MEVLÂNA VE SEVENLERİNDEN İNCİLER – 4

“Bana aşktan başkası yoldaş olmadı. Ne dünyaya gelmeden önce, ne de daha sonra aşksız yaşadım. İçimden bir ses bana can verir ve der ki; ey aşk yolunun olgun yolcusu bana kapıyı aç!”🌹

Bir sevgi var, bir de aşk var. Hazreti Mevlâna, “Aşk okullarda öğrenilmez” der, “Aşk gözden doğar.”

Bir kişi aşka düştü mü, gece gün hep sevgilisini düşünür. Aşk insanı deli eder, akıl bırakmaz. Akılsızı da akıllı yapar. Bütün benliğini sevgilisi sarar, artık kendi irâdesi kalmaz. Aşk padişahı köle yapar.

Hakk’ı dünyadaki bütün güzelliklerin üstünde tasavvur ederek mânevîyata yönelinirse, o güzelliğini sevenine gösterir. Yolları kısaltan, insanı birdenbire menzile ulaştıran aşktır. Menzile ulaştığı zaman âşıkta kişilik kalmaz, sevgili vücuda hâkimdir, başa akıldır, hüküm de onundur. Hüküm onun olunca, artık âşığa ait bir şey kalmamıştır, âşıkta irâde kalmaz. Akılla, irâdeyle âşık olunmaz. Aşkı ancak tadan anlar.

Hazreti Mevlâna’ya sormuşlar, “Âşıklık nedir?”

Demiş ki: “Ben ol da bil. Sen âşıklığı nasıl bilebilirsin ki; o bilgi kitaptan defterden öğrenilmez. Ateşi mangalda balı da kavanozda görmek bilmek değildir. Çünkü bu bilgi zevk bilgisidir; onu tatmayan bilmez. Bildim diyenin bilgisi sadece zandır. Madem öyle sen düşmeyi düşenden öğren, yanmayı pişmişten sor. Aşkın kokusunu da âşığın yanık nefesinden kokla. Bu işaretlerden yola çık ve aşkı bilmek için âşık ol.”

Yine bir gün Mevlâna’ya, “Aşk nedir?” diye sorduklarında, şu cevabı almışlar; “Aşk Allah’ın elidir. Kim aşka tutulmuşsa o Allah’a tutulmuştur.”

Peki demişler, “Aşkın ağzı var mı?”

“Aşkın ağzı olsaydı, bu koskoca cihan, o aşkın ağzında ancak zerre görünürdü.”

“Aşkın kapısı var mı?”

“Aşkın kapısı görünseydi, bu âlemde padişahlık taslayanlar o kapıda ancak bekçilik yaparlardı.”

Bir insan aşka düştü mü, sevgilisinden başka bir şey görmez.

Nerde olursan ol, ne hâlde bulunursan bulun; sevmeye, âşık olmaya çalış. Sevgi mülkün, ülken oldu mu, boyuna âşık olursun; mezarda da, mahşerde de, cennette de âşık olursun; sonu gelmez ya; boyuna âşık olursun. Madem ki buğday ektin, kesin olarak buğday biter; ambardaki buğday da o biten buğdaydır. Mecnûn, Leylâ’ya bir mektup yazmak istedi; eline kalemi aldı, şu beyti söyledi:

“Hayalin gözümde, adın ağzımda, anışın gönlümde; söyle ben nereye mektup yazayım?..”

(Not: Bu yazılar; Hazreti Mevlâna’mızın Mesnevî’sinden ve Dîvân-ı Kebîr’inden, Hazreti Şems’imizin Makâlat’ından, Hazreti Sultan Veled Efendi’mizin İbtidânâme’sinden, Mithat Baharî Beytur Hazretleri’nin eserlerinden, İbrahim Şahidî’nin Gülşen-i Tevhid’inden, Yunus Emre’mizin Dîvân’ından ve Hasan Dede’mizin şiir ve sohbetlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir; mânevî aşkın mestliğini gönüllerimize bir nebze olsun yansıtabilmesi temennisiyle…)

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 53

MÜRŞİD-I KÂMİLİ BULMAK…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Dede, bir şâir diyor ki: “Mecnûn’um bugün Leylâ derdinden; neylerim aklı, dîvâne geldim.” Deniliyor ki; tevhid ehli, akl-ı maaş ve akl-ı maad istemez. Akl-ı maaşın, dünyaya ait işlere, akl-ı maadın ise ahirete ait işlere akılları erer. Hâlbuki tevhid ehli, dünya ve ahiret istemez. O, akl-ı kâmil ashâbıdır. Tevhid ehlinin aklı nasıldır? Ne dersiniz? 

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Tevhid ehli, aklını bırakmıştır. O, iman ettiği yeri kendine baş etmiştir, vücuduna Onu rûh edinmiştir. Hep Onu zikretmektedir ve Onun dışına bir an dahî çıkmamaktadır. Bir şey yapması gerektiğinde ise, ondan gören O, onun elinden tutan O ve ondan söyleyen de yine O’dur. İşte ehli tevhid sahibi bu demektir. Ehli tevhid, Hakk’ın sahibidir, Hakk’ı sahiplenmiştir. Hakk da onu sahiplenmiştir. Onlar sözde iki görünürler fakat mânâda birdirler. Tevhid ehlinin her zerresinden varlığını gösteren Hakk’tır. Akl-ı maaş ve akl-ı maada gelince, onlar akıllarını hep maddede tutarlar ve daima sıkıntıdadırlar. Ama ehli tevhid tüm bunların dışındadır ve huzur içinde yaşamını sürdürmektedir. 

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Mesnevî-i Şerîf’de, Cenâb-ı Mevlâna’nın şöyle bir beyiti var: “Beytullah, Beytullah olalı, Allah girip orada oturmadı. Benim gönlümün hânesinde ise Hayy’dan gayri hiçbir şey yoktur.” Siz ne buyurursunuz Hasan Dede?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Kâbe, Allah’ın evidir. İşte Şems-i Tebrizî Hazretleri de şöyle güzel bir dil sarfediyor:

“Allah, Kâbe’de doğdu. Kâbe’den çıktı ve bir daha oraya girmedi. Fakat gönlümde bir doğdu, bir daha oradan çıkmadı.”

Hazreti Ali Efendimiz, selâm olsun üzerine, Kâbe’de doğmuştur. Resûlallah Efendimiz, ona soyununca, yani Allah’ın binbir sırrının anahtarını Hazreti Ali’ye verince, Hakk’ın kendisi olmuştur. Onun için Hazreti Şems öyle buyurmuştur, “O, Kâbe’de doğdu ve oradan çıktı. Fakat gönlüme bir girdi, bir daha da çıkmadı.”

Kâbe’de birşey yoktur. Hakîkatte Kâbe, mürşidi temsîl eder ve Hacer’ül-Esved diye bilinen taş ise, mürşidin elini temsil eder. İnsanlar Kâbe’ye gidiyorlar, o taşı öpüyorlar ve günahlarından arınmayı umuyorlar. Hattâ rivâyet ederler ki, o kadar çok günahkâr o taşı öpmüş ki, taş bu yüzden kararmış. Öyle bir şey yoktur, bunlar aslı olmayan söylentilerdir. Sen o mürşidi âyânda bulursan, taşa gerek kalmaz. 

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 45

MÂNEVÎ AŞK HER ŞEYİN ÜSTÜNDEDİR…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Dede, Cenâb-ı Mevlâna Hazretleri buyuruyor ki: “Eğer vuslat gününde o dildârdan başka görürsen, o dildâr başkadır, ben başkayım. O gördüğün dildâr benim mâşuğum değildir, yoksa ikimizi bir görecektin.” Ne buyurursunuz?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Hazreti Mevlâna’mız her ne söyler ise hep yerinde söylüyor. Bakın bir kere şu beyitlerinde nasıl birliyor her şeyi: 

“Âşık yoktur bu âlemde, âşık ölmüştür. Âşık olan kişide varolan mâşuktur.” 

Burada ikilik kalkmıştır, artık sen ben yoktur. Şimdi, bu toplumda böyle bir aşk yaşanmadığı için bu güzelliklere varamıyorlar. 

Dilerseniz Leylâ ile Mecnûn’dan bir örnek verelim: Mecnûn’un bir gün dişi ağrımış, dişçiye gitmiş. O devirde diş hekimliğini berberler yaparmış. Berber hekim, Mecnûn’un dişine bakmış ve dişini çekmesi gerektiğini söylemiş. Mecnûn, tabî adı üstünde, mecnûn bir hâlde olduğu için hiç cevap vermemiş, sessizce dinlemiş. Hekim de Mecnûn’un bu hâlinden zannetmiş ki, Mecnûn dişinin çekilmesini kabul etti, almış kerpeteni eline, tam çekecekken, Mecnûn kendine gelmiş ve uzanmış hekimin elinden yakalamış, demiş ki: “Ne yapıyorsun?” 

Hekim demiş: “Dişini çekiyorum.” 

Mecnûn, “Müsaade yok!” diye karşı çıkmış. 

Hekim, “Neden?” diye sormuş. 

Mecnûn’un cevap vermiş: “Korkarım, Leylâ’mın çenesi incinmesin!” 

Hekim bu cevabı duyunca şaşırarak, “Leylâ nerede, sen nerede? Onunla senin aranızda dağlar kadar fark var, nasıl incinecek?” 

İşte Mecnûn’un verdiği cevap: “Bende bana ait hiçbir şey yok, her şey ona ait.” 

Aşka bakın bir kere… Yine bir gün Leylâ’ya bir mektup yazmak istemiş, şu satırları yazmış kağıda: “Kalbimde tevhid oldun, dilimde zikir oldun. Her zerremi muhabbetin sardı, ben bu mektubu kimden kime yazayım?” Yazamıyor bakın, mektup dahî yazamıyor… 

Bunlar geçici aşk, peki ya mânevî aşk? Mânevî aşk her şeyin üstündedir.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (131)

Hazreti Mevlana buyuruyor ki: “Eğer vuslat gününde o dildardan başka görürsen, o dildar başkadır, ben başkayım. O gördüğün dildar benim maşuğum değildir, yoksa ikimizi bir görecektin.” Ne buyurursunuz Hasan Dede?

Hazreti Mevlana’mız her ne söyler ise hep yerinde söylüyor. Bakın bir kere şu beyitlerinde nasıl birliyor herşeyi: “Aşık yoktur bu alemde, aşık ölmüştür. Aşık olan kişide varolan maşuktur.”

Burada ikilik kalkmıştır, artık sen ben yoktur. Şimdi, bu toplumda böyle bir aşk yaşanmadığı için bu güzelliklere varamıyorlar.

Dilerseniz Leyla ile Mecnun’dan bir örnek verelim: Mecnun’un bir gün dişi ağrımış, dişçiye gitmiş. O devirde diş hekimliğini berberler yaparmış. Berber hekim, Mecnun’un dişine bakmış ve dişini çekmesi gerektiğini söylemiş. Mecnun, tabi adı üstünde, mecnun bir halde olduğu için hiç cevap vermemiş, sessizce dinlemiş. Hekim de Mecnun’un bu halinden zannetmiş ki, Mecnun dişinin çekilmesini kabul etti, almış kerpeteni eline, tam çekecekken, Mecnun kendine gelmiş ve uzanmış hekimin elinden yakalamış, demiş ki: “Ne yapıyorsun?” Hekim demiş: “Dişini çekiyorum.” Mecnun, “Müsaade yok!” diye karşı çıkmış. Hekim, “Neden?” diye sormuş. Mecnun’un cevap vermiş: “Korkarım, Leyla’mın çenesi incinmesin!” Hekim bu cevabı duyunca şaşırarak, “Leyla nerede, sen nerede? Onunla senin aranızda dağlar kadar fark var, nasıl incinecek?” İşte Mecnun’un verdiği cevap: “Bende bana ait hiçbir şey yok, herşey ona ait.” Aşka bakın bir kere… Yine bir gün Leyla’ya bir mektup yazmak istemiş, şu satırları yazmış kağıda: “Kalbimde tevhid oldun, dilimde zikir oldun. Her zerremi muhabbetin sardı, ben bu mektubu kimden kime yazayım?” Yazamıyor bakın, mektup dahi yazamıyor…

Bunlar geçici aşk, peki ya manevi aşk? Manevi aşk herşeyin üstündedir.