MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 2

“Beri gel, daha beri, daha beri.
Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır gür, bu savaş nereye dek?”
🌹

Sen bensin işte, ben senim işte.

Dinle, bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor:

Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan erkek, kadın… herkes ağlayıp inledi.

Ayrılıktan parça parça olmuş, kalb isterim ki, iştiyâk derdini açayım. Aslından uzak düşen kişi, yine vuslat zamanını arar.

Ben her cemîyette ağladım, inledim. Fenâ hâllilerle de eş oldum, iyi hâllilerle de.

Herkes kendi zannınca benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları araştırmadı.

Benim esrârım feryâdımdan uzak değildir, ancak her gözde, kulakta o nûr yok.

Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lâkin canı görmek için kimseye izin yok.

Bu neyin sesi ateştir, hava değil; kimde bu ateş yoksa yok olsun!

Aşk ateşidir ki neyin içine düşmüştür, aşk coşkunluğudur ki şarabın içine düşmüştür.

Ney, dosttan ayrılan kişinin arkadaşı, hâldaşıdır. Onun perdeleri, perdelerimizi yırttı.

Ney gibi hem bir zehir, hem de tiryâk, ney gibi bir hemdem, hem bir müştâk kim gördü?

Ney, kanla dolu olan yoldan bahsetmekte, Mecnûn aşkının kıssalarını söylemektedir.

Bu aklın mahremi akılsızdan başkası değildir, dile de kulaktan başka müşteri yoktur.

Bizim gamımızdan günler, vakitsiz bir hâle geldi; günler yanlışlarla yoldaş oldu.

Günler geçtiyse, geçip gitsin; korkumuz yok. Ey temizlikte nâziri olmıyan, hemen sen kal!

Balıktan başka her şey suya kandı, rızkı olmıyana da günler uzadı.

Ham, pişkinin hâlinden anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselâm.

Ey oğul! Bağı çöz, azâd ol. Ne zamana kadar gümüş, altın esiri olacaksın?

Denizi bir testiye dökersen ne alır? Bir günün kısmetini… Hârislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkar olduğundan inci ile doldu.

Bir aşk yüzünden elbisesi yırtılan, hırstan, ayıptan adamakıllı temizlendi.

Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şadol; ey bütün hastalıklarımızın hekimi;

Ey bizim kibir ve âzâmetimizin ilacı, ey bizim Eflâtun’umuz! Ey bizim Calinus’umuz!

Toprak beden, aşktan göklere çıktı; dağ oynamağa başladı, çevikleşti.

Ey âşık! Aşk; Tûr’un canı oldu. Tûr sarhoş, Musa da düşüp bayılmış! Zamanımı beraber geçirdiğim arkadaşımın dudağına eş olsaydım, sırlarıma tahammül edecek bir hemdem bulsaydım, ney gibi ben de söylenecek şeyleri söylerdim.

Dildeşinden ayrı düşen, yüz türlü nağmesi olsa bile dilsizdir.

Gül solup mevsim geçince artık bülbülden maceralar işitemezsin.

Her şey mâşuktur, âşık bir perdedir. Yaşıyan mâşuktur, âşık bir ölüdür.

Kimin aşka meyli yoksa o kanadsız bir kuş gibidir, vah ona!

Sevgilimin nûru önde, artta olmadıkça ben nasıl önü, sonu idrâk edebilirim?

Aşk, bu sözün dışarı çıkıp yazılmasını ister; ayna gammaz olmaz da ne olur?

Aynan, bilir misin, neden gammaz değil? Yüzünden tozu, pası silinmemiş de ondan.

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 1

“Zerre zerre kenderin arzu semâst,

Cinsi hodra her yeki çün kehrûbâst”🌹

“Bu yerde ve gökte ne varsa, her biri zerre zerre kendi cinsine kehrûbâ gibidir.”

Mevlâna, oldu olasıya Mevlâna idi, sonradan bir şey olmuş değildir. Sonradan görünen, ondaki o ezelî kemâlin nûru, o ilâhî Tûba’nın meyvası idi.

Peygamberimiz: “Adem su ve toprak arasında iken ben Peygamberdim.” dedi.

Mevlâna diyor ki: “Şarap bizden sarhoş oldu, biz ondan değil. Kalıp bizden var oldu, biz ondan değil.”

Sultan Veled diyor ki: “Veled, âlemden evvel her şeyi bilen Tanrı’ya dosttu. Hakk’ın ezelî kadehinden, aşkın heyheyli dudağıyla içti.”

İnsanı hayvandan ayıran, konuşmasıdır. Seçkin ve aydınları da avamdan ayıran, kendilerindeki bilginlik ve sözlerindeki yüksek farktır. Hazreti Muhammed, Tanrı sözü Kur’ân’ı söyledi. Onun için seçkinlerin seçkini oldu. Tanrı adamları, sözlerinde ne kadar Tanrı’yı belirtmiş, ne kadar Tanrı’ya yakınlaşmışsa, Tanrı nûruna kandil olan gönül sırçaları da o kadar incelmiş, o kadar şeffaflaşmış ve o kadar yakınlaşmıştır. Onun için: “Kelâmından olur mâlum kişinin kendi miktarı” denildi.

Her söz Mevlâna’nın dilinde, her şey Mevlâna’nın elinde ilâhîleşiverdi. Mevlâna, her neye baksa, her neyi görse, Tanrı’yı görürdü. Her neyi söylese Tanrı’yı söyledi. Bakışında Mevlâ’yı, söyleyişinde Mevlâ’yı, aklında, fikrinde, kendinde Mevlâ’yı bulurdu. Felsefesinin özünü, sözlerinin rûhunu Tanrı’dan alırdı. Mevlâna’nın aşk ateşinde din, iman, küfür yanmış, erimişti. Orada tek bir nûr parıldıyordu: Dost… Varı yoğu, yiyeceği içeceği, özü sözü: Dost… Tek bir dosttu…

O kutsal insana onun için Mevlevî, Mânevî denildi… Onda Tanrı’nın sonsuz mâhûpluk sırrı görünürdü. Sultan-ül Ulemâ’dan tut da sohbet şeyhi  Şems-i Tebrizî’ye; mürşidi Seyyid Burhâneddin’den tut da oğlu Sultan Veled’e kadar bütün Mevlevî büyükleri, ârifleri Mevlâna’nın aşk nûrunda fânî olmuşlardır…

Mevlâna’nın sözlerindeki, şiirlerindeki mânâ, ilâhî bir şaraptır. Mevlâna, o özlü şarabı bize sunmak için, lâfızların ve terkiplerin altın ve gümüşlerle, inci ve zebercetlerle işlenmiş billûr kadehleri içine koymuştur. İlâhî dudaklardan çıkan sözlerin lâfızlarında da başka bir çekicilik, başka bir sevimlilik vardır. Beyân tarzında, kelimeleri seçmekte, birleştirmekte başka bir güzellik vardır. Nitekim Kur’ân, Güneşe nispetle yıldız gibidir.

Mevlâna’nın bütün şiirleri, birbirinden üstün nüktelerle doludur. Bunlardan her biri Güneşten bir nûr mudur? Cennetten bir parça mıdır? Baharın nûrundan bir kaynak mıdır? Bilmiyorum…

Şimdi ey sevgili okuyucu! Hakkiyle anlaşılması, hele tamamiyle kavranabilmesi mümkün olmayan o sonsuz varlığın, beşeri güzelliklerde herhangi birinin ipek örtüsüne bürünerek gönlümüze, duygumuza sızdırıp sezdirdiği güzelliğinin ışığından gönlünde uyanan şevk ile o büyük ve mükemmel insanı, o Tanrı sevgilisini sev de nasıl seversen sev…

Onu sevenlerin gönüllerinde şevk denizleri dalgalanır, şimşekler çakar, gök gürülder, rahmet yağmurları yağar…

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…