İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 50

“Bana, beni sorarsan, ben zamanın bütün olaylarına sabırla direnirim.”

Hüdavendigar Mevlana, “Mana gözetenlerin kıblesi sabırdır, surete tapanların kıblesi taştan yapılan suret” diye buyurur.

Her zaman söylediğimiz gibi, Hazreti Muhammed Efendimiz kadar zulümlere maruz kalan ve çileler çeken bir Peygamber daha gelmemiştir bu aleme. Fakat O, bütün bu çektiği çilelere rağmen hep sabır göstermiş ve bir an dahi Allah’ı anmaktan vazgeçmemiştir, hatta kendisine zulüm edenlere hidayet dilemiştir. İmam Ali Efendimize baktığımızda ise, O da henüz çocuk yaştayken, müşrikler Hazreti Resulallah’ı ortadan kaldırmak için evine girdiklerinde, O’nun yerine yatağına yatarak, canı pahasına Resullallah’a siper olmuştur.

Hüdavendigar Mevlana’nın yatağına uzanıp da bütün gece uyku uyuduğuna dair hiçbir eserde bir belge yoktur. Çünkü Mevlana hep diz üstünde otururdu ve devamlı tefekkür halindeydi, her an Rabbine niyazda dururdu. Şems-i Tebriz Hazretlerine baktığımızda, o da bir tuğlayı kendine yastık yapmış onun üstünde başını dinlendirirdi. Yani hep ıstırap çekmişler, hiç rahatlarına düşkün olmamışlardır.

Sizlere yine Mevlana’mızdan bir misal vereyim…

Hüdavendigar Mevlana bir gün hamama gider. Deriyle kemik haline bürünmüş vücudunu ovarken, kaburgaları ellerine dokunur. Bu sırada Allah’tan nida gelir: “Ey benim sevgili Efendim Celaleddin! Bu beden sana verdiğim bir ilahi emanet, orada gizli olan ben idim. Neden bakmadın, bu hale getirdin? Bu bedeni ne kadar zayıf düşürmüşsün.”

Hüdavendigar Mevlana bakın nasıl bir yanıt veriyor: “Bedenimde hem sen varsın, hem nefsim var. Nefsimin isteklerine düşmeyerek, sabır gösterdim, bedenimi bu hale getirdim. Ne kadar şükretsem az, seni aşikar gördüm. Eğer nefsimin isteklerine hürmette bulunup sabretmeseydim, başıma belalar gelecek ve seni de göremeyecektim, bunu senin için yaptım.”

Peygamber Efendimiz de iki günde bir lokma yerdi, hatta zayıflığından dolayı elbisesi üzerinde düzgün durmadığı için karnına taş bağlardı.

Onun için, Allah yolunun başı da sonu da sabırdır. Bu kolay bir yol değildir, ama karınca misali olsa da yine yol alınır. Sabır göstermeden yol alınmaz, ama sabırla ve sebatla yola çıkıldığında er geç güzelliklere kavuşursun.

Ne güzel der Mevlana… “Ey sabır, varlığın anahtarıdır sırrının Emiri, bu kervanı güzel güzel ta Hacca kadar çek, götür!”

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 49

“Birisi hakkında söylenen sözleri muhakeme ediniz. İşittikleriniz o kişiye yakışmıyorsa, o sözün doğruluğuna inanmayınız.”

Hazreti Ali Efendimizin bu sözü çok yerindedir. Şimdi kalkarsın herkese yardım edersin, sonra biri kalkar der, benim tarafımı tut, öbürü der bana yardım et. Ama sen doğru bildiğini yaparsın. Ama karşı tarafın istedikleri olmadı mı onun ağzından beklemediğim kötü sözler duyarsın, hatta iftiralara da maruz kalırsın.

Şimdi, Hazreti Ali Efendimiz, bu iftiraları duyan, işiten kişilere sesleniyor: Böyle sözleri duyduğunuz zaman, bu sözleri muhakeme ediniz. Bu sözlerin aslı var mıdır, yok mudur?.. Birdenbire tek tarafı dinlemeyin. Eğer tek tarafı dinlerseniz siz de onlardan aşağı değilsiniz demektir, demek istiyor.

Aklı selim bir kişi bu gibi konuşmaları, iftiraları dinlemez, bu iftiralı konuşmaları ancak aynı cinsten olanlar dinler, hiç düşünmeden taşınmadan onlar da katılır iftira atanlara.

Sonra muhakeme karşılıklı olur. İftira atanla, iftira atılan kişiyi alırsın karşına ikisini de dinlersin, bu böyle diyor bunun aslı var mıdır, diye sorarsın. O zaman kimin doğru kimin yanlış olduğunu anlarsın. Muhakeme böyle yapılır, peşin hüküm vermek doğru değildir.

Hazreti Süleyman’a bir sivrisinek rüzgarı şikayet ediyor. Süleyman ona, “Rüzgar gelmeden ben seni dinlemem” diyor, “Bu akşam parmağımda misafir kal, yarın olunca rüzgara söyleriz o da gelir mahkemenizi yaparız” diyor. Sivrisinek o gece Süleyman’ın parmağında konaklıyor. Şafak doğunca Hazreti Süleyman uyanıyor, rüzgara sesleniyor,” Ey İsrafil yetiş, senin hakkında şikayet var.” Rüzgar başlıyor esmeye fakat eserken sivrisineği de Süleyman’ın parmağından uçurup düşürüyor. Süleyman sivrisineğe dönüp, “Dur” diyor, “Nereye kaçıyorsun? Bak hasmın geldi.” Sivrisinek, “Onun bulunduğu yerde ben duramam” diye cevap veriyor. Süleyman, “Hee” diyor, “Demek ki sen durduğun yerde etrafına zarar veriyorsun, iğneni sokuyorsun, rüzgar da seni olduğun yerden uçuruyor, izin vermiyor iğneni batırasın.” Yani sivrisineği tek başına dinlemiyor, bekliyor ki hasmı gelsin. Meğerse sivrisineğin şikayeti, o nereye konarsa, rüzgar onu oradan uçurup kaçırıyormuş, bundan şikayet ediyormuş. Süleyman’a gelmiş ki, rüzgara desin onu uçurmasın, o da rahatça istediğini yapsın.

Yani Hazreti Ali Efendimizin söylediği sözler çok yerindedir. Biri bir şey söyler ama, körü körüne dinlemezsin, muhakeme edersin. Ben bu kişiden bugüne kadar böyle bir şey duymadım, bir şey de görmedim, senin bu sözlerine nasıl güveneyim de kabul edeyim dersin ve doğru olan neyse onu yaparsın. Aklı selim bir insana yakışan da budur.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 48

“Zorluklara tahammül eden kolaylıklarla karşılaşır.”

Hazreti Ali Efendimizin sözleri her zaman yerindedir. Bir insan zorluklarla karşılaşınca isyanlara düşmeyecek, sabrını arttıracak. Ona ne ikram edilirse biraz daha derin düşünecek. Bunların hepsi Yaratıcı tarafından sunuluyor, beni imtihana tutuyor; acaba isyan edecek miyim, kırıcı bir şey konuşacak mıyım diye beni sınıyor, diye düşünecek.

Böyle yapan bir kişi, ne kadar sabrını gösterirse, en sonunda aydınlığa ulaşır. Cenab-ı Hakk o zorlukları kolaylıklara yönlendirir. Fakat kalktı mı o zorluklar içinde isyanlara düşsün, o vakit o zorluklar daha da artar ve kolay kolay başı dertten kurtulamaz.

Hazreti Resulallah, her daim Allah’ın birliğinden konuştu ve sevgi sundu. Onun çektiği cefaları kimse çekmedi.

Hazreti Muhammed beşer görünüyordu ama o bir hidrojendi. Çok büyük sabır göstererek bizlere örnek oldu: Sizin de başınıza çok şeyler gelebilir. Birden bire küfüre, isyana düşmeyin, başınızı derde sokmayın. Karşı taraf yaptıklarına pişman olacaktır. Madem ki beni seviyorsunuz sabırlı olun, mesajını verdi.

İnsan olmak çok zor. O derdi veren de, dermanı veren de Allah. Mademki Hakk’ı temsil ediyorsun, o halde her şeye katlanacaksın. O, seni imtihana tutuyor, ben yapamam, edemem demek yok.

Velilerin başlarından neler geçmiş… Veliler, Nebiler büyük imtihanlardan geçerek insanlara örnek oldular. O’nun aşkına, O’nun hatırına her şeyi yaptılar. Halklarından isyanlara uğradılar ama hiç imanlarını bozmadılar.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 47

“Size nimet geldiği zaman, az şükürle onu uzağa kaçırmayın.”

Hüdavendigar Mevlana, “Sana rızık vereni düşünmek, ona şükretmek, onu hatırlamak, minnet hisleri duymak sana helal rızık yerine geçecektir!” diye buyurur.

Allah’a sevgimizden, saygımızdan temiz bir gönülle ona koşarak, güzel bir tat alırız. Allah, bizlere sağlık, güzel nimetler, güzel dostlar vermiş, bizim vazifemiz ona şükretmektir. Biz yaşadığımız ana gece gündüz şükrederek, Yaratıcıyı dilimizin döndüğü kadar en güzel şekilde anlatmaya çalışıyoruz ve onu kendimizin dışında bir an bile tutmuyoruz.

Gözümüz onun kudretiyle görüyor, kulağımız onun kudretiyle işitiyor, elimiz onun kudretiyle tutuyor, ayağımız onun kudretiyle yürüyor. Vücudumuzda bulunan bütün azalardaki dirilik onun kudretiyledir. Madem ki bizi bu kadar sevmiş, her türlü güzelliklerle donatmış, biz de onu isteyelim, onun güzelliklerini içimize dolduralım. Başkalarının işlerinden bahsetmeyelim. Hazreti Muhammed der ki: “Başkalarının hesabı ile uğraşanlar, benim ümmetimden değildir.” Kendi ihtiyaçlarının peşinde koşacağına, başkasının işlerini merak eden kişi hep kayıptadır.

Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yok. Biz, onu zikrederken, onun o güzel vasıflarını içimize doldurmaya, onun o güzelliklerini tefekkür etmeye, o esmanın hüsnası olmaya çalışalım. O dışımızda değil, içimizdedir. Çünkü, Allah’ı zikretmesen bile, kalb her saniye devamlı “Allah” diye zikrediyor. Onunla diriyiz ama eğilmiyoruz. Bir an kalbimizi dinleyelim, kalbimiz bir saniye bile sahibini bırakmıyor, biz nasıl onun dışına çıkabiliriz. Ona dört elle sarılmak, onun dışına çıkmamak lazım.

Biri sana bir şey verse, “Teşekkür ederim” dersin. O sana sağlık, iş, güzel dostlar vermiş, hatta kendini de sana vermiş. Onun kudretiyle görüyor ve işitiyorsun. Neden şükretmeyeceksin? Hastalık zamanında, sıkıntı zamanında da Allah’a hamd edersin, yine teslimiyetli davranır, isyan etmezsin.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 45

“İki yüzlü insanlardan uzaklaşınız. İyi vaktinizde etrafınızda dolaşırlar ve kötü vaktinizde derhal uzaklaşırlar.”

Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “Cenab-ı Hakk buyuruyorlar ki, birbirine hiyanet etmedikleri müddetçe ben iki arkadaşın üçüncüsüyüm. Her ne vakit ki, biri diğerine hiyanet ederse, ben aradan çıkarım.”

Hüdavendigar Mevlana da, “Er olmayan kaypak arkadaşlara uyma, çevir onların yaprağını! Çünkü onlar sizinle yoldaş olurlarsa gaziler de saman gibi içsiz bir hale düşerler. Size uymuş görünür, sizinle beraber safa girerler ama sonra kaçarlar, safı da bozar perişan ederler. Bu çeşit adamdansa… münafıklardan pek kalabalık kişinin size uymasındansa azlık asker daha iyi. Az, fakat adamakıllı olmuş güzel badem, acımış, kötü fakat çok bademden iyidir elbette” diye buyurur.

Bizler mademki yüzümüzü Allah’a döndük, söyleyeceğimiz sözlere çok dikkat etmeliyiz. Bilmeliyiz ki kimi incitiyor ve hainlik ediyorsak, Allah’ı incitiyoruz ve O’na hainlik ediyoruz demektir. Kime ne ikram edersek döner bize gelirler. Sırat köprüsünü devamlı geçmekteyiz. Bu alemde incinsen de incitmeyeceksin, her varlığa sevgiyle yaklaşacaksın. Hainlik değil, vefa göstereceksin.

Kırık bir kasede su durmaz. Aman sakınalım; kimseyi kırmayalım, kimse bizim kalbimizi kıramasın. Kimseye hiyanette bulunmayalım, çünkü hiyanette bulunan kimse hakikatte kendine hainlik etmiş olur.

Biz her zaman şunu deriz: İnsan, insanın rahmanıdır. İnsan, insanın şeytanıdır.

Hazreti Ali Efendimizin, “Kişi dili altında gizlidir” diye buyurduğu gibi, bizler, mademki sarraf dükkanında çalışıyoruz, toplum ne ayardadır, konuşmalarından anlarız. Fakat bizlerin önemli bir vazifesi de, onların örtülerini kaldırmadan onlara insandan söz etmektir. Böylece belki o insandan örnek alır da, bir gün gelir o da güzel bir insan olur, Hakk olur.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 44

“Hiddetini yenebilen kimse düşmanlarına galip gelir.”

Hüdavendigar Mevlana buyurur, der ki: “Bez yıkayan, güneşe kızar; balık, denize hiddet ederse, bir bak, ziyanı kime? Sonunda bu kızgınlık yüzünden kimin bahtı kararır? Allah seni çirkin yarattıysa kendine gel de bari hem yüzü çirkin, hem huyu çirkin olma!”

Eğer bir insan isyanlarda, küfürlerde yaşıyorsa bu demektir ki, bu kişi hala ikrar verdiği yere teslim olmamış. Söz ile ikrar vermiş ve tekrar akıla düşmüş. Akıla düştüğü için de kolay kolay rahata ve huzura kavuşamaz.

Peki kendini bilen bir insan nasıl davranır? Bizlere en güzel örnek Hazreti Ali Efendimizdir. Sizlere şöyle bir hikaye anlatayım: Bir gün Hazreti Ali, yanında çalışan kölesine atları hazırlamasını, yola koyulacaklarını söyler. Köle cevap vermez ve başını sallamakla yetinir. Hazreti Ali Efendimiz kendi işlerini tamamlayıp tekrar ahıra gelince bir de bakar ki atlar hala hazır değil. Hemen kölesini çağırır ve ona sorar, “Neden atları hazırlamadın? Ben sana atları hazırlamanı buyurmuştum.” Köle ona şöyle bir cevap verir: “Efendi Hazretleri, ben kasten atları hazırlamadım. Seni kızdırmak istedim.” Hazreti Ali Efendimiz, kölenin bu cevabı üzerine, hemen bir tebessümde bulunur. Onu böyle gülerken gören köle şaşkınlıkla, “Efendi Hazretleri şimdi neden böyle gülüyorsun?” diye sorar. Hazreti Ali, “Neden gülmeyeyim? Senin içinde biri var beni kızdırmak istiyor, isyanlara düşürmek istiyor, işte ben de senin o içindekini kızdırmak için gülüyorum.”

Bizler mademki tasavvuf yolundayız, Hazreti Ali Efendimizin yolundayız demektir. O, bütün Piran’ın başıdır.

Bütün dava bulunduğumuz yerin kıymetini bilmektir, nereye teslim olduğumuzu bilmektir, kimi kendimize baş ettiğimizi bilmektir. İnsan bu bilinçle yola koyulmalıdır, yoksa ufak bir şeyden birbirine kızmak, kavga etmek doğru değildir. Benim nazarıma göre teslimiyette yaşayan bir kişi hiçbir zaman kimseye kırıcı sözler sarfetmez, kırıcı konuşana dahi tebessümle karşılık verir. Asabiyete, öfkeye, hiddete izin vermez; nefsine hakim olur, nefsinin kölesi olmaz.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 42

“Veli nimetine karşı gelmek gibi küstahlık ve alçaklık olamaz.”

Şimdi bir Veli sana ikramda bulunuyorsa, onun en büyük ikramı doğruları söylemektir, hakikatleri sunmaktır. Sen ona alaylı bakarsan, küstahlık yaparsan, Hazreti Ali Efendimize göre hiç hoş bir şey değildir, bunun hesabını verirsin. Çünkü Hazreti Ali Efendimiz kısa ve öz konuşmuştur. Bütün Evliyalar, Hazreti Ali Efendimizden hakikatlere mazhar olmuşlardır. Çünkü Hazreti Ali Efendimiz tasavvufun Piridir, Evliyaların Piridir, Velayetin başıdır. Peygamberlik defteri kapandı ama Velayet devam ediyor.

Sonra bir Peygamberle bir Veliyi de birbirinden ayıramazsın. Ne güzel söyler Şems-i Tebrizi… “Evliyalar” der, “Hazreti Peygamberin ayarındadır, fakat Hazreti Muhammed işlenmiş altındır. Evliyalar işlenmemiş altın oldukları için, külçe altın olduğu için, o kadar tanınmazlar ama hakikatte ayrı gayrı değildirler. Hepsi kendilerinde Hazreti Peygamberi bende ettiler ve öyle çıktılar yola.

Tasavvuf ehli der ki: “İncitme müminin kalbini, çünkü müminin kalbinde Beytullah var, Allah var.” Bir mümini incitirsen Allah’ı incitmiş olursun. Allah’ın bir ismi de mümindir.

“Kabe’yi yık, minberi ateşe ver, Veli’nin gönlünü kırma, çünkü tamircisi yok” sözünde söylendiği gibi daha güzel bir Kabe inşa edebilir, daha güzel bir minber de yaptırabilirsin ama bir Veli’nin gönlünü kırarsan dünyaları versen artık senden o kolay kolay hoşlanmaz. Onun için Mevlana’mız, “Minareden düşün, sizi toplarım, gönlümden düştünüz mü parçanız bulunmaz. Milyonlarca yıl geçse aradan, dönüş banadır ama yüzüm size dönük olmaz” diyor. Onun gönlünden düşmek, onun cemalinden uzak kalmak, Hakk’ın dışında kalmaktır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (162)

Hasan Dede, deniliyor ki, bu evrenin, yani bütün varlıkların toplamı aynı bir insan gibidir. Yani bu alem insanın en büyük şeklidir. İnsan-ı kamil de bunun kalbi, özetidir. Bu konuda ne dersiniz?

İnsan, kainat demektir; kainat da insan demektir. Hazreti Mevlana da, “Bu kainatta ne görüyorsanız, hepsi Allah’ın ailesidir” der. Mademki bu kainattaki her varlık Allah’ın ailesi, o zaman eğer onlardan bir tanesini incitirsek Allah’ı incitmiş oluruz. Demek ki, Yaradan’dan ötürü hepsini sevmemiz ve hepsine sevgiden söz etmemiz lazım. İnsan aynı zamanda Allah’ın temsilcisidir. O zaman mademki insan olarak yaratıldık, bizler bütün varlıklardan sorumluyuz. Yani aslında kainatın merkeziyiz.

“Biz, gökleri, yeri ve her ikisi arasında bulunanları ancak hakka ve hikmete uygun olarak yarattık. Kıyamet günü mutlaka gelecektir. O halde, sen şimdi onlara güzellik ve hoşgörü ile muamele et.” (Hicr, 85)

“Ey insanlar! Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra tekrar diriltilmeniz ancak tek bir insanı yaratmak ve diriltmek gibidir.” (Lokman, 28)

Hazreti Mevlana yine şöyle buyurur: “Ey insan! Ne görüyorsan bu alemde senden dışarı değil, ne istersen iste kendinde iste, çünkü sen herşeysin.”

Bizlerin isteği Yaratıcı oldu, O’nu istedik. İnsan bir kez O’nu buldu mu bu dünyada, artık en zengin kişi odur.

“De ki: Allah’ın, kulları için yarattığı ziyneti ve temiz rızkı kim haram kılmış? De ki: Bunlar, dünya hayatında iman eden müminler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıkça anlatıyoruz.” (A’raf, 32)

İnsan bu aleme ölmek için gelmemiştir, ebedi yaşamaya gelmiştir. Bizler, ölümsüzleri kendimize dost edindik. Onlarla yaşıyoruz, onları yaşatıyoruz ve onlarla dünya durdukça yaşayacağız.

Yine şöyle buyuruyor koca Mevlana: “Evlad, biliyorum ki beni çok seviyorsun, ama dile getiremiyorsun. Korkma! Mademki ben senin gönlündeyim, son nefesinde mürşidin vasıtasıyla bana geldiğinde, ben anıldıkça sen de anılacaksın, ben yaşadıkça sen de yaşayacaksın.”

“Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla. O gün her kime kitabı sağından verilirse işte onlar kitaplarını okurlar ve kıl kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (İsra, 71)

Bakın Allah’ın yarattığı pervaneden misal verelim: Pervane, belki o kadar hoş görünümlü bir yaratık değildir ama devamlı ışığın etrafında sema eder, döner döner döner… Bir zaman sonra yorulur, ama gidip de duvara konmaz dinlenmek için, gider ışığa atar kendini ve ışık onu yakar. İşte ruhunu ışığa verdi, bedeni yerde kaldı. Bunda da bizlere bir ders vardır. Bizler de hep O’nun etrafında dönersek, hep O’nu zikredersek, O’nunla yaşarsak, pervane gibi bizler de son nefeste O’na ruhumuzu veririz.

Ölmek, elbise değiştirmektir, başka bir şey değildir. Hazreti Resulallah’ın buyurduğu gibi, “Müminler ölmez, bir evden bir eve taşınır.” Evden maksat vücutlardır. Gün gelir bu vücuttan çıkar, başka bir vücutta varlığını gösterir ve yine ordan Allah’ı dile getirmeye devam eder.

“Sen, o ölümsüz ve daima diri olan Allah’a tevekkül et. O’nun sınırsız kudret ve yüceliğini övgüyle an!” (Furkan, 58)

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (119)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hazreti Mevlana diyor ki: “Hakikati Muhammediye güneşi beşeriyet örtüsüyle yüzünü gizlemiştir. Bu sırrı anlamaya çalış, bunun doğrusu budur. Bunu en iyi bilen Cenab-ı Hakk’tır.” Ne buyurursunuz Hasan Dede?

Hazreti Mevlana’nın her sözü yerindedir. Tamamen Hakk’a yüz tutan, herşeyiyle kendini Hakk’a vermiş olan bir kişi artık Hakk olmuştur ve bedeni de Hakk’ın örtüsü olmuştur. Bu alemde insan suretinde görünen sayısız varlık vardır; bunlar insan görünürler ama gönülleri, muhabbetleri, inançları, sevgileri tamamen Allah’ın vehimlerine, yani varlıklarına sunulmuş olduğu için, bunlar Allah ile diridirler fakat Allah onlarda diri değildir. Bir insan, bir Allah’ın sevgilisine elini uzatır, oraya baş keser, orayı kendine baş eder, orayla kendini beslerse ve Hazreti Muhammed Efendimiz’e muhabbetini, sevgisini, gönlünü verirse; Hazreti Muhammed Efendimiz, selam olsun üzerine, bu gönül sahibine gecenin bir vaktinde o güzel yüzünü gösterir. O güzel yüzü gören kişi artık Hakk ile Hakk olmuştur, onun vücudu sadece bir örtüdür ve o örtünün altında Allah’tan başka bir şey yoktur.

Hazreti Ali Efendimiz şöyle buyurur: “Kişi dili altında gizlidir.”

Bir gün Hazreti Mevlana’nın huzuruna iki kişi geliyor. Cenab-ı Mevlana ikisiyle de muhabbet ediyor, fakat biri susuyor hiçbir şey söylemiyor, diğeri de sorularına cevap veriyor. Bu iki kişi Mevlana’nın huzurundan ayrıldıklarında, aynı muhabbet ortamında bulunanlar Mevlana’ya sormuşlar: “Bunlar nasıl kişilerdi ya Mevlana?” Mevlana şöyle cevap vermiş: “Konuşan kişi şu derecededir, diğeri hakkında bir şey diyemiyorum, çünkü konuşmadı.” Yani kimliği ortaya çıkmadı. Bizler, mademki sarraf dükkanında çalışıyoruz, toplum ne ayardadır, konuşmalarından anlarız. Fakat bizlerin önemli bir vazifesi de, onların örtülerini kaldırmadan onlara insandan söz etmek. Böylece belki o insandan örnek alır da, bir gün gelir o da güzel bir insan olur, Hakk olur. Kısaca, insanın bedeni libadır, örtüdür. Bir Hakk dostu, Hakk ile Hakk’tır, ama bu sırrı aşikar edemez, ben Allah’ım diyemez. Eğer, ben Allah’ım, derse benliğe tutulmuş olur ve Firavun sıfatına ermiş olur. Ne kadar yoklukta durursa, o kadar Hakk’ın yüzü ondan tecellisini gösterir.