MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (13)

Takdir, tedbirle bozulur mu?

Takdir-i İlahi, diyoruz… Cenab-ı Allah, bir şey takdir etti mi, o yerine gelir ama tedbirde kusur etmemek lazım. Tedbirde kusur edersen, başına bir kaza gelebilir.

Hazreti Ali’ye sormuşlar: “Dünyada senden yiğit var mı?”
“Var” demiş, “Ayakkabısını silkelemden giyen, evinin kapısını kilitlemeden uyuyan, köprünün ayaklarına bakmadan atla geçen, benden yiğittir.”

O devirlerde binalar tek katlıymış ve çok akrep bulunurmuş. Sabah ayakkabısını silkelemeden giymişse, içinde akrep varsa, sokar öldürür. Kapısını kilitlememişse, evine hırsız girip başına bir taşla vurursa, bi gayri hak gider. Yine köprünün ayaklarını kontrol etmeden atla geçmişse, eğer köprü onu zor taşıyacak durumdaysa ve bir de atla geçmeye kalkmışsa, kazaya atla gider. Bu yüzden tedbir şarttır.

Diğer taraftan, tedbirini bozacak takdiri ilahi var ya, o Allah ne işlerse, o tedbir işinde de güzel işler. Allah’ın çirkin işi yoktur.

Yunus’un dediği gibi, “Deme bu niçin böyle, o yerindedir öyle.”

Birinin başına çirkin bir şey gelirse onu Allah’tan değil, kendi nefsinden bilsin. Allah bütün kötülüklerden münezzehtir. Bunu sık sık söylüyoruz, Allah bela vermez. Kişi çirkin işlerde bulunur, büyüklerin sözünü dinlemezse, başına kaza, bela gelir, kişi belaya kendi gider. Gençlerimiz tecrübe sahiplerinin sözlerini dinlerlerse kazanca giderler.

Anne babalar, evlatlarından hiçbir menfaat beklemeyen, rüşvetsiz dostlardır. Sadece bir güler yüz, tatlı dil isterler. Daima çocuklarının aydın ve iyi olmalarını dilerler ama malesef çocuklar ana babaya çirkin hitaplarda, davranışlarda bulunurlar. Bir gün gelir iş işten geçer, çok pişman olurlar. Pişman olmadan her şeyi düşünerek yapmak lazım.

Zamanın birinde adamın çok asi bir oğlu varmış. Adam oğluna, “Sen adam olmazsın” demiş.
Çocuk tahsilini tamamlamış, gün gelmiş şehrin valisi olmuş. Babasını huzuruna çağırtıp. “Bak baba, adam olmazsın demiştin, ben vali oldum” demiş.
Babası, “Evet” demiş, “Vali olursun ama adam olamazsın. Senin büyüklere saygın yok.”

Bütün amaç, biraz edebiyata yönelmek, insanlık terbiyesi alarak, insan gibi yaşamak, insan gibi konuşmak, insan gibi bu alemden göç ettikten sonra rahmetle anılır olmaktır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (12)

Her hal kendi içinde başka halleri barındırıyorsa ve her şeyin tek bir varlık olduğunu farz edersek; geçmişi ve geleceğiyle çok hızlı akıp giden bu zaman için, sadece bir yanılsamadan ibarettir, diyebilir miyiz?

Bu devirde, bir saat bir dakika oldu, o kadar hızlı geçiyor ki hayat, gün adeta saat oldu. Gününü nasıl yaşıyorsun, temeli maneviyat olan bir yere bağlılığın, sevgin var mı? Maddeye ait her şey fanidir. Kişi bir Hakk ehline yüz tutup, oaraya gönlünü bağlar, orayala yaşamını sürdürürse, onun yaşamı boşa gitmemiş olur. Hakk’la yola çıkmış, Hakk’la yürüyor, Hakk’la konuşuyor. Onun her şeyi maneviyat zenginliği ile doludur ama maddeyi gönlüne koyarsa, o anda sıkıntı, gam, kasavet, hüzün başlar. Çünkü Allah’ın dışında her şey fani.

Misal olarak, bin kişi olsak, hepimiz sıdkı bütün imanla bir yere bağlanırsak, sayıda kalabalık görünürüz ama manada bir sayılırız. Çay demlikte bir kapta idi, bardaklara konulunca çok görülür. Her birine sorsak, ne içiyorsun? diye “çay” der. Yani gönlün nerede? Hakk’ta, demektir bu… Sonuç nedir? Hepimizin gönlü Hakk’ta, hepimiz Hakk olduk.

Bu beden bir testidir, yolun sonunda da sonsuz güzelliklerle dolu bir okyanus var. Testi kırılınca, vücuttaki ruh, su misali, gider hedefine ulaşır. Fakat hiç Allah’ı zikretmeden, hep dünya muhabbetleri ile ömür geçirilirse, testi kırılınca, o su toprağa gider. Toprağa gidince ayak altı olur, yani bütün ömrü zayi olmuş olur.

Hazreti Mevlana, şöyle buyurur ve bizlere sorar: “Ey insan! Sen dört anasırın sahibisin. Birincisi anasır, vücudundaki hararet, güneşe ait. İkinci anasır, vücudundaki hava, semavata ait. Üçüncü anasır, vücudundaki su, okyanusa ait. Dördücü anasır, deri ile kemik, o da toprağa ait. Bir gün gelecek bu dördü aslına gidecek, peki sen nereye gideceksin?”
Bu alemde neyi temsil ettiysen, gidişin de orayadır. Hakk’ı temsil edersen, gam yeme, dünya durdukça bakisin. Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana gibi diğer bütün üstadlar hepsi sevenlerine gittiler. Kendilerini insanlara kazandırmak için çalıştılar ve ölüm onlardan gitti. Aklını kullanmayıp, kendini insanlara kazandırmayanlar, ömürlerini boşa geçirirler. Her şeyi kusursuz yapmaya çalış, sonra iman ettiğin yere teslim ol. Seni nereye götüreceğini artık o bilir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (11)

Bizim bir müşkülümüz olduğunda size danışırız. Bize çeşitli yollar gösterirsiniz ve sonra da dersiniz ki: “Allah gönlüne göre versin.” Dualarımız kabul olmadığı zaman Allah gönlümüze göre vermiyor mu? Yoksa gönlümüzün ne istediğini biz mi bilmiyoruz?

Bu sözü her zaman söyler, Allah gönlünüze göre versin, derim. Gönül tam manasıyla, sıdkı bütün imanla bağlı ise o kişi yavaş yavaş muradına erer. Verdiğimiz reçete bir kenara atılır, gönül de başka yerdeyse, muradı da başka yere gider. Gönül temizse kişi muradına erer.

Şimdi duaya gelelim… Duanın kabul olması için temiz bir kalb lazım.
Bir gün miskinin biri Hazreti Ali’nin yanına gelerek: “Ya Ali, çoluk çocuğum üç gündür aç, ne olur bana bir yardımda bulun” der.
Hazreti Ali, yerden bir avuç toprak alınca miskin, Ali beni boş çevirmemek için toprak ikram edecek, diye düşünür. Hazreti Ali içinden duada bulunarak elini uzatır, toprak miskinin eline düşer düşmez altın olur. Miskinin gözleri fal taşı gibi açılır.
“Ya Ali, ilerde yine böyle bir sıkıntıya düşersem seni rahatsız etmeyeyim, bir avuç toprak alıp okuyayım, altın olsun. Bana o duaları söyler misin?”
“Tabi söylerim, üç İhlas bir Fatiha okudum, sonra da Hu çektim.”
Miskin, “Aaa! Ne kadar kolay duaymış” der ve hemen yerden bir avuç toprak alarak, üç İhlas bir Fatiha okur ve Hu çeker, fakat toprak altın olmaz.
“Ya Ali, okudum, Hu da çektim, ama toprak altın olmadı.”
“Olmaz kardeşim, olması için gerek ki sana kalbimi de vereyim…”

Duanın kabul olması için, kalb temizliği ister, Onun kapısında ağlamak sızlamak ister; yalnız dille söylemekle olmaz. Allah, diye içten bir bağırsan, O duymaz mı? Gönüllerimizde temizlik yok ki, istekler olmuyor. Ehli değil ise vermiyor.

Allah’tan ümit kesilmez, O’na isyanla çıkılmaz. Gönüller temiz ve saf olursa, istekler olur. Kendimizi temizlemek için çok çalışmamız lazım ki, o güzellikler bizlerden de tecelli etsin. Bazıları bir sürü karmakarışık işlerdedir. Bir şey söylersen, “Onun kalbini Allah bilir, kulla Allah’ın arasına girilmez” derler. Kişilerin yaşamı, hareketi görünüyor. Haksız kişiler, kulla Allah’ın işine karışılmaz, diyemez. Eğer hiçbir menfaat beklemeden bütün insanlara hizmet ediyorsa onun işine karışma, onunla Hakk arasında bir iş vardır. Kendini en güzel yine kişi kendisi bilir. Kendi hatamızı yine kendimiz biliriz, bu beden örtüdür.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (10)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Mesnevi’de bir hikayede, “Allah erleri bize benzerler ama onları tanımak zordur” diyor. Bir Allah erini gördüğümüzde nasıl tanıyacağız?

Adem sıfatında hem Hazreti Muhammed, hem Ebu Cehil var. Nasıl belli olacak? Biri benlikte, küfürde; öbürü hep tevazuda, lütufda, oradan anlarız. Allah erleri daima tevazudadır, yokluktadır. Onların her sözü bilinçlidir, irşattır. Allah’ı insanın dışında uzakta tutmaz, daima birleştirir. Buradan belli olur.

1987’de acizane Konya’da Hazreti Mevlana’yı temsil etmek fakire nasib oldu. Günde iki defa, kalabalık bir mutrib ve çok sayıda semazen ile Şeb-i Arus’da ayin açtık. Her taraftan gönüllüleri çağırdık. Türkler de dahil olmak üzere her milletten insanı misafir ettik. Ayin sonrasında da konakladığımız otelin lobisinde geç saatlere kadar oturduk, onların sorularını cevapladık.
“Ne yaparsak yapalım, beş vakit namaz da kılsak, tam manasıyla ibadet edemiyoruz. Düşününce sırat köprüsünden düşüyoruz, hatalardan kurtulamıyoruz. Bunun çözümü nedir, Allah insanlara ceza verir mi?” diye sordular.
Camiye, kiliseye göre mi, yoksa Mevlana’ya göre mi cevap vermemi istersiniz? dedim. “Mevlana’nın dilinden cevap istiyoruz” dediler.
Mevlana diyor ki: “Allah, kulunun bir kılı ağarsa, Allah onu cezalamaktan münezzehtir. Çünkü ceddim Hazreti Muhammed, Miraç ettiği zaman Cenab-ı Allah’ı onyedi yaşında Şabb-u Emre sıfatında gördü. Allah, onyedi yaşında namütenahi güzellikte bir ben-i adem sıfatında göründü. Ceza vermekten münezzehtir!” diyor.
Misal olarak; kişi doksan yıl yaşadı, son nefesine kadar nefsi arzularından hiç nadim olamadan o hali ile vefat etti ise, ibtidada hocaların söylediği gibi, esafiline gider. Yani kendi kendini ruhi cezaya, cehenneme atar. Burada Hakk üzülür. O kendi kendini cezaya attı. Bu neye benzer? Ana-baba, evladından şefkatini esirgemez, hep nadim olmasını bekler. Ana-babada bu şefkat, bu rahmet varsa, Allah baştan aşağı hep rahmettir. Onun rahmeti Hazreti Muhammed’de tecelli etmiştir. Siz düşünün, eğer kötü huylarınız varsa, onları yavaş yavaş Hakk’ın bir dostuyla, onun güzel huylarıyla güzelleştirin.

Sizlere yine Hazreti Muhammed Efendimizden bir misal vereyim: Bir gün Hazreti Muhammed, sahabesi ile otururken içlerinden biri, “Ya Resulallah, dünya ateşinin, cehennemin ancak bir zerresi olduğunu buyuruyorsunuz. Ne kadar dikkat edersek edelim hatasız zamanımız geçmiyor. Bizim halimiz ne olacak?” diye sormuş.
O sırada bir hanım dört yaşında çocuğuyla oradan geçiyormuş.
“Efendi, bu kadın çocuğunun ateşte yanmasına razı mıdır?”
“Hayır.”
“Neden?”
“Ana şefkat doludur. Çocuğu ateşe düşerse kurtarmak için kendini ateşe atar.”
“Annede bu kadar şefkat varsa, Allah baştan aşağı şefkattir. Kişi Allah’a uymazsa, kendini ateşlere atar.”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (9)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Bazen aklımızla bazen de kalbimizle kararlar alıyoruz. Her hangi bir karar alırken aklımızla mı, kalbimizle mi almalıyız?

Mevlana’mız, bir iş yapmaya kalkıştığın zaman, istersen bin kiiye danış, işi yapacağın an kalbine danış, diyor. Kalpteki ses üstündür. Oradan güzel bir ses gelirse o sese uy. Akıl yenilebilir ama kalb yenilmez, orası tevhid yeridir. Oraya biraz kulak verirsen; Allah, Allah, Allah… diye daima tevhidde olduğunu duyarsın. Akıl her yerde gezer, kalb ise bir yerde durmuş, zikrini yapar. Hele o kalbe güzel bir Dost koymuşsan, hiç yenilmezsin.
Kalbinin sesini dinleyeceksin. Hazreti Muhammed, kimsenin aklıyla yola çıkmadı.
Misal, bir iş yapılacağı zaman sahabeye anlatır, fikirlerini dinlerdi. Daha sonra kendi düşüncesini söylediği zaman sahabe onun parlak düşüncesine hayran olur, o yönde hareket ederdi. Çünkü Hazreti Muhammed hep tefekkürdeydi, hep kalbinin sesini dinlerdi.
Hazreti Muhammed’e Nebi olmadan önce toplum tarafından Emin ismi verildi. Yani onun söylediği bütün sözler suret bulacaktır, emin olun, demek istediler. Hazreti Muhammed’in o güzel aklı, Cebrail (as) ismini almıştır. Hocalarımızın, “Hazreti Muhammed’e Cebrail vasıtasıyla, Cenab-ı Allah Kur’an-ın Kerim’i indirdi” diye anlattıkları, o en büyük melek Cebrail, insanın başındaki akıldır. Eğer akıl, güzel bir yerden aşı almışsa, insanı çok güzel yerlere götürür, almamışsa neuzübillah isyanlara düşürür. Onun için Hazreti Muhammed kimsenin eserini okumadı, kimseden akıl almadı, kendi iç duygularıyla Yaratıcıyı kendinde buldu ve hep oradan söz etti.
Allah, insanı bu kadar mukaddes kılmış, cihana hakim kılmış, kendisine temsilci seçmiş. İnsan kişiliğini bulursa hatalara düşmez. Çünkü o Yaratıcı, o Allah, kendi dışında aramaz. O, senin içinde…

Ne güzel buyuruyor Yüce Mevlana ve diyor ki:

“Senin yanındayım, beni uzak görme! Benim yanımdasın, benden ayrılma!
Kendini yaratandan uzak düşen kişinin işi yolunda, uygun olur mu?
Benim gözümle neşelenen göz parlar, keskinleşir, öteleri, gaybı görür. Duyduğu manevi zevkden ötürü mahmurlaşır.
İçinde benim rüzgarımın estiği, sevgimin dolaştığı gönülde, manevi güller açar, nurlarla dolu gül bahçesi olur…”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (8)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Kader nedir?

Bir insan bilinçsiz hizmetlere kalkışır, o hizmetler suret bulmaz da kayba giderse, “Şans yaver gitmedi, kader böyleymiş kaybettim” diyerek kadere yükler ve oradan teselli bulur.
Bir Veliye kader işlemez. Çünkü o Hakk’la Hakk olmuştur. Allah’a kanun, kader işlemez. O, her yerde özgür, her yerde galiptir. Kişi batıl inançlarla yola çıktı mı en sonunda kaderi ortaya çıkarır. Kader toplumda geçerli ama maneviyatta geçerli değildir. Allah sayısız nimet ihsan etti. Bütün nimetlerden en üstün nimet olarak akıl verdi, onu da başa koydu. Bir insan cüz’i akılla yola çıkarsa her zaman hüzünlere, kaygılara düşebilir. Fakat araştırır, Allah’ın bir dostuna el uzatır, onu etüd ederek onun kişiliğini öğrenip oraya gönül verir, orayla aklını büyütürse, bu kişinin hayatı daima huzur içinde geçer. Bir yere muhabbet vermek, oraya kendini bırakmak lazım. Eğer öyle güzel bir yer bulur da oraya temiz bir gönülle bağlanmazsa, ömrünün sonuna kadar oraya gitse de yararlanamaz, boşuna gelip, gider. Bu yol, hırkada taçta değildir. Kişinin temiz gönlüne bakar. Kişi kendi benliğinde, küçük akılda kalırsa, her zaman üzülmeye, sıkılmaya mahkumdur.
Nitekim Hazreti Mevlana, Mesnevi-i Şerif’inde şöyle buyurmaktadır:

“Kaza ve kader, bizi azaba düşürse o huy, bizim o güzel tabiatımız nasıl olur da değişiverir?
Yoksul olduysam bile nasıl olurda yoksulca hareket ederim? Elbisem eskidiyse ben yeniyim…”

Aklın en büyüğü Hazreti Muhammed’de, o Akl-ı Küll. Bütün Evliyaullah orayla akıllarını büyüttüler ve sevilerek kendilerini kazandırdılar. Ne güzel isimleri var, Evliya… Peygamberler, Evliyalar yaratıcıda kendilerini fani kıldılar, daima güler yüzlü oldular, dilleri tatlı, bakışları hoş oldu. Cemaatleri onları dinleyerek huzura kavuştu.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (7)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hazreti Mevlana’nın insana bakışı nasıldır? (devam)

Yunus Emre’ye sormuşlar:
“Ey Yunus! Sen bu dünyaya ne için geldin?”
“Ben bu dünyaya Allah’ı yad etmeye geldim.”
“Allah’ı yad edersen eline ne geçecek?”
“Bir gün gelecek dünya ömrüm bitecek. Madem ki sevgim ve gönlüm Allah’a sunulmuş, bu ruhum bedenden çıktıktan sonra Allah’a gidecektir. Allah anıldıkça ben de anılacağım. Çünkü O’na yöneldim, O’ndan söz ettim, O’nu yaşattım, O’nunla yaşadım.”

Sevgisini, gönlünü, her şeyini Allah’a verdiği için, Allah’la bütünleşti. Yunus, yaşamı boyunca, Allah’a onsekizbin beyit yazarak Divan’ın da çok güzel bir dil döktü. Cenab-ı Hakk, Yunus’dan o kadar güzel işledi ki, bir yerde Hakk, Yunus ismini aldı.
İnsan, dünyada yaratılmışların en şereflisi, Allah’ın elçisidir. İnsandan daha yüce, daha güzel bir varlık yoktur. İnsan, Allah’tan konuşursa, eşref sahibidir. Öbürünün de bedeni mukaddestir ama hiç Allah’tan konuşmaz, hep nefsinde yaşar ise, neuzübillah hayvan ondan daha mazlum kalır.

Hazreti Mevlana’nın o kadar geniş bir görüşü, bakışı var ki, ateisti bile çağırıyor. Allah’ı inkar eden ateisti, Allah’ı tasdiklemiş sayıyor. Neden? Allah var ki, yok der, diyor. Allah’ı inkar etmek, öncelikle insanın kendisini inkar etmesidir. Allah yoksa, sen de yoksun. Ben varım işte konuşuyorum, derse; o zaman Allah da var. Göz, kulak, vücudumuzdaki bütün organların hepsi O’nun kudretiyle diri. Madem inkar ediyorsun, öyleyse yaşlanma, hastalanma, ölme… hep genç kal. Elinde değil, hastalanıyorsun, yaşlanıyorsun, ölüyorsun. Demek ki bir kudret var, başka yerden kendini yeniliyor, senin devrin bitiyor. Bilinçsiz yaşayanın, diyor Mevlana, ömrü boşa gider. Kabule den kişi hem gönlünde, hem gözünde büyütüp Allah’la yola çıkarsa, korkular biter. Hiçbir ayet senin dışına okunmamıştır. Tekbir çektiğin zaman, kimin kudreti ilahisi ile senden o ses çıktı? Allah’ın… “Allahü ekber” dediğin zaman, senden sanadır bu tekbir, sanma ki başkasına sesleniyor, o seni diri tutan kudret sahibi Yaratıcı… O, kendi büyüklüğünü senden konuşuyor. Neden kişiliğini yakalamıyorsun? Ayetleri okuyorsun, namazda rükuda “Subhane Rabbiyel azim” diyorsun, sonra “Semi Allahü limen hamideh” diyorsun… Allah görücü, Allah işitici diyorsun; görüyor, işitiyor, konuşuyorsun… Secdeye kapanıyorsun, “Subhane Rabbiyel ala” diyorsun; secdede ikrar veriyorsun O’nun güzelliğine… ama O ayrı, sen ayrı sanıyorsun. Benimse bu güzellikleri kendinde, secdeden öyle kaldır başını. Yakala o güzellikleri, güzel bir insan olarak çık topluma. O’nun nuruyla bak insanlara, O’nun tatlı diliyle konuş insanlarla, sen de güzel bir insan ol, Allah ile yaşa, Allah’ı yaşat…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (4)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Bu yol, yolcudan ne bekliyor?

Bu yol, yolcudan temiz bir gönül, temiz bir sevgi, temiz bir aşk istiyor, başka bir şey istemiyor. Bunlar buraya verilirse, Hakk’ın sıfatı yolcuda kendini gösterir. Eğer üstada akılla bakılırsa hiçbir şey alınamaz. Hazreti Muhammed, hep sevgiden konuştu, Sevgilisinden konuştu. Sevgilisinden konuşurken O da Sevgili sıfatını aldı, Muhammed Habibullah oldu. İsa Ruhullah, onu diri tutan yerden konuştu. Musa Kelamullah, hep Allah’tan söz etti, başka bir yerden söz etmedi.
Hazreti Mevlana, mürşidine aşıktı,; Şems’de kendisini yok etti. Hakk’ın bütün güzelliklerini, Hazreti Muhammed’in büyüklüğünü orada gördü. Bütün hakikatleri gördükten sonra Mevlana O oldu.
Hazreti Mevlana, “Eğer aşıksan, iman ettiğin yerde ölmeye çalış ki sen de günün maşuku olarak ortaya çıkabilesin. O sevgiye, o aşka bir damla bile akıl sokma. O aşka biraz akıl sokarsan, bir kazan sütü bir damla sirke nasıl bozarsa, senin o güzel duygularını da öyle alır, götürür. Onun için yolcumdan temiz bir gönül beklemekteyim” diyor.
O temiz gönül verilirse Hakk’ın yüzü yolcuda görülmeye başlar. Orası zerre kadar pürüz istemiyor, tereddütler girdi mi, olmaz.

 

Hazreti Mevlana zamanında sema kuralsız yapılıyormuş. Kurallar daha sonra konulmuş. Kuralların getirilmesi belli bir nedene mi bağlı?

Hazreti Mevlana zamanında sema kuralsızdı. Bu düzen oğlu Sultan Veled tarafından getirilmiştir. Hazreti Mevlana devrinde semazen cezbeye geldiği zaman istediği kadar sema ediyordu. Sultan Veled Hazretleri, semaya bir düzen verdi. Semazenler, semaya girmeden önce başlarında sikkeleri, üstlerinde hırkalarıyla üç devir yaparlar, buna Devr-i Veled denir.
Birinci devrin manası; Cenab-ı Allah önce cansız alemi, güneşi, ayı, yıldızları yarattı, fakat bunlardan dile gelemedi.
İkinci devrin manası; Dağları, taşları, okyanusları, çimenleri yarattı, fakat onlardan da dile gelemedi.
Üçüncü devrin manası; Allah, hamsiden balinaya, serçeden akbabaya, karıncadan file kadar hayvanları yarattı, fakat bunlardan da dile gelemedi.
Allah, hayvanlardan sonra insanları yarattı. İnsanı yarattıktan sonra, bu alemde ne yarattı ise insan gözüyle seyretti, kendi ismini de yine insandan aldı.
Üçüncü devirden sonra semazenler hırkalarını çıkarıp, kolarını omuzlarında bağlarlar.
Birinci selam; insanın ibtidası, yani şeriat.
İkinci selam; insana yol, yani tarikat.
Üçüncü selam; Hakk’ın insanda tecellisini göstermesi, yani hakikat.
Dördüncü selam; Allah’ın marifeti, yani bütün güzellikler O’nun marifeti.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (3)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Mevlevilik nedir?

Mevlevilik, hiç ayrım yapmadan hangi dinden, hangi ırktan olursa olsun bütün insanlık alemine hizmet etmek, Hazreti Mevlana’yı dile getirmek ve Allah’tan söz etmektir.

Mevlana’nın Mesnevi’sini okuyarak onu yaşama geçirmektir. Hazreti Mevlana’yı tanımak, o olmaya çalışmak, onun gibi hayat yaşamaktır ve onu yaşatmaktır. Budur, Mevlevilik. Nasıl Peygamberler ayrım yapmamışsa biz de aynı hizmeti yaparız.

 

Mevlevilikte de zikir ve hizmetler var mıdır?

Tabi, bunların hepsi var. Hazreti Mevlana, daha o devirde, ilk gelen talibe, “Altmışaltı sefer Allah desin” demiş. Tutmaz iki dakika… Zikir bir yana, temiz bir gönülle bu yola gelirseniz, bu yolu her an zikretmekte olursunuz.

Mevlana Hazretleri, yediyüz sene önce söylüyor: “Bu kadar Allah dediniz, daha mı Allah’laşmadınız? Bu kadar Kur’an-ı Kerim okudunuz, daha mı Kur’an’laşmadınız?”

Neden bunları söyledi? Eğer aşkla o tevhide girdiysen, bil ki o zikrin sahibi sensin, senden sanadır o zikir. Çünkü kendinden geçiyorsun. Aşık, kendinde değildir, onun bedeninde varolan Maşuk’tur. Kur’an-ı Kerim’i de aşksız okunduğun için Kur’an’laşamıyorsun. Kur’an-ı Natık olamıyorsun, canlı Kur’an olamıyorsun.

Aşksız derviş, imansız softaya benzer. Derviş de aşkla bağlanmamışsa eğer, derviş değildir. Yol, insana çıkıştır, başka bir yere değil. İnsan, bütün alemin temsilcisidir.

Hazreti Mevlana diyor ki: “Eğer insanlık mertebesine ermişsen, bil ki sen kainatsın, kainat da sensin.” Onun için Hazreti Mevlana, “Küfrü iman bilen bendendir, iman bilmeyen benden değildir” diyor. Hepsi insanın nefsinin suretleridir. Bilmeyenleri hor göremeyiz. Bizim vazifemiz herkese el uzatmak, herkese güler yüz tutmaktır. Eğer hor görüp bırakırsan, sen mertebene ermemişsin demektir.

Hazreti Mevlana’ya sormuşlar, “La ilahe illallah, İllallah, Lahavle, Hayy… bir sürü esma var. Senin zikrin nedir?” diye, “Bizim esmamız Lafza-i Celal’dir” demiş. Yine sormuşlar, “Neden tek esma çekiyorsunuz?” İşte Mevlana’nın verdiği cevap… “Allah’ın bir kuluna bir Allah yetmez mi?”

Yeter ki Allah’ı canı gönülden zikredelim. Burada Lafza-i Celal zikredilir, sonunda da Hu çekilir. Manası Allah’ın birliğine şehadet ediyoruz, demektir.

 

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (2)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Mevlana ve Mevlevilik için dinler üstüdür deniyor. İslamiyet son din ve bütün dinleri kapsadığından buradaki fark nedir? Neden dinler üstü oluyor?

Şu fark vardır… Nasıl Hazreti Muhammed, bütün aleme kucak açıp, hiç ayrım yapmadan hepsine birlikten, kardeşlikten, sevgiden söz etti ise, bunun devamını Hazreti Mevlana yapmıştır, ikiliğe hiç yer vermeden İslam’ın, dinin özünde durmuştur.
Allah, en üstün nimet olarak akıl vermiştir. Onu da insanın başına koymuştur. O akılı Hakk’da tutarsak, daim onu kendimizde görürüz. Bütün kainat Allah’ın zuhurudur, O’nun varlığıdır. Bir müşkülü olan O’na sığınır. O zaman niye bu ikilikler yapılıyor?
Hazreti Musa’ya, Hazreti İsa’ya, Hazreti Muhammed’e bende olan ve gönlüne koyan kişi, hiçbir varlığa kötülük yapamaz. Çünkü Peygamberlerde kötülük yok… Onlar Allah’ın sıfatını taşır. Ancak Peygamberine bende olmayanlar kötülük yapabilirler.
Hazreti Mevlana, Hazreti Muhammed’i, en ince detayına kadar tahsil edip onda kendini yok etmiş, Hazreti Muhammed’in bendesi olarak Allah’a aşık olmuş, böylece Allah ile Allahlaşmış. Böyle biri topluma daima sevgi sunar. Hep sevgi sunulan bir yere herkes koşar. Onun için Konya’daki türbesinde her dinden ziyaretçisi var, onun kapısı herkese açıktır.
Hazreti Muhammed’in dini yüksek ahlak üzerine kuruşmuştur. Ahlak ise toplum için yararlı fikirler üretmektir. Hazreti Muhammed diyor ki: “Ne kadar az bilgili bir insan olursan ol, toplum için yararlı fikirler üretirsen, onların üzerlerindeki yükü hafifletirsen, sen bendensin; ama ne kadar çok bilgin olursa olsun, toplum için karamsar fikirler üretirsen o zaman sen ahlaksızsın, benden değilsin.”
Hazreti Muhammed, bütün dünyanın rahmetidir; Hazreti Muhammed, bütün insanların Peygamberidir. Peygamberlerin hepsi Allah’tan söz ettiler. Biz, Resulallah’ın o yüksek ahlakında duruyoruz.
Allah, kimsenin türbanına, külahına, sakalına, bıyığına bakmaz; gönlüne bakar. Gönlü temizse altın gibidir. Altını çamura at, ayarından bir şey kaybetmez, pas da tutmaz. Ateşte erit, gramından eksik vermez. Öbür madenlerin hepsi eksik verir. Hele girdiler mi çamura, pas da tutarlar. Ehl-i iman sahibi de buna benzer, nerede olursa olsun o Allah ile beraberdir.
Hazreti Mevlana’ya gelince; Mevlana, Muhammed’dir, İsa’dır, MUsa’dır, Davud’dur, Süleyman’dır, bütün Nebilerin tümüdür. Mevlana, ona ne yüzle bakarsan, o yüzle sende tecellisini gösterir. O, birlik aleminin kaynağı, bütün varlıkların özüdür. Mevlana, kainattır, kainat da Mevlana’dır.
Burası, Hazreti Mevlana’nın evi olduğu için hangi dinden, hangi ırktan olursa olsun, tüm insanlara açık, dinler üstü bir yerdir, tutuculuk yoktur. Tamamen evrensel, insancıl ve yapıcıdır. Sevgiyi, aşkı, ne kadar güzellik varsa onları sunmaktadır.