MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (113)

İnsan çok mukaddes bir varlıktır, diyorsunuz. İnsanın görevi nedir, bu mukaddes varlık olan bedeni nasıl kullanmalıdır?

İnsan olmazsa, Hakk’ın büyüklüğü, güzellikleri, dili sunulamaz; Cenab-ı Hakk, bu insan bedeniyle, kendini ve diğer her şeyi dile getiriyor. Fakat bir çok kişinin gözleri bulanık görür; fakat sadece geçmişte değil, bugün bile hala birçok kimsenin gözleri bulanık görmeye devam ediyor. Neden? Çünkü içini temizlememiş, içinde bir sürü dünya muhabbeti var. Böyle kimselerin gözleri hakikati göremez, körce yaşar, bulanık görür.

Hazreti Muhammed Efendimizi gelince, selam olsun üzerine, o da diyor ki: “Bana bende olan, beni toplumda methiye kılan o kişi gelmiş geçmiş nebilerden evladır.”

Bakın bizlere nasıl bir mesaj veriyor ve güzel bir rütbe veriyor. Bugün geçmişlerden alırız mesajı, fakat bugün bizler sizlere mesaj vermekle mükellefiz. Güzel mesajlar vererek sizleri güzel yaşamlara sürüklemekle mükellefiz. Sizlerin yarınların birer aydınları olarak topluma çıkmanızı sağlamak bizlerin vazifesidir. Biz her zaman şunu deriz; Hazreti Muhammed Efendimiz, İmam Ali Efendimiz, Ehlibeyt Efendilerimiz, yüce Mevlana’mız ve Piran Efendilerimiz bizim sünnetlerimizdir, bizleri de sizlere farz kılmışlar. Onların yüzleri bizden görünür, onların dilleri bizden dile gelir; hiçbiri kabirden dile gelmez. İşte bir Mürşid-i Kamil kainattır ve yüzyirmidört bin nebinin ve sayısız velinin varisidir. Sizler hakikate ulaştığınız zaman, kimliğinizi bildiğiniz zaman, kimliğinizle yola koyulduğunuz zaman, sizler işte o zaman zengin bir kişiliğe sahip olursunuz. Peki zenginlik nedir? Benim en büyük varlığım, Mürşidimin vasıtasıyla Pirim’dir, en büyük varlığım odur. Hazreti Muhammed de orada, İmam Ali de orada, Ehlibeyt de orada, Piran da orada; hepsi oradadırlar. Ben orayı kendime ruh ettim, orayı kendime ışık ettim. Gökyüzündeki güneşin ışığı onların ışığının yanında sönük kalır. Sizlerinde günün aydın kişileri olmanızı istemekteyiz. Öyle, Allah ceza verir, cehennemde yakar, gibi sohbetler burada yoktur. Burada insandan söylettiriyor, insana dinlettiriyor. Bakın Hazreti Muhammed, “İkre” diyor, Hazreti Mevlana diyor, “Bişnev”. Biri “Oku” diyor, diğeri “Dinle”. Dinledin, işittin, oradan can buldun, o zaman tefekkürde dur, onlar ne ikram ederlerse, bilin ki mutlaka güzel şeyler ikram ederler; onların ikramı hiçbir zaman çirkin değildir. Hem senin vücuduna faydası olur, hem de karşı tarafa faydası olur.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (112)

Bir zat diyor ki: “Zamanı gelince herkes kendi hedefini tutturacaktır. Sonunda böylece herkes kazanacaktır ve herkes sonunda inandığı şeye dönüşecektir. Herkes neyi bozmadan koruduysa, onu elde edecektir. Kimi sefilliğini, hatalarını ve ölümü; kimi ise mükemmelliği, sonsuzluğu ve ölümsüzlüğü bulacaktır.” Siz bu konuda ne buyurursunuz Hasan Dede?

Kişi en çok neyi severse, onun Allah’ı odur. Kişi eğer nefsinden arınanamamışsa, kopamamışsa, nefsani isteklerine kavuşacaktır. Ama bazıları da var ki, onlar namütenahi güzelliklere ulaşacaklardır. Kimlerdir bu kişiler? Kulağını güzel sözlere kapamayanlar, hatta güzel sözleri işitirken daha fazla kulak verenler, o güzel sözlerin yansıdığı kişilerdir, iç alemini o güzel sözlerle nurlandıran ve bu güzelliklerle ömrünün sonuna kadar yaşamını sürdüren kişilerdir. Bu kişilerin suretlerine örnek, Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana ve diğer Piran Efendilerimizdir. Onlar güzellikler kaynağıdırlar.

Bir gün Hazreti Mevlana’ya şöyle bir soru soruyorlar; “Ya Mevlana! Senin sohbetinde bulunuyorum ve doyamıyorum. Senin sohbetinden ayrıldıktan sonra başka bir yerlerde de Hakk muhabbeti dinliyorum, ama hiçbiri senin muhabbetin gibi zengin değil, fakat cemaatleri çok, merak ediyorum, acaba bunun nedeni nedir?”

Mevlana cevap veriyor: “Oralarda kalabalığı görüyorsun, ama benim gönderdiğimi görmüyorsun. Burası bir sarraf dükkanıdır, biz burada gelenlere ayar veririz. Ayar altına verilir, gümüşe, pırlantaya, zümrüte, yakuta verilir. Değeri olmayan birşeye ayar verilmez.”

Bunun üzerine Hazreti Mevlana’ya, “Sen kimsin?” diye soruyorlar.

İşte Hazreti Mevlana şu cevabı veriyor:

“Ben, dünyamızda ne kadar güzellik varsa, bütün o güzelliklerin kaynağıyım ve de doğasıyım.”

İşte bizler böyle bir yerdeyiz, burada zerre kadar karamsarlığa yer yoktur. Ya gönlünü Hazreti Muhammed Efendimizin, Hazreti Mevlana’mızın, Piran Efendilerimizin hakikat sohbetleriyle dolduracaksın ve güzel bir insan olacaksın, yahut da nefsinin esiri olup gideceksin.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (111)

Bir insan bedeni tarafından aşağı çekildiği, yani bedenin arzu ve zevkleri ile meşgul olduğu sürece, feleklere yükselemez. Ve orda yüksek manevi değerlere sahip bulunanları doğrudan müşahade edemez, deniyor. Siz ne buyurursunuz?

Bir insan, kendisini devamlı bedeninin arzuları ile meşgul tutarsa, hiçbir zaman hakikatlerin güzelliklerine ulaşamaz. Neden? Çünkü nefsi arzularının peşindedir ve onlardan arınamamıştır. Bu gibi kişilerin de geçirdikleri ömürler boşa gitmiş olur ve kişiye yazık olur.

Cenab-ı Mevlana der ki:

“Bu kadar ‘Allah’ dediniz, daha mı Allah’laşamadınız.”

Bu sözleriyle ne demek istiyor bizlere? Allah ismini zikrettiğiniz zaman, bu esmanın arkasında zat olarak birini görmek isterseniz eğer, o zat Hazreti Resulallah’tır. Misal olarak, güzel bir kız gördüğünüz zaman, onun o güzelliğine hayran olursunuz. Ama onun o güzelliği, Peygamber Efendimizin güzelliğinin sadece küçücük bir zerresidir. Resulallah’ın güzelliğini, nasıl nur ala nur bir varlık olduğunu mürşidinizden dinliyorsunuz, ama yine Onun güzelliğine koşmak yerine, Onun cüzi bir güzelliğine tamah ediyorsunuz. Kızdan maksat dünyadır. Bırakın dünyayı, çıkarın gönlünüzden. Resulallah’ı koyun o gönlünüze, öyle zikredin Allah’ı, bakın o zaman nasıl güzellikler zuhur eder sizlerde, hayran olursunuz o Güzele. Zaten O yüzünü gösterdi mi, başka bir güzel de istemezsiniz artık.

 

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (110)

Hazreti Ali Efendimizin bir sözü vardır, der ki, “Ben Hazreti Muhammed’in yanında büyüdüm. Ama hayatım boyunca bir kez olsun yüzüne bakamadım.” Bir hadis-i şerifte Hazreti Muhammed Efendimiz buyuruyor ki, “Biriniz din kardeşini seviyorsa, ona bildiğini öğretsin.” Cenab-ı Hakk da Asr suresinde, “Birbirinize Hakk’ı tavsiye ediniz” buyuruyor. İnsanın değeri ve manevi güzelliği, onun ilahi marifetten elde ettiği değer kadar mıdır? Çirkinliği de bundan mahrumiyeti yüzünden midir? Ne dersiniz Hasan Dede?

Bir insan ne kadar güzelliklere bürünürse, onun iç aleminin güzelliği yüzüne vurur. Biri de ne kadar karamsar düşüncelerde olursa, bu kişinin de yüzünde çirkinlikler zuhura gelir. Bu nedenle üstadımız Mevlana, her zaman huzurlu olmamız için bizlere daima kendimizi güzel düşüncelerde tutmamızı öğütler. Kendini daima güzel düşüncelerde tutan kişi, bahçesi güllerle, nergislerle, sümbüllerle dolu olan bir eve benzer. O evin sahibi, gecenin hangi vaktinde ışığı uyandırsa, bahçesinde o gülistanı görür. Karamsar düşüncelerde olan kişiler de, bahçesi dikenlerle, akreplerle, yılanlarla dolu olan bir eve benzer. Evin sahibi ışığı yaktığında bahçesinde o çirkinlikleri görür. İnsan düşünceden ibarettir. Bizlere en güzel örnek Hazreti Muhammed Efendimizdir. Ne dediniz biraz önce? Hazreti Ali, Peygamber Efendimizin yüzüne bakamazdı, dediniz. Hazreti Ali Efendimiz, Resulallah’a aşıktı, hayrandı. Hazreti Mevlana ve Hazreti Şems’in aralarındaki ilahi aşk gibi. Esasen, Onun da cemali en az Resulallah kadar nurluydu. Pembe beyaz yanakları vardı, gözleri de resimlerde gösterildiği gibi siyah değildi, Pirimiz Mevlana’nın gözleri gibi ela renkteydi. Hazreti Muhammed Efendimizin gözleri ise kahverengiydi. Hazreti Hasan’ın da kahverengiydi, ama Hazreti Hüseyin’in gözleri yine elaydı. Ama hepsinde Hazreti Muhammed Efendimizin nuru vardı. Onların cemallerine bakmak kendinden geçmektir. Bu yüzden filmlerde onların yüzlerini göstermezler, neden? Çünkü onların yüzlerine benzeyen yüz yok kimsede. Onlar tamamen nurdurlar.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (109)

Bu alemin yaratılma sebebi insandır, insanın yaratılma sebebi de Hakk’ın görünme ve bilinmesidir, çünkü Hakk insanda aşikar olmuştur. O halde bizim kendi hakikatimizi aramamız bir emri ilahi değil midir?

Cenab-ı Hakk, bu kainatı Hazreti Muhammed’in yüzü hürmetine yaratmıştır ve “Sen olmasaydın ben bu alemi yaratmazdım” demiştir. Allah, bu alemi Kendisinin bilinmesi için, güzelliklerinin dile gelmesi için yaratmıştır. Hazreti Allah’ı da en güzel dile getiren Hazreti Peygamber Efendimiz olmuştur ve bizlere sunduğu her kelamı bencilce değil tamamen yokluğa bürünerek dile getirmiştir. Onun dilinden zuhura gelmiş olan bütün güzellikler Yaratıcının sözleridir. Hazreti Muhammed, Akl- ı Küll’dür. Ve Hazreti Ali Efendimiz olsun, Hazreti Mevlana olsun ve bütün Piran Efendilerimiz de Akl-ı Küll idiler. Bunun manası, onların her zerresinden akıl fışkırmaktadır. Çünkü onlar akıllarını Hazreti Muhammed Efendimizin aklıyla büyütmüşlerdir ve söyledikleri her söz bu sebeple bal şerbet gibidir. Onlar her zaman topluma tebessümlü yüzleriyle ve birleyici sözleriyle çıkmışlardır. Ve insanlara bu şekilde örnek olmuşlardır ki, onların sözleriyle akıllarını büyütmüş olan, onları kendilerine ruh etmiş olan kişilerle dünya durdukça anılmaya devam etsinler. Yani sonuç olarak, başta da söylemiş olduğumuz gibi, insan herşeyden üstün bir varlıktır. İnsan demek kainat demek, kainat demek insan demektir. Nurlu bir insanın cemali Ay’ı andırır. Gözlerindeki ışık çoğaldığı zaman da, o insan Ay’dan Şems haline döner. Misal olarak, Yusuf Aleyhisselam’ın yüzünün nuru o kadar parlaktı ki, gece yürüdüğü yollardaki evlerde oturan insanlar, onun nuru evlerine yansıma yapsın diye pencerelerini açarlardı.

Hazreti Mevlana’mız da buyurur der ki:

“Hazreti Muhammed’in yüzünün nuru nice Yusuf’un nuruna bedeldir.”

Yani Yusuf Aleyhisselam’ın yüzündeki o nur da, Hazreti Muhammed Efendimizin nurunun ancak bir yansımasıydı. Hazreti Muhammed Efendimiz, bu kainatın yaratılışına sebep olan nurdur. O iki cihanın Güneşidir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (108)

Hazreti Mevlana, “Bir insan, kendi varlığında Hakk’ı bulunduğunda, ebediyetin anahtarını bulmuştur” diyor, bunu açıklar mısınız?

Bizler bizlikte ne kadar kalırsak, o kadar kayıplarda oluruz. Istıraplarda ve hüzünlerde oluruz. Bizler kendimizi ne kadar teslimiyete bırakırsak, o kadar teslim olduğumuz yer bizlerde varlığını, güzelliklerini gösterir ve bizlerin manevi kazançlar elde etmemizi sağlar. Gönül sunulmadığı zaman beden kapısı açılmaz ve güzellikler o bedene yansıma yapmaz. Ne zaman gönül sunulursa, o zaman o kapı açılır, gönül verilen yer o kapıdan girer, vücutta varlığını gösterir, işte o zaman insan huzur içinde olur.

Yunus Emre, selam olsun üzerine, şöyle buyurur:

“İlim, ilim bilmektir; ilim kendini bilmektir. Sen kendini bilemezsen, bu nice okumaktır. Var hoca, git bin hacca; hacca gitmek hüner değil, bir gönüle girmektir.”

İnsanlardaki bütün bu sıkıntıların, hüzünlerin nedeni, hep dışa bakıştan, bencil yaşayışlardan kaynaklanıyor. Sevgiler hep dışa sunuluyor, bu yüzden insanlar gamdan, sıkıntıdan, üzüntüden bir türlü kurtulamıyorlar. Şöyle misal vereyim; yediğimiz gıdalar bedene kuvvet verir, güçlendirir. İnsan eğer maneviyattan uzaksa, bu güç, kuvvet insanı hayvaniyete sürükler.

Hazreti Mevlana şöyle der:

“İnsan kulaktan beslenir, hayvan ağızdan beslenir.”

Bizler burada sayısız hakikatler sunuyoruz. Gerek Hazreti Mevlana’mızdan, gerekse Hazreti Muhammed Efendimizden, onların kimliklerinden, onların güzelliklerinden dil sarfediyoruz. Dinleyenler eğer bu güzellikleri işitip ruhlarına gıda yapmaya çalışırlarsa, iyi birer insan olurlar. Bu güzelliklerin kendilerinde zuhur etmesi için de yokluğa bürünmeleri gerekmektedir. Eğer insan yokluğa bürünmezse, ikrar verdiği yere imanını güçlendirmezse, bu kişi ne kadar zahiri bilgilere sahip olursa olsun, ne kendine bir faydası olur ne de başka birine faydası dokunur. Bu bilgiler ileriye doğru o kişide yük olmaya başlar. Bu nedenle bizler ne kadar Hazreti Muhammed Efendimizi, Pirimiz Mevlana’mızı bedenimizde ruh edersek, onların bilgileriyle kendimizi büyütürsek, onların gözüyle çevremize bakmaya çalışırsak, o nispetle topluma ve kendimize faydalı güzel insanlar oluruz. Halk arasında, ‘Kalp gözünün kapalı olması’ diye bir tabir vardır. Bu çok doğru bir sözdür. Neden? Çünkü o kalpte konuk olan dünyadır. Eğer insan dünya ehliyse, o kişinin kalp gözü kördür. Ama sıdk-ı bütün bir imanla, iman ettiği yerde yokluğa bürünürse insan ve kalbinde en güzel yeri Ona verirse, işte o zaman o kişinin gözlerinden seyreden iman ettiği yer olur ve dünya o kişinin gözünde basit bir varlık haline gelir. Ve artık insan o Sevgili’den bir an dahi olsun ayrılmak istemez. Fakat genelde insanların bedenleri dünya muhabbetleriyle dolu, bu sebepten dolayı bağdaşamıyoruz. Boşaltalım dünya varlıklarını içimizden, varlık olarak Hazreti Muhammed Efendimizi kalbimize koyalım, bakın o zaman nasıl güzel haller zuhur eder bizlerden.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (107)

Bir insanın yetişmesi için, zihnindeki o güne kadar olan bütün hafızasını silmesi gereklidir, deniyor. Bu ne derece doğrudur, açıklar mısınız?

Cenab-ı Mevlana’mız der ki, selam olsun üzerine, “Ey oğul, bana evlad olarak gelmeye kalktığın zaman, temiz bir kağıt gibi gel. O kağıtta hiç bir yazı olmasın. O kağıda ben seni yazacağım.”

Bu sözlerinde Hazreti Mevlana şunu demek istiyor, mademki buraya gelmeden önce sıkıntıların üzüntülerin vardı, hiç bir türlü huzur ve neşe bulamadın, namaz kılıyorsun oruç tutuyorsun, ama bu sıkıntı ve hüzünler yine sende tecelli ediyor. Şimdi artık buraya geldiğinde sana şimdiye kadar sıkıntılar vermiş olan o aklını bırakacaksın. Aklını burayla büyütmeye çalışacaksın. Gönlünde mala, mülke, dünyevi herşeye karşı ne sevgi beslemişsen, onları da gönlünden sileceksin. Gönlünü, iç alemini, kalbini temizleyeceksin ve gönlünü tamamen buraya vereceksin. Kafandaki şimdiye kadar olan bütün boş bilgileri bırakıp, burada sana sunulan bilgilerle kendini yetiştirmeye başladın mı, sen yarınların çok güzel bir insanı olursun. Çünkü bize en büyük ayna Hazreti Şems ile Hazreti Mevlana’daki buluşmadır.

Hazreti Şems, Cenab-ı Mevlana’ya şöyle seslenmiştir:

“Bihamdülillah,
Aldı fikrimi Zikrullah.
Küll isen safi, eğer isen sufi,
Açılır sana bir kapı,
Ayan olur Cemalullah.
Bu tevhidden maksat,
Murada ermektir.
Görünen kendi Zat’ıdır,
Sanma gayrullah.
Şems-i Tebriz bunu bilir,
Ehad kalmaz fena bulur,
Bütün bu alem külli mahvolur,
Yine baki Allah kalır..”

Hazreti Şems, bunları ne zaman dile getirdi, Mevlana başını secdeye vurdu. Hanımından gönlünü çekti, evlatlarından gönlünü çekti, ilminden gönlünü çekti, bunların hepsini kendine engel gördü. Bakın ne diyor Hazreti Şems, “Küll isen safi”, ne demektir bu; misal olarak, mangalda ateş vardır ya, o mangalda bir kıvılcım dahi olmasını istemiyorum, o kıvılcım bile kül haline gelsin, o kıvılcım kadar bir yere bir muhabbetin olmasın senin, eğer olursa, o bir tek kıvılcım senin varmak istediğin yere ulaşmana engel olur. Artık yeniden doğuyorsun, bundan sonra annen de baban da O senin, peygamberin de O senin, Allah’ın da O senin, Sevgilin de O senin. Yolcu kendini bu şekilde yola koymalı ki varmak istediği o yere ulaşabilsin. Yolcu temizlendiğinde bakacak görecek ki, ne yüzlerle gelecek O.. Allah’tır süsleyen bu alemi, bir bakarsın, girmiş bir hırka içine, sakal da bırakmış gizlemiş kendini; bütün güzellikler, bütün güzel yüzler Onunla donatılmış, O bir açsa yüzünü yer gök yerinden oynar, Hazreti Şems-i Tebrizi’nin buyurduğu gibi; nizam bozulur, bütün alem mahvolur gider. İşte bu nedenle bu yol, insanlık yoludur. Saflık ister, temizlik ister, uyanıklık değil.. Biri çok uyanıktır ama, bil ki o gerçekte çok aptaldır. Bir Uyku Dede vardır, türbesi Sümbül Efendi’nin yanındadır. Gözleri hep kapalı tefekkürde dururmuş, halk onun için, bu zat her zaman uykuda, derlermiş. O öyle görünüyor ama, herkesin halini dakikada söylermiş. Uykuda görünüyor ama gönül gözü açık, cihanı almış eline herşeyi görüyor. İnsan olandan hiçbir şey gizlenmez.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (106)

İnsanın büyük bir alem olduğunu ve insanın Hakk olduğunu söylüyorsunuz, yani Hakk’ın aynı, aynası. Ama insan bunu farkedemiyor. Bu konuda ne buyurursunuz?

Hazreti Mevlana, insan bedenini bir sandığa benzetir. Daha bu sandık açılmadığı ve kişi iç aleminde kaldığı için devamlı ıstırabdadır. İnsan, sevgisini, muhabbetini, aşkını yüce bir yere sunarsa, o kişide artık kendi kişiliği kalmaz ve sevgisini, muhabbetini ve aşkını sunduğu yer artık onda varlığını gösterir. Yaşadığımız bu alem, insan yanında çok cüzi bir varlıktır. Ama bunu dille ne kadar anlatmaya kalksak da, yine kişinin aklının aldığı nisbette bilgi sunabiliriz. Şöyle anlatmaya çalışalım; dünya ilk yaratıldığında kaba bir haldeydi. Eğer bu kaba haliyle kalmış olsaydı, insanlar ilkel bir şekilde yaşamlarını sürdürmek zorunda kalacaklardı. Fakat Allah, dünyayı yarattı ve sonra bütün varlıkları yarattı, en son insanı yarattı, insanda kendini yarattı. Ve baktığınızda misal olarak, insanın bir düşüncesinden bir gökdelen çıkabiliyor. 50 kat, belki 100 kat bir gökdelen, yani nerdeyse bir gökdelene bir kasaba sığıyor. Fakat sonuçta insandan çıktı bu mimari. Belki 5 ay belki de 6 ay sonra bitirip orada dolaştığında gökdelenin içinde ufacık bir zerre gibi kaldı. Sureten o gökdelenin kapısını bile içine alamaz insan, ama aslında onun düşüncesinin, aklının ürünüdür o gökdelen. Demek oluyor ki, insan tamamen düşünceden ibarettir. Bir insan huzurlu olmak isterse en başta şunu düşünmesi lazımdır; en büyük akıl sahibi Hazreti Muhammed’dir, Onu bulmak için de bir Mürşid-i Kamille yola koyulması ve orayla aklını büyütmesi gereklidir. Yolcuya ondan sonra çok şeyler sunulur, fakat yolcu bunları ancak Mürşidiyle paylaşır. Neden? Çünkü bunlar herkese anlatılacak şeyler değildir, anlatmaya kalkışılırsa insanların akılları almaz. Bu yüzden Hazreti Mevlana, “Ben insanı anlatmaya kalksam kıyamete kadar anlatamam” buyuruyor. Ancak anlayan biri çıkarsa o zaman konuşulur, muhabbet olur. Hazreti Mevlana ve Hazreti Şems gibi, onlar birer manevi denizdiler. Hazreti Resulallah ve Hazreti Ali gibi, Resulallah binbir sırrın anahtarını Hazreti Ali’ye vermiştir ve Onu bütün Velilerin başı kılmıştır. Hepsinin Şah’ı Hazreti Ali Efendimizdir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (105)

Hasan Çıkar Dede

Hasan Dede bu alemde en çok ne yapmak istedi, insan toplumuna neyi vermek istedi?

Bütün insanlık alemini bir görmek, hepsini birbirine karşı sevgide saygıda görmek istedi. Onun bütün yaşamı bunu için geçti. Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana ne istediyse biz de aynısını istedik. Hazreti Muhammed’e tam bir imanla yüz tutanlar rahat ettiler. Hazreti İsa’ya, Hazreti Musa’ya yüz tutanlar rahat ettiler. Kim Peygamberlerin sözünün dışına çıkıp egosunda kaldıysa perişan oldu. Çünkü Peygamberler, Evliyalar menfaatsiz dostturlar. Onlar bu dünyaya insanları irşad etmek, gel benim gibi ol, demek için geldiler. Sevdiler, hep sevgiden söz ettiler, hiç usanmadan cemaatlerinin yanlarında bulundular. Onların sözleri ferahlık verip, huzura kavuşturdu. En sonunda gözler açıldı, gönüller büyüdü, ruh ferahlığa kavuştu ve oraya imanla baktılar. Onların gövdeleri kalktıktan sonra kim oraya tam vekalet ettiyse aynını söyler. Hasan Dede ikilik tohumu atmadı, küfrü de iman bildi. Temize dokunamazsın ama öbürleri ile uğraşırsın, küfürde olanları yavaş yavaş bıkmadan yola getirmeye çalıştı.
Hazreti Muhammed’e gayrimüslim bir bedevi misafir gelmişti. Hazreti Muhammed’in bir keçisi vardı. Diyelim iki, üç bakraç süt veriyordu. Bu bedeviyi nasıl doyuracağım diye düşünürken, keçi birkaç misli süt verdi. Bedevi tıka basa karnını doyurdu. Bir vakitten sonra gece sıkıştı fakat kalkamadı, yatağı berbat etti. Sabah kalkınca da Hazreti Muhammed’in serdiği o temiz çarşaflarla, üstünü başını temizleyip, heyecandan haçını unutarak, haber vermeden gitti.
Peygamber Efendimiz, sabahleyin hal hatır sormak, kahvaltı ikram etmek için misafirini kaldırmaya gittiğinde, odada berbat bir koku ile karşılaştı.
Bu pisliği madem ki benim midem kaldırmıyor, bu çarşafları temizlemesi için kimseye veremem diye düşünerek, kuyudan su çekip, tekneyi doldurdu ve o çarşafları kendi elleriyle temizlemeye başladı. Mübarek kimseye yük vermiyor…
Bedevi putunu unuttu ya, bütün inancı ondan, onsuz duramadığından tekrar Hazreti Muhammed’in evine gelip, kapı aralığından baktı. Hazreti Muhammed’i onun pisliklerini temizlerken gördü, utanç içinde içeri girip, selam verdi.
Hazreti Muhammed, “Rahat uyudun mu? Olmuş, insanlık hali, sıkılma. Niçin geldin?” diye sordu.
“Putum için.”
“Al putunu.”
“Hayır istemiyorum. Senin gibi büyük insan zor bulunur, senin yoluna girmek istiyorum” diyerek Peygamber Efendimizin elini öptü. Daha sonra da, “Benim halim ne olacak? Ben doyamıyorum” der.
“Bundan sonra çok az şeyle doyacaksın.”
“Nasıl?”
Hazreti Muhammed, ona güzel bir nasihatte bulundu.
“Yemeğe başlarken, Besmele çekeceksin. Hakk’ı düşün, Allah sana yardımcı olacaktır.”
O doymayan adam Besmele çektikten sonra, Hakk’ı düşününce iştahı kesildi, çok azla misal çeyrek ekmekle doydu ve çok güzel bir insan oldu. Kim onu insanlığa sürükledi? Hazreti Muhammed’in büyüklüğü. Öf, uğraşamam demedi. Ya sabır diyerek, hizmete girdi.
Hazreti Mevlana, bir gün ılıcaya gitmişti, o sırada havuzda cüzzamlılar yıkanıyordu. Hazreti Mevlana gelince cüzzamlıları çıkarıp, suyu temizleyip, elma yaprakları atmak istediler. Hazreti Mevlana, “Hiç kimseye dokunmayın” diye seslendi. Cüzzamlılarla beraber yıkanarak, onlara su atıp onlarla hasbıhal oldu. Hazreti Mevlana’nın onlara su atmasıyla yaraları şifa buldu.
İnsan olmak çok zor. O derdi veren de, dermanı veren de Allah. Madem elçisin, her şeye katlanacaksın. O, seni imtihana tutuyor, ben yapamam, edemem demek yok.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (104)

Alevi sema’ı nasıl meydana gelmiştir?

Önce Mevlevi sema’ını anlatayım. Sonra da Alevi sema’ı nereden gelmiş, onu anlatırım. Her iki sema da zikirdir.
Mevlevi sema’ına gelelim.
Hazreti Muhammed, müşrikler yüzünden Medine’ye hicret etti. Müşrikler savaş hazırlığı yapıyorlardı. O sırada amcasının oğlu Cafer-i Tayyar (Hz. Ali Efendimizim ağabeyi) Hindistan’dan Medine’ye gelip, Peygamber Efendimizin huzuruna çıktı. Peygamber Efendimiz, “Ya Cafer-i Tayyar, seni buraya getiren nedir?” diye sordu.
“İşittim ki seni ortadan kaldırmak için, müşrikler savaş hazırlığına başlamışlar. Senin uğruna can vermeye geldim” dedi.
Hazreti Muhammed, “Cafer gönlüm seni o kadar çok seviyor ki, dille tarif edemem” der demez, Cafer-i Tayyar, “Ya Resulallah, senden hep bunu duymayı isterdim” deyip cezbeye girdi ve “Allah!” diyerek sema etmeye başladı. Sonra evlatlığı Zeyd’e dönerek, “Ya Zeyd, öz evladım olsaydın seni bu kadar çok sevemezdim, bil ki seni öz evladımdan üstün tutuyorum” dedi.
Zeyd de, “Allah!” deyip, sema’a kalktı.
Hazreti Ali’ye dönüp, “Ya Ali, sen bendensin” deyince, o da, “Allah!” diyerek sema’a geçti. Arkadan da Hazreti Muhammed, dördü birden sema ettiler.
Yıllar sonra, Hazreti Mevlana ile Hazreti Şems gezintiye çıkarlar ve bir nehir kenarına gelirler. Orada bir su çarkı vardır ve çark dönerken nehirden suyu alarak yukarı çıkarmakta, sonra tekrar boşalmakta ve yine nehirden su alarak suyu yukarı taşımaktadır. Hazreti Şems bunu tefekkür ederken, Cafer-i Tayyar’ın nasıl cezbeye gelerek sema ettiği gözünün önüne gelir ve o da cezbeye gelerek, bir “Allah!” bağırır ve sema etmeye başlar. Hazreti Mevlana da Şems’e katılır ve birlikte uzunca bir zaman o çarkın başında sema ederler.
Mevlevi sema’ı buradan gelir. Mevleviler sema ederken, sağ ayak yere vurdukça kalple “Allah Allah Allah” diye zikrederler.
Alevi sema’ına gelelim.
Hazreti Ali Efendimiz kendine kırk kişilik bir grup toplar. O grupla her akşam devamlı toplanır, Hakk muhabbeti yapıp, sabah namazını Resulallah ile eda ederler.
Bir gün, Hazreti Resulallah’a Allah’tan bir nida gelir.
“Git, kırkların kapısını çal!”
Hazreti Resulallah, Hazreti Ali’yi yanına çağırır ve ona der ki: “Ben kırkların kapısına geldiğim zaman kapıyı çalacağım, sen içerden bana kim olduğumu soracaksın, ben, ‘Allah’ın elçisiyim’ diye cevap verdiğim zaman sen, ‘Git Allah’ın elçiliğini Allah’ın kullarına söyle buyur yok’ diyeceksin,” deyince, Hazreti Ali Efendimizin gözleri faltaşı gibi açılır ve “Ya Resulallah, ben sana nasıl buyur yok derim” diye yakınır. Hazreti Resulallah, “Öyle söyleyeceksin ki böylece ben kırkları imtihana tutacağım. Sonra yine geleceğim, kapıyı vuracağım, sen yine benim kim olduğumu soracaksın, ben, “Allah’ın Habibi Muhammed’im,” diyeceğim, sen yine buyur etmeyeceksin, ta ki ben tekrar gelip, sana, ‘El fakru fahri alem’ deyince beni içeri buyur edeceksin.”
“Saddak ya Resulallah!”
Böylece ertesi akşam Hazreti Muhammed Efendimiz gidip kırkların kapısını çalar, içerden Ali sorar, “Kim o?”
“Ben, Allah’ın elçisi Muhammed.”
“Git, elçiliğini Allah’ın kullarına söyle, buyur yok.”
Hazreti Muhammed ertesi gün yine gider.
“Kim o?”
“Ben, Allah’ın Habibi Muhammed.”
“Buyur yok.”
Ertesi akşam yine gelir kapıyı çalar.
“Kim o?”
“El fakru fahri alem – Dünyada ne kadar varlık varsa ben hepsinden aşağıyım, hepsi benden üstündür.”
“Buyrun ya Resulallah! İçeri girin.”
Kapıyı açarlar. Hazreti Ali ve dostları hepsi içeridedir.
Hazreti Muhammed onları imtihana tutar.
“Sizler kimlersiniz? Burada ne yapıyorsunuz?”
“Biz kırklarız ya Resulallah. Kırkımız birimiz, birimiz kırkımızdır.”
Hazreti Resulallah, elinde tuttuğu bir üzüm tanesini Ali’ye uzatarak, “Bu üzüm tanesini kırkınızın da yemesini istiyorum” der.
Hazreti Ali hemen “Saddak ya Resulallah!” diyerek üzümü alır ve bir fincanın içinde ezer. Hepsi dudaklarını değdirip, üzümün tadını alırlar. Birliği ortaya çıkarırlar.
Yine Hazreti Resulallah der ki: “Biriniz parmağını kanatsın bakalım kırkınızdan da kan akacak mı?”
Hazreti Ali, serçe parmağını kanatır, hepsinin aynı parmağından kan akar. O esnada erzak almak için dışarı çıkmış olan Selman-ı Farisi, içeri girer. Onun da serçe parmağından kan akmaktadır. Hazreti Resulallah, onların bu birliğini görünce cezbeye gelir ve kollarını bir turna gibi açarak sema etmeye başlar. Alevi sema’ı da buradan çıkmıştır.
İki semada da Resulallah vardır. Her iki sema da ibadettir. Burası birlik yuvasıdır. Burada ikiliğe hiç yer yoktur. Alevi şöyledir, Sünni böyledir diye kimsenin dil uzatmaya hakkı yoktur. Burada hepimiz Muhammed Ali’ciyiz.