MANEVİ MENKIBELER – 70

HAZRETİ MUHAMMED’İN HIRKASI…

Hazreti Resulallah, “Benim hırkamı Veysel Karanî’ye götüreceksiniz dediği için, Ebubekir-i Sıddık, Ömer-i Faruk, Osman-ı Zinnûri ve Hazreti Ali hırkayı Veysel Karanî’ye götürmek üzere yola çıktılar.

Geldiklerinde Veysel Karanî Hazretleri’ni secdede buldular. Selam veremediler, dördü birden huzurda durdular. 

Zaman geçti, Veysel Karanî Hazretleri secdeden başını kaldırmayınca, Ömer-i Faruk dayanamadı, selam verdi ve secdesini bozdu. Veysel Karanî Hazretleri başını kaldırdı ve “Biraz daha sabretseydin ümmet-i Muhammed’in bu alemden gittikten sonraki tüm ruhî cezalarının kapısını kapatacaktım” dedi.

Ondan sonra hırkayı verdiler, durumu anlattılar. Veysel Karanî, hepsine Peygamber Efendimizi sordu, “Nasıl tanırdınız? Nasıl görürdünüz?”

Ebu Bekir-i Sıddık, O’nun bütün adaletini iyi bir dil ile anlattı. Bu cevap üzerine Veysel Karanî Hazretleri, “Sen, benim maşukumun, cihan nuru Hazreti Muhammed’in dış kısmını görmüşsün” dedi.

Ömer-i Faruk’dan ve Osman-ı Zinnûri’den de benzer yanıtlar aldı. 

Sıra geldi Hazreti Ali Efendimize. Hazreti Ali şöyle cevap verdi: “Medine’den Mekke’ye İslâm orduları gelip, Mekke’yi fethettikten sonra, Hazreti Resulallah bana buyurdu: ‘Ya Ali, çık benim omuzlarıma, bu putları kır.’ Ben de kendisine dönüp dedim ki: Senin bu mübarek omuzlarına ben basamam ya Resulallah. Sen çık benim omuzlarıma. Hazreti Resulallah buyurdu ki: ‘Ya Ali, sen beni taşıyamazsın. Emre itaat et!’ İkiletmedim ya Üveysi, Hazreti Muhammed’in omuzlarına çıktım. Çıkar çıkmaz, kendimi arş-ı alânın da ötesinde gördüm. Bütün gezegenler benim altımda kaldı. Baktım ki, bütün cihan muhabbet-i Resul. Cihan, O’nun muhabbeti ile suret bulmuş. Seslendi, ‘Ya Ali, kendine gel.’ Kendime geldim ve putların hepsini kırdım.”

Veysel Karanî, Hazreti Ali’nin bu cevabı üzerine şöyle buyurdu: “Ya Ali! Sen, Hazreti Resulallah’ın hakikatini görmüşsün. Onlar halife olsun. En son sen olacaksın. Çünkü onlar senin dilinden anlamazlar.”

Rubai:

“Her iki gözüm, o mahmur gözlerinden mest olmuştur.

Şunu anla ki, senin aşkından, senin elinden ben elden çıktım. 

Bari bana uy da sen de başını salla, peki de! 

Başında aşk havası esiyorsa, bu haller sende de vardır.”

Hazreti Mevlâna

MANEVİ MENKIBELER – 61

KIRKLAR MECLİSİ…

Hazreti Ali Efendimiz kendine kırk kişilik bir grup toplar. O grupla sabahları devamlı toplanır, Hakk muhabbeti yapıp, sabah namazını Resulallah ile eda ederler. 

Bir gün, Hazreti Resulallah’a Allah’tan bir nida gelir. “Git, kırkların kapısını çal!” Hazreti Resulallah, Hazreti Ali’yi yanına çağırır ve ona der ki: “Ben, Kırkları ziyaret edeceğim. Kırkların kapısına geldiğim zaman kapıyı çalacağım, sen içerden bana kim olduğumu soracaksın, ben, ‘Allah’ın elçisiyim’ diye cevap verdiğim zaman sen, ‘Git Allah’ın elçiliğini Allah’ın kullarına söyle buyur yok’ diyeceksin,” deyince, Hazreti Ali Efendimizin gözleri faltaşı gibi açılır ve “Ya Resulallah, ben sana nasıl, buyur yok, derim” diye yakınır. 

Hazreti Resulallah, “Öyle söyleyeceksin ki böylece Kırkları imtihana tutacağım. Sonra ben yine geleceğim, kapıyı vuracağım, sen yine benim kim olduğumu soracaksın, ben, “Allah’ın Habibi Muhammed’im,” diyeceğim, sen yine buyur etmeyeceksin, ta ki ben tekrar gelip, sana, ‘El fakru fahri alem’ deyince beni içeri buyur edeceksin.” 

“Saddak ya Resulallah!” 

Böylece ertesi akşam Hazreti Muhammed Efendimiz gidip Kırkların kapısını çalar, içerden Ali sorar, “Kim o?” 

“Ben, Allah’ın elçisi Muhammed.” 

“Git, elçiliğini Allah’ın kullarına söyle, buyur yok.”

Hazreti Muhammed ertesi gün yine gider. 

“Kim o?” 

“Ben, Allah’ın Habibi Muhammed.” 

“Buyur yok.” 

Ertesi akşam yine gelir kapıyı çalar. 

“Kim o?”

“El fakru fahri alem – Dünyada ne kadar varlık varsa ben hepsinden aşağıyım, hepsi benden üstündür.” 

“Buyrun ya Resulallah! İçeri girin.” 

Kapıyı açarlar. Hazreti Ali ve dostları hepsi içeride. Hazreti Muhammed onları imtihana tutar. “Sizler kimlersiniz? Burada ne yapıyorsunuz?” 

“Biz Kırklarız ya Resulallah. Kırkımız birimiz, birimiz kırkımızdır.” 

Hazreti Resulallah, elinde tuttuğu bir üzüm tanesini Ali’ye uzatarak, “Bu üzüm tanesini kırkınızın da yemesini istiyorum” der. 

Hazreti Ali hemen “Saddak ya Resulallah!” diyerek üzümü alır ve bir fincanın içinde ezer. 

Hepsi dudaklarını değdirip, üzümün tadını alırlar. Birliği ortaya çıkarırlar. 

Yine Hazreti Resulallah der ki: “Biriniz parmağını kanatsın bakalım kırkınızdan da kan akacak mı?” 

Hazreti Ali, serçe parmağını kanatır, hepsinde aynı parmaktan kan akar. 

O esnada erzak almak için dışarı çıkmış olan Selman-ı Farisi içeri girer. Onun da serçe parmağından kan akmaktadır. 

Hazreti Resulallah, onların bu birliğini görünce cezbeye gelir ve kollarını bir turna gibi açarak sema etmeye başlar.

Alevi sema’ı da buradan çıkmıştır. Hem Mevlevi sema’ında, hem Alevi sema’ında Resulallah vardır. Her iki sema da ibadettir. Burası birlik yuvasıdır. Burada ikiliğe hiç yer yoktur. Alevi şöyledir, Sünni böyledir diye kimsenin ayrım yapmaya hakkı yoktur. Burada hepimiz Muhammed Ali’ciyiz.