MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (93)

Peygamberlerin çoğunun Arap yarımdasına geldiğini söylemiştiniz. Müslüman ülkelerin geri kalmış olmalarında iklim şartları etkili olmuş olabilir mi?

İklimle alakası yok. Hazreti Muhammed, Mekke’de doğdu, Medine’ye hicret etti. Onu iklim etkilemedi, ağzından bal aktı. Amcası Ebu Cehil’in ağzından da küfür aktı. İklim önemli değil, biri Allah’la, diğeri Allah’ın dışından yaşıyor. Ebu Cehil’in ilk ismi Ebu Hikmet’ti, hikmet sahibiydi, çevresindekilere yardımlar yapardı. Hazreti Muhammed’e Nebilik gelince insanları uyandırmaya başladı. O zaman Hazreti Muhammed’i kıskandı, inkar etti, karşı geldi. Ebu Cehil, (cahillerin babası) ismini aldı. Cahillerin şefaatçısı Ebu Cehil’dir. Bir de münafıklar var. Bir sürü entrika yaparlar, onun bunu canı yandı mı hoşlanırlar. Onların da şefaatçısı Ebu Leheb. O da Hazreti Muhammed’e çok ıstırap verdi. Müminin de şefaatçısı Hazreti Muhammed. Bütün Peygamberler, Veliler “bir”likçidir.
Bahçede yabani otları temizlemeden, gülün güzelliğini görmezsin; kendi haline bırakırsın, o gül de gül olmaz. Bir çıban çıkıyor, Allah’tan diyorsun ama rahatsız edince sıhhate ulaşmak için gidip ameliyat oluyorsun. Çalışmak lazım ki, İslam oyuncak haline gelmesin. Bütün Peygamberler İslam’dır. Misyonerlik devri geçti, artık insanlık devri doğdu. İnsana insanı söyleyeceksin. İnsan olursa kainata rahmettir. İkilik tohumu atanlar ne Allah katında sevilir, ne kendi Peygamberleri sever.
Hazreti Muhammed, diğer Peygamberler, Hazreti Mevlana, Veliler, onların hepsi aydın. Hazreti Mevlana diyor ki: “Beri gel beri, daha beri, daha beri, ben senim, sen bensin. Biz bir top inciyiz, bir başız, bir akılız, bu şaşılık niye? Hiç aydın aydınlıktan kaçar mı? Gel…”
Şehadet’in manasına bakacak olursak; Eşhedü en la ilahe illallah ( Şehadet ederim bütün cihan boş, ancak sensin Allah) ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu (yine şehadet ederim Allah’ım, Hazreti Muhammed gibi sana kulluk edeceğim ve topluma senden söz edeceğim.) İşte şehadetin manası budur. Şehadet getirdikten sonra insanın nefsinde yaşamaması lazım. Şehadet ağızdan çıkıp, kulaklar işitti mi, onun manasına inip manasında yaşamak lazım. Eğer Müslümanlar şehadetlerinde yaşasaydılar hiçbir zaman kötülük yapmaz, silaha sarılmazlardı. Çünkü hepsi temiz birer insan olurlardı ve hepsinin dünyada dokunulmazlığı olurdu.
Bu alem zıtlar alemidir. İnsanlar mana ehli ile beslenmeyip kal ehli ile beslendiler. Kal ehli insanlara güzel gıda veremedi, insanlar iyi eğitilmediğinden dünya maddeye yöneldi, insanlar topraklaştı. Parayı, malı, mülkü seviyorlar, bunlar gönüllere girdi. Müslüman’ın içi de, dışı da temiz olacak. Yalnız bir lafla Müslüman olunmaz. Nefsini yenmeyi başaramazsan, gece gün zikir yapıp ibadetle uğraşsan ancak kendini kandırmış olursun, Allah kanmaz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (92)

Üç semavi dinin içinde İslamiyet en son ve yeniliklere en açık din olmasına rağmen malesef bakıldığında en gerilerde görünüyor. Bunun nedeni nedir?

Her Peygamber geldiği devre göre konuştu. Hazreti Muhammed, Peygamberlerin en medenisidir. Bütün Peygamberler bu aleme onun nuru ile geldiler, onun ışığı ile yaşadılar ve ruhlarını yine ona rücu ettirdiler. Hazreti İsa, “Benden sonra bir Prens gelecek, ismi Ahmed, ona kim yetişirse benim selamımı söylesin, beni ümmetinden saysın” diyor. İkibin küsur sene önce methetmiş. İncil’de yazar.
Toplum, Hazreti Muhammed’de Hakk’ı görmediği için böyle ikiliklerde bir hayat sürdürdü ve cehaletten kurtulamadı. Hazreti Muhammed hayatı boyunca hep cehaletle savaştı. Muhammedi demek; aydın, insancıl, barışçı, sevgi dolu bir yaşam sürmek, bütün insanları bir görmek, hiç ayırım yapmamak demektir. “Ben bütün aleme rahmet olarak geldim” dedi. Ama şimdi topluma baktığımızda, Hakk’ı kisvelerde arıyorlar. Hakk, türbanda, külahta, takkede bulunmaz, bunlarla görünmez. Hakk’ın bütün güzellikleri senin güzel ahlakından, temiz gönlünden, güzel hizmetlerinden, sende tecellisini gösterir. Teferruatla bu güzellikler meydana gelmez. Bizler hiçbirine karşı değiliz, ister başı açık gelsin, ister türbanlı otursun, karışmayız. Çünkü burası Hakk kapısıdır. Biz toplumumuzun daha ileri gitmesini, daha aydın, daha bilinçli olmasını isteriz. Hıristiyan alemi çalışmış, şehirler gibi gemiler, havaalanları yapmışlar. Çünkü Allah çalışana verir, tembele hiçbir şey vermez.
Size şöyle bir hikaye anlatayım… Bir gün, Hazreti Musa, Tur-i Sina’da Allah’a demiş ki: “Destur verir misin kullarını bir keşfedeyim, ne yapıyorlar, sana karşı nasıl bir sevgileri var?” Nida gelmiş, “Buyur, çık seyret.”
Dolaşırken bir çiftçi ile karşılaşmış, selamlaşmışlar.
“Ne yapıyorsun?”
“Toprağı sürüyorum.”
“Ne ekeceksin?”
“Buğday.”
“Olacak mı?”
“Allah verirse olur.”
Musa saf, bu Allah2a dayandı diye hoş görmüş. Daha ileride yine biri tarlasını sürüyormuş, ona da selam vermiş.
“Ne yapıyorsun?”
“Ya Musa, toprağı sürüyorum.”
“Ne ekeceksin?”
“Buğday.”
“Olacak mı?”
“İster istemez olacak.”
“Ya Allah vermezse?”
“İster istemez verecek.”
Bunu duyunca Musa çok şaşırmış. Başkalarına gitmeyi bırakmış, doğru Tur-i Sina’ya gelmiş. Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıkmış.
“Allah’ım iki kulunu ziyaret ettim. İkisi de çiftçi, tarlayı sürüyorlardı. Birine buğday olacak mı? idye sordum. Allah verirse, dedi, sana sığındı. Diğeri, ister istemez olacak, dedi. Ya Allah vermezse? dedim, ister istemez verecek, dedi, sana kafa tuttu.”
Cenab-ı Hakk sordu, “İlk ziyaret ettiğin çiftçinin işine baktın mı, toprağı nasıl işlemişti?”
“Baktım, tam manasıyla toprağın hakkını vermemiş, arada topaçlar vardı.”
“Ona istersem veririm, istemezsem vermem. Öbürü toprağı nasıl işlemişti?”
“Toprağı kahve haline getirmiş, toprağın hakkını vermiş.”
“Ya Musa, o toprağın hakkını vermiş, ben ona vermezsem, adaletim dünyadan kalkar!”
Bu üçbinbeşyüz küsur senelik Hazreti Musa’nın kıssasından Hazreti Muhammed’e gelelim. Onun bir ismi de Cabbar, hep çalışmış. Dünya işinin bırakıp yalnız ahiret için çalışmak olmaz. II. Dünya Savaşı’nda Almanya yerle bir oldu ama sonra yine gelişmiş ülkeler arasındaki yerini aldı. Çünkü çok çalıştılar. Hani sen en aydın bir Peygamberin ümmetiydin?..
Çok çalışmamız, uykudan uyanmamız lazım. Gözler açık ama uyuyoruz. Hazreti Muhammed, Evliyaullah, gözümüzü açmaya, bizleri uyandırmaya, aydınlığa sürüklemeye geldiler. Aklını kullanmadan, kör gibi yaşamak bizim suçumuz.
Herkes mesleğini sevgiyle işlerse bu vatan, bu toplum kalkınır. Allah hepimize göz açıklığı versin. İşimize karşı sevgimizi, aşkımızı çoğaltsın.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (91)

Kudüs’teki üç semavi dine gelince…

Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da kırksekiz Peygamber yatar. İlki İbrahim Halilullah, en son İsa Ruhullah, Musa, Yakub, Yusuf, Davud, Süleyman, Zekeriya hepsi orada yatarlar. Mescid-i Aksa’nın kırksekiz penceresi vardır. Kırksekiz pencereden her biri bir Peygamberi temsil eder. Hazreti İsa orada yattığı için oraya Ruhul Kudüs de denir.
Dünyamızda üç tane hadrai kubbe var. Hadra, yeşil demektir. Yeşil irşattır. Birincisi Mescid-i Aksa, ikincisi Medine’de Hazreti Muhammed’in makamı, üçüncüsü Konya’da Cenab-ı Mevlana’nın makamıdır.
Kudüs’e gidip kırksekiz Peygamberi ziyaret eden Hazreti Muhammed ve Hazreti Mevlana’yı da ziyaret etmiş olur. Medine’ye gidip Hazreti Muhammed’i ziyaret eden kırksekiz Nebi ile Hazreti Mevlana’yı ziyaret etmiş olur. Hazreti Mevlana’yı Konya’da ziyaret eden Mescid-i Aksa ve Medine’yi de ziyaret etmiş olur. Bu nasıl oluyor? Bir gün Sultan Veled Hazretleri manasında (rüyasında) bir cenazenin sayısız nurlu sima tarafından kendi dergahlarına getirildiğini görür. O nurlu simaları görünce büyük bir coşku içinde cenazeye koşar ve taşıyanlara, “Bu cenaze kimdir nereye götürülüyor?” diye sorar. “Tabutun içindeki Hazreti İbrahim Halilullah, bizler de gelmiş geçmiş Peygamberleriz. Hazreti İbrahim Halilullah’ı Kudüs’ten sizin oraya taşıyoruz ve bizler de taşınıyoruz” diye cevap verirler.
Sabah babasının huzuruna çıkıp manayı (rüyayı) anlatır. Cenab-ı Mevlana, Sultan Veled’e dönüp semahanenin kapısına şu yazıyı yazın der:
“Kimin haccından şüphesi varsa gelsin burayı ziyaret etsin hacı tam olsun. İbrahim Halilullah bedenen Kudüs’te, ruhen buradadır.”
Türbe-i Saadet’deki o yazı bu manadan (rüyadan) sonra yazılmıştır. Bir yerde Hazreti Mevlana, Makam-ı İbrahim’dir.
Hazreti Mevlana, Hakk’a yürüdükten sonra, Molla-i Cami Hazretleri, Hüsameddin Çelebi’ye bir ikindi vakti taziyeye gelip, “Allah sizlere sabırlar versin. Mana güneşi gönüllere sırlandı. Sizden ikindi namazını kıldırmanızı istiyoruz” der.
Hüsameddin Çelebi, “Bizde imamiyete çıkmak yoktur, aramızdan bir hoca ya da hafız imamlık yapar. Biz dosta cemal tutmakla mükellefiz” dese de, “Hazreti Muhammed aşkına, Hazreti Ali, Hazreti Mevlana aşkına imamiyete senin çıkmanı istiyorum” diye ısrara edince, büyük hürmetinden namaz kıldırmak için doğrulur.
Hüsameddin Çelebi, (selam olsun üzerine) sekiz rekatı bir şiir okuyup tekbir çekerek kıldırır.
Cemaattekiler, “Biz bu yaşa geldik şiirle namaz ne gördük ne duyduk” derler.
Namazdan sonra Molla-i Cami Hazretlerine giderek, “Efendi Hazretleri vakit geç olmadan ikindi namazını bir daha eda edelim kazaya kalmasın. Çünkü şiirle kıldırdı” derler.
“Böyle bir namazı hiçbir yerde bulamazsınız o kadar temiz bir dille Allah’a yöenlip, bizi kıyamda, secdede tuttu ki bu namaz kabul olmayacak da hangi namaz kabul olacak” diyerek onayladığını belirtir.
Daha sonra oradan kalkıp Cenab-ı Pir’in makamını ziyarete gider. Daha kapıdan girer girmez, Hazreti Pir’in ruhaniyeti Molla-i Cami’nin vücudunu sarar, emekleyerek kubura gelip gözyaşları dökmeye başlar. Merakla yanına gelen talebelerine, “Hazreti Mevlana’nın kişiliğini şimdi benim dilimden dinleyin ve yazın” der.
“Ulya-yı Kübra mısın? Kabe-i Beytullah mısın?
Asuman ferk eylemedi, Mevlan mısın, Mevlana mısın?”
Bu yazı bugün Türbe-i Saadet’in etrafında yazılıdır.
Cenab-ı Mevlana, dinler üstü bir kişi, kerem dolu bir varlıktır. Bütün dinlere saygı duyar, bütün Peygamberleri bir görür, onun için bütün dünya onu sever. İnşallah hepimiz ona layık oluruz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (90)

Kudüs’te üç semavi dini bir arada gördük. Bu dinler Hakk olduğu halde, kadın niçin ezilmiştir?

Ashab-ı Suffe, Hazreti Muhammed’in hem dostları, hem aşıklarıdır. Onlar, Hazreti Muhammed uğruna her şeylerini bırakarak, Medine’ye geldiler. O üçyüzaltmışaltı Ashab-ı Suffe arasında yetmiş kadar hanım vardı. Hazreti Muhammed, onları kadın-erkek birbirinden ayırmaksızın hepsini karşısına alıp Allah’ın birliğini, büyüklüğünü anlattı.
Mevlana’mız, kadın için diyor ki: “Kadın bir nurdur, sevgili değil. Kadın, yaratıcıdır, yaratılmış değil.” Kadını öyle yüceltiyor ki, kadına yaratıcı sıfatını veriyor.
Büyük oğlu Sultan Veled Hazretleri, Mevlana’nın halifesi Salahaddin Zerkubi’nin kızı Fatma Hatun ile evliydi. Hazreti Mevlana, Şam’a gittikleri zaman gelinine mektup yazar, “Kızım Fatma, orada oğlum Veled seni biraz incitirse bunu bana Allah aşkı için bildir, ben onu evlatlıktan reddederim” der. Bu mektup daha sonra İngilizlerin eline geçer ve bu inceliği duyunca Hazreti Mevlana’ya büyük hayranlık duyarlar.
İslamiyet’in kemalatı Hazreti Muhammed’de tecelli etti. Hazreti Muhammed’in güzelliği, büyüklüğü toplumumuza tam manasıyla sunulmadı. Malesef din adamlarımız kürsülerde, sahabesinden, başka bilgilerden konuştular ama bu güzellikleri sunan temelden konuşmadılar, temeli tanıtmadılar, kök ortada yok. Yaprak nerede kök nerede! Kadınlar eskiden çok ıstıraplı hayat yaşamışlar, hatta insan sıfatı ile bakılmamış bile. Kadının en güzel sıfatı Resulallah’tan sonra meydana geldi. O hayatta iken, kadın-erkek bir arada namaz kıldı. Çocuklar erkek saflarında, kadınlar erkek saflarının arkasında bir arada namazı eda ettiler. Hazreti Muhammed ayrımcılık yapmamıştır. Madem ki kadın-erkek bankada, çarşıda bir arada, neden ibadette de bir arada olmasın? Kabe’de akdın-erkek bir arada, semada neden olmasın?
Hazreti Mevlana, “İkiyi bir gören bendendir, biri iki gören benden değildir” der. Allah, iki göz vermiş, erkek de kadın da, misal olarak, şu tesbihi baktığında tesbih diyecektir. İki göz bir gördü. İsmini zikretsem iki kulak aynı esmayı duyar. Bir gül versem koklasan, iki burun deliği aynı kokuyu alır. Gözler bir gördü, kulaklar bir işitti, burun aynı kokuyu aldı, ağız da biri söyledi. İnsanın cemali birlikçi ama aklı ikiliğe girmiş.
Kişiler kendilerini bilmediklerinden kadını hor görürler, annelerinin de kadın olduğunu düşünmezler. Hazreti Muhammed, “Cennet anaların ayakları altıdadır” diyerek kadını methetti. Çünkü en büyük ıstırabı anne çeker. O çocuğu dokuz ay karnında taşımış, selamete getirmek için binbir çile çekmiş, ağlamasına hastalanmasına koşmuş, evin temizliğini, ütüsünü yapmış. En büyük çilede kadın. Erkek hakikati görse kadına hakkını verir. “Kadın bir nurdur, sevgili değil” her şeyi yaratıyor. Yuvayı en güzel dişi kuş yapar. Peygamberlerin, Evliyaların anneleri de kadın, nasıl hor görürsün? Kadını hor görme, cahilliktir, hakikati görmemektir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (89)

Bizler, bu yolda ilerlemeye çalışıyoruz, gayret gösteriyoruz ama zaman zaman benliğimizin ve nefsimizin tuzaklarına düşüyoruz. Bir iyi, bir kötü gidiyoruz. Ne yapmamız lazım?

Bir gün Peygamber Efendimize sormuşlar, “Hayat bir nefese bağlı, bu nefes çıkıp da gelmezse ölürüz. Dünya muhabbetinde iken, bu nefes çıkarsa bizim halimiz ne olur?” Hazreti Muhammed’in verdiği cevap: “Ben yolcunun ikrarına bakarım. Eğer bana ikrar vermiş, beni gönlünde taşıyor ise ben ona şefaat ederim.”
Bazen, bazı kişiler insanı sinire, hırsa sürükler. Bir estağfurullah çeker yaptığın şeyden nadim olursan tekrar güzelliğe girersin. Konunun üzerinde durup, ben haklıyım, v.s. diye ısrar edersen, sen özünden çıkmış, karşı tarafın konusu ile muhabbettesin, Hakk’ı bırakmışsın onun zikrediyorsun. Bu sana ateş verir, hüzün, sıkıntı verir. Orada durma, bundan kurtul, özüne geri dön. “Hasbinallah ve nimel vekil – Allah bana yeter, O ne güzel vekildir” de. Bunun manası, Allah’ım sana güvendim seni vekil ettim işimi sana bırakıyorum, demektir.

 

Bu yolda şikayet etmek yok, hep hamd edeceğiz. Halimizden çok memnun olursak şükredeceğiz ama dünya istekleri bitmiyor. Her şey yolunda olsa bile, isteklerimiz olduğu sürece şükretmeyecek miyiz?

Dünya istekleri bitmez, birini verir, başka bir şey istersin. İnsanlar zora düştüler mi Allah’ı anıyorlar. Zora düşmediklerinde kendi alemlerinde, nefslerinde vakit geçiriyorlar. Burada sizi uyandırıyor diyoruz ki: Sağlığın yerinde, işin düzgün, aile çevren de iyi halde ise sorulduğunda, “Çok şükür Rabbime iyiyim” dersin. “Sağlığımı vermişsin, annemin, babamın, kardeşlerimin, dostlarımın da bir sıkıntıları yok. Allah’ım sana ne kadar şükretsem az” diyeceksin. Bu güzellikleri verdiği için kalkıp bir şükür zikri yapabilir, bir şükür namazı kılabilirsin. Kılmaktan misal olarak iki rekat sünnet, iki rekat farzı kast etmiyoruz. Kılmanın manası kabullenmektir. Rabbini kıl gönlünde. İstersen namaz kılabilirsin, o erkandır.
Farz edelim ki biraz rahatsızsın ya da evinin düzeni iyi değil, işlerin bozuksa münacatlarda bulunur, Allah’tan istersin. “Nasılsın?” diye sorulduğunda çok şükür iyiyim, demez, “Hamd olsun” dersin. Allah’a hamd eder, şükretmezsin. Neden şükretmezsin? İhtiyaçların yerine gelmemiş, sıkıntılı durumdasın. “Çok şükür “dersen, demek ki memnunsun biraz daha hüzün vereyim de çek der, sıkıntın daha artar.
Biri sana bir şey verse, “Teşekkür ederim” dersin. O sana sağlık, iş, güzel dostlar vermiş, hatta kendini de sana vermiş. Onun kudretiyle görüyor ve işitiyorsun. Neden şükretmeyeceksin? Hastalıkta, sıkıntıda Allah’a hamd var, isyan yok.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (88)

Maneviyatla temizlenmek nasıl olur?

Suyla yıkanmak, ayrı bir ferahlıktır. Bir de iç ferahlığı, maneviyat var, o insanın içinin temizler. Gerek Hazreti Muhammed, Hazreti İsa, Hazreti Musa, Hazreti Davud, Hazreti Süleyman, Hazreti Yakub olsun, gerek Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Abdülkadir Geylani Hazretleri olsun, hepsi küfürlerden arınmış tertemiz bir insan olarak ortaya çıktılar. Onlara bütün varlıklar hizmet ediyor. Çünkü varlıklar onun zuhuru, Hakk oradan yüzünü gösteriyor. İnsanın oraya erişmesi için hep nefsiyle kavga etmesi lazım. İnsanı bu güzelliklerden mahrum eden nefstir. Cenab-ı Hakk bu nefsi, şeytanını tanıman için yarattı. Ona uydukça başın belaya girer, uymazsan yolun düzlük olur.
Peygamberler, hiçbir menfaat beklemeden bizlere bu güzel reçeteleri yazdılar. Kim bu reçeteleri uyguladıysa maneviyatta sıhhatli yaşadı. Bu reçeteleri uygulamayanların tüm yaşantısı boşa gider. Ne kilise de haç çıkarmak, günah çıkarmak kurtarır, ne de camide kuru tövbe etmek kurtarır. Sadece kendi kendini kandırır. Kişi, kendimi değiştireceğim, Hazreti Mevlana’nın güzellikleri ile kendimi donatacağım, temiz bir insan olmaya ve topluma kendimi kazandırmaya çalışacağım, diye düşünerek uğraşırsa hiçbir zaman kayba girmez. Hep uğraşma, mücadele ister. Semalar, zikirler, namazlar bütün ibadetler yapılırken, Üstada karşı sevgi varsa o ibadetten zevk alınır. Hazreti Muhammed’e, Hazreti Mevlana’ya gönül bağlanmamışsa o ibadetlerden zevk alınmaz, yine boşlukta kalınır.
Temiz gezmek her zaman güzledir. Vücud daha sıhhatli, daha latif olur. Su her şeyin can damarı, dünyanın ruhu sudur, dünya suyla bir de güneşle can buluyor. İnsandaki su oranı dörtte üçtür. Nasıl dünyanın dörtte üçü su ise, insan da aynı.
Hazreti Mevlana’nın çok güzel bir kasidesi vardır, şöyle buyurur:

“Bizden bıkma biz çok güzeliz! Başkalarının kıskanmasından ötürü ürktük, güzelliğimizi gizledik.
Birgün beden örtüsünü canın üstünden atınca görürsün ki; canı ay da, firkad yıldızı da kıskanmaktadır. Onların hiç birinde canın parlaklığı yoktur.
Bizi görmek için yüzünü yıka, temizlen, kirliliklerden kurtul! Çünkü kirli bir insan bizi göremez. Kendini nefsani kirlerden temizleyemeyeceksen bizden uzak dur! Kendi güzelliğimiz bize yeter.
Biz yarın ihtiyarlayacak bir güzel değiliz, biz ebediyyen genciz. Gönlümüz rahattır, hoştur. Biz kadimiz, önümüze ön, sonumuza son yoktur.
Giydiğimiz beden elbisesi eskidi, yıprandıysa da, ne gam? O elbisenin içindeki ihtiyarlamadı. Ömür örtümüz fanidir. Fakat kendimiz uçsuz bucaksız bir ömürüz.
İblis Adem’in hakikatini göremedi. Örtüsünü gördü de ondan yüz çevirdi. Hazreti Adem ona, ‘Sen Hakk dergahından sürülmüşsün, kovulmuşsun, biz sürülmedik, kovulmadık’ diye seslendi.
İblis secde etmedi ama meleklerin hepsi secde ettiler de, ‘Gönlümüz örtü altında bir güzele düştü.
Örtü altında öyle bir güzel var ki; güzelliği aklımızdan başımızdan aldı da o güzelliğe karşı secdeye kapandık’ dediler.
İhtiyarlamış kişileri güzellerden ayırdedemezsek, aklımız, aşk aleminde bu seçmeyi yapamazsa, biz aşkta dinimizden dönmüş sayılırız.
Güzelin sözü mü olur? O Allah arslanıdır, biz çocukça sözlere daldık. Zaten de çocuklarız. Biz aşk bilgisinde daha alfabedeyiz, ebced okumadayız.”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (87)

“Akıl kirlendiği zaman, su ve sabun onu temizleyemez” diyorsunuz. Geçenlerde, “Abdest bizim silahımızdır” dediniz. Açıklar mısınız?

Abdest, küfürden, kötü muhabbetlerden, başka yollara gitmekten korur. Abdest, insanın sliahıdır, yani kötü yollara cephe alır. Almışsın abdestini çekinirsin, o seni korur. Abdestsiz gezersen, her an küfre girebilir, aklını nefsi isteklerinin peşinde gezdirebilirsin. Su, başta Peygamberler olmak üzere gönül sahiplerinin hükmündedir, onlar suyun hükmüne girmez. Bizler onların derecelerine gelemediğimiz için bu kaidelere uyarsak iyi olur, insan kendini biraz frenler. Hep kaidesiz olursa, misal olarak ne olacak ben Mevlevi’yim derse, bir bakıyorsun ki bulunduğu yola uygun işlerde değil, yalnız isimde Mevlevilik var, hareketlerde yok. Abdestli olursan silahın var, nefsinin şerrinden seni korur. Bir yerde ezan okunurken hemen camiye girer, namaza doğrulursun. Allah’a, Peygamberine, onun yoluna kendini daha fazla kaptırmışsan, senin gönlün daha üstündür, daha huzurlu namazını kılarsın. Abdest nefsine karşı silahtır, onun yolunu keser.
Hazreti Mevlana’nın katibi Hüsameddin Çelebi tekkenin kuyusundan hiç abdest almazdı. Kendi evinde abdest alır, tekkeye öyle gelirdi. Dervişler, “Bu zatı hiç abdest alırken görmedik, bu abdestsiz namaz kılıyor, abdestsiz zikirlere giriyor” diye Hazreti Mevlana’ya şikayet ettiler. Hüsameddin Çelebi o esnada yoktu, biraz sonra geldi. Muhabbet esnasından Hazreti Mevlana, “Ey ruhumun mertebesi Hüsameddin! Kardeşlerin senin hakkında bir şikayette bulundular. Sen buraya gelip tekkenin kuyusundan hiç su çekmemişsin, bir abdest tazelememişsin, sen abdestini nerede alıyorsun?” diye sordu.
Hüsameddin Çelebi şu cevabı verdi:
“Ben abdesti kendi evimin kuyusundan alıyorum. Çünkü tekkenin kuyusunun suyuna dünya bulaşmıştır, benim de abdestimi bozmasından korkuyorum.”
Dünya ehli yıkıyor, sular kovaya damlıyor. Onun için orada abdest almıyor, gönül sahibi. Ne kadar incelikler var.
İnsan her şeyin üstündedir ama kimliğini bilen insan. Su insanın dış kirini yıkar, iç alemini su temizleyemez. Ne kadar yıkansa, boy abdesti alsa da üstünden sıkıntısı, hüzünleri gitmez. O sıkıntıları, hüzünleri atmak için Allah’ın bir sevgilisini kendine dost edinecek, onun eteğini tutacak, ona uyacaksın. Onun yoluna gidersen o seni temizler. O zaman sende huzur olur, güzellikler başlar.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (86)

İbadeti bir borç olarak mı, yoksa Allah’a duyduğumuz sevginin, saygının tezahürü olarak mı düşünmemiz gerekiyor?

Allah’a sevgimizden, saygımızdan temiz bir gönülle ona koşarak, güzel bir tat alırız. Allah, bizlere sağlık, güzel nimetler, güzel dostlar vermiş, bizim vazifemiz ona şükretmektir. Biz yaşadığımız ana gece gündüz şükrederek, Yaratıcıyı dilimizin döndüğü kadar en güzel şekilde anlatmaya çalışıyoruz ve onu kendimizin dışında bir an bile tutmuyoruz.
Gözümüz onun kudretiyle görüyor, kulağımız onun kudretiyle işitiyor, elimiz onun kudretiyle tutuyor, ayağımız onun kudretiyle yürüyor. Vücudumuzda bulunan bütün azalardaki dirilik onun kudretiyledir. Madem ki bizi bu kadar sevmiş, her türlü güzelliklerle donatmış, biz de onu isteyelim, onun güzelliklerini içimize dolduralım. Başkalarının işlerinden bahsetmeyelim. Hazreti Muhammed der ki: “Başkalarının hesabı ile uğraşanlar, benim ümmetimden değildir.” Kendi ihtiyaçlarının peşinde koşacağına, başkasının işlerini merak eden kişi hep kayıptadır.
Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yok. Biz, onu zikrederken, onun o güzel vasıflarını içimize doldurmaya, onun o güzelliklerini tefekkür etmeye, o esmanın hüsnası olmaya çalışalım. O dışımızda değil, içimizdedir. Çünkü, Allah’ı zikretmesen bile, kalb her saniye devamlı “Allah” diye zikrediyor. Onunla diriyiz ama eğilmiyoruz. Bir an kalbimizi dinleyelim, kalbimiz bir saniye bile sahibini bırakmıyor, biz nasıl onun dışına çıkabiliriz. Ona dört elle sarılmak, onun dışına çıkmamak lazım.
Bir insan gönlünü Hakk’a vermezse ne kadar bilgili olursa olsun, sonu ölümledir. Kişi, bir yere ikrar verir, ikrarına sıdk-ı bütün imanla bağlanırsa o kişi, yaşar ve yaşatır. İnsan anneden doğup bir yaşa kadar geldikten sonra bir arayışa çıkar, gönlüne göre bir mürşid-i kamil bulduğu zaman geçmişi silinir, orada yeniden doğar. Doğduğu yeri yaşar ve yaşatırsa ölümsüzlüğe yol alır.
Hazreti Mevlana, Şeb-i Arus için, “Bu gece kına gecem, Sevgili ile buluşma gecem. Vah vah demeyin, bana ağlamayın, ağlarsanız kendinize ağlayın. Ben o Padişah değilim, tahttan inip tabuta gireyim. Ben o Padişahım ki, tahttan inip gönüllerde yer alayım” diyor. Hazreti Mevlana, bunu kazandı. Çünkü, bütün ömrünü insanlık alemine ışık tutarak geçirdi. Hep güzel şeyler, sayısız hakikatler, sayısız bilgiler sundu. İnsanı, Tanrı katında en yüksek varlık olarak tanıttı ama insan kulak vermedi, kendisinin kim olduğunu öğrenmek istemedi, nefsi ağır bastı, güzelliği, insanlığı bırakıp, nefsaniyete yöneldi. Ne oldu? O Yaratıcı üzüldü. Başka bir şey değil.
Demek ki, korku değil… her zaman sevgi ve saygı.
Ne zaman korkacaksın? Hakk’a aykırı işler yaparsan, insanları kötü yollara sürüklersen, kork. Çünkü insan, insanın Rahmanıdır; insan insanın Şeytanıdır. Bir arkadaş, bir arkadaşı doğru yola götürmeye çalışırsa o arkadaş Rahman sıfatını taşır, arkadaşını da Rahmaniyete çeker. Bir arkadaş, arkadşaını kötü yollara çekmeye kalkarsa, o Şeytandır. Ona uydun mu Şeytana uymuş olursun.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (85)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Evlatlarımızı nasıl yetiştirmemiz gerek?

Evlatlarımızı günümüze, yarınlara göre hazırlamazsak, büyük bir vebal içinde kalırız. Ne diyoruz? Bu dünyada insan son varlıktır. Tanrı insanda kendini yarattı. İnsanla bütün eserlerini seyredip, insan diliyle bütün eserlerini isimlendirdi. Kendi ismini de insanla verdi. İnsan, Yaratıcıyı temsil etmek, Yaratıcıyla yaşayıp, o Yaratıcı ile dünya durdukça baki kalmak için gelmiştir. Bütün dünya insanın emrindedir ama insan, insan olursa. İnsan olmazsa, o dünyanın emrindedir.
Toplum kendini bilmediği için dört vasıfta yaşıyor. Mutfak, banyo, tuvalet, yatak odası, bunlar için yaşıyor. Halbuki insan düşünürdür. İnsanın vazifesi insanlık için yararlı fikirler üretmeye çalışmak, bir kenara çekilmek şöyle dursun, insanlar arasında hiç ayırım yapmadan hepsinin hizmetine koşmaktır. Ne olacaksa olsun demek değil…
Hazreti Muhammed, yaptığı o güzel hizmetler sayesinde kendini insan toplumuna kazandırdı. Diğer büyüklerimiz de güzel hizmetlerde bulunarak kendilerini kazandırdılar. Kendini topluma kazandıran kişi, artık ölümden kurtulmuştur.
Hazreti Mevlana’nın buyurduğu gibi… “Ey insan ne gördüysen bu alemde senden dışarı değil, ne istersen iste, kendinde iste. Çünkü sen her şeysin.”
Hakk’ı bulmadın mı, dünyalar senin olsa sen boşluktasın. Bizim vazifemiz Hakk’ı istemek, Hakk’ı bulmak, onunla yaşamaktır. Onu bulduktan sonra her şeyi bulmuş oluruz, her iş kolaylaşır. O da insan dışında değil. Büyüklerimiz bize ayna. Temiz bir inanç, imanla bakıldı mı gün gelir, siz O olursunuz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (84)

Hazreti Mevlana, “Hayali Allah’ı sevmek kolay, Allah’ın elçisini sevmek zordur” diyor. Açıklar mısınız?

Cenab-ı Mevlana, hayali Allah’ı sevmek kolay, Allah’ın elçisini sevmek zordur” der. Elçiyi sevmek neden zor? Çünkü Hakk oradan yüzünü gösterir, ne yaptığını görüp ikaz eder. O ikaz eden Allah’tır, ondan gören Allah’tır. Seni menfaatsiz seven doğruluğa kavuşturan odur. Elçi tebliğ eder, reçete verir. Tanrı’ya yakın olmak için bunları uygula, der. Onları yapmak kişinin işine gelmediğinden uygulamak istemez, oraya kulak asmaz, nefsinde yaşar, bu yüzden sonunu getiremez. Burası boşluk vermez. Tövbe kapısı, ikrardan sonra kapanmıştır. Tövbe yok, estağfurullah var. Neden? İkrar verdin. Hakk’ı gördün. O da seni oraya kul etti. Sana kişilik verdi, sen hata yapıp, nereye el kaldıracaksın? Senin dışında bir şey yok. Madem ki senin dışında bir şey yok, o zaman hatalara düşme. Bilmeyerek hata yaparsın, estağfurullah çekersin. Hazreti Resulallah her akşam bilerek, bilmeyerek bir hata yapmış, bilmeyerek kırıcı konuşmuş, ya da değişik bir bakışım olmuştur, diye yetmişbeş defa estağfurullah çekip, kendini öyle dinlenmeye verirdi. Biz hangi akşam estağfurullah çekiyoruz? Ne güzel örnek Resulallah. Hazreti Muhammed, İsm-i Azam duasında, “La ilahe illallah” diyor. Biz diyoruz ki, “La ilahe illallah Muhammeden Resulallah”. Cihan boş, ancak sensin Allah, Muhammed senin elçindir. Bütün güzellikleri Hazreti Muhammed’den işitiyoruz. Yani insan olmamaız için insanı örnek almamız lazım. İnsanı örnek almaz, ona uygun adımlar atmaya çalışmazsak, insan olamayız. Velilerimiz güzel, Nebilerimiz güzel. Biz onlara ayak uydurmadığımız için cefalar, gamlar, hüzünler, üzüntüler üstümüzden gitmiyor. Hem nefsimizle, hem de Allah’la olmak istiyoruz. Bu, iki karpuzu bir koltukta taşımak istemeye benzer. Bil ki, biri düşer kırılır, öbürünü de düşürür. Onun için zahmetli yolu seçeceksin, sonu rahmettir.
Hepimizin okuması yazması var, Peygamber Efendimizin hayatını, büyüklerin ibtidanamelerini okuyarak buradan insanlık hissesi alalım. O zaman bir araya geldiğimizde daha güzel muhabbetler, daha güzel alışverişler yaparız. Alışverişimiz nedir? İnsanlık al, insanlık ver. Alışverişimiz bu olacak. Çünkü burası insanlık cemiyetinin yeridir.