu çektim.” 

Miskin, “Aaa! Ne kadar kolay duaymış” der ve hemen yerden bir avuç toprak alarak, üç İhlas bir Fatiha okur ve Hu çeker, fakat toprak altın olmaz. “Ya Ali, okudum, Hu da çektim, ama toprak altın olmadı.”

“Olmaz kardeşim, olması için gerek ki sana kalbimi de vereyim…” 

Duanın kabul olması için, kalb temizliği ister, Onun kapısında ağlamak sızlamak ister; yalnız dille söylemekle olmaz. Allah, diye içten bir bağırsan, O duymaz mı? Duyar… Peki kimden duyar? Yine senden duyar…

Allah’tan ümit kesilmez, O’na isyanla çıkılmaz. Gönüller temiz ve saf olursa, istekler olur. Kendimizi temizlemek için çok çalışmamız lazım ki, o güzellikler bizlerden de tecelli etsin.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (94)

Cehalet okumamaktan mı kaynaklanıyor?

Okuyacak, öğreneceksin. Zaten Hazreti Muhammed’in ilk sözü, “Oku!” Neyi okuyacaksın? Sana yararı dokunacak, faydalı olacak şeyi okuyacaksın yoksa zamanın boşuna geçer. Eğitimini aldığın konudaki kitaplar sana fayda vereceği için o konu ile ilgili eserleri okuyacaksın. Mustafa Kemal Atatürk, “Hakiki mürşid ilimdir” diyor. İlimsiz bir yere varamazsın. Ayrıca, tarihini de okuyacaksın, nereden geldik bilmemiz lazım.
Ruhuna temel atacak kitaplar ise tasavvufi kitaplardır. Hazreti Mevlana’nın Fihi Ma-Fih’ini, Mecalis-i Seba’sını, Mektubat’ını, Sultan Veled’in Maarif’ini, Ahmet Eflaki Dede’nin Ariflerin Menkıbeleri’ni okursan temelin sağlamlaşır, dünya sende küçülür. Temelin sağlamsa bir gökdelen çıkabilirsin. Böyle bir temel atmadan sırf maddeyle yola çıkan gecekondudur, yıkılmaya mahkumdur. Bir ata sözü var, “Karun kadar malın olsa ne fayda!” Neden? Çünkü bir yere imanın, bir yere bağlılığın yok.
Hazreti Muhammed, ilim tahsil etmemiş, eline kitap, kalem almamış ama Allah, Hazreti Muhammed’de ümmi sıfatıyla çıktı. Hazreti Muhammed, sayısız bilgiye sahipti. Nereye baktıysa sevgiyle baktığı için her varlığı dile getirdi. Hazreti Muhammed’de sevgi ilmi vardı.
Hazreti Mevlana, Şems’le buluştuktan sonra zahir ilimleri bıraktı, kendini aşka verdi. “Cihan benim tekkem, alemler medresem” diyerek bütün varlıkları tahsil etmeye çıktı. Buna ömür yetmez.
Kur’an-ı Kerim kadar manalı sözler (ayetler) yazan kitap yok. Hazreti Mevlana, yediyüz sene önce Yasin suresini tefsir etti, insaların aya çıkacağını bildirdi. “Bir gün gelecek Ademoğlu aya çıkacak, aydan dünyaya menzil kuracak” dedi. Yasin semavattaki varlıkları dile getirir. Kur’an-ı Kerim’i okurken, bütün ayetlerinin manasına inecek, Kur’an’ı anlayacaksın.Kur’an-ı Kerim, insana gelmiştir. Yaşarken okuyup öğrenmemiz lazım, yoksa öldükten sonra bir fayda sağlamaz.
Ehl-i iman kişi ölmez. Bütün dostları tarafından en güzel dille anılır. Hazreti Muhammed’in, selam olsun üzerine, ne Yasin-i Şerif’e, ne İhlas-ı Şerif’e, ne Fatiha’ya ihtiyacı yok. Hazreti Mevlana’nın ve diğer Velilerin de yok. Onlar hayattayken canlı Fatiha idiler. Hakk’la Hakk oldular, hep Hakk’ı yad ettiler, gönüllerde yer aldılar. Biz onlara okurken, düşünelim; onları yüklenelim de toplumu aydın kılalım, kişiliklerini vererek güzel işlere sürükleyelim, güzel hizmetlere bulunsunlar, güler yüzlü, tatlı dilli olsunlar, kimseyi hor görmesinler, nefslerine hakim olsunlar, kırıcı konuşmasınlar.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (80)

Hazreti Mevlana’nın Divan-ı Kebir’de bir sözü var, diyor ki: “Kah Fatiha ikram edersin feyz alırız, kah saman çöpü ikram edip alçaltırsın. Ama biz Fatiha olduğumuz zaman nazlanırsın, bizi okumazsın bile.” Bizim Fatiha olmamız ne manaya gelir?

Bir insan Fatiha suresine nail olduktan sonra, Cenab-ı Hakk ondan işler, ondan ışığını gösterir, onu alemin Fatihi yapar. O artık Fatiha’yı birilerine okuyacak kişi olarak varlığını sürdürmez. Çünkü Hakk ona kendi büyüklüğünü vermiş. Bundan sonra bu kişi, Hazreti Muhammed (selam olsun üzerine) gibi alçak gönüllü yaşarsa, o hal onda daim kalır. Neuzübillah biraz gaflete dalarsa, o nur hemen aslına gider, o güzellikleri kaybeder. Hazreti Mevlana’nın buyurduğu gibi: Bir an gelir sende Tanrı sıfatı tecellisini gösterir ama benliğe girersen, anında güzelliklerin yerinde, Firavun sıfatı tecelli eder. Divan-ı Kebir’de aşkta, cezbede söylediği bir sürü güzel söz var. Sevgilisini kalbinde o kadar büyütmüş ki, ondan sevgili söylüyor. Mevlana onun vasıtasından başka bir şey değil.
Mevlevilikte iki can bir araya geldiklerinde birbirlerine niyaz ederler.
Hazreti Mevlana’ya sormuşlar:
“İbadetin büyüğü nedir?”
“İki irfanın (Hakk aşığının) birbirine baş kesmesidir.”
“Bu ne mana taşır?”
“Birbirlerini Hakk olarak tasdik ediyorlar.”
Bu tasdiki yaptıktan sonra birbirlerine İhlas-ı Şerif okurlar.
“Kulhuvallahu ehad – Ey kul yemin ederim, o Allah için, o ehad sensin”, “Allahüssamed – Dünyada senden merti yok”, Lem yelid velem yuled – Ne doğarsın ne doğurur bir ana senin gibi”, “Velem yekullehu küfüven ehad – Sana bir zarar gelmemesi için bütün alemi mahvederim.” Ne kadar büyük bir mana taşıyor ama Allah’a kulluk edersen bu sıfata nail olursun.
İhlas-ı Şerif’i birbirlerine okuduktan sonra ayrılırlar. Ayrıldıktan sonra sıra Fatiha suresine gelir. “Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabbil alemin – Hamd ederim sana ya Rab! Bütün alem senin”, “Maliki yevmiddin – Ne kadar din sahibi geldi ise hepsinin sahibi sensin.” Kimin kudretiyle bu kelamlar dilimde zuhura geldi? Allah’ın. O zaman Hakk, kendini insandan söylüyor. İnsan bunu ağzı ile okuyor, kulakları da işitiyor; fakat aklı, gönlü başka yerde olduğu için hiçbir manaya sahip olamıyor. Okuyup üflüyor ama aklı başka yerdeyse bütün güzellikler rüzgara gidiyor. İnsan, Yaratıcının elçisi. Yaratıcı, insanın hep ondan söz etmesini, onun büyüklüğünü söylemesini, onun güzelliklerini kendi bendelerine ikram etmesini ister. Onun dışında, başka yerlere gönlünü kaçırmasını istemez. Eğer insan, başka bir yerle meşgul olursa o an gaflete düşüp, güzelliklere perde çeker ve ondan sonra hüzünlere düşer, dertleri bitmez.
Cenab-ı Allah, en güzel yüzünü Hazreti Muhammed’de gösterdi ve sayısız hakikat ikram etti. Bütün dinlerin en medenisi, Hazreti Muhammed’in dinidir, en çok bilgi buradadır. Hazreti Mevlana da, Hazreti Muhammed’in bendesi olarak, topluma eserlerinde sayısız bilgi sunmuştur.