YETMİŞİKİ DEVE…

O devirde, Hattapoğlu Ömer’in komutanlığında, Hazreti Salih kavminin topaklarını elde ettiler. Ömer, davet etti Salih kavmini imana, işte Salih kavmi, “Bir şartla” dediler, “sizin dininizi tasdikleriz.”

“Nedir şartınız?”

“Bizim peygamberimiz Hazreti Salih, şu dağdan bir deve çıkartmıştı, siz de çıkartırsanız anlarız ki sizin dininiz haktır.”

Tabi Ömer’de o kerametler yok. Hemen müsade istedi, gitti Hazreti Ali Efendimizin çadırına. Çadırda kimler vardı? İmam Ali Efendimiz, İmam Hasan, İmam Hüseyin, üçü oturuyorlar orda. Ömer, durumu açtı Hazreti Ali’ye.

İşte Ali… “Git söyle” dedi, “ikindide bütün Salih kavmi toplansın, istedikleri dağdan deve çıkartacağız.”

Sevindi Ömer. Geldi ikindi vakti, bütün Salih kavmi toplandı.

Hazreti Ali, Ömer’e dedi ki, “Söyle onlara, onların peygamberi o dağdan bir deve çıkarmış, belki o dağ büyülüdür, seçsinler başka bir dağ, biz o dağdan deve çıkaralım.”

Çok sevindi Salih kavmi, seçtiler bir dağ.

İşte Hazreti Ali, Şahlar Şahı, mütevazî, eğildi yere, aldı yerden bir taş, bir Huu çekti, o taşı dağa fırlattı, dağda taş taşa çarptı, kıvılcım çıktı ve bir ip ucu göründü. Hazreti Ali döndü Hüseyin Efendimize, “Ya Hüseyin” dedi, “git o ipin ucunu tut, çek.” Gitti İmam Hüseyin tuttu ipin ucunu çekti, dağ ikiye ayrıldı, yetmişiki deve yavrularıyla birlikte çıktı dağdan.

İşte Salih kavmi hepsi secde ettiler, Ali’nin önünde… Ömer bunu görünce sımsıkı sarıldı boynuna Ali’nin, dedi, “Ya Ali, sen olmasaydın ben helâk olacaktım.”

Bu vakâlar hep yaşanmıştır… Kul hatasız olmaz.


HEPSİ MUHAMMED’İ ZİKREDİYOR…

Tasavvufun Pir’i Hazreti Ali Efendimizdir. Hazreti Ali’den sonra, tasavvuftan söz eden Hasan-ı Basri olmuştur. Hattapoğlu Ömer’de, Ebubekir-i Sıddık’ta, Osman-ı Zinnuri’de bu hakikatler yoktur. Neden yoktur? Çünkü onlar, Hazreti Muhammed’in dış kısmını, yani zahirini gördüler, Hazreti Ali Efendimiz ise iç kısmını, yani batınını görmüştür.

Nerde gördü batınını?..

Medine’den Mekke’ye geldiler. Hazreti Peygamber, selam olsun üzerine, “Ya Ali” dedi, “çık benim omuzlarıma, bu putları indir.”

Hazreti Ali Efendimiz dedi ki: “Ya Resulallah, ben senin o mübarek omuzlarına basamam. Sen çık benim omuzlarıma.”

İşte Hazreti Peygamber, “Sen beni taşıyamazsın” dedi, “Sözüme itaat et, çık.”

Emre itaat, çıktı Hazreti Ali. Sen misin çıkan?.. Kendisini arş-u alâda gördü, dünya çok aşağılarda kaldı.

Peki ne gördü?..

Bütün gezegenler, yaratılanlar, ne yaratılmış ise, hepsi Muhammed’i zikrediyor.

İşte hakikat… Kainatta ne varsa suret olarak, hepsi Muhammed’i temsil eder. Bütün o kainata dirilik veren ruh Ali’dir.

Şimdi batın ilminden başka bir ilim daha var. O artık söylenmez kolay. Ledün ilmi, direk Allah ilmi… İkram ederse söylersin, ikram etmezse söylemezsin.

Bizim burada yaptığımız muhabbetlerin çoğu batınîdir. Nasıl batınî? Herkes insanı bir beşer görür, Allah’ı insan dışında görür. Biz de deriz ki, insan dışında Allah’ı arama, insan arındıysa kötülüklerden, Hazreti Muhammed’i, Pirini kendinde ruh ettiyse, onu sevmek Allah’ı sevmektir.

Hazreti Muhammed Efendimizin bedeni Medine’de toprağa gitti; ama ruhunu, ışığını Ali taşıdı. Ali de son nefesinde yine imanla Resulallah’a yola çıktı gitti. 

Mevlâna’ya bakalım… O da son nefeste ne babasına gitti, ne dedesine, ne geçmiş Muhammed’e, ne geçmiş Ali’ye gitti. Nereye gitti? Mürşidine gitti, Şems-i Tebriz’e… Çünkü onda gördü Hakk’ın nurunu.

İşte bu yüzden, yine batınî bir söz… Dervişler, hangi tarikattan olursa olsun, şeyhi gelmeden, eğer derviş ise, vermez ruhunu, katiyyen. Kim gelirse gelsin onu almaya, yola çıkmaz. Ama şeyhi geldi mi hemen yerinden kalkar, yola çıkar gider.

Bunların hepsi gelecek bir gün hepimizin başına… Onun için yazdım bir şiir…

Az yaşa, çok yaşa,

Akibet bir gün gelecek başa.

Bu dünya bir değirmen taşıdır,

Daim döner, 

İnsanoğlu bir fenerdir,

Bir gün gelir söner,

Ehli iman sahipleri,

İman ettikleri yer ile,

Dünya durdukça yaşam sürer…

Bizler, ölümsüzleri kendimize dost edindik, ölenleri kendimize dost edinmedik.