SENİ BEKLEDİM YA ALİ…

Kainat yaratılmadan önce, Muhammed’in nuru yaratıldı. O nur, bütün insanlık alemine yayılmıştır. 

Kimse kendisini başka birinden üstün görmesin, başkalarını da hor görmesin, çünkü hepsinde Muhammed’in nuru var.

Bu aleme ne kadar Peygamber geldiyse, hepsi kendi cemaatlerine peygamberlik yaptılar, ama Hazreti Muhammed gelince, nübüvveti giydiği zaman, Hira dağına çıktı ve orada ilan etti peygamberliğini. Şöyle seslendi: “Ben bütün insanlık alemine rahmet olarak geldim.”

Bakın, bütün insanlık alemine rahmet olarak geldim, diyor.

“Ey Musa cemaati, bana gelin Musa’yı benden dinleyin. Ey İsa cemaati, gelin İsa’yı benden dinleyin. Ey Davud cemaati, gelin Davud’u benden dinleyin” dedi.

Hepsini çağırdı. Neden? Çünkü daha kendi cemaati yoktu.

O sıralarda da Şahımız Ali yirmi yaşlarına varmıştı. Resulallah da kırk yaşlarındaydı. Bir yerde Hazreti Muhammed’in evladı sayılır Hazreti Ali.

Mevlânamızın çok güzel bir keşfi vardır Ali hakkında, der ki: “Ali’nin Zülfikâr’ını çok keskindir diye methederler; Ali’nin ilmi Zülfikâr’ından sayısız kat daha keskindir.”

Ali çok büyük bir ilme sahiptir. Kur’an, Ali’nin burhanıdır. Hep yanında büyüdü Hazreti Peygamberin, hiç ayrılmadılar. 

İlk Muhammed’in yolunu kabul eden Hazreti Hatice annemizdir, kızlardan Hazreti Fatma annemizdir, çocuklardan Hazreti Ali’dir.

Şimdi Hazreti Muhammed, Ali’ye diyor ki: “Hadi sen de gel benim yoluma.”

Ali, o sıralarda on yaşlarında. Dönüp Hazreti Muhammed’e diyor ki: “Ya Muhammed, izin verir misin, gideyim babama sorayım?”

“Tabi Ali” diyor Hazreti Peygamber gülümseyerek, “izin veririm, hadi git sor babana.”

Kalkıyor Hazreti Ali, çıkıyor kapıdan, gidecek babasına sorsun… hemen dönüyor geri, koşarak geliyor Resulallah’ın huzuruna.

“Ali ne oldu?” diye soruyor Resulallah, “Ne çabuk geldin?”

“Vazgeçtim” diyor, “babama sormaktan.”

“Neden?”

“Sen beni çağırıyorsun kainatı yaratana; baktım ki babamı da o yaratmış; seni de beni de… Ben niye gideyim sorayım babama!”

Gülüyor Hazreti Resulallah, “Hah!” diyor, “şimdi seni daha çok sevdim; bak çok çabuk çalıştı aklın senin.”

Şimdi oldular, Ali’yle beraber dört Müslüman; sonra yavaş yavaş yayıldı.

Şimdi Ali geldi yirmi yaşlarına, Peygamber de kırk yaşlarında, peygamberliğini ilan edecek; Ali dönüp diyor ki: “Ya Muhammed, neden bu kadar bekledin? Neden daha önce ilan etmedin peygamberliğini?”

İşte Hazreti Muhammed, “Seni bekledim ya Ali! Büyüyesin de beraber bu dini yayalım. Ben doğuştan hem velîyim, hem de doğuştan nebîyim ya Ali… ama seni bekledim.”

Beraber yaydılar İslâm dinini.

Gün geldi yine aldı Ali’yi karşısına, binbir sırrın anahtarını Ali’ye verdi ve “Ya Ali” dedi, “benden sonra artık bu aleme peygamber gelmeyecek, nübüvvet defteri benimle kapandı. Benden sonra çok velîler gelecek; bütün velâyetin, yani velîlerin başı sen olacaksın.”

İmam Ali Efendimizin, selam olsun üzerine, Kırklar’ı vardı, o binbir sırrın anahtarını çıkarmaya başladı. Hazreti Ali Efendimiz bütün hakikatların Pir’idir. 

Bugün sorsalar bütün tasavvuf ehlinin Pir’i kimdir bu alemde? Hazreti Ali’dir.

MANEVİ MENKIBELER – 61

KIRKLAR MECLİSİ…

Hazreti Ali Efendimiz kendine kırk kişilik bir grup toplar. O grupla sabahları devamlı toplanır, Hakk muhabbeti yapıp, sabah namazını Resulallah ile eda ederler. 

Bir gün, Hazreti Resulallah’a Allah’tan bir nida gelir. “Git, kırkların kapısını çal!” Hazreti Resulallah, Hazreti Ali’yi yanına çağırır ve ona der ki: “Ben, Kırkları ziyaret edeceğim. Kırkların kapısına geldiğim zaman kapıyı çalacağım, sen içerden bana kim olduğumu soracaksın, ben, ‘Allah’ın elçisiyim’ diye cevap verdiğim zaman sen, ‘Git Allah’ın elçiliğini Allah’ın kullarına söyle buyur yok’ diyeceksin,” deyince, Hazreti Ali Efendimizin gözleri faltaşı gibi açılır ve “Ya Resulallah, ben sana nasıl, buyur yok, derim” diye yakınır. 

Hazreti Resulallah, “Öyle söyleyeceksin ki böylece Kırkları imtihana tutacağım. Sonra ben yine geleceğim, kapıyı vuracağım, sen yine benim kim olduğumu soracaksın, ben, “Allah’ın Habibi Muhammed’im,” diyeceğim, sen yine buyur etmeyeceksin, ta ki ben tekrar gelip, sana, ‘El fakru fahri alem’ deyince beni içeri buyur edeceksin.” 

“Saddak ya Resulallah!” 

Böylece ertesi akşam Hazreti Muhammed Efendimiz gidip Kırkların kapısını çalar, içerden Ali sorar, “Kim o?” 

“Ben, Allah’ın elçisi Muhammed.” 

“Git, elçiliğini Allah’ın kullarına söyle, buyur yok.”

Hazreti Muhammed ertesi gün yine gider. 

“Kim o?” 

“Ben, Allah’ın Habibi Muhammed.” 

“Buyur yok.” 

Ertesi akşam yine gelir kapıyı çalar. 

“Kim o?”

“El fakru fahri alem – Dünyada ne kadar varlık varsa ben hepsinden aşağıyım, hepsi benden üstündür.” 

“Buyrun ya Resulallah! İçeri girin.” 

Kapıyı açarlar. Hazreti Ali ve dostları hepsi içeride. Hazreti Muhammed onları imtihana tutar. “Sizler kimlersiniz? Burada ne yapıyorsunuz?” 

“Biz Kırklarız ya Resulallah. Kırkımız birimiz, birimiz kırkımızdır.” 

Hazreti Resulallah, elinde tuttuğu bir üzüm tanesini Ali’ye uzatarak, “Bu üzüm tanesini kırkınızın da yemesini istiyorum” der. 

Hazreti Ali hemen “Saddak ya Resulallah!” diyerek üzümü alır ve bir fincanın içinde ezer. 

Hepsi dudaklarını değdirip, üzümün tadını alırlar. Birliği ortaya çıkarırlar. 

Yine Hazreti Resulallah der ki: “Biriniz parmağını kanatsın bakalım kırkınızdan da kan akacak mı?” 

Hazreti Ali, serçe parmağını kanatır, hepsinde aynı parmaktan kan akar. 

O esnada erzak almak için dışarı çıkmış olan Selman-ı Farisi içeri girer. Onun da serçe parmağından kan akmaktadır. 

Hazreti Resulallah, onların bu birliğini görünce cezbeye gelir ve kollarını bir turna gibi açarak sema etmeye başlar.

Alevi sema’ı da buradan çıkmıştır. Hem Mevlevi sema’ında, hem Alevi sema’ında Resulallah vardır. Her iki sema da ibadettir. Burası birlik yuvasıdır. Burada ikiliğe hiç yer yoktur. Alevi şöyledir, Sünni böyledir diye kimsenin ayrım yapmaya hakkı yoktur. Burada hepimiz Muhammed Ali’ciyiz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (104)

Alevi sema’ı nasıl meydana gelmiştir?

Önce Mevlevi sema’ını anlatayım. Sonra da Alevi sema’ı nereden gelmiş, onu anlatırım. Her iki sema da zikirdir.
Mevlevi sema’ına gelelim.
Hazreti Muhammed, müşrikler yüzünden Medine’ye hicret etti. Müşrikler savaş hazırlığı yapıyorlardı. O sırada amcasının oğlu Cafer-i Tayyar (Hz. Ali Efendimizim ağabeyi) Hindistan’dan Medine’ye gelip, Peygamber Efendimizin huzuruna çıktı. Peygamber Efendimiz, “Ya Cafer-i Tayyar, seni buraya getiren nedir?” diye sordu.
“İşittim ki seni ortadan kaldırmak için, müşrikler savaş hazırlığına başlamışlar. Senin uğruna can vermeye geldim” dedi.
Hazreti Muhammed, “Cafer gönlüm seni o kadar çok seviyor ki, dille tarif edemem” der demez, Cafer-i Tayyar, “Ya Resulallah, senden hep bunu duymayı isterdim” deyip cezbeye girdi ve “Allah!” diyerek sema etmeye başladı. Sonra evlatlığı Zeyd’e dönerek, “Ya Zeyd, öz evladım olsaydın seni bu kadar çok sevemezdim, bil ki seni öz evladımdan üstün tutuyorum” dedi.
Zeyd de, “Allah!” deyip, sema’a kalktı.
Hazreti Ali’ye dönüp, “Ya Ali, sen bendensin” deyince, o da, “Allah!” diyerek sema’a geçti. Arkadan da Hazreti Muhammed, dördü birden sema ettiler.
Yıllar sonra, Hazreti Mevlana ile Hazreti Şems gezintiye çıkarlar ve bir nehir kenarına gelirler. Orada bir su çarkı vardır ve çark dönerken nehirden suyu alarak yukarı çıkarmakta, sonra tekrar boşalmakta ve yine nehirden su alarak suyu yukarı taşımaktadır. Hazreti Şems bunu tefekkür ederken, Cafer-i Tayyar’ın nasıl cezbeye gelerek sema ettiği gözünün önüne gelir ve o da cezbeye gelerek, bir “Allah!” bağırır ve sema etmeye başlar. Hazreti Mevlana da Şems’e katılır ve birlikte uzunca bir zaman o çarkın başında sema ederler.
Mevlevi sema’ı buradan gelir. Mevleviler sema ederken, sağ ayak yere vurdukça kalple “Allah Allah Allah” diye zikrederler.
Alevi sema’ına gelelim.
Hazreti Ali Efendimiz kendine kırk kişilik bir grup toplar. O grupla her akşam devamlı toplanır, Hakk muhabbeti yapıp, sabah namazını Resulallah ile eda ederler.
Bir gün, Hazreti Resulallah’a Allah’tan bir nida gelir.
“Git, kırkların kapısını çal!”
Hazreti Resulallah, Hazreti Ali’yi yanına çağırır ve ona der ki: “Ben kırkların kapısına geldiğim zaman kapıyı çalacağım, sen içerden bana kim olduğumu soracaksın, ben, ‘Allah’ın elçisiyim’ diye cevap verdiğim zaman sen, ‘Git Allah’ın elçiliğini Allah’ın kullarına söyle buyur yok’ diyeceksin,” deyince, Hazreti Ali Efendimizin gözleri faltaşı gibi açılır ve “Ya Resulallah, ben sana nasıl buyur yok derim” diye yakınır. Hazreti Resulallah, “Öyle söyleyeceksin ki böylece ben kırkları imtihana tutacağım. Sonra yine geleceğim, kapıyı vuracağım, sen yine benim kim olduğumu soracaksın, ben, “Allah’ın Habibi Muhammed’im,” diyeceğim, sen yine buyur etmeyeceksin, ta ki ben tekrar gelip, sana, ‘El fakru fahri alem’ deyince beni içeri buyur edeceksin.”
“Saddak ya Resulallah!”
Böylece ertesi akşam Hazreti Muhammed Efendimiz gidip kırkların kapısını çalar, içerden Ali sorar, “Kim o?”
“Ben, Allah’ın elçisi Muhammed.”
“Git, elçiliğini Allah’ın kullarına söyle, buyur yok.”
Hazreti Muhammed ertesi gün yine gider.
“Kim o?”
“Ben, Allah’ın Habibi Muhammed.”
“Buyur yok.”
Ertesi akşam yine gelir kapıyı çalar.
“Kim o?”
“El fakru fahri alem – Dünyada ne kadar varlık varsa ben hepsinden aşağıyım, hepsi benden üstündür.”
“Buyrun ya Resulallah! İçeri girin.”
Kapıyı açarlar. Hazreti Ali ve dostları hepsi içeridedir.
Hazreti Muhammed onları imtihana tutar.
“Sizler kimlersiniz? Burada ne yapıyorsunuz?”
“Biz kırklarız ya Resulallah. Kırkımız birimiz, birimiz kırkımızdır.”
Hazreti Resulallah, elinde tuttuğu bir üzüm tanesini Ali’ye uzatarak, “Bu üzüm tanesini kırkınızın da yemesini istiyorum” der.
Hazreti Ali hemen “Saddak ya Resulallah!” diyerek üzümü alır ve bir fincanın içinde ezer. Hepsi dudaklarını değdirip, üzümün tadını alırlar. Birliği ortaya çıkarırlar.
Yine Hazreti Resulallah der ki: “Biriniz parmağını kanatsın bakalım kırkınızdan da kan akacak mı?”
Hazreti Ali, serçe parmağını kanatır, hepsinin aynı parmağından kan akar. O esnada erzak almak için dışarı çıkmış olan Selman-ı Farisi, içeri girer. Onun da serçe parmağından kan akmaktadır. Hazreti Resulallah, onların bu birliğini görünce cezbeye gelir ve kollarını bir turna gibi açarak sema etmeye başlar. Alevi sema’ı da buradan çıkmıştır.
İki semada da Resulallah vardır. Her iki sema da ibadettir. Burası birlik yuvasıdır. Burada ikiliğe hiç yer yoktur. Alevi şöyledir, Sünni böyledir diye kimsenin dil uzatmaya hakkı yoktur. Burada hepimiz Muhammed Ali’ciyiz.