MANEVİ MENKIBELER – 4

Baş köşe nereye derler?..

O devirde, halk, Mevlana’yı Şems’ten ayırmak istiyorlar. Bir medresenin açılışı için Mevlana’ya haber gönderiyorlar, davet ediyorlar, gelsin açılışını yapsın. İlla bir sebep bulacaklar.

Mevlana, Şems’e diyor, “Kalk, davetliyiz.” Şems, “Davetli olan sensin, beni ne diye davet ediyorsun” diyor. Mevlana, “Ama sen biliyorsun ki, ben sensiz bir yere gitmem” diyor. “Peki…” Kalkıp gidiyorlar.

Mevlana, açılışı yapıyor, hayır duası ediyor, sonra “Bize müsaade biz gidelim” diyor. “Yok” diyorlar, “bizim birkaç sorumuz var. İçeriye buyurmaz mısınız?” Şems diyor, “Sen git, ben burda otururum.” Nerde oturdu Şems-i Tebriz… medresenin kaldırımında. Bakın, yerde oturuyor.

Mevlana giriyor içeriye, “Nedir sorunuz?” diyor. “Sorumuz” diyorlar, “Baş köşe neresidir bir evin içinde?” Cenab-ı Mevlana diyor ki: “Birincisi, bir ev sahibi nereye oturursa, oraya baş köşe denilir. İkincisi, bir Ulema, bir bilgin nereye oturursa, oraya da baş köşe derler. Üçüncüsü ise,” diyor, “Sevgili nerdeyse orası baş köşedir.” Fırlıyor medreseden çıkıyor dışarıya, oturuyor Şems’in yanına, sarılıyor boynuna. İşte, sevgilinin yeri baş köşe…

Hocalar çıldırıyor. Bir ağır soru hazırlıyorlar Mevlana’ya. “Bir sorumuz daha var” diyorlar. “Buyrun” diyor Mevlana, “nedir sorunuz?” “İçki hakkında ne buyurursunuz ya Mevlana? Haram mıdır, helal midir?”

Şimdi koca Mevlana derse haram, Şems’i incitecek; derse helal, Hazreti Peygamberi incitecek. Bakın, şimdi nasıl iki ateş arasında duruyor Mevlana… Ee ama usta.

“Efendiler” diyor, “hepiniz bilginsiniz, alimsiniz, Kur’an-ı Kerim’i hıfz etmişsiniz, tefsirini de yapmışsınız. Şimdi ben size bir soru soracağım, cevap almak isteyeceğim.” “Buyur” diyorlar, “ya Mevlana sor.”

“Bir fıçı şarap bir havuza dökülürse, o havuzdan su almak caiz midir, değil midir?” Bilginler hemen cevap veriyorlar, “O havuzdan su almak caiz değildir, o su kirlenmiştir artık, haramdır.”

“Aynı fetvayı ben de veriyorum” diyor Cenab-ı Mevlana. “Şimdi ikinci sorum” diyor, “bir fıçı şarap denize dökülürse, o denizden su almak caiz midir, değil midir?” Bilginler, “Deniz tuz tabiatındadır” diyorlar, “şarabı yakar, o denizden su alınabilir, helaldir.” Mevlana bunun üzerine, “Benim Efendim Şems ne bir havuzdur ne de bir deniz, o bir okyanustur” diyor, “kusura bakmayın, bana müsaade…” Ve geçiyor koluna Şems’in, kalkıp gidiyorlar. Hocaların hepsi kalakalıyorlar.

Bu hikayeden maksat, onların ne kadar zeki olduklarını, onların ne kadar aklın büyüğünde olduklarını sizlere anlatmaktır. Bu yüce zatlar dünya durdukça sevenleriyle yaşayacaklar ve en güzel şekilde anılmaya devam edeceklerdir.

MANEVİ MENKIBELER – 3

Evliyalar manevi kardeştirler…

Evliyalar arasında birbirlerine karşı inat yoktur, kavga yoktur, haset yoktur; sevgi vardır, birlik vardır. Şimdi nasıl birlik var?..

Kalkmış biri bir kurban almış, gelmiş Cenab-ı Mevlana’nın huzuruna, selam vermiş, almış Mevlana selamını. “Ya Hüdavendigar” demiş, “senin sohbetinden faydalanmak istiyorum. Destur var mı, bu kurbanı tığlayalım, burda kaynasın, canlar lokma etsinler?”

Cenab-ı Mevlana, kurbanı almadan evvel sormuş, “Senin sağa sola bir borcun var mı?”

“Var” demiş.

“O kurban burda kesilmez” demiş Mevlana, “peşin borçlarını ödemiş olsaydın, sonra buraya adağını getirseydin.” Kabul etmemiş. “Otur” demiş, “burda Hakk ne verdiyse yiyip içelim, muhabbeti dinlersin.”

“Yok” demiş “madem kabul etmedin oturmam.”

“Sen bilirsin.”

Kalkmış, almış kurbanı, gelmiş Hünkar Hacı Veli Bektaş’a, aynı teklifi yapmış.

Hacı Veli Bektaş fazla incelememiş, “Tığlayın” demiş, tığlamışlar. Tığlandıktan sonra kazana atılmış.

Dönmüş Hacı Veli Bektaş’a, selam olsun üzerine, “Ya Hünkar” demiş, “senden önce gittim Hüdavendigar Hazreti Mevlana’ya, aynı teklifte bulundum, o kabul etmedi. Sen kabul ettin.”

Hemen Hünkar Hacı Veli Bektaş kendini toparlamış, “Hüdavendigar Mevlana, bütün Evliyalar arasında en pürüzsüz bir Evliya’dır” demiş, “zerre kadar pürüz kabul etmez.”

Adam susmuş. Kalkmış Hacı Veli Bektaş’tan tekrar gelmiş Mevlana’ya, çıkmış huzuruna, “Sen” demiş, “kabul etmedin ama Hünkar Hacı Veli Bektaş kabul etti.”

Cenab-ı Mevlana dönüp demiş, “O öyle bir deryadır, özünü almıştır kirini atmıştır.”

Adam demiş, “Yahu açamadım ikisinin arasını.”

Sen nasıl açarsın onların aralarını, onlar Hakk ile Hakk… Bunlar hep yaşantılarda olmuştur. Ama akıl var yakın var… Evliyaların hepsi Hazreti Muhammed Efendimizin manevi kardeşleridirler. Onlar sureten ayrıdırlar ama manada hepsi birdirler.

MANEVİ MENKIBELER – 1

O, yarının büyüğüdür…

Bir gün Mevlana’nın karşısına 4-5 yaşında bir çocuk çıkmış. Hemen koşmuş Mevlana’ya, elini öpmeye. Mevlana eğilmiş çocuğa, okşamış başını, almış elini öpmüş.

Demişler, “Ya Hüdavendigar, sen onun elini niye öptün, o daha çocuk?”

“O yarının büyüğüdür” demiş, “bende çocuk yok, insan var.”

Yani çocuğa dahi insan olarak bakıyorum, diyor. Çocukla da ders vermiştir bize Mevlana. Kimseyi küçük görmeyeceksiniz, kimseyi…

Bizim yolumuz Hazreti Muhammed’in, Hazreti Ali’nin, Hazreti Mevlana’nın yoludur. Onların dilinden bal tat aldı, şeker tat aldı. Bütün güzellikler tat aldı onların dilinden… Çiçekleri ne görüyorsun bahçelerde, onların o güzel sözlerinden renk almışlardır. O güzel kokuları ne görüyorsun, onların o güzel sözlerinden o güzel kokuları almışlardır…

Hepimizin özümüzde aşk var, sevgi var, hepimizin… Onun için aşktan, sevgiden konuşalım, onların diliyle çıkmaya gayret sarfedelim, çıkmayalım kendi dilimizle; güzel konuşalım, güzel söz söyleyelim, yapıcı olalım, kırıcı olmayalım.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 100

“Beni doğruluğa çekenle doğruyum. Eğri hareket edene ben de eğriyim.”

Şimdi Hazreti Ali Efendimiz burada şunu söylemek istiyor: Birine arkadaşlık ettiğimde, doğru gidenle doğru yürürüm, eğri gidenle de eğri bakarım, bakalım şimdi nereye kadar böyle gidecek.

Arkadaşlık ediyor fakat onun yaptığını yapmıyor. Maksat onunla beraber duruyor, havasını bozmuyor. Ali ya, ismi üstünde herkese uyuyor. Eğri gibi dursa da doğruluktan ayrılmıyor.

Hazreti Muhammed Efendimiz de şöyle buyurur: “Hiçbir kötü niyet beslemeyerek, din kardeşlerini sevmek, hiçbir nefsani duyguya kapılmaksızın, kinden arınmak, göklerin ve yerlerin sahibi Hazreti Allah’a göre, en sevilen insani amellerdendir.”

Hazreti Ali Efendimizin ders aldığı yer Hazreti Resulallah’tı. Bizler de Hazreti Muhammed Efendimize uyarsak, O’nun huylarıyla huylanırsak, hem içimizi hem de dışımızı temiz tutmuş oluruz.

Kendimizi güzelleştirmek için gayret sarfetmekten vazgeçmeyelim. İnsandan insana yol alalım, insana layık bir yaşam sürelim. Kalplerin mumlarını yakalım! Benliğe kapılmadan yoklukta kalmaya gayret edelim ki, güzellikler bizlerde suret bulsun. Gayret etmekten hiç vazgeçmeyelim; herkesin kendi ölçüsünde ikram edebileceği güzellikler vardır. Sayıları ‘Bir’leyebilmektir insan olmak. O halde bütün yaratılmışları sevelim! Tümden göz olalım, O’nun sevgisi ile kainata bakalım. Tümden kulak olalım, işittiklerimiz bize O’nun mesajlarını getirsin. Her zerremiz O’nunla nefes alsın. Biz söz olalım, Allah bizden konuşsun!..

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 99

“Bir atım var ki yumuşaklığa gemlenmiş, bir atım da var ki cehalete eyerlenmiş.”

İnsanlarda hem rahmaniyet hem de şeytaniyet vardır. Şimdi birisi atını bağlamış yumuşaklığa, hep rahmaniyette tutuyor ve bir atı daha var ama hiç durmuyor, hep istiyor nefsi arzularının peşine gitsin; onu da tutuyor gemliyor, diğer ata benzetmeye çalışıyor. Bunların her ikisi de insanın elindedir.

Yine kendisidir, Ali’dir diyen: İçimde asabiyete ve isyana ait ne varsa, ben onlara gem vurmuşum, onlar benim ayaklarımın altındadır. Asabiyet ve öfke padişahlara hükmeder, ama bana ise esirdir.

İşte Hazreti Ali bir gün yolda arkadaşıyla gidiyor, birine rastlıyorlar. Adam tutuyor Hazreti Ali’ye, “Esselamu aleyküm ya Allah’ın ayısı” diye hitap ediyor. Hazreti Ali de, selam olsun üzerine, dönüp, “Ve aleyküm selam ya Allah’ın Alisi” diye karşılık veriyor. Yanındaki arkadaşı duraklıyor içinden, Allah Allah diyor ve Hazreti Ali’ye dönüp, “Ya Şahım çok latif bir cevap verdin. Karşı taraf sana hakarette bulundu, sana ayı diye hitap etti ama sen ona yine Ali diye hitap ettin, bu nasıl olur?” Hazreti Ali cevap veriyor, diyor ki: “Ah kardeşim, insan insanın aynasıdır. O kendi kimliğini bende gördü, ben aynayım, ben de kendi kimliğimi onda gördüm. O bana ayı dedi, ben de ona Ali dedim, geçtik gittik.” Bakın hiç çirkin bir söz sarfetmiyor.

Nitekim Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de Peygamber Efendimizin dilinden buyuruyor ve diyor ki: “Rahman’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir.” (Furkan, 63)

Geniş gönül sahipleri, kimseye kızmazlar, her şeyi hoş görürler. Gül, buluttan su içer; gönül de sabırdan. Bulut gülün dostu, sabır ziyanın dostudur.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 98

“Özrünü öyle güvenilecek birisine söyle ki, senin özrünü hoş karşılayarak sana yardım edebilecek biri olsun.”

İmam Ali Efendimiz çok güzel buyuruyor. Şimdi birinden özür dileyeceksin; ama önce bunu biriyle paylaşacaksın ve paylaştığın kişi çok sağlam bir arkadaşın, dostun olacak. Onunla paylaşacaksın, neden özür dilediğini anlatacaksın; o da sana o kişiden özür dilerken yardımcı olacak, senin yanında olacak, seni savunacak.

Bu yüzden İmam Ali Efendimiz, dostunu seç ona sırrını aç ve onunla özür dilemeye git, demek istiyor. İmam Ali Efendimiz burada bizlere yol gösteriyor.

Bakın Mevlana’mız da ne güzel buyuruyor: “Hilim kılıcı, demir kılıçtan daha keskin, hatta yüzlerce ordudan daha galip, daha üstündür. Sen demirden kılıç gibi olma; sen, hilim sahibi ol, kalbi kırık, mahzun kişilerin evlerine ışık ol!”

Allah’ın nurunun tecelli ettiği bir kalb, sadece kendisinin değil, bütün varlıkların iyiliği için gayret sarfeder. Yoldan sapanlara, asi çıkanlara dahi rahmani gözle bakarak onların da güzelleşebilmesi için uğraşır ve eğer kendisi müşkül bir duruma düşerse, o zaman da Allah onun yardımına koşar ve böylece Allah’ın rahmetine ve şefaatine nail olur.

Amacımız Allah’a layık olarak tekrar O’na kavuşmak ise, bunu engelleyecek her türlü nefsani hallerden kendimizi koruyalım. Bütün yaratılmışları muhabbetle sevelim. Aynı şekilde davranmayanlara karşı dahi tutumumuzu değiştirmeyelim, bizler onlara örnek olalım. Tevazu ve alçak gönüllülüğü kendimize en değerli ziynet edinelim.

Ve yeri gelmişken Hazreti Ali Efendimizin, “Bin sefer mazlum ol, ama bir sefer zalim olma…” diye buyurduğu öğüdünü de tekrar hatırlayalım ve daima hafızamızda tutmaya çalışalım.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 96

“Dünyanın bütün varlıkları fanidir; tıpkı bir örümcek ağı gibi, bir anda var olurlar, bir anda yok olurlar.”

Kur’an-ı Natık olan Hazreti Ali Efendimizin bu sözü, Kur’an-ı Kerim’deki şu ayete işaret etmektedir: “Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi.” (Ankebut, 41)

Cenab-ı Mevlana, bir kasidesinde buyuruyor ki: “Can konağını aramada isen, sen cansın. Bir lokma ekmek arıyorsan, sen ekmeksin.”

Hazreti Ali Efendimiz gibi Cenab-ı Mevlana’nın da bu sözleri çok doğru ve yerindedir. Biz can konağını aramazsak, onu kendimizde var etmezsek, demek ki biz hiçbir işe yaramıyoruz.

Hazreti Mevlana’nın çok büyük bir hayranı olan İbrahim Gülşeni de şöyle buyuruyor: “Biz, Cenab-ı Allah’ın ailesi mesabesindeyiz. Sütümüzü, rızkımızı O’ndan isteriz. Peygamber, ‘Halk, Tanrı’nın ailesidir’ buyurdu. Her ne istersek, Allah-u Zülcelal, biz ailesine bir baba gibi rızık verir. Eğer tenin gıdasıyla kanaat edersek, eşek gibi arpa ve samana yaraşırız. Ulu Tanrı’dan ruhumuzun gıdasını istersek, bize Cebrail’in gıdasını gönderir. Mademki ne istersek onu ihsan ediyor, şu halde Tanrı’dan yalnız Tanrı’yı isteyelim. Evet, en iyisi, iman ve taat yolunda yürüyerek, daima O’nu isteyelim.”

Evet, bizler de Allah’ı isteyelim, bu evi O’nun konağı yapalım, O da bizlerde can olsun. Eğer bu evi O’nun konağı yapmazsak, Allah’ı can kılmazsak, biz demek ki boşuz, boşuna yaşıyoruz. Allah’ın konuk olmadığı ev cansızdır ve yıkılmaya mahkumdur.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 95

“Tatlı dilli olanların dostları biraz daha artar.”

Aşık, maşukuyla bu aleme nazar kıldığı zaman, hiç ayrım yapmaz ve bütün bu alemde ne varsa hepsini bir görür. Bu sebeple dili hep tatlı olur, yüzü hep güleç olur ve sözleri sevgi dolu olur.

Bakın ne güzel buyuruyor Hüdavendigar Mevlana: “Bu ahlak, ona ezelden verilmiştir; gözü de Sevgilinin cemalinin güzelliğiyle dolmuş, aydın olmuştur. Bu çeşit kul, Allah rızasını görünce güler, neşelenir. Kaza, bela dahi ona şekerle yapılmış helva gibi gelir. Bu kulun huyu ve yaradılışı böyle olursa alem, onun emrine, onun fermanına tabi değil de nedir?”

İnsan, isterse Allah’ı konuşturur, isterse İblis’i konuşturur. İkisi de insana ait. Peki bunlardan hangisi huzur verir? Elbette Allah’ıı konuşturmak huzur verir.

Allah, güler yüzde, tatlı dilde, merhamet, şefkat bulunan yerdedir. Hakk yüzünü bütün insanları bir görüp hiç ayırım yapmayarak sevgisini sunandan gösterir. Tatlı dille, güler yüzle, sevgi sözleriyle topluma kendimizi sevdirir, bizlerle hasbihale girenlere doğru yolu gösterir, aydınlığa götürürsek, onları Hakk canları ile kardeş edebilirsek kendimizi kazandırmış oluruz.

Işık eken, nur bulur; hakikat eken de hakikatin hakikatini bulur. Her şey Allah’tandır ve O’ndan olana güler yüzlü ve tebessümlü olmak esastır.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 92

“Aslı iyi olmayan kimseden iyilik bekleme, zira zehir ağacı tatlı meyva vermez.”

İnsanı bütün güzelliklerden uzak eden küçük aklıdır. Böyle bir kişi kendi aklını beğenir ve başkalarını hor görür. İnsan olabilmek için de bir İnsan-ı Kamil’i kendine ayna etmek gerektir, ayna ile yola çıkan kişi güzel konuşur. Eskiler güzel konuşan bir insan gördüklerinde, “Maşallah, ne güzel konuşuyor, aynaya yüz tutmuş” derlerdi. Bu ne demektir? Güzel konuşuyor, çünkü bir mürşidi var. Mürşidini ayna etmiş kendine, ondan yansıyan güzelliklerle konuşuyor, etrafına güzellik sunuyor. Bazı kişileri de duyarsınız devamlı küfürlü konuşur, onun için de derler, “Aynasız!” Yani, bir aynaya yüz tutmamış, mürşidi yok, kendi aklıyla yola çıkıyor, kendini beğeniyor, kötü konuşuyor, işte o kişiden her şey beklenir. Böyle bir kişi için hidayet dilemek gerekir ki, bir mürşide ulaşsın da, insanlığa kavuşsun.

Adem sıfatında hem Hazreti Muhammed, hem Ebu Cehil var. Nasıl belli olacak? Biri benlikte, küfürde; öbürü hep tevazuda, lütufda, oradan anlarsın. Allah erleri daima tevazudadır, yokluktadır. Onların her sözü bilinçlidir, irşattır.

Her insan hem iyilik, hem de kötülük kaynağıdır. Aklı nerede ise kendisi de odur. Her zaman söylüyoruz, yine söyleyelim: Bizim yolumuz sevgi yoludur; bu yolda incineceksin, incitmeyeceksin. Dilini daima tatlı tutmaya çalışacaksın ki bu yolda ayağın sürçmesin. Birisi sana karşı kötü bir söz sarf ettiğinde sen beş sözle karşılık verirsen, onun kisvesine girmiş olursun. Hiçbir zaman Hakk’a yakın olamazsın.

Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah’ın lütfundan mahrumdur. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 91

“Kur’an-ı Kerim okurken, zikrinde cenneti ve kademelerini bildiren ayetler geçer.”

Kuran’ı Kerim’i okurken biraz sesli okuman lazım ki kulakların işitsin ve okurken düşünmelisin ki sanki sana Hazreti Muhammed hitap ediyor. Çünkü O’nun dilidir o sözler. O’nun her sözü mana doludur, cenneti andırır.

Cennetten maksat ormanlık, yeşillik, ağaçlık değil; insandır. Biz her zaman ne diyoruz… İnsan insanın cenneti, insan insanın cehennemidir. Eğer güzel bir insanla karşılaşırsan, o sana ikram ettiği güzel sözlerle, seni güzel yerlere, güzel duygulara götürürse, işte sen cennette sayılırsın.

Hazreti Mevlana çok güzel buyurur, der ki: “Cenneti görmek istersen aşıkların sohbetine karış. Onlar hep sevgiden hep aşktan konuşurlar. Cehennemi de görmek istersen git küfürbazların sohbetine karış. Onlardan da isyanlar küfürler çıkar, senin gönlün kırılır, incinir.”

Cehennem ateşi insanı bir dakikada yakar, ama acı bir sözün ateşi seni saatlerce yakar.

Yine ne güzel buyurur Mevlana, der ki: “Cennet baharla yaza benzer, cehennem de sonbaharla kışa benzer.”

Allah aşıklarının cenneti manevi zevktir, yani aşk cennetidir ki, insanı buraya erdiren tek bir yol vardır ki, o da ahlaktır.

Her şey bu dünyada gözlerimizin önündedir. Cennet de buradadır, cehennem de. Sen Hakk muhabbetleri yapılan bir yerde isen, sana yol gösteren kamil bir mürşidin varsa ve senden sevgi tohumları çiçek vermeye başlamışsa, işte sen cennettesin.