HAZRETİ MEVLÂNA’NIN ALLAH’A DAVETİ – 6

Hüsn ü Aşk isimli eserinde “Kalb Ülkesi”nin tasvîrini yapan Şeyh Gâlib, âşık ve sevgilinin bir olduğunu dile getirir. “Kalb Ülkesi” adı altında bahsettiği mânevî makâma ulaşanların hâlleri şöyledir:

“Burada ne gûlyabanî var, ne vehimler, ne kötü haber veren kapkara dev. Ne büyü ateşi var, ne kış; ne helâk olma korkusu var, ne belâ.”

Şeyh Gâlib, “Kalb Ülkesi”nden eşi olmayan bir bahçe olarak söz eder. Âşık ve sevgilinin bir olduğu o hâl, birlik âlemidir. 

Peki bu birlik âlemine ulaşmak için âşık niçin onca sıkıntı çekmiştir?

Şeyh Gâlib, sırlarını Mesnevî’den aldım dediği hikâyesinde yüceliklere kavuşmak için çekilen sıkıntıların sebebini şöyle özetler:

“Bu zahmetlerin meydana gelmesine eğri, ters bir bakış sebep oldu.”

Ve doğru bakışı da şöyle açıklar:

“Eğrilikten arınmış bakış şudur: Sen o’sun, o sen’sin. Hakîkatte âşık ve mâşuk zaten birdir.”

Hazreti Mevlâna, Mesnevî’de birlik hâli ile ilgili şöyle bir misâl verir:

“Birisi, bir dostun kapısını çaldı. Dostu, kapıyı çalan kim? deyince, benim, diye cevap verdi. Dostu bunun üzerine kapıyı açmadı ve, git şimdi zamanı değil, diye cevap verdi.

Çünkü benim diyen kişi ham kişiydi. O kişi ayrılık ateşi ile yanıp pişerek geri döndü ve tekrar dostunun kapısını çaldı. Ağzından edepten dışarı bir söz çıkmasın diye yüzlerce korku içindeydi.

Sevgilisi, kim o? dediği zaman, kapıyı çalan kişi bu sefer; ey gönlümü alan sevgili sensin, diye cevap verdi.

Bunun üzerine sevgili mâdem ki sen bensin, ey ben, gel içeri gir! Ev dar, iki kişi sığmıyor, diyerek kapıyı açtı.”

Bu misâlle bizlere ikilikten geçip birliğe kavuşma yollarını açıklayan Hazreti Mevlâna şöyle buyurur:

“İğneye geçirilecek iplik iki ayrı iplik olursa geçmez. Mâdem ki birsin, gel, bu iğneden geç!”

Rubaî:

“Birlik âleminde, isteyen ile, istenenin sıfatlarını ayrı gören kişi, ne isteyendir, ne de istenen. 

Allah’ı kim tanır, bilir? ‘Lâ’dan, inkârdan kurtulan kimse! ‘Lâ’dan, inkârdan kim kurtulmuştur? diye sorana de ki: Belâlara düşmüş aşık.”

MANEVİ MENKIBELER – 5

Deme gelmem, zirâ getirirler…

Şeyh Galib Hazretleri, iyi bir ailenin çocuğuydu. Ailesi Şeyh Galib’in okumasını, bir subay olmasını istiyorlardı, bir tekkeşin olmasını istemiyorlardı.

O sıralarda Şeyh Galib Hazretleri, selam olsun üzerine, Esrar Dede’nin yanında, onu çok seviyor, Dede de onu çok seviyor.

Anne ile babası birarada konuşurlarken, annesi diyor babaya, “Sen söyle Galib’e bir şifai dille, gitmesin Esrar Dede’nin huzuruna. Ben söyleyemem, yok başka evladımız, onu çok seviyorum, o incinirse ben ondan daha çok incinirim, sen söyle.”

Baba diyor, “Ben de söyleyemem.”

“Öyleyse ne yapalım?”

“Hadi bir mektup yazalım.”

Yazıyorlar bir mektup, gönderiyorlar Esrar Dede’ye. Esrar Dede alıyor mektubu, okuyor. Okuduktan sonra kısa bir cevap yazıyor: “Burası Hakk kapısıdır, herkes bu kapıya gelir ve kabul edilir. Evladınıza çok düşkünseniz, kendiniz gelip alınız, biz burdan kimseyi geri çeviremeyiz.” 

Dayanamıyor babası, en sonunda Galib’e şifai bir dille onu kendisine çekmek için bir konuşma yapıyor. Şimdi Galib’in kafasına babasının sözleri de takılıyor. 

Bir gün Şeyh Galib dergaha geliyor, Esrar Dede hemen düşüncesini okuyor Galib’in. Galib, gönlünden geçiriyor, acaba Esrar Dede’nin yolu mu doğru, yoksa babam mı doğru söylüyor diye, bunları düşünüyor. 

Bu düşüncelerle çıkıyor dergahtan, eve giderken başı dönüyor düşüyor dizleri üstüne. Düşer düşmez, gökler açılıyor, öyle bir rızık göklerden yağıyor ki, Galib diyor, “Bu hal nedir Rabbim?”

İçinden nida geliyor, “Bunlar mahlukların rızkı, hem yeryüzünde hem yeraltında, onları besliyorum.”

Galib soruyor, “Ya insanın rızkı?” “

İnsana” diyor Allah, “kendimi vermişim, nimetlerden en büyük aklı vermişim, o kendi rızkını bulur. Bu yağanlar mahlukatın rızkıdır.”

Galib bir anda kendine geliyor, kalkıyor ayağa, vazgeçiyor eve gitmekten, dönüyor dergaha geliyor. Hemen çalıyor Esrar Dede’nin kapısını. Esrar Dede buyur ediyor. Galib giriyor Esrar Dede’nin huzuruna. Esrar Dede kaldırıyor başını bakıyor Galib’e ve şöyle sesleniyor: “Deme Galib gelmem, zirâ getirirler.”

Sen gelmem dedin ama bak nasıl yine getirdiler seni… 

Demek ki Galib’in kendisini orayla yetiştirmesi gerekiyormuş. Ve yetiştirdi de, kitab sahibi oldu, Hüsn-ü Aşk’ı yazdı. Bugün Mevlevi camiasında Cenab-ı Mevlana’dan sonra Sultan Veled Hazretleri anılır, Ulu Arif anılır ve Şeyh Galib anılır.

Hüsn-ü Aşk’ı yazarken, Mevlana’nın kasidelerinden alıyor katıyor yazılarına, süslüyor kendi eserini. Dedeler de okuyorlar bakıyorlar ve diyorlar, “Galib bu sözler sana ait değil, bunlar Hüdavendigar’ımızın sözleri.”

Onlara da ne güzel bir cevap vermiştir: “Siz neden bakmıyorsunuz kendi işinize? Hüdavendigar benim sevgilim, her şeyin üstünde onu seviyorum. Ben alırsam sevgilimden alıyorum, sizden aldım mı bir şey?”

“Yok.”

“O halde söz söylemeyiniz” diyor.

İşte her zaman deriz: Hazreti Peygamber Efendimizin yolu baştan aşağıya sevgi yoludur, birlik yoludur, kardeşlik yoludur, aşk yoludur, ne kadar güzellik varsa bütün güzelliklerin yoludur. Zerre kadar Hazreti Muhammed Efendimizin, Mevlana’mızın, Ali’nin yolunda sıkıcı bir şey yoktur.