HAZRETİ MEVLÂNA’NIN ALLAH’A DAVETİ – 1

Âriflerin Menkîbeleri’nde nakledilir ki:

“Bir gün üç kişi, Mevlâna Hazretleri’ne, ‘Yolunuz nedir?’ diye sordular.

O da, ‘De ki bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanları basîret üzere yâni açık bir bilgi ve kesin bir delille Allah’a davet ederiz’ diyerek bir âyetle yanıt verdi. Bu söz üzerine o üç kişi Mevlâna’ya mürid oldular.”

İnsanları Allah’a davet eden Hazreti Mevlâna, bu yolda her türlü bilgiyi açık bir şekilde bizlere sunar.

Hazreti Mevlâna, Allah’ı şöyle izâh eder:

“Bütün peygamberler ve velîler, Allah’ın hakîkati hakkında hiçbir şey söylemediler ve bir şeye de karar vermediler. Ben, Muhammed’in canının nuru sırrına dayanarak ve güvenerek diyorum ki, Allah tamamiyle zevktir ve her kim tatmazsa anlamaz.

İşte ben, o zevkim ve o zevke tamamiyle gömülmüşüm. Halkın zevki bu zevkin yansımalarıdır. Çünkü iman tamamiyle zevk ve şevktir.”

Hazreti Mevlâna, müridlerinden bu anı yakalamalarını ve canlarında o zevki bulmalarını ister:

“Ben aşıkların nazârında bakılan bir cisim değilim. Belki ben sözümüz ve ismimizi işitince müritte hâsıl olan o zevk ve hoşluğum. O anı bulduğun ve o zevki canında duyduğun zaman bunu ganîmet bil ve şükürler et. Çünkü ben o zevkim.”

Hazreti Mevlâna, bizlerden sadece gönül ister ve şöyle buyurur:

“Allah, ‘Biz gönüle bakarız, su ve topraktan ibâret olan surete değil’ diyor.

Sen dersin ki bizim gönlümüz var. Öyle ama gönül arşın yücesindedir, aşağılarda değil!”

“Gönül, bir tek kişide olur. O tek kişi hangisidir?” diyen Hazreti Mevlâna, “Asıl olan gönlü ara” buyurur ve Hazreti Muhammed’in dilinden şunları nakleder:

“Peygamberimiz Muhammed buyurmuştur ki: ‘Bir suya taş attığın vakit su nasıl açılırsa, Allah’ın nuru bir müminin kalbine indiği vakit, onun kalbi de öyle açılır, genişler, hoş ve lâtif bir sahra olur.’

Bunun üzerine ashâb, ‘İnsan kalbinin genişlediğini nasıl anlar? Bunu görecek gözü, perdeli ve tozlu olursa kalbinde bir genişlik ve açıklık olduğunu nasıl anlayabilir?’ diye sordular.

Peygamber, ‘İmanlı kişi, kalbinin genişlediğini bütün mal, mülk ve dünya lezzetinin gönlünde soğuması ve tatsız bir hâle gelmesi, dünya dostları ve kendi ahbaplarından sebepsiz ve garezsiz bir yabancılık duymaya başlaması ile anlar’ buyurdu.”

Rubaî:

“Akıl bir ateş gördü: İşte bu aşktır, dedi. Hayır! Aşkı akıl göremez, aşkı ancak aşkın uyanık gözü görür. 

Aşk; ağızsız, dilsiz, sessiz sedâsız feryâd ederek dedi ki: Ey gönül! Sen yükseklerde uç da, aşkın yüceliğini gör!”

HAZRETİ MEVLÂNA’DA GÖNÜL – 2

“Salâvat getirip duruyorsun ama, Mustafa’nın temizliğinden neyin var, ona bak” diye buyuran Hazreti Mevlâna, yine şöyle seslenir:

“Nice inşallah demeyen var ki, canı inşallaha eş olmuştur. Akıllı hacı, niceye dek yedi yedi tavâf eder durur. Ben, deli divâne bir hacıyım, kaç kez döndüğümü saymam bile!”

Hazreti Mevlâna, şekilcilere çatarak kılık kıyafete teslim olanları “İsa’yı bırakıp da eşeğine bakma” diyerek uyarır. Bu sözünde; İsa’dan maksat ruh; eşekten maksatsa bedendir, yâni nefstir. 

Ve yine şöyle seslenir Mevlâna:

“Senin dayanağın Tanrı’dır. Sopa değil; at o sopayı, vazgeç ondan. Külâhı bırak da başı ara; sır o başta ele geçer.”

Hakk’ı, büyük yeryüzü meydanında kucaklayamayanlar onu duvarlar arasında hapiste biri sanıyorlar. Onların o duvarlar arasında bulacakları olsa olsa nefslerinin putudur, Allah değil…

Mevlâna şöyle der:

“Ne aptaldır o adam ki, sevgili onun evindedir de o, eve gelmez; boş yere olmayacak yerlerde koşup gezer.”

Hazreti Mevlâna’ya göre dini, formüller, kalıplar, kurallar hâlinde sundukları sanılan peygamberler, esâsen gönül mimarlarıdır. Uyanık ruhlar, peygamberleri böyle anlamış, dini de bu anlayışla yaşamışlardır. Kalabalığın, peygamberleri kuralcılar olarak düşünmeleri, onların gerçek yüzlerini göremediklerindendir.

Hazreti Mevlâna şöyle buyurur:

“Canlar, canlara şekil veren ustaya akmada; fakat bu akış, akıllıların dillerinde; aşıklarınsa gönüllerindedir.

Gönül göğe benzer, dilse yeryüzüne… Yeryüzünden göğe varmaya pek çok konaklık bir yol var.

Suyu başkalarının oluklarından alan kişi hırsızdır… Başkalarının damlarındaki suyu aşıran, söz nakledendir.

Kimin gözyaşlarından nergisler biter, güller açarsa odur aşık… Nergisler toplayıp demet yapansa bir iş başarandır ancak.

Kim canının hâlini giyinmiş, canının rengine bürünmüşse hangi cevabı verirse versin, gerçekte soru sormadadır o.

Bilgisi, görgüsü tam olan hekim, hastaya acı bir ilaç da verse zulmediyor gibi görünür, ama zâlim değildir o.

İsterse karanlık olsun; ayak, ayakkabısını tanır; gönül de zevk yoluyla, vardığı konağın hangi konak olduğunu anlar.

Gönüle gir, şu tufanda Nuh’un gemisine at kendini… Durak korkulu ama gönlüne korku girmesin.”

AŞK VE İMAN – 13

Hazreti Mevlâna, bir rubâisinde, aşkın, Peygamberimizin yolu olduğunu buyurur. Hatta bizlerin de aşkın çocukları olduğumuz haberini verir ve der ki:

“Peygamberimizin yolu aşktır; aşk oğullarıyız biz, anamız aşktır.”

Sevginin ve aşkın ne kadar önemli olduğu, Fihî Mâ-Fîh’de şöyle ifade edilir:

“Nerede olursan ol, ne hâlde bulunursan bulun, sevmeye, aşık olmaya çalış.”

Âriflerin Menkîbeleri’nde, sevginin artması için Tanrı erinin yakınında olmanın gerekli olduğu, şu olayla nakledilir:

“Bir gün Mevlâna Hazretlerinin yanında birinden: Falan kişi, canım ve gönlüm hizmettedir, diyor diye bahsettiler. Mevlâna: Sus, insanlar arasında söylenen bu yalan, miras kalmıştır. O, erlerin hizmetinde olan öyle gönül ve canı nerede buldu? dedi ve mübarek yüzünü Çelebi Hüsâmeddin’e çevirerek: Allah Allah! Tanrı velîleri ile diz dize oturmak lâzımdır. Çünkü o yakınlığın büyük tesirleri vardır, buyurdu.”

Hazreti Mevlâna, sevginin yakınlıkla doğacağını söyleyerek, hiçbir zaman uzakta olmamızı istemez, ayrılık ve uzaklığı bir zehire benzetir.

Âriflerin Menkîbeleri’nde bununla ilgili şöyle söyler:

“Onu görmekte senin ruhun, onun ruhu ile birleşir. Ayrılığı niçin denemeye kalkıyorsun. Bir insan, zehiri nasıl denemeye kalkar. Sen temiz de olsan pis de, ondan uzak bulunma. Çünkü temizlik, yakınlıktan artar.”

Mektûbat adlı eserinde Hazreti Mevlâna, aşık olmayan kişiler için şunları söyler:

“Sen aşık olmadıysan, sevgi nedir bilmiyorsan; yürü git, ot otla; eşeksin sen.”

Aşkla beslediği müridleri için ise Âriflerin Menkîbeleri’nde şöyle söylediği nakledilir:

“Aşkla beslediğim her mürid feleğin okundan kurtulur.”

Rubâi:

“Aşk, misk gibi kokar; onun için gizli kalmaz, belli olur! 

Aşk, ağaç gibidir; aşıklar da, ağacın gölgeleridir! Gölge gerçi ağaçtan uzak düşse de, yine orada kalmak gerektir!”

HAZRETİ MEVLÂNA’NIN DİLİNDEN HAZRETİ MUHAMMED – 15

Hazreti Mevlâna, Mektûbat’ında, Hazreti Muhammed’in has kulları hakkında buyurduklarını şöyle aktarır:

“Gerçekler padişahı gerçek Peygamber, şöyle buyuruyor: Âhir zamanda bunaldınız mı, dileğinizi has kullarımdan umun; hem de apaçık umun. Karanlıklarda kalanların şüpheli bekleyişleri gibi değil.

Ümmetim için her zaman bir tufan var, her zaman bir Nuh.

Her zamanın Kutbu, o zamanın halîfesidir. Nuh’un gemisi odur. Onun eteğine yapışan tufandan kurtulur.”

Yine Mektûbat’ta şöyle der Hazreti Mevlâna:

“Peygamber demiştir ki: Gerçekten de, Allah’ın, kadri yüce kulları vardır; yeryüzünde onlar, yağmura benzerler; karaya düşerlerse hayır bitirirler, denize düşerlerse inci çıkarırlar.”

Bir kasîdesinde Hazreti Mevlâna bu konu ile ilgili şöyle buyurur:

“Tanrı erleri gönül gibi göklere sefer ederler. Ey Hakk’ın velîlerini Hakk’tan ayrı sayan! Velîlere iyi zan beslesen ne olur? Bundan sonra bizden ayrılmasan, ne olur?”

Ve yine Mektûbat’ta Hazreti Muhammed ile Hazreti Ali arasındaki şu konuşmayı dile getirir:

“Peygamber, Hazreti Ali’ye, ciğerimi yeryüzünde emekliyor görsen ne yaparsın? diye sordu. Ali, bu soruya cevap veremem, ancak göz çukurumu yurt olarak ona bağışlarım; onu yüreğimin içine sokarım. Bunları yapmakla beraber, kendimi yine de suçlu ve kusurlu sayarım.”

HAZRETİ MEVLÂNA’NIN DİLİNDEN HAZRETİ MUHAMMED – 9

Bir kasîdesinde, “Küfür, insanlığın elbisesini karartmıştı. Muhammed’in nuru imdada yetişti” diyen Hazreti Mevlâna, Mektubat’ında, Hazreti Muhammed’in, insanlığa sevgi konusunda gösterdiği yolu şu şekilde bildirir:

“Mustafa, mescitte oturuyordu; birisi, mescidin kapısının önünden geçti. Dostlardan biri, ey Allah elçisi dedi, ben şu geçen kişiyi seviyorum. Mustafa, kalk buyurdu, bu sevgiyi ona bildir. Sizden biri, birisini sevdi mi, sevgisini ona bildirsin.”

“Sevgiyi göstermek gösteriş değildir” diyen Hazreti Mevlâna, yine der ki:

“Yüce Allah’a en sevgili olan, Allah katında en üstün olan şey, yüce Allah için birisini sevmektir.”

Ve yine Mektubat’ta Hazreti Muhammed’den şu sözleri nakleder:

“Kim, işi darmadağın olan birisinin işini düzene koyarsa, Allah da onun işini düzene koyar.”

“Dervişliğin nişânesi, belirtisi nedir?” diye soran Hazreti Mevlâna, yine şöyle cevap verir:

“Herkese elinden geldiği kadar iyiliklerde bulunan, yardımcı olan, etrafa inciler saçan cömert kişi; tatlı dilli olup, kimseyi incitmeyen, değerli sözler söyleyen seçkin insan derviştir. Yoksa herkesi aldatmak için yüz parçadan dikilmiş yamalı hırka giyen kişi derviş değildir.”

Rubâi:

“Bir yükseklerdeniz, yükseğe gideriz. Biz denizdeniz, denize gideriz.

Hazreti Muhammed’in hırkasına yapış da içinden Bilâl’in aşk sâlâsını her zaman dinle.”

HAZRETİ MEVLÂNA’NIN DİLİNDEN HAZRETİ MUHAMMED – 8

Hazreti Mevlâna, Mektubat’ında, Hazreti Muhammed’in has kulları hakkında buyurduklarını şöyle aktarır:

“Gerçekler padişahı gerçek Peygamber şöyle buyuruyor: Ahir zamanda bunaldınız mı, dileğinizi has kullarımdan umun; hem de apaçık umun. Karanlıklarda kalanların şüpheli bekleyişleri gibi değil.

Ümmetim için her zaman bir tufan var, her zaman bir Nuh.

Her zamanın Kutbu, o zamanın halîfesidir. Nuh’un gemisi odur. Onun eteğine yapışan tufandan kurtulur.”

Yine Mektubat’ta Hazreti Mevlâna şöyle söyler:

“Peygamber demiştir ki: Gerçekten de, Allah’ın kadri yüce kulları vardır; yeryüzünde onlar, yağmura benzerler; karaya düşerlerse hayır bitirirler, denize düşerlerse inci çıkarırlar.”

Bir kasîdesinde Hazreti Mevlâna bu konu ile ilgili şöyle buyurur:

“Tanrı erleri gönül gibi göklere sefer ederler. Ey Hakk’ın velîlerini Hakk’tan ayrı sayan! Velîlere iyi zan beslesen ne olur? Bundan sonra bizden ayrılmasan, ne olur?”

Hazreti Mevlâna, Peygamberin evlâtlarının bütün âlemdekilere haklarının geçtiğini dile getirir ve Mektubat’ta Hazreti Muhammed ve Hazreti Ali arasında geçen şu konuşmayı nakleder:

“Peygamber, Hazreti Ali’ye, ‘Ciğerimi yeryüzünde emekliyor görsen ne yaparsın?’ diye sordu. 

Hazreti Ali, ‘Bu soruya cevap veremem, ancak göz çukurumu yurt olarak ona bağışların; onu yüreğimin içine sokarım. Bunları yapmakla beraber, kendimi yine de suçlu ve kusurlu sayarım.’

Bunun üzerine Peygamber buyurdu ki, ‘Fatıma bedenimin bir parçasıdır. Evlâtlarımız ciğerlerimizin parçalarıdır, yeryüzünde yürüyen ciğerpârelerimizdir.”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (94)

Cehalet okumamaktan mı kaynaklanıyor?

Okuyacak, öğreneceksin. Zaten Hazreti Muhammed’in ilk sözü, “Oku!” Neyi okuyacaksın? Sana yararı dokunacak, faydalı olacak şeyi okuyacaksın yoksa zamanın boşuna geçer. Eğitimini aldığın konudaki kitaplar sana fayda vereceği için o konu ile ilgili eserleri okuyacaksın. Mustafa Kemal Atatürk, “Hakiki mürşid ilimdir” diyor. İlimsiz bir yere varamazsın. Ayrıca, tarihini de okuyacaksın, nereden geldik bilmemiz lazım.
Ruhuna temel atacak kitaplar ise tasavvufi kitaplardır. Hazreti Mevlana’nın Fihi Ma-Fih’ini, Mecalis-i Seba’sını, Mektubat’ını, Sultan Veled’in Maarif’ini, Ahmet Eflaki Dede’nin Ariflerin Menkıbeleri’ni okursan temelin sağlamlaşır, dünya sende küçülür. Temelin sağlamsa bir gökdelen çıkabilirsin. Böyle bir temel atmadan sırf maddeyle yola çıkan gecekondudur, yıkılmaya mahkumdur. Bir ata sözü var, “Karun kadar malın olsa ne fayda!” Neden? Çünkü bir yere imanın, bir yere bağlılığın yok.
Hazreti Muhammed, ilim tahsil etmemiş, eline kitap, kalem almamış ama Allah, Hazreti Muhammed’de ümmi sıfatıyla çıktı. Hazreti Muhammed, sayısız bilgiye sahipti. Nereye baktıysa sevgiyle baktığı için her varlığı dile getirdi. Hazreti Muhammed’de sevgi ilmi vardı.
Hazreti Mevlana, Şems’le buluştuktan sonra zahir ilimleri bıraktı, kendini aşka verdi. “Cihan benim tekkem, alemler medresem” diyerek bütün varlıkları tahsil etmeye çıktı. Buna ömür yetmez.
Kur’an-ı Kerim kadar manalı sözler (ayetler) yazan kitap yok. Hazreti Mevlana, yediyüz sene önce Yasin suresini tefsir etti, insaların aya çıkacağını bildirdi. “Bir gün gelecek Ademoğlu aya çıkacak, aydan dünyaya menzil kuracak” dedi. Yasin semavattaki varlıkları dile getirir. Kur’an-ı Kerim’i okurken, bütün ayetlerinin manasına inecek, Kur’an’ı anlayacaksın.Kur’an-ı Kerim, insana gelmiştir. Yaşarken okuyup öğrenmemiz lazım, yoksa öldükten sonra bir fayda sağlamaz.
Ehl-i iman kişi ölmez. Bütün dostları tarafından en güzel dille anılır. Hazreti Muhammed’in, selam olsun üzerine, ne Yasin-i Şerif’e, ne İhlas-ı Şerif’e, ne Fatiha’ya ihtiyacı yok. Hazreti Mevlana’nın ve diğer Velilerin de yok. Onlar hayattayken canlı Fatiha idiler. Hakk’la Hakk oldular, hep Hakk’ı yad ettiler, gönüllerde yer aldılar. Biz onlara okurken, düşünelim; onları yüklenelim de toplumu aydın kılalım, kişiliklerini vererek güzel işlere sürükleyelim, güzel hizmetlere bulunsunlar, güler yüzlü, tatlı dilli olsunlar, kimseyi hor görmesinler, nefslerine hakim olsunlar, kırıcı konuşmasınlar.