HAZRETİ ALİ’DEN ÖĞÜTLERLE HASAN DEDE SOHBETLERİ – 7

🌹“Akibetini çok düşünen şecaat gösteremez.”

Hazreti Ali

Hazreti Ali Efendimizin bu sözü çok doğru ve yerindedir. Çünkü bir insan ne olacağım, ne edeceğim, ne yapacağım deyip dururken, işin sonunda akibetinin ne olacağını merak edip dururken hiçbir iş başaramaz. Böyle insanların inancı ve imanı sağlam değildir. İnancı ve imanı sağlam olmayan insanlar da hiçbir şecaat gösteremezler.

Bizim önderimiz kimdir? Hazreti Muhammed Efendimiz… Peki o nasıl bir davranışta bulundu? Her zaman topluma yararlı faydalı fikirler üretmek için çalıştı. Hazreti Muhammed Efendimizin ahlâkıdır, insanlara, topluma yararlı ve faydalı fikirler üretmek. Ve bizlerden de güzel fikirler üretmemizi istemiştir. İnsanlara yararlı faydalı fikirler üretmekten maksat, karanlıkta kalmış insanları güzel düşüncelere sevkederek, onları aydınlığa, huzura kavuşturmaktır. Işık verici sözler söylemektir.

Kötü düşüncelerle savaşmak gerekir. Sen bir çuvalda çürük elmaları görünce ne yaparsın, onları çuvaldan çıkarıp yerine yenileri koymaz mısın? Aynen böyle, kötü düşünceleri aklımızdan çıkarıp, kendimizi güzel düşüncelere vermemiz gerekir.

En büyük düşünür Hazreti Muhammed’dir. Madem ki biz Hazreti Muhammed’e, Hüdâvendigâr Mevlâna’ya gönül verdik, daima onların büyüklüğünü düşünmemiz, onların güzelliklerini kendimizde çoğaltmamız, onlarla yola çıkmamız, onların diliyle topluma konuşmamız, onları gönlümüzde taşımamız lâzım. O zaman onların rûhları bizimle şâd olur, biz de onlarla şâd oluruz.

Bizim vazifemiz Hakk’ı istemek, Hakk’ı bulmak, O’nunla yaşamaktır. Onu bulduktan sonra her şeyi bulmuş oluruz, her iş kolaylaşır. O da insan dışında değil. Büyüklerimiz bize aynadır. Temiz bir inanç, imanla bakıldı mı gün gelir, siz O olursunuz.

(Hazreti Ali’nin 100 Öğüdü)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

HAZRETİ ALİ’DEN ÖĞÜTLERLE HASAN DEDE SOHBETLERİ – 6

🌹“İnsan çoktur, fakat insanlığını tanıyan pek azdır.”

Hazreti Ali 

Hazreti Ali Efendimiz çok doğru bir söz söylüyor. Bu dünya üzerinde yedi buçuk milyar insan var, fakat bunların arasında, insanın kimliğini bilen, kimliğine ermiş olan pek azdır.

İnsanlığa eren kişi Allah’a ermiştir, Hakk’ın kendisidir. İnsanlığa ermeyen kişi de ya yoldadır ya da Hakk’a tamamen arka çevirmiştir, dünya nimetlerine dalmıştır. Bu insanlar gece gündüz daha fazla mal mülk elde etmek için çalışır didinirler, düşünceleri hep dünyaya yöneliktir. Ama o gün geldiğinde onun nefesi toprağa gider, ayak altı olur, çiğnenir.

Yeryüzünde en mukaddes varlık insandır. Bütün varlıklar insanla dile geliyor, Yaratıcı insanla dile geliyor. İnsandan daha büyük âlim daha büyük bir varlık yok yeryüzünde. Düşünecek olsanız o Yaratıcı insandan işliyor; füzeler yapıyor, uçaklar yapıyor, bir bakıyorsun Ay’a gidiyor. Bugün Mars’a da gidiyorlar, ışık hızını da buldular. Çok yakında bütün gezegenleri de gezecekler. Ama görecekler ki her yer boş, bulamayacaklar Allah’ı. Çünkü Allah’ın merkezi dünyadır, buradadır O. Ama gezdiriyor seni, git ara bul bakalım, neredeyim Ben, diyor…

Hüdâvendigâr Mevlâna buyurur: “Kur’ân, ölülere değil dirilere gelmiştir.” Ve yine Hüdâvendigâr Mevlâna, Yâsin sûresinde çok derin bir keşifte bulunmuştur, şöyle der: “Bir gün gelecek Âdemoğlu Ay’a çıkacak Ay’dan dünyaya menzil kuracak.” Ve çıktılar da… ama maalesef Kur’ân’ı hâlâ ölüye okuyoruz. Kur’ân’ın derin mânâlarına inenler ondan çok güzel faydalandılar, çok güzel keşifler yaptılar, fakat Kur’ân’ın dış yüzüne bakanlar gerilerde kaldılar.

Bizler burada sizlerin hep gözlerinizi açmaya daha da uyanık olmanıza çalışıyoruz. Gözlerinizi açın ki daha iyi görün, kulaklarınızı açın ki daha güzel işitin. Çünkü biz Güneş’in evlâtlarıyız ve hepinizin birer Güneş olmanızı isteriz.

Bakın bir damla nûr var göz bebeğimizde, o siyah göz bebeği, ne kadar uzaklara ışık veriyor. Düşünmemiz lâzım Yaratıcının her zerresi ışık, Ondan bir şey gizlenemiyor. 

İşte Hüdâvendigâr Mevlâna bir evlâdına buyuruyor:

“Evlâdım, benim sözlerime kulak ver ve beni iyi dinle.” 

“Buyrun Efendi Hazretleri…” 

“Çalış her zerren göz olsun.” 

“Neden?” 

“O zaman senden hiçbir  şey gizlenemez, her şeyi görürsün… Çalış her zerren kulak olsun.” 

“Neden?” 

“Çünkü herkesi duyarsın, kimse senden sırrını saklayamaz.”

Bakın Hüdâvendigâr Mevlâna, evlâtlarını ne kadar yüce görmek istiyor.

Allah insan dışında değildir, her zerremiz Allah’la diridir. En büyük örneğimiz Hazreti Muhammed’dir, Hazreti Ali’dir. Onlardan sonra Hüdâvendigâr Mevlâna ve Pîrân Efendilerimiz gelir. Onları örnek alalım ki, bizler de güzel birer insan olalım, kimliğimize erelim, huzur içinde yaşayalım.

(Hazreti Ali’nin 100 Öğüdü)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

HAZRETİ ALİ’DEN ÖĞÜTLERLE HASAN DEDE SOHBETLERİ – 4

🌹“Allah’a dayanan hiçbir zaman yıkılmaz.”

Hazreti Ali

Şöyle bir deyiş vardır: Duvara güvenirsin, gün gelir duvar yıkılır. Birisine güvenirsin, gün gelir ölür. Ama Allah’a güvenirsen, O’ne yıkılır, ne de ölür… O, her dâim diridir, hem dâim ‘Hay’dır.

Bir dost da dedi ki: “Ali’den başka genç yoktur. Çünkü vasî ve velî olan O’dur. Genç, ilm-i sırra sahiptir. Kendini genç gören ve iddia eden genç değildir. Genç dediğin, Hakk’la konuşan olandır.” Bu, çok yerinde söylenmiş bir sözdür. Allah’tan daha genç yoktur ve hiçbir zaman da yaşlılık sıfatına girmez, ama yaşlıdan da daha yüce bir akıla sahiptir.

Bozulmayan, çürümeyen ve rengi değişmeyen bir şey varsa, o da Allah’tır. Oysa dünyevî nimetler hem çürür, hem çürütür. Allah’ın bizlere sunduğu en güzel nimet akıldır ve onu da insanın başına koymuştur. Eğer insan aklını ve sevgisini dâima Allah’ın güzelliklerine yönlendirirse, o zaman o kişi dâima güzelliklerde yaşamını sürdürür.

Bakın ne güzel söylüyor Hüdâvendigâr Mevlâna: “Sen aklını tutarsan her an bende, dâim beni görürsün sende…” Akıl başa, sevgili kalbe konuldu. Eğer sevgili başa konulsaydı, rüzgâr onu uçururdu… Ama o kalpte duruyor. Eğer ki sevgili Allah olursa, muhakkak sevenin aklını da en güzel şekilde işletir.

Biz her zaman ne diyoruz? İnsan düşünceden ibarettir… Neyi düşünürsen onu çekersin kendine. Bu tarafı, bu güzellikleri sık sık düşünürsen bir gün gelir, artık düşünmene de gerek kalmaz; baştan aşağı güzellik olursun.

Bizler, Hakk yolunun yolcularıyız. Bizler, yüce Allah’ın sunduğu nimetlerden yiyenleriz; dünyaya düşkün değiliz. 

Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın buyurduğu gibi: “Yâ Rabbi! Bu kâseyi, bu sofrayı ebedi kıl, kıyâmete kadar yaşat! Allah’ım bu bahçeyi sonsuz baharının lütfu ile dâima yeşert, yemyeşil, ter-ü taze sakla! Allah’ım, bu duaya, sen de amin de! Zaten dua da senin duan, amin de senin aminin.”

Evet, Allah’ı sevelim, Allah’ı isteyelim, bu evi O’nun konağı yapalım, O da bizlerde can olsun. Eğer bu evi O’nun konağı yapmazsak, Allah’ı can kılmazsak, biz demek ki boşuz, boşuna yaşıyoruz. Mutlaka bilinmelidir ki, Allah’ın konuk olmadığı ev cansızdır ve yıkılmaya mahkûmdur. Her ev yıkılır, fakat Allah’ın evi yıkılmaz.

(Hazreti Ali’nin 100 Öğüdü)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

HAZRETİ ALİ’DEN ÖĞÜTLERLE HASAN DEDE SOHBETLERİ – 3

🌹“Çalışanlar fenâlık düşünmeye fırsat bulamazlar. Çalışmayanlar ise kendilerini fenâlıktan kurtaramazlar.”

Hazreti Ali

İmam Ali Efendimizin bu sözü çok güzel ve yerindedir. Bir insan çalışmaya daldı mı, artık Ahmed’i, Mehmed’i, Fatma’yı düşünemez. İşini bitirsin de bir an evvel evine gitsin, yemeğini yesin, arkadaşlarıyla buluşsun, bunları düşünür. Çalışmayan, bir işle meşgul olmayan bir kişi ise, aklını her tarafa götürür. Böyle bir akıl insanı dedikoduya sürükler. Başkalarının dedikodusunu yapan kişi, Âdem eti yiyor demektir.

Samatya yolu üzerinde bir câmii vardır. Câmiinin ismi Etyemez Câmii. O devrin padişahı bir gün merak ediyor, bu câmiiyi yapan kişiler acaba hiç mi et yemediler, yemedikleri etin parasını biriktirip de mi bu câmiiyi yaptırdılar, diye düşünüyor. Sonra diyor ki kendi kendine ne kadar et yemeyerek parasını biriktirse de, o parayla bu câmii yapılamaz. 

Vezîrine soruyor, “Sen ne düşünüyorsun bu konuda? Acaba bunlar halkı mı kandırıyor?” 

Vezîr diyor, “Çağıralım câmii sahiplerini, etli yemekler ikrâm edelim, bakalım yiyorlarsa, o zaman halkı kandırıyorlar demektir.” 

Çağırıyorlar câmii sahiplerini, onlar da teşrif ediyorlar. Hâl hatır soruşuyorlar, bir vakitten sonra sofra kuruluyor. Sofrada her türlü et yemeği var. Bakıyorlar ki, câmii sahipleri hiç tereddüt etmeden bütün etli yemekleri yiyorlar. 

Yemek bittikten sonra padişah soruyor, “Efendi! Siz bir câmii inşâ ettiniz, adını da Etyemez Câmii koydunuz. Ama gördüm ki siz et yiyorsunuz. Bu nasıl oluyor?” 

Câmii sahibi şu cevabı veriyor: “Şevketlim, kesilen bütün hayvanlar bir mümine can verecekleri için seve seve verirler canlarını. Çünkü hayvanîyetten Âdemîyata yola çıkıyorlar. Ama diğer taraftan öyle insanlar da vardır ki bu kesilen hayvanlar onlara can fedâ etmek istemezler. Çünkü onlar hayvandan da beterdirler. Ayaklarını direrler yürümezler.”

Bir hikâye daha anlatayım: Bir gün bir mandayı kasaplar tutmuşlar kesecekler, manda kurtarıyor kendini onların elinden, başlıyor kaçmaya. Koskoca çarşının içinde, o kadar insan içinde, koşup geliyor Mevlâna’ya. Kafasını sürüyor Mevlâna’ya, gözlerinden yaşlar geliyor. Mevlâna okşuyor mandanın başını, diğer taraftan da bakıyor ki kasaplar koşa koşa geliyorlar.

“Durun Efendiler” diyor, “bu hayvan bu kadar insan içinde hiçbirine sığınmadı, geldi bana sığındı. Bu mandanın değeri ne kadarsa ben onu satın almak istiyorum.” 

Diyorlar ki şu kadar, Mevlâna veriyor parayı, kasaplara “Hadi siz gidin” diyor.

Mevlâna, mandayı çayırlık bir yere götürüyor ve orada serbest bırakıyor. Manda biraz dolaşıyor sonra uzaklaşıyor, gözden kayboluyor, sıralanıyor. Hazreti Pîr böyle bir kerâmet gösteriyor.

Hâsıl-ı kelâm, Şâhımız Ali’nin bütün sözleri doğru ve yerindedir. Çalışan insan fırsat bulamaz dedikodu yapmaya, çalışmayan insan durduğu yerde dedikodu üretir, Âdem eti yemeye başlar.

Biz burada her zaman ne diyoruz? Eğer yapacaksanız bir dedikodu, Hazreti Muhammed Efendimizin büyüklüğünün dedikodusunu yapın. O zaman siz rûhen banyo yapmış gibi olursunuz, temizlenmiş olursunuz. Eğer dünya muhabbeti yaparsanız, dünya hep çamurdur, bakarsınız onun çamuru sizin üzerinize de sıçrar.

Ah dostlar!

Ali’ye yüz tutanlarız biz,

Ali ile yola düşenleriz biz.

Ah dostlar! Hâşâ…

Ok, hançer yarasından korkmayız biz. 

Ayağımızın bağlanmasından,

Başımızın gitmesinden korkmayız biz.

Ah dostlar!

Ateş gibi gidenleriz,

Cihana nûr saçanlarız,

Cehennemi içenleriz biz,

Halkın dedikodusuna metelik vermeyiz biz. 

Ali’yi giyindik, Ali ile yola düştük,

Cihan durdukça Ali ile Ali kalacağız biz. 

Ali’nin demine Hu….

(Hazreti Ali’nin 100 Öğüdü)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

HAZRETİ ALİ’DEN ÖĞÜTLERLE HASAN DEDE SOHBETLERİ – 2

🌹“İhsân ve ikrâmı lâyık olmayan kimseye yapmak aynı zulümdür”

Hazreti Ali 

Hazreti Ali Efendimizin bu sözü çok yerindedir. Eğer bir kişi münâfık ise ve dâima etrafa ikilik tohumları saçıyorsa, insanları birbirine kırdırıyorsa, hep zulüm verecek fikirler üretiyorsa, böyle bir kişiyle karşılaştığın zaman ihsân ve ikrâmlarda bulunmaya kalkışmayacaksın. Eğer kalkışırsan, sen de zulüm işlemiş olursun. Böyle kimselere ihsânda, ikrâmda bulunmayacaksın, sessizliğe bürüneceksin, hattâ selâm vermek bile doğru sayılmaz.

Hazreti Ali Efendimizin menkîbeleri ile Hazreti Muhammed Efendimizin menkîbeleri arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de bir nûrun bir rûhun vârisleridirler.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka velîleriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz” (Hûd, 113) buyrulmaktadır.

Hüdâvendigâr Mevlâna’mız da Mesnevî-i Şerîf’inde şöyle buyurur: “İhsân sahipleri öldüler, ihsânları kaldı… ne mutlu o kişiye ki bu merkebi sürdü! Zâlimler de ölüp gittiler, fakat yaptıkları zulümler kaldı… vay o cana ki bu hileyi, bu kötülüğü yaptı! Peygamber ‘Ne mutlu o adama ki dünyadan gitti de ondan iyi bir iş kaldı’ demiştir. İhsân sahibi öldü ama ihsânı ölmedi ki… Tanrı indinde din ve ihsan, küçük ve değersiz bir şey değildir! Eyvahlar olsun o kişiye ki kendisi öldü de isyânı kaldı… sakın, öldü de canını kurtardı sanma ha!..” (Cilt 4, 1201-1205)

“Zulüm nedir? Bir şeyi lâyık olduğu yere koymamak. Sen de onu, ona lâyık olan yerden başka bir yere koyup zâyî etme.” (Cilt 6, 1558)

Gelin ey canlar!

Gelin vicdânınızı pak eyleyin,

İşta hayat, işte eserler meydanda…

Rabbim!

Sana lâyık olan insanların, haklarını hak eyle. 

Şu hayatın hep dalları meydanda,

Bunları görmeyen yok bu zamanda.

Bu kadar söz hakkı varsa insanın,

İşte hayat, işte eserler meydanda.

Artık kötülükler yasak olmalı,

Bütün haksızlıklar hep hak olmalı,

Dede’nin sözleri mutlak olmalı,

İşte hayat, işte eserler meydanda…

(Hazreti Ali’nin 100 Öğüdü)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

HAZRETİ ALİ’DEN ÖĞÜTLERLE HASAN DEDE SOHBETLERİ – 1

🌹“En büyük mücâdele nefsinizle yaptığınız mücâdeledir.”

Hazreti Ali

Bir gün Hazreti Ali Efendimiz savaşta dövüşürken karşısındaki cengâveri almış altına tam Zülfikârını çekmiş boynuna vuracak iken, cengâver ansızın Hazreti Ali’nin yüzüne tükürmüş. O esnada Hazreti Ali Efendimizin safrası kabarmış ve hemen Zülfikârı elinden atmış. 

Cengâver, Hazreti Ali’nin bu hareketine çok şaşırmış ve demiş, “Yâ Ali niye kılıcını vurmadın boynuma? Ben sana hakarette bulundum.” 

Hazreti Ali ona şu cevabı vermiş: “Sen benim yüzüme tükürdün benim safram kabardı. Ben Zülfikârı o hâldeyken senin boynuna vurmuş olsaydım, hizmetim nefsim için olacaktı Allah için olmayacaktı. Ben burada nefsim için dövüşmüyorum, Allah için dövüşüyorum. Kılıcı bunun için bıraktım.”

Cengâver, Hazreti Ali’nin bu sözünü işitince, “Sizin ne kadar büyük bir inancınız büyük bir imanınız varmış, ne olur bana talkın et, ben de sizin safınıza geçmek istiyorum.” 

Hazreti Ali, “Gel” demiş, “seni Hazreti Muhammed’e götüreyim, o sana talkın etsin.” 

Cengaveri Hazreti Muhammed’e götürdü, Hazreti Muhammed ona talkın etti, Müslüman oldu. Büyük bir iman sahibi oldu ve çok güzel hizmetlerde bulundu, Hazreti Ali Efendimizin yanında yer aldı. Cengâver aynı zamanda kalabalık bir kabîlenin evlâdı idi, kabîlesini de Hazreti Resûlallah’a getirdi, Müslüman ettirdi.

Yani, şifâî davranmak nefse uymamak insanı hep kazanca götürür. Ama nefsine uyudun mu her zaman kayba, zarara, ziyâna gidersin.

Uhud Savaşı çok büyük bir savaştı. Savaştan sonra Hazreti Peygamber aldı sahâbesini karşısına, sahâbe ona dedi ki: “Yâ Resulallah bu savaş kıyâmeti andırdı.” 

Hazreti Peygamber, “Bu savaş küçük bir savaştı, asıl büyük savaş bundan sonra başlayacak” dedi. 

“Nasıl olur yâ Resûlallah?” dediler, “bu çok büyük bir savaştı.” 

Hazreti Peygamber dedi ki: “Biz bu savaşta görünen düşmanla savaştık, biraz gaflete dalsak düşman bizi yenerdi; ama bir de görünmeyen düşmanımız var, her an bize tuzak kuruyor.” 

“O kimdir yâ Resûlallah?” dediler. 

“Nefsimiz” dedi, “Şimdi nefsimizle savaş edeceğiz. Nefsimizin isteklerine karşı gelirsek, biz mümin sıfatına ereriz. Fakat nefsimize ikrâmda bulunursak mümin sıfatından çıkmış oluruz.”

Hüdâvendigâr Mevlâna’nın ilk şeyhi Seyyid Burhâneddin Hazretlerinden de bir örnek vermek istiyorum: O da bir gün yolda giderken, karnı çok acıkıyor. Bir yemekhanenin önünden geçerken, bakıyor ki içerde tavuklar kızarıyor, pirzolalar, kebablar, çeşit çeşit yemekler pişiyor; bunları görünce Seyyid Burhâneddin Hazretlerinin nefsinin canı çekiyor. İşte o anda Seyyid Burhâneddin Hazretleri nefsiyle konuşuyor, diyor ki: Sana diyor, isteklerini vereceğim, ama ben de senden bir şey isteyeceğim. Nedir? Bak şurada bir çöp kutusu var, orada kedi köpek kemik yalıyorlar, sen de onlar gibi kemikleri yalarsan ben de sana istediğini vereceğim. Nefsi hemen karşı çıkıyor, yok diyor, ben öyle şey yapamam. O da diyor, o zaman ben de sana istediğini vermem… İşte böyle terbiye ediyor nefsini.

Yine Seyyid Burhâneddin Hazretleri şöyle buyuruyor: “Nefsi ile barışık olan kişi, bilsin ki Allah ile savaştadır.” Madem ki Allah ile savaştadır, o hiçbir zaman gâlib olamaz. Bir kişi nefsine hükmederse, bu kişi Allah ile barışıktır.

İşte Hazreti Ali Efendimiz bize en büyük örnektir. Dünya sofralarına elini bulaştırmamıştır, kimsenin ziyafetine gitmemiştir. Çünkü o ziyafetlerde istemeyerek haram da vardır. Tuz ekmeğini yemiştir, iki tane hurmasını yemiştir öyle çıkmıştır yola. Fakirlerden daha fakir yaşamıştır.

(Hazreti Ali’nin 100 Öğüdü)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 32

🌹“Mevlâna ay ışığı gibidir; ancak aydan süzülüp geçmedikçe, varlığım, güneşinin ışığına gözler dayanamaz. Güneş’in nûruna ve parlaklığına bakışlar dayanamaz. Ay Güneş’e erişemez, Güneş Ay’a ulaşmadıkça.”

Ant olsun ki, Mevlâna’nın yüzünü görmek, bizim için mutluluktur. Hazreti Muhammed’i (s.a.v) görmek dileyen, gitsin Mevlâna’yı görsün. Rüzgârla dalgalanan çimenler gibi, kendini zorlamadan onun önünde eğilsin. Bunun aksine davranmak isteyen de, dilediği gibi yaşar. Mevlâna’yı bulana ne mutludur! Ben kimim? Ben bir kere buldum, ben de mutluyum. Eğer inancından kuşkun varsa, o, en kestirme yoldan kuşkularını giderir. Biz şüphemizden dolayı bunu istiyoruz ki, bir zaman ondan hoşlanasın; bir zaman da, sana soğukluk gelsin. Bu bir iş hesabı değildir, dostluk hesabı da değildir. Bu yol o tarafa giden kestirme yoldur.

Bugün mânâ denizinin dalgıcı Mevlâna’dır. Ben ise tâcirim. Yani o incileri alıcıyım.

Dostluk, Mevlâna’yı gördükten sonra nefsini öldürmektir. Ta ki, onu bir daha bulamadık, öldü desinler.

Kimdir o? Hayat kaynağı eş öldü dedi!

Kimdir o? Ümit söndü, ateş öldü dedi… 

Mel’ûn, dama çıktı yumdu bir an gözünü, 

Düşmandı ya o, Dosta “Bak, güneş öldü” dedi…

Allah’a andolsun ki, bizim elinden kapıp kaldırdığımız o yiğidi, Allah sonunda yine bizden alacaktır.

“Toprağımdan eğer buğday bitse, o buğdaydan ekmek pişirsen, kokusu tıpkı şarap gibi gittikçe artan bir sarhoşluk verir. 

Hamurunu yoğuran ve ekmek yapan, keyfinden dîvâneye döner, pişiren zevkinden mestâne beyitler okur. 

Eğer ziyaret için kabrime gelirsen dikkatle bak: sandukam karşında oynak görünür…

Kardeş! Kabrime gelirsen tefsiz, mûsikîsiz gelme; zîrâ Tanrı’nın derneğinde gamlı durmak yaraşmaz. 

Çenesi bağlı mezarında uyuyanın ağzı, o sevgilinin sunduğu afyonu çiğniyor… 

Eğer kefenimden bir parça alıp yırtsan, göğsüne taksan, rûhunda meyhâneler açılır, her taraftan gelen çeng sesleri arasında sarhoşların gürültüleri işitilir…

Her işten elbette bir iş doğar. Hakk beni aşk şarabından yaratmıştır. Ölüm beni ezse bile gene ben aşkım. 

Madem ki ben mestim ve aslım da madem ki aşk şarabıdır, sen söyle; şaraptan sarhoşluk ve keyf vermekten başka ne beklenir?…

Şems-üddin-i Tebrizî’nin rûhunun burcuna, bir an olur ki, rûhum uçar, gelmez.”

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 31

🌹“Âşıkın âhından gök yarılır, âşıkların iniltisi hor görülecek şey değildir. Felek, asıl âşıklar için döner.”

Dosta kim acır?

– Yine dost…

Kalk, biz de aşk ile hızlı hızlı dönelim…

Hastanın âhını kim duyar?

– Yine hasta…

Şefkatli baharın gözyaşları nerede? Gelsin, dikenin eteğini güllerle doldursun…

Amansız hazandan dinleyiniz; hazan:

– Lezzetleri yıkan zikri çoğaltınız, diyor.

(Hazreti Muhammed, Sıddık ile mağarada iken ona: “Mazlum olma; Allah bizimle beraberdir” dedi) İşte içinde ikinin ikincisi o olunca, mağara bile güzelleşir…

Âşıkın âhından gök yarılır, âşıkların iniltisi hor görülecek şey değildir. Felek, asıl âşıklar için döner. Kalk, biz de aşk ile hızlı hızlı dönelim…

Hazreti Muhammed’e, Allah: “Sen olmasaydın, gökleri yaratmazdım” niçin dedi?

– Bil ki, seçkin olan Ahmed, aşk madeni idi de onun için…

Gök, aşkın etrafında döner. Bu dönen kubbe, aşk için yaratılmıştır. Yoksa ne ekmekçilik için, ne demircilik için, ne orak biçme, ne de attârlık için yaratılmıştır.

Bu mundârın etrafında daha ne kadar dönüp dolaşacağız? Bir müddet de âşıkların etrafında dolaşalım…

Nerede o göz ki, kapıdan, duvardan başını çıkarıp canları görsün. Kapı, duvar, ateş, rüzgâr, toprak hepsi birer nükte söylerler, hikâyeler anlatırlar. Terazi, arşın ve mihenk gibi… Vakıa bunlar da görünüşte dilsizdirler, söylemezler ama pazarın hâkimidirler.

Ey âşık! Hadi, gökler gibi dön; susmuş fakat bütün söz kesilmiş olarak…

Ey sâkî! Gözyaşlarıma, bahar bulutu gibi gül dök, şarap getir. Tövbemiz henüz dürüst değildir, benim kırık gönlümden elini çek.

Ey sâkî! Kadehi durmadan sun ki, canımı önüne saçayım; aşkta bir kadehi içip boşaltıncaya kadar kanlı gözyaşlarıyla kucağımı doldurayım; aşk yolunda her gün gök gibi yeni işe başlayalım… Ooh… Bu ne güzel başlangıç, bu ne güzel iştir…

Şarabın tortusu ve gönül derdi benimle arkadaş, şarabın tortusu ve gönül derdi bu ikisi de yârin gamıyla arkadaştırlar…

Bu külhânda başım önümde, tövbe ve istiğfârdan vazgeçmişim; kilisenin kuytu bir yerinde, âşıklar dersini veriyorum. Minberin ayağını direğin başına astım. Ben fânîyim, bütün hiçim ama bâkîyim. Duvar suretindeyim ama sırf rûhum.

Ey sâkî! Gönlümden bir âh çeksem bu âhımın sesi, sende de yankılanır. Bizim şarabımızı sen başka bir kadehten ver. Zîrâ biz ne mestiz, ne ayık… Âşıkların bulunduğu yerin ucubucağı, dibi yoktur. O, kâbenin de meyhânenin de üstündedir. Âşıklar eğer dostsuz bir nefes alsalar, hırkaları da tesbihleri de zünnâr olur.

Biz hepimiz bu yolun susamışlarıyız; aynı zamanda da kalender gibi candan doymuşuz. Aşkın mestiyiz; uzun bir yola, çetin bir geçide yüz çevirmişiz; sofrada azık kalmamış, binek atı tâkâtten düşmüş, sahrâ karanlık, yürünecek yol uzun, öyle sonsuz bir yol ki, her saat onun binlerce ve yüzbinlerce fedâisi var…

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 31

🌹“Ey can! Acaba kim olduğundan haberin var mı? Ey gönül! Sendeki konuğun kim olduğunu biliyor musun? Ey beden! Sen her hileye bir yol arıyorsun. Seni kendine çeken odur, seni arayanın kim olduğunu anla!”

Gökten cana nîdâ geldi:

“Ey Hakk’tan gelen! Geri dön; Essâlâ…

Can dedi ki:

“Ey seslenen sevgili! Ehlen ve sehlen, merhaba…”

Kulağım sesini duydu, istiye istiye uydum, her anda sana yüzlerce canım fedâ… Bir kere daha seslen ki; ‘Hel etâ’ ya uçayım. Ey eşsiz misafirimiz! Canımdan durup dinlenmeyi aldın. Bilmem ki, biz seni nereye davet edip de oturtalım?…

Nîdâ eden cevap verdi:

“Nereye mi? Candan ve yerden dışarıya. Ben bu zindandakilerin ayağından, ağır bağı çözüp çıkaracağım. Göğe bir merdiven dayayacağım, o merdivenle can yükseğe çıksın. Sen ki, cana can katan bir cansın, bizim şehrimizdensin; bizden olduğun hâlde gönlünü garipliğe bırakmışsın. Vefâkarlığın şartı bu mudur?”

Sana boşgezenlik tatlı gelmiş, evini barkını unutmuşsun. Bâbil şehrinin kokmuş ihtiyar büyücüsü hile ile seni büyülemiş. Bak, ârifler o merhaleye doğru kafile kafile ve üst üste koşuyorlar; nasıl oluyor da sen bunlara başını dönüp bakmıyorsun? Nasıl oluyor da onların ayağından kopan toz başına konmuyor? Bıraktıkları çamur ayağına sürünmüyor? Kervancıların kervan çıngıraklarının önden ve arkadan gelen seslerini nasıl oluyor da duymuyorsun? Sözümüzü, sohbetimizi anlıyan nice arkadaş burada kulağımızın dibinde oturmuş, yine nice halk burada bizim sarhoşumuz, bizim hayranımız olmuş, neşeler içinde nârâ atarak kulağımıza:

“Daha ne zamana kadar padişâhlar dilenci olacaklar?…” diyorlar.

Ey sevimli nîdâ! Ey âşıkların ilkbaharı! Sende sevgili yârimizin haberi var. Çimenler seninle gebe, bağlar seninle gülüyor… Siz ey hoş nefesli rüzgârlar! Âşıkların feryâdına yetişin. Ey candan ve mekândan daha temiz olan sen! Bilmem ki, nerede idin, nerede? Ey Ruma, Habeşe, fitne olan! Senin güzel kokuna hayran oldum. Sen Yusuf’un gömleği misin? Yoksa Cenâb-ı Mustafa’nın hırkası mısın?

Ey doğruluk ırmağı! Sen sevgilimizin nehrindensin, sinelerde Tûr-u Sînâ’sın, sen canlara can katarsın. Senin sözün de sohbetin de hoş, senin her hâlin, her şeklin de hoştur. Zaten aylar, yıllar senin kölendir. Yoksa sen baştan başa bütün can mısın? Yoksa sen zamanın Hızır’ı mısın? Yoksa Âb-ı Hayat mısın? Bizdeki büyüyüp gelişmeler hep sendendir…

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 30

🌹“Aşkta arzuyu bırak, ârı, adı, sânı terket. Her iyiye altın gözü ile bak, cefâya vefâ, de… Sevgili, çektiğim gamdan ötürü, elimin ucunu tutsa, artık benim için gökteki sidreden yere düşmek korkusu yoktur.”

Kim bizi iyilikle anarsa, o da cihanda iyilikle anılsın…

Bir kimse biri hakkında iyi derse, o iyilik, o hayırla anış, ona ait olur, hakîkatte o övmeyi, o teşekkürü kendine eder.

Bu neye benzer?

Meselâ bir adam, evinin etrafına gül reyhan diker, her bakışta gözünün önünde güllük ve reyhanlık görür, hep cennet içinde kalır…

Şuna buna iyi demeyi huy edinince ve bir kimsenin iyiliğiyle meşgul olunca, o kimse onun sevgilisi olur ve onu anınca, sevgilisini anmış olur. Sevgilisini anmak, gül ve gülistandır, güzel kokulu çiçeklerdir, reyhandır ve rahatlıktır…

Birinin fenalığını söyleyince, o kimse onun nazarında sevilmemiş olur. Onu anınca, hayali önüne gelir; yılan, akrep ve dikenlerin hep birarada gözünün önüne gelmesi gibi…

Şimdi madem ki, gece ve gündüz gül, gülistan ve cennet bahçelerini görebileceksin, niçin dikenler ve yılanlar arasında kalıyorsun?…

Şimdi Tanrı velîlerinin herkesi dost tutmaları ve iyi görmeleri başka bir şey için değil, kendileri içindi. Hoşlanmadıkları ve sevmedikleri hayal gözlerinin önüne gelmesin, diye böyle yaptılar.

İnsanların anılması ve hayallerinin göz önüne gelmesi tabiidir. Velîler insanları anmakta, hep sevilenin ve istenilenin hayali gözlerinin önüne gelmesine çalıştılar. Ta ki, sevilmeyenin verdiği tiksinme, yollarını karıştırmasın…

Şu hâlde halk için, iyilik ve kötülükten her ne yaparsan, sana ait olur.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…