MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 42

İNSAN DÜŞÜNCEDEN İBARETTİR…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Cenâb-ı Resûl-ü Ekrem bir hadîs-i şerîfinde buyuruyor ki: “Mutu kable ente mutu – Ölmeden evvel ölünüz.” Hazreti Mevlâna da diyor ki: “İnsan düşünceden ibarettir.” İbn-i Arabî Hazretleri ise, “Vücud Hakk’tır, zihin halktır” diye buyuruyor, yani zihin insandır, diyor. Şimdi, bizim, ‘Ölmeden evvel ölünüz’ hadîsinden anlamamız gereken, ölmeden evvel vücudumuzu, yani düşüncelerimizi mi öldürmek zorunda olduğumuzdur, yoksa bunda başka bir sır mı vardır? İnsanın benliğinden kendi düşüncesiyle, yani kendi kendini telkin ederek kurtulması mümkün müdür?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Bu sorunuza Hazreti Mevlâna’mızdan bir örnek vererek cevap verelim: Bir gün Cenâb-ı Mevlâna, selâm olsun üzerine, yine Meram’a çıkmış. Oraya çıktıklarında hep Hazreti Muhammed Efendimizin büyüklüğünden, Onun güzelliklerinden konuşup, muhabbet ederlermiş. Tam muhabbet esnasında bir grup papaz gelmiş. İçlerinden bir papaz Hazreti Mevlâna’nın huzuruna çıkmış ve demiş ki: “Yâ Hazreti Mevlâna, var mısın bir imtihana girişelim?” 

Mevlâna sormuş: “Nasıl bir imtihandan bahsediyorsunuz?” 

Papaz demiş: “Bir ateş yakalım ve hem siz hem biz hırkalarımızı ateşe atalım. Hangi tarafın hırkaları ateşte yanarsa, onların Allah’a olan bağlılıkları tam değildir, zayıftır. Hangi tarafın hırkaları da ateşte yanmazsa, onlar Allah’a daha yakındır.” 

Bunu duyan Hazreti Mevlâna papazlara şu cevabı vermiş: “Madem ki böyle bir imtihana girişmeyi teklif ettiniz, kabul ediyorum. Ben, bütün dervişlerime kefilim, onların hırkalarını çıkarttırmayacağım.” 

Hazreti Mevlâna, kendi hırkasını çıkarmış ve ateşi yakmak için hazırladıkları çalıların üzerine koymuş. Sonra Kardinala dönüp, “Sen de papazlarına kefil ol, çıkar hırkanı, koy benim hırkamın üzerine, sonra yakın ateşi, bakalım kimin hırkası yanacak?” diye buyurmuş. 

Kardinal, “Ben kendime o kadar güvenmiyorum, papazların hırkalarını da ateşe koyalım” demiş. 

En üstte Kardinalin ve papazların hırkaları, en altta Hazreti Mevlâna’nın hırkası, yakmışlar ateşi. Bir vakitten sonra ateş kül hâline gelmiş. 

Hazreti Mevlâna buyurmuş: “İmtihanı teklif eden sizdiniz, şimdi gidip hırkalarınızı alın bakalım.” 

Kardinal demiş: “Önce sen hırkanı koydun, sen al.” 

Mevlâna, “Peki” demiş, külün başına gitmiş ve “Destûr yâ Hakk!” diyerek elini külün içine daldırmış. Hırkanın yakasından tutup çıkarmış ve üzerindeki külleri silkelemiş. Sonra dönüp, “Bu hırka size mi ait?” diye sormuş. 

Papazlar, “Hırka sana ait yâ Mevlâna!” deyince, Mevlâna öpmüş hırkasını ve giymiş, gitmiş. Papazlar hırkalarını aramış aramış, ama bulamamışlar.

Bir insan, kendinde yaşarsa hiçbir şey yapamaz. Onu ateşte yakar, çivi de deler ve bir sürü acı da duyar. Ama eğer düşüncede kendinden geçerse, ona ne ateş tesir eder ne acı duyar, ona hiçbir şey tesir etmez. 

Hazreti Ali Efendimizin, selâm olsun üzerine, savaşta iki omuz arasına bir ok saplanıyor. Arkadaşları ona, “Yâ Ali, müsaade et, omuzundaki bu oku çıkaralım” diyorlar. 

Hazreti Ali dönüp onlara diyor ki: “Oka dokunmayın! Ben huzura durduğum zaman tutun oku çıkarın.” 

Sonra Hazreti Ali Efendimiz huzûra duruyor, oku çıkarıyorlar. Hazreti Ali’den bir ses dahî çıkmıyor. Hazreti Ali Efendimiz namazını edâ ettikten sonra, arkadaşları ona, “Yâ Ali, biz senin dediğin gibi sen huzûra durduğunda oku çıkardık, ama senden hiçbir ses çıkmadı” dediklerinde, Hazreti Ali Efendimiz onlara şu cevabı veriyor: “Ben o anda kendimde değildim, kendimden geçmiştim, çünkü Hazreti Muhammed ile râbıtadaydım.”

İşte insan, bir mânâ eriyle râbıtaya girdiği zaman ona ateş ne yapabilir ki, çünkü ateş de bir kuldur. Ateş bizim hizmetimizdedir, istersek büyük ateş yakarız, istersek küçük ateş yakarız. 

Size bir hikâye anlatayım: İzmir’de bir Rıfaî şeyhi vardı, her onbeş günde bir bûrhan yapardı. Ateşi yakar, üzerine saç koyar, belinden yukarı gömleğini çıkarır ve saçın altına girerdi. Ateş ona hiçbir şey yapmazdı. Bu vak’anın yaşandığı otuz sene olmuştur. Bir gün şeyhimle yolda yürüyorduk, yanımızda şeyhimin çok sevdiği bir arkadaşı da vardı, benim de çok sevdiğim bir abimin babası idi, adı Musta Baba, rûhu şâd olsun, o da bir Rıfaî şeyhiydi. 

Musta Baba, şeyhime dönüp demişti ki: “Hakkı Efendi, haberin var mı? İzmir’de bir Rıfaî şeyhi var, her onbeş günde bir bûrhan yapıyormuş.” 

Hakkı Dede de dönüp ona, “Musta Efendi, o bir gün gelir o saç altında kalır. Çünkü Allah’ı böyle sık sık imtihana tutmaya gelmez. Biz, İbrahim Halîlullah’dan aşağı değiliz, gerektiği zaman ateşe de gireriz, ama ortada bir imtihan yokken, bir sıkıntı yokken, niye kendimizi ateşe atalım, ateşle oynayalım” diye cevap vermişti. 

Aralarında böyle bir muhabbet geçmişti. Bu muhabbetin arkasından bir iki hafta geçmişti ki, bir haber geldi. Öğrendik ki, o Rıfaî şeyhi saç altında kalmış, can vermiş. Musta Baba, çok saf, temiz bir insandı. Hakkı Dede’ye demişti ki: “Sen nazar ettin, senin yüzünden oldu.” Hâlbu ki öyle birşey yok ama, Hakk’ı öyle devamlı imtihan etmeye gelmez. Akılla olmaz; akıl baştan gitmedikten sonra insan o güzelliklere kavuşamaz.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (42)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hazreti Mevlana’nın din anlayışında Peygamberler… (devam)

Peygamberlerden görünen o güler yüz Hakk’ın yüzüydü. Çünkü onlar Hakk’la Hakk oldukları için en güzel örnek olarak topluma çıktılar ve insanları birliğe davet ettiler. Toplum biri iki gördü. Küfürde olanlara el uzatarak onları oradan kurtarmaya çalışacağına küfre, daha da küfürle çıktı. İşte bu yüzden kavgalar çıkıyor. Peygamberler birlikçidir. Kim Peygamberine tabi ise bu alemde birlikçi olması lazım. Hazreti Mevlana’nın felsefesinde Müslüman, Hıristiyan, Musevi ayrımı yoktur. Amaç hangi dinden olursa olsun insan olmaktır.
Hepimiz Adem’in evlatlarıyız. Kırksekiz Peygamberin hepsi, dünyaya Hazreti İbrahim’in neslinden geldi. Hazreti Muhammed, Hazreti İbrahim’in büyük oğlu İsmail’in neslinden, Musa, Harun, Zekeriya, Yahya, Davud, Süleyman, Yakup, Yusuf, İsa, hepsi diğer oğlu İshak neslinden geldiler. Hazreti İbrahim, Hazreti Muhammed’in yirmidördüncü, Hazreti İsa’nın da yirmiüçüncü dedesi, bu Peygamberler İbrahim Halilullah’ın torunları, yani bir ağacın dalları gibidir. Madem ki kök Hazreti İbrahim, hepimiz kardeşiz. Neden birbirimizi hor görüyor, kavga ediyoruz? İnsanlar kişiliklerini bilmiyorlar. Peygamberler birbirlerine hep saygı gösterdiler. Yusuf Peygamberin babası Yakup da Peygamberdir. Yusuf Peygamber, babasına, “Rüyamda bir ay gördüm ve yıldızlar ona secde etti” deyince babası oğlunun Peygamberliğini görerek oğluna baş kesti, onu tasdikledi. Peygamberler arasında hiç ikilik doğmadı.
Hazreti Musa, Tevrat’ında, Hazreti İsa da İncil’inde Hazreti Muhammed’i zikrediyor, hepsi Hazreti Muhammed’i güzel bir önder olarak görüp, yetişenler selam söylesinler bizi ümmetinden saysın, diyorlar. Yani Nebi, Nebi’ye rücu etti.
Hazreti Mevlana diyor ki: “İnsanlar yeryüzünde Hakk’ın temsilcisidir, biraz aydan örnek alsınlar. Ay bu kadar yıldıza erdemlik yapar, hiç yıldızlar birbiriyle savaşmazlar.” İnsan, bütün cihanın temsilcisidir. Kişiliğini unutmuş, bu yüzden kavgaya giriyor. Mevlana yaşıyor, Şems yaşıyor. Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre hepsi birbirlerine saygıda yaşıyorlar. Onlar da Peygamber gibidir; bir yerde öyle bir yüceliğe çıktı ki Hazreti Mevlana, bütün Peygamberler onunla iftihar ediyor.
Hazreti Ali, “Dünyamızda ne kadar Müslüman varsa hepsinin din kardeşiyim, dünyamızdaki bütün insanların, insan kardeşiyim” diyor. İnsanlar farklı dinlere bağlı olabilirler ama insan iseler hiç kavga etmeden kardeş gibi yaşarlar.
Mevlana’mızın dünyaya güzel bir seslenişi var: “Sevgiye dair ne varsa bu alemde ben oradayım. Kavgaya, savaşa dair ne varsa ben orada yokum.”
Bütün olay kendini tanıyarak, insanca yaşamak, Yaratan’dan ötürü bütün varlıklara sevgiyle bakıp, yüz tutana sevgiden söz ederek hayatı sürdürmektir.