MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (126)

Hazreti Mevlana buyuruyor ki: “Anlattıklarımı aklınızla değil, kalbinizle dinleyin. Çünkü kalb topraktan yaratılmıştır. Ona ne ekersen bir gün mutlaka filizlenir. Ama akıl sudan yaratılmıştır. Suyun üstüne ne yazarsan anında silinir gider.” Mevlana’nın bu sözleri hakkında ne buyurursunuz Hasan Dede?

Cenab-ı Pirin bu söyledikleri de çok yerindedir. Akılda her şeyi tutamazsın, çünkü akıl baştadır, çok yerlere eser gider. Ama kalbe birşey koydun mu, kolay kolay gitmez.

Kalb, sevgilinin en çok istediği yerdir. Eğer kalbine iman ettiğin yeri koyduysan, artık sana ait birşey kalmaz, herşey ona aittir. Ama eğer kalbimiz çarşıya dönmüş ise, bir sürü şeylerle dolu ise, o zaman o dosttan söz edemeyiz ve onun o güzel yüzünü göremeyiz.

Hazreti Mevlana, kalbe ‘saray’ ismini vermiştir ve şöyle demiştir: “O saray, benim muhabbetimle mahmur olmadıkça, sen o sarayda beni göremezsin.”

Bakın şimdi sizlere Musa Kelamullah’dan bir misal vereyim. Musa Kelamullah, birgün Tur-i Sina’da Allah’a demiş ki: “Allah’ım seninle çok dertleşiyoruz, senden birçok mesajlar alıyorum ve ümmetime sunuyorum. Ne olur, bir akşam bana misafir gel.“ Allah da ona cevap vermiş, demiş ki: “Tamam Musa, yarın akşam senin misafirin olacağım.” Bu mesajı alan Musa sevincinden pervane gibi olmuş. Evini temizlemiş, süpürmüş; akşam olmuş evde volta atıyor, Allah onu ziyarete gelecek diye bekliyor. Tam akşam saatinde kapısı çalınmış. Musa Kelamullah kapıya koşmuş ve gelene seslenmiş: “Kim o?” Gelen kişi dışardan cevap vermiş: “Ya Musa, ben Tanrı misafiriyim. Buyur var mı?” Musa Kelamullah dönüp ona demiş ki: “Ben seni bu akşam buyur edemem, çok önemli bir misafirim gelecek. Ama mademki buraya kadar geldin, seni boş çevirmeyeyim.” Gitmiş bir testi almış gelmiş ve, “Al bunu bana su doldur da getir” demiş. Tanrı misafiri testiyi almış, bir zaman sonra su dolu testiyle yine gelmiş. Musa Kelamullah, testiyi almış ve karşılık olarak eline bir parça ekmek vermiş ve onu göndermiş. Sonra tekrar beklemeye koyulmuş. Sabaha kadar beklemiş, Tanrı ortada yok. Kalkmış Tur-i Sina’ya gitmiş. “Allah’ım sabaha kadar senin gelmeni bekledim. Vaad ettin ama gelmedin” demiş. Allah cevap vermiş: “Geldim ya Musa! Ama sen elime bir testi verdin, hadi git buna su doldur da getir, dedin. Sonra elime bir parça ekmek sundun ve beni gönderdin.” İşte Musa bunu duyunca çıldırmış. Meğerse Tanrı’yı başka bir sıfatta görmeyi bekliyormuş.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (124)

Hazreti Mevlana, “Canlarda perde kalksaydı, canların her sözü mesihane olurdu. Ruh, su gibi temiz ve saftı, cisme gelince toprağa bulandı” diye buyuruyor. Ruh ve beden arasında nasıl bir bağ vardır Hasan Dede?

Hazreti Mevlana bu beyitlerinde şunu söylemek istiyor: Ruh, bedene intikal etmeden önce berrak suyu andırırdı. Suyu bir kaba döktüğünüz zaman, kap ne renkteyse su da o rengi alır. İnsanların da içinde nasıl bir düşünce, nasıl bir muhabbet varsa, ruh da o düşünce ve muhabbetle kendi özünü kaybeder veya bulur. Ruhun özüne ulaşması için Hazreti Muhammed, selam olsun üzerine, her zaman oruçlu gezerdi, bedeninin isteklerine düşkün değildi. Ona yüz tutan Evliyaullah da riyazatlı yaşarlardı. Riyazatlı yaşadıkları için de ruhlarının özüne inerlerdi. Özlerine indikleri zaman, artık kendilerine ait hiçbir şey kalmaz, tamamen Hakk ile Hakk olurlardı.

Bizler malesef kendi özümüzü bilmiyoruz, onun inceliklerini öğrenmiyoruz, araştırmıyoruz. Gün geliyor ömür bitiyor, arkamızdan bir-iki rahmet okunuyor ve aylar yıllar geçiyor, unutulup gidiyoruz.

İnsan gelmemiştir bu aleme ölmek için; insan bu aleme, dünya durdukça yaşamak ve yaşatmak için gelmiştir. Dünya durdukça yaşamak ne demektir? Sevenlerinin gönlünde anılmaktır.

Bugün Musa Aleyhisselam kendi cemmatiyle anılmaktadır. İsa Aleyhisselam kendi cemmatiyle anılmaktadır. Hazreti Muhammed Efendimiz, kendi cemaatiyle anılmaktadır, hatta bütün dünya üzerinde her saniye ezanlarla anılmaktadır. Bütün Evliyaullah, Hazreti Muhammed Efendimize gönül vermişler ve O’nunla anılmaktadırlar. Cenab-ı Mevlana da, Musevisi olsun, İsevisi olsun, her dinden, mezhepten sevenleriyle anılmaktadır.

Bizlerin tek yapmamız gereken, ölümsüzleri kendimize dost edinmektir. Hazreti Muhammed Efendimizin hayatını okuyup, O’nun huylarıyla huylanmak, O’nunla yaşamak ve O’nu yaşatmaktır. Vade geldi mi, bizim şefaatçimiz O’dur; Ondan başka hiçbir yerden şefaat bulamayız.

Allah, herşeyi insanla bilir; Allah herşeyi insanla söyler, bütün güzelliklerini insanla bildirir. Kim orayı dinler, oradan hisse alırsa, kendini kurtarmış olur. Kim bunlara kulağını tıkarsa, sonrasında başına gelenlerden Allah’ı mesul tutamaz. Allah, baştan aşağı şefkattir, baştan aşağı rahmettir. Allah kimseye ceza vermez, bela vermez. Allah’ın en güzel yüzü Hazreti Muhammed Efendimizden tecellisini göstermiştir. Hazreti Muhammed Efendimiz baştan aşağı rahmettir, baştan aşağı güzelliktir. Kendisine ne kadar hakaretler yapılmış ise O yine onlar için Allah’tan hidayet dilemiştir ve rıza kılmıştır.

Fakat insanlar bu güzelliklerin peşinde koşmak yerine nefsi arzularının peşine düşüyorlar. Ondan sonra başlarına kötülükler geldi mi, hem kendileri üzülüyor, hem ailesi üzülüyor. Allah da üzülüyor. O sana Peygamberler gönderiyor, Veliler gönderiyor, öğretmenler gönderiyor; ama sen onları dinlemiyorsun, o zaman Allah daha ne yapsın?

Ne kadar güzellik, iyilik varsa bu alemde, Allah bütün o güzelliklerin, iyiliklerin kaynağıdır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (105)

Hasan Çıkar Dede

Hasan Dede bu alemde en çok ne yapmak istedi, insan toplumuna neyi vermek istedi?

Bütün insanlık alemini bir görmek, hepsini birbirine karşı sevgide saygıda görmek istedi. Onun bütün yaşamı bunu için geçti. Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana ne istediyse biz de aynısını istedik. Hazreti Muhammed’e tam bir imanla yüz tutanlar rahat ettiler. Hazreti İsa’ya, Hazreti Musa’ya yüz tutanlar rahat ettiler. Kim Peygamberlerin sözünün dışına çıkıp egosunda kaldıysa perişan oldu. Çünkü Peygamberler, Evliyalar menfaatsiz dostturlar. Onlar bu dünyaya insanları irşad etmek, gel benim gibi ol, demek için geldiler. Sevdiler, hep sevgiden söz ettiler, hiç usanmadan cemaatlerinin yanlarında bulundular. Onların sözleri ferahlık verip, huzura kavuşturdu. En sonunda gözler açıldı, gönüller büyüdü, ruh ferahlığa kavuştu ve oraya imanla baktılar. Onların gövdeleri kalktıktan sonra kim oraya tam vekalet ettiyse aynını söyler. Hasan Dede ikilik tohumu atmadı, küfrü de iman bildi. Temize dokunamazsın ama öbürleri ile uğraşırsın, küfürde olanları yavaş yavaş bıkmadan yola getirmeye çalıştı.
Hazreti Muhammed’e gayrimüslim bir bedevi misafir gelmişti. Hazreti Muhammed’in bir keçisi vardı. Diyelim iki, üç bakraç süt veriyordu. Bu bedeviyi nasıl doyuracağım diye düşünürken, keçi birkaç misli süt verdi. Bedevi tıka basa karnını doyurdu. Bir vakitten sonra gece sıkıştı fakat kalkamadı, yatağı berbat etti. Sabah kalkınca da Hazreti Muhammed’in serdiği o temiz çarşaflarla, üstünü başını temizleyip, heyecandan haçını unutarak, haber vermeden gitti.
Peygamber Efendimiz, sabahleyin hal hatır sormak, kahvaltı ikram etmek için misafirini kaldırmaya gittiğinde, odada berbat bir koku ile karşılaştı.
Bu pisliği madem ki benim midem kaldırmıyor, bu çarşafları temizlemesi için kimseye veremem diye düşünerek, kuyudan su çekip, tekneyi doldurdu ve o çarşafları kendi elleriyle temizlemeye başladı. Mübarek kimseye yük vermiyor…
Bedevi putunu unuttu ya, bütün inancı ondan, onsuz duramadığından tekrar Hazreti Muhammed’in evine gelip, kapı aralığından baktı. Hazreti Muhammed’i onun pisliklerini temizlerken gördü, utanç içinde içeri girip, selam verdi.
Hazreti Muhammed, “Rahat uyudun mu? Olmuş, insanlık hali, sıkılma. Niçin geldin?” diye sordu.
“Putum için.”
“Al putunu.”
“Hayır istemiyorum. Senin gibi büyük insan zor bulunur, senin yoluna girmek istiyorum” diyerek Peygamber Efendimizin elini öptü. Daha sonra da, “Benim halim ne olacak? Ben doyamıyorum” der.
“Bundan sonra çok az şeyle doyacaksın.”
“Nasıl?”
Hazreti Muhammed, ona güzel bir nasihatte bulundu.
“Yemeğe başlarken, Besmele çekeceksin. Hakk’ı düşün, Allah sana yardımcı olacaktır.”
O doymayan adam Besmele çektikten sonra, Hakk’ı düşününce iştahı kesildi, çok azla misal çeyrek ekmekle doydu ve çok güzel bir insan oldu. Kim onu insanlığa sürükledi? Hazreti Muhammed’in büyüklüğü. Öf, uğraşamam demedi. Ya sabır diyerek, hizmete girdi.
Hazreti Mevlana, bir gün ılıcaya gitmişti, o sırada havuzda cüzzamlılar yıkanıyordu. Hazreti Mevlana gelince cüzzamlıları çıkarıp, suyu temizleyip, elma yaprakları atmak istediler. Hazreti Mevlana, “Hiç kimseye dokunmayın” diye seslendi. Cüzzamlılarla beraber yıkanarak, onlara su atıp onlarla hasbıhal oldu. Hazreti Mevlana’nın onlara su atmasıyla yaraları şifa buldu.
İnsan olmak çok zor. O derdi veren de, dermanı veren de Allah. Madem elçisin, her şeye katlanacaksın. O, seni imtihana tutuyor, ben yapamam, edemem demek yok.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (101)

Kur’an-ı Kerim’i Türkçe okuduğumuz zaman da hatim indirmiş olur muyuz?

Elbette. Sakın aklınızı şüphelere sokmayın. Okuduğunuz zaman duasını yapar, hatim sahibi olursunuz. Arapça bilmiyorsan Türkçe oku, her şey niyete bağlıdır. Türkçesini okursan, ne söylediğini anlarsın, daha güzel.
Zamanın birinde Beyazıt’ta güzel sesli bir hafız Aşr-ı Şerif okurken, cemaatten biri çok duygulanıp ağlamaya başlamış. Cemaatin içinde bir Arap varmış. Aşr-ı Şerif bitince Arap, adamın yanına giderek, “Niye ağlıyorsun. Aşr-ı Şerif’te Hazreti Muhammed ne söylüyor, anlıyor musun?” diye sormuş.
“Yok. Çok duygulandım, ağladım.”
“O miras ayetidir. Bir evin büyüğü, Hakk’a yürüdüğü zaman, mirasın nasıl taksim edileceğini anlatıyor.”
Adam bunu duyunca o duygu gitmiş. Tabii makam güzel anlamadan ağladı ama anladıktan sonra ağlama bitti. Duygulanacak ayetler de var, yaşamı düzenleyen ayetler de. Onun için siz anlamına girerseniz, daha güzel olur, öyle gelişi güzel okumayın, öğrenin anlayın.
Rahmetli Mustafa Kemal, “Ben milletimin daha dindar olmasını isterim” dedi. Dindar olmakla, okuyup anlamına varmayı kastetti. Anlamsız bir şey okursan, ne okuduğunu bilmiyorsan ne kıymeti var.

 

Her şey niyete bağlıdır, dediniz, bunu açıklar mısınız?

Size Mesnevi-i Şerif’den şöyle bir hikaye anlatayım:
“Musa Aleyhisselam, bir gün bir başına dağları dolanırken, uzaktan yoksul ve yanlız bir çoban gördü. Çoban dizüstü çökmüş, ellerini semaya açıp dua etmekteydi. Bu durum Musa’nın çok hoşuna gitti, ama yaklaşıp da çobanın duasını duyunca şaşırdı. Çoban Rabbine şöyle yalvarıyordu: Kurban olduğum Allah’ım. Seni ne kadar severim, bir bilsen. ne istersen yaparım, yeter ki Sen iste. Sürüdeki en yağlı koyunu kes desen, gözümü kırpmadan keserim Senin için. Koyun kavurması güzeldir. Allah’ım, kuyruk yağını da alır pilavına katarsın, tadına yenmez olur… Musa duaya kulak kabartarak çobana yaklaştı. Çoban duasına devam ediyordu: Yeter ki Sen dile, ayaklarını yıkarım. Kulaklarını temizler, bitlerini ayıklarım. Ne kadar çok severim ben Seni. Sana çok hayranım… Duydukları karşısında Musa öfkeden küplere bindi, bağıra çağıra kesti çobanın duasını: Sus, seni cahil adam! Ne yaptığını sanırsın? Allah pilav yer mi? Allah’ın ayakları mı var yıkayasın? Böyle dua olur mu? Külliyen günaha giriyorsun. Derhal tövbe et!.. Çoban, Musa’dan azarı işitince kulaklarına kadar kızardı, utancından yerin dibine girdi. Bir daha böyle kendi kafasına göre dua etmeyeceğine gözyaşları içinde yeminler etti. O gün akşama kadar Musa çobanın yanında durup ona temel duaları ezberletti. Sonra ‘Allah benden razı olur, iyi iş yaptım’ diye düşünerek yoluna devam etti. Musa o gece bir ses işitti, seslenen Rab idi: Ey Musa! sen bugün ne yaptın? Sen ayırmaya mı geldin birleştirmeye mi? Şu garip çobanı azarladın. Onun bana ne kadar yakın olduğunu anlayamadın. Ağzından çıkan lafı bilmese de, o çoban inancında samimi idi. Kalbi temiz, niyeti halisti. Biz kelimelere bakmayız, niyete bakarız! Kelamlara bakacak olsak yeryüzünde insan kalmazdı! Biz çobandan razıydık. Başkasına medih olan söz sana zemdir. Ona bal olan sana zehirdir. Sen işittiklerini inkar ve küfür saydın ama bilsen ki bir kabahati varsa bile, ne tatlı kabahattır onun ki… Musa hatasını anladı ertesi gün çobanın yanına gitti çoban duaya durmuştu yine, ama dünkü heyecanından, samimiyetinden eser yoktu. Öğretildiği gibi yakarmaya gayret gösterdiğinden, aman bir yanlış laf etmeyeyim diye takılıyor, kekeliyor, terliyordu. Musa, çobana ettiğinden pişman olup sırtını okşadı ve dedi ki: Ey dost, ben hatalıyım, ne olur affet. Bildiğin gibi dua et. Allah nazarında böylesi daha kıymetlidir.”
Allah gönüle bakar; eğer senin gönlünde varsa Hazreti Muhammed, Ehli Beyt, Mevlana, temiz bir niyetle gönlünü bağlamışsan ikrar verdiğin yere ve bir an dahi ikrar verdiğin yerin dışına çıkmıyorsan, işte o zaman sen her an ibadette sayılırsın. Temiz bir niyetle yapılan dualar, Allah katında mutlaka suret bulur ve güzellikler zuhura gelir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (92)

Üç semavi dinin içinde İslamiyet en son ve yeniliklere en açık din olmasına rağmen malesef bakıldığında en gerilerde görünüyor. Bunun nedeni nedir?

Her Peygamber geldiği devre göre konuştu. Hazreti Muhammed, Peygamberlerin en medenisidir. Bütün Peygamberler bu aleme onun nuru ile geldiler, onun ışığı ile yaşadılar ve ruhlarını yine ona rücu ettirdiler. Hazreti İsa, “Benden sonra bir Prens gelecek, ismi Ahmed, ona kim yetişirse benim selamımı söylesin, beni ümmetinden saysın” diyor. İkibin küsur sene önce methetmiş. İncil’de yazar.
Toplum, Hazreti Muhammed’de Hakk’ı görmediği için böyle ikiliklerde bir hayat sürdürdü ve cehaletten kurtulamadı. Hazreti Muhammed hayatı boyunca hep cehaletle savaştı. Muhammedi demek; aydın, insancıl, barışçı, sevgi dolu bir yaşam sürmek, bütün insanları bir görmek, hiç ayırım yapmamak demektir. “Ben bütün aleme rahmet olarak geldim” dedi. Ama şimdi topluma baktığımızda, Hakk’ı kisvelerde arıyorlar. Hakk, türbanda, külahta, takkede bulunmaz, bunlarla görünmez. Hakk’ın bütün güzellikleri senin güzel ahlakından, temiz gönlünden, güzel hizmetlerinden, sende tecellisini gösterir. Teferruatla bu güzellikler meydana gelmez. Bizler hiçbirine karşı değiliz, ister başı açık gelsin, ister türbanlı otursun, karışmayız. Çünkü burası Hakk kapısıdır. Biz toplumumuzun daha ileri gitmesini, daha aydın, daha bilinçli olmasını isteriz. Hıristiyan alemi çalışmış, şehirler gibi gemiler, havaalanları yapmışlar. Çünkü Allah çalışana verir, tembele hiçbir şey vermez.
Size şöyle bir hikaye anlatayım… Bir gün, Hazreti Musa, Tur-i Sina’da Allah’a demiş ki: “Destur verir misin kullarını bir keşfedeyim, ne yapıyorlar, sana karşı nasıl bir sevgileri var?” Nida gelmiş, “Buyur, çık seyret.”
Dolaşırken bir çiftçi ile karşılaşmış, selamlaşmışlar.
“Ne yapıyorsun?”
“Toprağı sürüyorum.”
“Ne ekeceksin?”
“Buğday.”
“Olacak mı?”
“Allah verirse olur.”
Musa saf, bu Allah2a dayandı diye hoş görmüş. Daha ileride yine biri tarlasını sürüyormuş, ona da selam vermiş.
“Ne yapıyorsun?”
“Ya Musa, toprağı sürüyorum.”
“Ne ekeceksin?”
“Buğday.”
“Olacak mı?”
“İster istemez olacak.”
“Ya Allah vermezse?”
“İster istemez verecek.”
Bunu duyunca Musa çok şaşırmış. Başkalarına gitmeyi bırakmış, doğru Tur-i Sina’ya gelmiş. Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıkmış.
“Allah’ım iki kulunu ziyaret ettim. İkisi de çiftçi, tarlayı sürüyorlardı. Birine buğday olacak mı? idye sordum. Allah verirse, dedi, sana sığındı. Diğeri, ister istemez olacak, dedi. Ya Allah vermezse? dedim, ister istemez verecek, dedi, sana kafa tuttu.”
Cenab-ı Hakk sordu, “İlk ziyaret ettiğin çiftçinin işine baktın mı, toprağı nasıl işlemişti?”
“Baktım, tam manasıyla toprağın hakkını vermemiş, arada topaçlar vardı.”
“Ona istersem veririm, istemezsem vermem. Öbürü toprağı nasıl işlemişti?”
“Toprağı kahve haline getirmiş, toprağın hakkını vermiş.”
“Ya Musa, o toprağın hakkını vermiş, ben ona vermezsem, adaletim dünyadan kalkar!”
Bu üçbinbeşyüz küsur senelik Hazreti Musa’nın kıssasından Hazreti Muhammed’e gelelim. Onun bir ismi de Cabbar, hep çalışmış. Dünya işinin bırakıp yalnız ahiret için çalışmak olmaz. II. Dünya Savaşı’nda Almanya yerle bir oldu ama sonra yine gelişmiş ülkeler arasındaki yerini aldı. Çünkü çok çalıştılar. Hani sen en aydın bir Peygamberin ümmetiydin?..
Çok çalışmamız, uykudan uyanmamız lazım. Gözler açık ama uyuyoruz. Hazreti Muhammed, Evliyaullah, gözümüzü açmaya, bizleri uyandırmaya, aydınlığa sürüklemeye geldiler. Aklını kullanmadan, kör gibi yaşamak bizim suçumuz.
Herkes mesleğini sevgiyle işlerse bu vatan, bu toplum kalkınır. Allah hepimize göz açıklığı versin. İşimize karşı sevgimizi, aşkımızı çoğaltsın.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (91)

Kudüs’teki üç semavi dine gelince…

Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da kırksekiz Peygamber yatar. İlki İbrahim Halilullah, en son İsa Ruhullah, Musa, Yakub, Yusuf, Davud, Süleyman, Zekeriya hepsi orada yatarlar. Mescid-i Aksa’nın kırksekiz penceresi vardır. Kırksekiz pencereden her biri bir Peygamberi temsil eder. Hazreti İsa orada yattığı için oraya Ruhul Kudüs de denir.
Dünyamızda üç tane hadrai kubbe var. Hadra, yeşil demektir. Yeşil irşattır. Birincisi Mescid-i Aksa, ikincisi Medine’de Hazreti Muhammed’in makamı, üçüncüsü Konya’da Cenab-ı Mevlana’nın makamıdır.
Kudüs’e gidip kırksekiz Peygamberi ziyaret eden Hazreti Muhammed ve Hazreti Mevlana’yı da ziyaret etmiş olur. Medine’ye gidip Hazreti Muhammed’i ziyaret eden kırksekiz Nebi ile Hazreti Mevlana’yı ziyaret etmiş olur. Hazreti Mevlana’yı Konya’da ziyaret eden Mescid-i Aksa ve Medine’yi de ziyaret etmiş olur. Bu nasıl oluyor? Bir gün Sultan Veled Hazretleri manasında (rüyasında) bir cenazenin sayısız nurlu sima tarafından kendi dergahlarına getirildiğini görür. O nurlu simaları görünce büyük bir coşku içinde cenazeye koşar ve taşıyanlara, “Bu cenaze kimdir nereye götürülüyor?” diye sorar. “Tabutun içindeki Hazreti İbrahim Halilullah, bizler de gelmiş geçmiş Peygamberleriz. Hazreti İbrahim Halilullah’ı Kudüs’ten sizin oraya taşıyoruz ve bizler de taşınıyoruz” diye cevap verirler.
Sabah babasının huzuruna çıkıp manayı (rüyayı) anlatır. Cenab-ı Mevlana, Sultan Veled’e dönüp semahanenin kapısına şu yazıyı yazın der:
“Kimin haccından şüphesi varsa gelsin burayı ziyaret etsin hacı tam olsun. İbrahim Halilullah bedenen Kudüs’te, ruhen buradadır.”
Türbe-i Saadet’deki o yazı bu manadan (rüyadan) sonra yazılmıştır. Bir yerde Hazreti Mevlana, Makam-ı İbrahim’dir.
Hazreti Mevlana, Hakk’a yürüdükten sonra, Molla-i Cami Hazretleri, Hüsameddin Çelebi’ye bir ikindi vakti taziyeye gelip, “Allah sizlere sabırlar versin. Mana güneşi gönüllere sırlandı. Sizden ikindi namazını kıldırmanızı istiyoruz” der.
Hüsameddin Çelebi, “Bizde imamiyete çıkmak yoktur, aramızdan bir hoca ya da hafız imamlık yapar. Biz dosta cemal tutmakla mükellefiz” dese de, “Hazreti Muhammed aşkına, Hazreti Ali, Hazreti Mevlana aşkına imamiyete senin çıkmanı istiyorum” diye ısrara edince, büyük hürmetinden namaz kıldırmak için doğrulur.
Hüsameddin Çelebi, (selam olsun üzerine) sekiz rekatı bir şiir okuyup tekbir çekerek kıldırır.
Cemaattekiler, “Biz bu yaşa geldik şiirle namaz ne gördük ne duyduk” derler.
Namazdan sonra Molla-i Cami Hazretlerine giderek, “Efendi Hazretleri vakit geç olmadan ikindi namazını bir daha eda edelim kazaya kalmasın. Çünkü şiirle kıldırdı” derler.
“Böyle bir namazı hiçbir yerde bulamazsınız o kadar temiz bir dille Allah’a yöenlip, bizi kıyamda, secdede tuttu ki bu namaz kabul olmayacak da hangi namaz kabul olacak” diyerek onayladığını belirtir.
Daha sonra oradan kalkıp Cenab-ı Pir’in makamını ziyarete gider. Daha kapıdan girer girmez, Hazreti Pir’in ruhaniyeti Molla-i Cami’nin vücudunu sarar, emekleyerek kubura gelip gözyaşları dökmeye başlar. Merakla yanına gelen talebelerine, “Hazreti Mevlana’nın kişiliğini şimdi benim dilimden dinleyin ve yazın” der.
“Ulya-yı Kübra mısın? Kabe-i Beytullah mısın?
Asuman ferk eylemedi, Mevlan mısın, Mevlana mısın?”
Bu yazı bugün Türbe-i Saadet’in etrafında yazılıdır.
Cenab-ı Mevlana, dinler üstü bir kişi, kerem dolu bir varlıktır. Bütün dinlere saygı duyar, bütün Peygamberleri bir görür, onun için bütün dünya onu sever. İnşallah hepimiz ona layık oluruz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (88)

Maneviyatla temizlenmek nasıl olur?

Suyla yıkanmak, ayrı bir ferahlıktır. Bir de iç ferahlığı, maneviyat var, o insanın içinin temizler. Gerek Hazreti Muhammed, Hazreti İsa, Hazreti Musa, Hazreti Davud, Hazreti Süleyman, Hazreti Yakub olsun, gerek Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Abdülkadir Geylani Hazretleri olsun, hepsi küfürlerden arınmış tertemiz bir insan olarak ortaya çıktılar. Onlara bütün varlıklar hizmet ediyor. Çünkü varlıklar onun zuhuru, Hakk oradan yüzünü gösteriyor. İnsanın oraya erişmesi için hep nefsiyle kavga etmesi lazım. İnsanı bu güzelliklerden mahrum eden nefstir. Cenab-ı Hakk bu nefsi, şeytanını tanıman için yarattı. Ona uydukça başın belaya girer, uymazsan yolun düzlük olur.
Peygamberler, hiçbir menfaat beklemeden bizlere bu güzel reçeteleri yazdılar. Kim bu reçeteleri uyguladıysa maneviyatta sıhhatli yaşadı. Bu reçeteleri uygulamayanların tüm yaşantısı boşa gider. Ne kilise de haç çıkarmak, günah çıkarmak kurtarır, ne de camide kuru tövbe etmek kurtarır. Sadece kendi kendini kandırır. Kişi, kendimi değiştireceğim, Hazreti Mevlana’nın güzellikleri ile kendimi donatacağım, temiz bir insan olmaya ve topluma kendimi kazandırmaya çalışacağım, diye düşünerek uğraşırsa hiçbir zaman kayba girmez. Hep uğraşma, mücadele ister. Semalar, zikirler, namazlar bütün ibadetler yapılırken, Üstada karşı sevgi varsa o ibadetten zevk alınır. Hazreti Muhammed’e, Hazreti Mevlana’ya gönül bağlanmamışsa o ibadetlerden zevk alınmaz, yine boşlukta kalınır.
Temiz gezmek her zaman güzledir. Vücud daha sıhhatli, daha latif olur. Su her şeyin can damarı, dünyanın ruhu sudur, dünya suyla bir de güneşle can buluyor. İnsandaki su oranı dörtte üçtür. Nasıl dünyanın dörtte üçü su ise, insan da aynı.
Hazreti Mevlana’nın çok güzel bir kasidesi vardır, şöyle buyurur:

“Bizden bıkma biz çok güzeliz! Başkalarının kıskanmasından ötürü ürktük, güzelliğimizi gizledik.
Birgün beden örtüsünü canın üstünden atınca görürsün ki; canı ay da, firkad yıldızı da kıskanmaktadır. Onların hiç birinde canın parlaklığı yoktur.
Bizi görmek için yüzünü yıka, temizlen, kirliliklerden kurtul! Çünkü kirli bir insan bizi göremez. Kendini nefsani kirlerden temizleyemeyeceksen bizden uzak dur! Kendi güzelliğimiz bize yeter.
Biz yarın ihtiyarlayacak bir güzel değiliz, biz ebediyyen genciz. Gönlümüz rahattır, hoştur. Biz kadimiz, önümüze ön, sonumuza son yoktur.
Giydiğimiz beden elbisesi eskidi, yıprandıysa da, ne gam? O elbisenin içindeki ihtiyarlamadı. Ömür örtümüz fanidir. Fakat kendimiz uçsuz bucaksız bir ömürüz.
İblis Adem’in hakikatini göremedi. Örtüsünü gördü de ondan yüz çevirdi. Hazreti Adem ona, ‘Sen Hakk dergahından sürülmüşsün, kovulmuşsun, biz sürülmedik, kovulmadık’ diye seslendi.
İblis secde etmedi ama meleklerin hepsi secde ettiler de, ‘Gönlümüz örtü altında bir güzele düştü.
Örtü altında öyle bir güzel var ki; güzelliği aklımızdan başımızdan aldı da o güzelliğe karşı secdeye kapandık’ dediler.
İhtiyarlamış kişileri güzellerden ayırdedemezsek, aklımız, aşk aleminde bu seçmeyi yapamazsa, biz aşkta dinimizden dönmüş sayılırız.
Güzelin sözü mü olur? O Allah arslanıdır, biz çocukça sözlere daldık. Zaten de çocuklarız. Biz aşk bilgisinde daha alfabedeyiz, ebced okumadayız.”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (63)

Tekamülü tamamlamayı bize açıklar mısınız?

Dünya kuruluşundan beri canlı varlıklar, hep devrandadır. Tekamülü tamamlamak için misal olarak bütün dünya varlıklarından gönlü çekmek lazım. Hatta bir kişinin evladı varsa onu çok da sevse, ona da gönülle bakmayacak. Gönlünü tamamen Yaratıcı’ya bağlar, onun sevgisi, onun muhabbeti, onun bakışıyla hareket ederse yol alır. Eğer hem orayı, hem burayı, hem de Allah’ı severim derse, bu kişi kemalata eremez. Tekamül edenler içinde en büyük örnek Hazreti Muhammed’dir, sonra Hazreti Mevlana ve diğer Evliyaullah gelir. Onlar da bizler gibi beşerdi ama gönüllerinde Allah’tan başka bir şey olmadığı için konuşmalarında hep Allah muhabbeti vardı. Bir kişi iman ettiği yerin haline bürünürse, o kişide tekamül başlar. Sevgi yüzde seksen başka yere, yüzde yirmi Hakk’a ise burada tekamül olmaz.
Mevlana’mız sevenlerine diyor ki: “Bir gün bana tam manasıyla hizmette bulunduysan, ben şefkatimi senden çekmem.” Tabii ki, kemalata ererek götmek daha başkadır. Tekamül Hakk’la Hakk olmaktır, Hakk’tan başkasını gönüle koymamak, onun dışına çıkmamak, dünya durdukça ebedi hayata yol almaktır.
Hazreti Musa’nın, Hazreti İsa’nın, Hazreti Muhammed’in cemaati var. Hazreti Muhammed’den sonra Veliler geldi, onalrın da sevenleri var. Cemaati, sevenleri olan kişi ölümsüzlüğe yol almıştır, dünya durdukça yaşar. Böyle yerlere meyil vermeyen, ömrünü hay huy ile geçiren, gençliğine, parasına güvenen hiç hastalanmayacağını, yaşlanmayacağını, hep aynı sıhhatte, aynı güçte duracağını sanıp, maceradan maceraya koşan kişi bilmiyor ki Hakk’a yüz tutmadığı için her gün hep kayıba uğruyor. Bir gün gelecek hastalık zuhur edecek, zor yürüyecek, ne yerse yesin tat almayacak, parası da işe yaramayacak, gidecek yeri de bilmiyor. Allah’ım dese, Allah’ı tanımadı ki yüz tutsun koşsun, hayalde yaşamış, ismini biliyor, ama ona uygun yaşamamış, ona yol almamış. Bütün ömrü boşa gider. Ölen bedendir, ruh ölmez, ruhi ceza var. Hazreti Muhammed’in yatsı namazında vitri vacibin üçüncü rekatında gözünde oerde açıldı. Bütün alemi gördü. Ben-i adem sıfatındaki insanların iç alemlerini görüp, hemen, Allahu Ekber, dedi, Allah’a sığındı. Burada anlatıyoruz, bizden evvel de anlattılar. Alan kazanır, almayan kaybeder.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (46)

Dünya yaşamında aklımızı nasıl kullanmalıyız?

Dünyayı elden bırakmayacak ama gönlüne de koymayacaksın. Bazısının gözleri maddeden başka bir şey görmez, kendini kaptırmış gider.
Akıl, Allah’ın bir sevgilisinin aklıyla büyütülürse o akıl toprağa girmez. Misal olarak, Hazreti Mevlana’nın aklını beğenmiş, onun yaşamını, fikirlerini benimsemiş, onun aklı ile kendi aklını büyütmüş kişide büyük akıl vardır. Hazreti Muhammed’in, Hazreti Mevlana’nın, Velilerin akılları tasavvufta akl-ı külldür. Onlar akıllarını Hakk’ta yok ettiler. Hakk’ı gönüllerinin en güzel yerine koyarak, onunla yola çıktıkları için aklın büyüğü onlardadır. Bizlerse akl-ı cüz, akl-ı ma’ş, akl-ı ma’d, bu üç akılda dolaşıyoruz. Kainat akl-ı cüz, küçük akılda. Akl-ı ma’ş, aklını menfaate yorar. Akl-ı ma’d da sabit fikirlidir, Nuh der Peygamber demez. Güzeli akılda baş etmek, en güzel akıl o. O akıl artık güzelleşir, ışık olur. Benliğinde kalmış, bir Hakk dostuna yüz tutmamış, onun fikirlerini, güzelliğini benimsememiş kişinin yaşantısı boştur. Küçük akıldan vazgeçilir, Hazreti Pir’in eserleri okunarak, onun güzel fikirleri vücutta ruh, başta akıl edilirse hayat güzelleşir. En büyük alim, İblis’ti. Onun ismi İblis olmadan önce, Azazil Efendi idi. Yani bedenimizdeki bütün azaların efendisiydi. Adem’e, ondan daha mütevazı birine, bir rençbere baş kesmesi için emir geldiği zaman, “Hayır, ben ateştenim o topraktan, nasıl eğilirim, o hiçbir şey bilmiyor” dedi. Orada kim (Hakk) gizlenmiş görmedi. Ondan sonra lanet halkasını boynuna aldı. Azazillikten İblisliğe geçti. İblis kimdir? İnsan insanın İblis’idir, insan insanın Rahman’ıdır. Bir insan arkadaşlarını doğru yola götürür, güzellikler ikram ederse onun Rahman’ıdır, kötü yola götürürse onun İblis’idir.

Hazreti Mevlana’mızın çok bir kasidesi vardır, şöyle buyurur:
“Ay mı istiyorsun, güneş mi arzu ediyorsun? İşte; ay da burada, güneş de burada! Yok, feyizli seher vaktinin gelmesini, sabah olmasını mı istiyorsun? Onlar da, işte şurada, sevgilinin yanında!..
Ey Kenan Yusufu, ey Süleyman’ın canı; taç ve taht mı istiyorsun? İşte taç, işte taht; onlar da burada, sevgilinin yanında!..
Ey savaşların Hamzası, ey cenklerin Rüstemi! Kılıç, kalkan istiyorsanız, başka yerde aramayın; onlar da burada, sevgilinin yanında!..
Ey hoş gül kokuları koklayan bülbül, ey tatlı sözler söyleyen papağan; gül mü istiyorsunuz, şeker mi arzu ediyorsunuz? Geliniz, geliniz; gül de burada, şeker de burada, sevgilinin yanında!..
Ey Hakk yoluna düşen, Hakk’ı arayan, ilahi tecelliye mazhar olmak dileyen zamanın Musa’sı! Hakk’ı görecek mana gözü, O’nun buyruklarını duyacak mana kulağı istiyorsan, işte, onlar da burada, sevgilinin yanında!..
Ey gönlü kinle, nefretle dolu şeytan, ey bizim eski düşmanımız; fitne mi istiyorsun, fesat mı istiyorsun, şer mi arzu ediyorsun? O kötülüklerin hepsi burada, sevgilinin yanında!..
Sus; bu kadar fazla söyleme! Kalk Hakk yoluna düş! Yol arkadaşı mı istiyorsun? İşte burada; sevgili yol arkadaşı! Başka ne arıyorsun?..”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (42)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hazreti Mevlana’nın din anlayışında Peygamberler… (devam)

Peygamberlerden görünen o güler yüz Hakk’ın yüzüydü. Çünkü onlar Hakk’la Hakk oldukları için en güzel örnek olarak topluma çıktılar ve insanları birliğe davet ettiler. Toplum biri iki gördü. Küfürde olanlara el uzatarak onları oradan kurtarmaya çalışacağına küfre, daha da küfürle çıktı. İşte bu yüzden kavgalar çıkıyor. Peygamberler birlikçidir. Kim Peygamberine tabi ise bu alemde birlikçi olması lazım. Hazreti Mevlana’nın felsefesinde Müslüman, Hıristiyan, Musevi ayrımı yoktur. Amaç hangi dinden olursa olsun insan olmaktır.
Hepimiz Adem’in evlatlarıyız. Kırksekiz Peygamberin hepsi, dünyaya Hazreti İbrahim’in neslinden geldi. Hazreti Muhammed, Hazreti İbrahim’in büyük oğlu İsmail’in neslinden, Musa, Harun, Zekeriya, Yahya, Davud, Süleyman, Yakup, Yusuf, İsa, hepsi diğer oğlu İshak neslinden geldiler. Hazreti İbrahim, Hazreti Muhammed’in yirmidördüncü, Hazreti İsa’nın da yirmiüçüncü dedesi, bu Peygamberler İbrahim Halilullah’ın torunları, yani bir ağacın dalları gibidir. Madem ki kök Hazreti İbrahim, hepimiz kardeşiz. Neden birbirimizi hor görüyor, kavga ediyoruz? İnsanlar kişiliklerini bilmiyorlar. Peygamberler birbirlerine hep saygı gösterdiler. Yusuf Peygamberin babası Yakup da Peygamberdir. Yusuf Peygamber, babasına, “Rüyamda bir ay gördüm ve yıldızlar ona secde etti” deyince babası oğlunun Peygamberliğini görerek oğluna baş kesti, onu tasdikledi. Peygamberler arasında hiç ikilik doğmadı.
Hazreti Musa, Tevrat’ında, Hazreti İsa da İncil’inde Hazreti Muhammed’i zikrediyor, hepsi Hazreti Muhammed’i güzel bir önder olarak görüp, yetişenler selam söylesinler bizi ümmetinden saysın, diyorlar. Yani Nebi, Nebi’ye rücu etti.
Hazreti Mevlana diyor ki: “İnsanlar yeryüzünde Hakk’ın temsilcisidir, biraz aydan örnek alsınlar. Ay bu kadar yıldıza erdemlik yapar, hiç yıldızlar birbiriyle savaşmazlar.” İnsan, bütün cihanın temsilcisidir. Kişiliğini unutmuş, bu yüzden kavgaya giriyor. Mevlana yaşıyor, Şems yaşıyor. Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre hepsi birbirlerine saygıda yaşıyorlar. Onlar da Peygamber gibidir; bir yerde öyle bir yüceliğe çıktı ki Hazreti Mevlana, bütün Peygamberler onunla iftihar ediyor.
Hazreti Ali, “Dünyamızda ne kadar Müslüman varsa hepsinin din kardeşiyim, dünyamızdaki bütün insanların, insan kardeşiyim” diyor. İnsanlar farklı dinlere bağlı olabilirler ama insan iseler hiç kavga etmeden kardeş gibi yaşarlar.
Mevlana’mızın dünyaya güzel bir seslenişi var: “Sevgiye dair ne varsa bu alemde ben oradayım. Kavgaya, savaşa dair ne varsa ben orada yokum.”
Bütün olay kendini tanıyarak, insanca yaşamak, Yaratan’dan ötürü bütün varlıklara sevgiyle bakıp, yüz tutana sevgiden söz ederek hayatı sürdürmektir.