İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 79

“Layık olmayan kimselere yüz suyu dökme, beyhude yere kendini rezil etmiş olursun.”

Hüdavendigar Mevlana, “Kim fere ve boğazına düşmüş, bu düşkünlüğünü kendisine adet ve huy edinmişse ona denecek söz, ancak ‘Sizin dininiz sizin, benimki benim’ sözünden ibarettir” der ve yine şöyle buyurur: “Herzevekillerin herzelerini, manasız sözlerini saçma gururlarını az dinle, bu çeşit adamlarla savaş safına girme. Allah, bunlar hakkında ‘Onlar size uyunca sayınızı çoğaltmazlar, ancak aranıza nifak sokar, hile ve fesadı çoğaltırlar’ dedi. Er olmayan kaypak arkadaşlara uyma, çevir onların yaprağını! Çünkü onlar sizinle yoldaş olurlarsa gaziler de saman gibi içsiz bir hale düşerler. Size uymuş görünür, sizinle beraber safa girerler ama sonra kaçarlar, safı da bozar perişan ederler. Bu çeşit adamdansa… münafıklardan pek kalabalık kişinin size uymasındansa azlık asker daha iyi.”

İnsan, insanın rahmanıdır. İnsan, insanın şeytanıdır. Bir arkadaş, bir arkadaşı doğru yola götürmeye çalışırsa, o arkadaş rahman sıfatını taşır, arkadaşını da rahmaniyete çeker. Bir arkadaş, arkadaşını kötü yollara çekmeye kalkarsa, o şeytandır. Ona uydun mu şeytana uymuş olursun.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de, “Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz. Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık” (Kehf, 13) diye buyrulmaktadır.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 78

“Söz manen yara açan bir alettir. Onunla yaralanan kalb şifa bulmaz.”

Yunus Emre’ye sormuşlar:

“Ey Yunus! Sen bu dünyaya ne için geldin?”

“Ben bu dünyaya Allah’ı yad etmeye geldim.”

“Allah’ı yad edersen eline ne geçecek?”

“Bir gün gelecek dünya ömrüm bitecek. Madem ki sevgim ve gönlüm Allah’a sunulmuş, bu ruhum bedenden çıktıktan sonra Allah’a gidecektir. Allah anıldıkça ben de anılacağım. Çünkü O’na yöneldim, O’ndan söz ettim, O’nu yaşattım, O’nunla yaşadım.”

Sevgisini, gönlünü, her şeyini Allah’a verdiği için, Allah’la bütünleşti. Yunus, yaşamı boyunca, Allah’a onsekizbin beyit yazarak Divan’ın da çok güzel bir dil döktü. Cenab-ı Hakk, Yunus’dan o kadar güzel işledi ki, bir yerde Hakk, Yunus ismini aldı.

Hazreti Mevlana, “Cenneti görmek isterseniz, aşıkların sohbetine karışın. Aşıkların sohbeti, ilkbaharla yaza benzer. Çünkü hep Allah’tan, sevgiden konuşurlar. Cehennemi görmek isterseniz, küfürbazların yanında oturun, onların sohbetleri de sonbaharla kışa benzer” der.

İnsan, dünyada yaratılmışların en şereflisi, Allah’ın elçisidir. İnsandan daha yüce, daha güzel bir varlık yoktur. İnsan, Allah’tan konuşursa, eşref sahibidir.

Öbürünün de bedeni mukaddestir ama hiç Allah’tan konuşmaz, hep nefsinde yaşar ise, neuzübillah hayvan ondan daha mazlum kalır.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 77

“Müşavereyi terkeden hakikati bulamaz.”

Mevlana’mız, bir iş yapmaya kalkıştığın zaman, istersen bin kişiye danış, işi yapacağın an kalbine danış, diyor. Kalpteki ses üstündür. Oradan güzel bir ses gelirse o sese uy. Akıl yenilebilir ama kalb yenilmez, orası tevhid yeridir. Oraya biraz kulak verirsen; Allah, Allah, Allah… diye daima tevhidde olduğunu duyarsın. Akıl her yerde gezer, kalb ise bir yerde durmuş, zikrini yapar. Hele o kalbe güzel bir Dost koymuşsan, hiç yenilmezsin.

Kalbinin sesini dinleyeceksin. Hazreti Muhammed, kimsenin aklıyla yola çıkmadı. Misal olarak, bir iş yapılacağı zaman sahabeye anlatır, fikirlerini dinlerdi. Daha sonra kendi düşüncesini söylediği zaman sahabe onun parlak düşüncesine hayran olur, o yönde hareket ederdi. Çünkü Hazreti Muhammed hep tefekkürdeydi, hep kalbinin sesini dinlerdi.

Hazreti Muhammed’e Nebi olmadan önce toplum tarafından Emin ismi verildi. Yani onun söylediği bütün sözler suret bulacaktır, emin olun, demek istediler. Hazreti Muhammed’in o güzel aklı, Cebrail (as) ismini almıştır. En büyük melek Cebrail, insanın başındaki akıldır. Eğer akıl, güzel bir yerden aşı almışsa, insanı çok güzel yerlere götürür, almamışsa neuzübillah isyanlara düşürür.

Allah, insanı bu kadar mukaddes kılmış, cihana hakim kılmış, kendisine temsilci seçmiş. İnsan kişiliğini bulursa hatalara düşmez. Çünkü o Yaratıcıyı, o Allah’ı, kendi dışında aramaz. O, senin içinde…

Ne güzel buyuruyor Yüce Mevlana ve diyor ki: “Senin yanındayım, beni uzak görme! Benim yanımdasın, benden ayrılma! Kendini yaratandan uzak düşen kişinin işi yolunda, uygun olur mu? Benim gözümle neşelenen göz parlar, keskinleşir, öteleri, gaybı görür. Duyduğu manevi zevkden ötürü mahmurlaşır. İçinde benim rüzgarımın estiği, sevgimin dolaştığı gönülde, manevi güller açar, nurlarla dolu gül bahçesi olur…”

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 76

“Bir dost ola ki, iki vücuda bölünmüş bir ruh. Vücud iki vücud, ruhu bir ruh.”

Hazreti Ali Efendimiz burada ne kadar güzel söylüyor. Ya nefsin teslim olsun ruha, güzelliğe; ayrılık olmasın. Yahut da akla düş; ama akla düştün mü ruhu kirletiyorsun. Bu yüzden bir ruh bir vücud ol. Zahirde iki görünürsün ama bir okunursun.

Hakikat sahibine iki alem birdir, yani hem batıni alem hem zahiri alem. Neden birdir? Çünkü hiçbir varlık onun dışında değildir. Allah’ın 99 isminin yanısıra gördüğünüz bütün varlıklar da Allah’la diri oldukları için her biri kendi isimlerinin yanında ‘Allah’ okunurlar. Ama ancak Hakk ile Hakk olmuş, Allah’ta fani olmuş bir hakikat ehli bunu bilir, görür, çünkü onun bütün varlığı yine Allah’tır, Allah iledir. O, Allah ile görür, Allah ile bilir.

Bizlere en güzel örnek Evliyaullah’tır. Onlar kalabalık görünürler ama bir manayı taşırlar. Hepsinde Hazreti Muhammed’in, Hazreti Ali’nin kokusu vardır, hepsinde aynı tat vardır. Onlar aramızda yaşıyorlar. Onlar esmada kalabalıklar ama hepsi manada bir, Hazreti Muhammed’i andığımız zaman hepsi anılırlar.

Hazreti Şems diyor ki: “Bağda üzüm kalabalık görünür, ama tavada hepsi birdir.” Hepsi pekmez olmuştur.

Hazreti Mevlana’ya sorarlar: “Piran hakkında ne buyurursun?”

Mevlana, “Piran güllere benzer, renkleri çok, kokuları bir olur” der.

Hepsinin gönlünde Hazreti Muhammed, Hazreti Ali var. Yalnız erkan yönünden değişik konuşurlar ama gönülleri Hakk’a bağlıdır. Güllerin renkleri çok, kokuları birdir. İster kırmızı, ister beyaz, ister pembe, ister sarı olsun, hiçbirinde ayrı koku yoktur, hepsi gül kokar.

İnsan, Allah’ın muhabbeti ile yaşarsa, biraz geceleri nefsine kıyıp Allah’ı zikrederse aslını bulur. Bu, çapayı alıp denize yol açmaya benzer. Açan kişi bir testiye benzer, gün gelir o testi kırılır, testideki su açılan yola dökülür, yok açıksa denize gider; bu yapılmazsa testi kırılınca o su toprağa gider, toprak olur. Hazreti Mevlana, “Aşıklar yağmura benzer, yağmur damlaları denize düştüğü zaman damlayı denizden ayıramazsın; hepsi deniz olmuştur. Bazı damlalar ise karaya düşer, onları da topraktan ayırmazsın” der.

Bütün tasavvuf ehli hangi koldan olursa olsun, hepsi insan olmak için yola çıkmıştır. İnsan olmamız için başta Hazreti Muhammed’e, Evliyalara sevgi ile bakmamız, saygıyla anmamız lazım. O zaman bizler de onların bir neferleri oluruz.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 75

“Başa gelen felaketlerde sabır göstermek zor, ne var ki yapılan iyilikleri yitirmek daha da zor.”

Bakın burada Hazreti Ali Efendimiz, her sabırı zor görüyor; ama çok da iyilikler de yapmışsın, şimdi sen o iyiliklerden biraz küfüre düşersen, yaptığın iyiliklerin hepsi de elinden gidecek, en iyisi şimdi sen tekrar sabıra dön, diyor; ki yaptığın iyilikler boşa gitmesin. Zor olanı yap, diyor; şifreli konuşuyor, ama güzel konuşuyor.

Çünkü bu yolun başı da sonu da sabırdır.

Ne güzel buyuruyor Peygamber Efendimiz, diyor ki: “İmanın en makbulü, zor zamanlarda sabretmek, semih ve sahi olmaktır.”

Evet, Allah bizden sabırlı davranmamızı ve O’ndan başkasından medet ummamamızı istiyor. Her kim başına gelen sıkıntılara sabır gösterir ve her ne olursa olsun Hakk’tan yüz çevirmezse, sonunda mutlaka refaha erer.

Hüdavendigar Mevlana’mızın buyurduğu gibi… “Sabır ve sükut, Allah rahmetine sebep olur. ‘Susun, dinleyin’ emrini canla, başla kabul et de Sevgilinin mükafatına eriş, rahmetine nail ol.”

Yeter ki sabredenlerden olalım, başımıza gelen felaketlere daima sabır gösterelim, isyanlara küfürlere düşmeyelim. Bu dünya bir anlık bir zamandan başka bir şey değildir, daima Allah’a yönelelim.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 72

“Sen insanoğlu, yaşamın boyunca yaşamının tek bir saati bile sana ödünç olsun verilmemiştir, tek bir anı bile senin değildir ömrünün.”

Hazreti Ali Efendimiz burada bizlere tamamen hakikati bildiriyor. Hiçbir şey bize ait değildir, hiçbir şey. Biz her zaman ne diyoruz: Her şey Allah’a aittir, her şey… Madem ki her şey Allah’a ait, o zaman haydi biz de Allah’a ait olalım, olmayalım bize ait. Peki nasıl O’na ait olacağız? İşte önümüzde örneğimiz var; biz Mevlana’yı örnek aldık, Peygamber Efendimizi örnek aldık. Sohbetlerimizde daima Mevlana’yı dile getiriyoruz, Hazreti Muhammed’i dile getiriyoruz, Ehli Beyt Efendilerimizi dile getiriyoruz. Neden? Çünkü onlar hep Allah’la yol aldılar. Onların hepsi insanlığın en üst varlıklarıdır.

Hazreti Muhammed şöyle buyuruyor; O’nu sevenlerine, O’nu kendine methiye edenlere, her yerde O’nu methedenlere, O’nun büyüklüğünü, güzelliğini, O’nun aklını, fikirlerini dile getirenlere, O’nun aklıyla akıllarını büyütenlere… “Sen” diyor, “gelmiş geçmiş bütün Peygamberlerden efdalsin.” Yani çıkma benim dışıma artık, demek istiyor. Çıkma ki, zamanın boşa geçmesin.

Hazreti Peygamberin ilmi bütün kainatı kaplamıştır. Baktığımız zaman, Kur’an tamamen nurdur. Bütün dünya Kur’an’ı okudu, O’nun ilminden faydalandı ve ilerledi. Fakat maalesef biz hala Kur’an’ı ölüye okuyoruz, inmiyoruz O’nun derinliklerine. Bakın Mevlana ne diyor: “Kur’an” diyor, “baştan aşağı nurdur. Nur toprağa girmez.”

Misal olarak namazda da secdeye vardığımızda ne diyoruz? Sübhane Rabbiyel ala… Sübhane Rabbiyel ala… Sübhane Rabbiyel ala… Nedir bu sözün manası? Allah’ım, Senden güzel yok, Senden ala yok, Sen her şeyin üzerinde bir varlıksın. Sen bunları söylediğin zaman Allah da sana şöyle sesleniyor: Ey beni zikredenim, diyor, sen bu sözleri kimin kudretiyle söyledin? Allah’ın kudretiyle… Demek ki bütün bu sözler yine senden sanaydı, neden sen bu sözlerden bir ders almadın, bu sözlerin derinine inmedin? Neden bu zikirden bir fayda almadın, kendini beslemedin?

Hakikatte Allah’ın kimsenin namazına ihtiyacı yoktur, bizim Allah’a ihtiyacımız var. O da insan dışında değildir. Hazreti Muhammed’in ilk zikri, “La ilahe illallah” dır, yani cihan boş ancak Sensin Allah. Hazreti Muhammed tamamen Allah’ta fani olmuştu, O’nun her zerresini Allah kaplamıştı. O’ndan söyleyen, işiten, gören Allah’tı.

İnsanın manası hakikatte çok büyüktür, çok yücedir. Malesef insan, kendi hakikatinden, asıl kimliğinden haberdar olmadığı için kendini değersiz bir varlık olarak görür.

İnsanın kimliğini en açık şekilde söyleyen Hüdavendigar Mevlana’dır, şöyle der: “Bu kadar Allah dediniz, daha mı Allah’laşmadınız? Bu kadar Kur’an okudunuz, daha mı Kur’an’laşmadınız?”

Peki Mevlana bu sözüyle ne demek istedi? Aşkla zikrettin mi, bil ki sen yoksun, O var. Çünkü aşka girmişsin oraya aşık olmuşsun, aklını kaybetmişsin, başında akıl da, düşünce de, fikir de, O olmuş. Sen, O olmuşsun. Aşk yoksa, Allah, Allah, Allah diye zikrederken akıl başka yerde gezerse, O olamıyorsun. Kur’an-ı Kerim’i de aşksız, sevgisiz okursan, sadece dilde, mana yok, anlamıyorsun. Ne oldu? Ne Kur’an’laşabilir, ne de Hakk’la Hakk olabilirsin, hiçbir yere varamazsın, koca bir ömrü boşa geçirmiş olursun. Ama sevgi olursa, aşk olursa, senden kişilik gider, Hakk’ın güzellikleri sende kendini gösterir.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 71

“Eğer bir seyahate çıkarsanız gittiğiniz yerlerin âdetlerine uyunuz.”

Cenab-ı Mevlana’nın da bizlere ne güzel bir nasihatı var: Bir topluluğa kendini karınca gibi küçük görerek, başın kesik git. Oradaki sohbette, sözler gerçeği yansıtmıyorsa, zaman boşa geçmesin, arslan gibi kükre hakikati sun, bari birkaç kişi faydalansın. Öyle eyvallah deme, söylenenler boşsa, illallah de konuşmaya başla.

Fakat tevazuyu da elden bırakma, daima yoklukta dur. Çünkü Adem sıfatında hem Hazreti Muhammed, hem Ebu Cehil var. Biri benlikte, küfürde; öbürü hep tevazuda, lütufda. Allah erleri daima tevazudadır, yokluktadır. Onların her sözü bilinçlidir, irşattır. Allah’ı insanın dışında tutmaz, daima birleştirir.

Çünkü insan, yeryüzünde Allah’ın temsilcisidir.

Yine Mevlanamız diyor ki: “Eğer insanlık mertebesine ermişsen, bil ki sen kainatsın, kainat da sensin.” Onun için Mevlana, “Küfrü iman bilen bendendir, iman bilmeyen benden değildir” diyor. Hepsi insanın nefsinin suretleridir. Bilmeyenleri hor göremeyiz. Bizim vazifemiz herkese el uzatmak, herkese güler yüz tutmaktır. Eğer hor görüp bırakırsan, sen mertebene ermemişsin demektir.

Peygamber Efendimiz, bir hadisinde, “Kul gibi yerim, kul gibi otururum” diye buyurur. Peygamber Efendimizin, bu sözleriyle bizlere anlatmak istediği, kendisinin toplum içinde veya değilken bile, kibirli bir duruş ve ulu bir tavır içinde olmaktan sakındığıdır.

Kul olmakla ilgili Cenab-ı Mevlana şöyle buyurur: “Ben varlığı yoklukta buldum, onun için varlığı yokluğa feda ettim. Padişahların hepsi kendilerine karşı alçalana alçalırlar. Bütün halk, kendisine sarhoş olanın sarhoşudur. Padişahlar, kendilerine kul olana kul olurlar. Halk umumiyetle kendi yolunda ölenin yolunda ölür. Dilberler, aşıkları canla başla ararlar. Bütün maşuklar aşıklara avlanmışlardır. Allah dedi ki: Ey haramdan, şüpheli şeylerden sakınan! Kullarımın arasına gir ki bu suretle beni görme cennetine erişesin.”

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 70

“Atım arka bacağından yara almaz savaşta, yaralanırsa göğsünden yara alır.”

Bundan daha güzel daha açık ne ararsın?.. Ali kaçmadı ki kimseden, arkasından bir ok atsınlar, atını bacağından vursunlar ya da kalçasından. Hep önde gitti, hep şahlandı atıyla. Atım yara alırsa göğsünden yara alır diyor, almaz arkasından. Arka çeviren bir zat değil o, şahlanan bir zat. Kendisinin ne kadar iman dolu bir kişi olduğunu, ne kadar korkusuz bir kişi olduğunu söylüyor burada Hazreti Ali.

Bakın Kur’an’da çok güzel bir ayet vardır, şöyle buyurur: “İman edenler ancak, Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.” (Hucurat, 15)

Herkes bir yere kadar Hazreti Peygamber için hizmetlerde bulundular ama bir zaman geldi geri adım attılar. Ama Hazreti Ali Efendimiz, hiç geri adım atmadı, hep ön saflarda savaştı, yeter ki Hazreti Muhammed’e bir zarar gelmesin, O’na bir kılıç, bir ok isabet etmesin diye hep kendini O’na siper etti.

Hazreti Ali’nin bir lakabı vardır: Allah’ın arslanı. Fakat hakikatte o, Hazreti Muhammed Efendimizin arslanıdır. Arslan, ateşten kaçar ama bu arslan öyle değil, o hiç sakınmaz, ateşe de dalar Sevgilisi için.

Nitekim Hazreti Muhammed, bir hadisinde şöyle buyurur ve der ki: “La feta illa Ali, la seyfe illa Zülfikar – Ali’den daha yiğit er, Zülfikar’dan daha keskin kılıç yoktur…”

Hüdavendigar Mevlana da şöyle bir açıklamada bulunur: “Hazreti Ali’nin Zülfikar’ı ne kadar keskinse, ilmi ondan daha keskindir.”

Hazreti Ali, çocukluğundan itibaren Hazreti Muhammed Efendimizin eğitiminde yetişti. Hazreti Muhammed kırk yaşında, Peygamberliğini ilan ettiği zaman Hazreti Ali yirmi yaşlarındaydı. Hazreti Muhammed’in Allah’ın güzelliklerini yad edişi, çok hoşuna gittiği için bir gün ona sordu, “Ya Resulallah” dedi, “Sen, Allah’tan çok güzel tebligat veriyorsun, O’nu çok güzel anlatıyorsun, neden şimdiye kadar halkı, Hakk’a davet etmedin?” İşte Hazreti Muhammed’in verdiği cevap: “Ben doğuştan hem Nebiyim hem Veliyim… Dini beraber yayalım diye seni bekledim ya Ali!”

Hazreti Ali, Hazreti Muhammed’e olan imanından aldı gücünü ve her zaman O’nun yanında yer aldı, O’nu canı pahasına korudu. Dikkat ederseniz Zülfikar, iki başlıdır, ama gövdesi birdir; Hazreti Muhammed ile Hazreti Ali de iki görünürler ama hakikatte onlar bir nurun bir ruhun varisleridirler.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 69

“Görünüşümün bunca yumuşaklığının nedeni, göçüp gittiğimde bu dünyadan, ardımda dua edecek insanları çoğaltmak, kırgın insan bırakmamaktır.”

İmam Ali Efendimiz burada bizlere çok güzel bir bilgi sunuyor. Nefsine hep galip gel, hiçbir zaman nefsine esir olma, kimseye kırıcı bir söz söyleme, hep birleyici hep yapıcı hep sevici sözler söyle ki, bu alemden göç ettikten sonra seni rahmetle ansınlar, iyi bir dille ansınlar; arkandan “şeytan el çekti” demesinler.

Çok güzel bir nasihat vermiş Hazreti Ali Efendimiz…

Dil tatlı olacak ama, göz de güzele bakacak ki dil tatlı olsun. Bahçede ne kadar çiçek olursa olsun sen gözünü gülden ayırma.

Sonra ne güzel yaratmış, hem gülü hem dikeni. Diken ne için sığındı güle bilir misiniz?.. Diken güle sığınmıştır ki, ateşe atılmaması için. Gülü atmazlar ateşe, gördükleri yerde kaldırırlar koyarlar bir kenara, orada kurur gider, ama ateşe atmazlar gülü. İşte diken de ateşe atılmamak için güle sığınmıştır. Gül olmasa dikeni ateşe atarlar. Gül onu kabul ettiği için diken de bekçilik yapar güle. Dikkatsiz biri onu koparmaya kalkarsa o da batar ona, korur gülü; ister ki aklını kullansın da öyle alsın gülü.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 65

“Gözü doğuştan sürmeli bir güzele aşık oldum. Çünkü gözünde minnetin sürmesini görmedim.”

Hazreti Ali Efendimiz bundan daha güzel bir söz söyleyemezdi. Hazreti Ali Efendimizin, selam olsun üzerine, söylediği gözler Hazreti Muhammed Efendimizde vardı. Ve ayrıca Hazreti Muhammed Efendimiz kimseye de minnet etmemiştir. Kimseyi menfaat için sevmemiştir, hepsini Allah için sevmiştir. Hazreti Ali Efendimiz de oraya aşık olduğu için onu dile getiriyor bu sözleriyle.

Zaten toplumda şöyle bir dil sarfedilir; ne denir? Hazreti Muhammed Habibullah. Yani Habibullah, Allah’ın sevgilisi demektir. Bu nedenle, Hazreti Ali Efendimiz hiç toz kondurmaz Hazreti Muhammed’e.

Hazreti Ali, her an O’nun yanındaydı. Hazreti Muhammed’in dinini beraber yaydılar topluma. O devirde Hazreti Muhammed 40 yaşlarında, Hazreti Ali ise 20 yaşlarındaydı. Hazreti Ali, bir gün Hazreti Muhammed’e dönüp, “Ya Resulallah ne güzel konuşuyorsun. Neden topluma çıkıp halka konuşmuyorsun? Nebi olduğunu söyleyip, ilan etmiyorsun? Herkes senin bu güzel sözlerini duysun” dedi. Hazreti Muhammed Efendimiz, Hazreti Ali’nin bu sözleri üzerine, “Seni bekledim ya Ali” dedi, “Ben, anadan doğma hem Nebiyim, hem Veliyim. Şimdi gel beraber bu güzellikleri topluma yayalım.”

Hazreti Muhammed’in sözleri hiçbir Peygamberde yoktur. Hazreti Ali, Hazreti Muhammed’in fedaisi oldu. O, dinini yayarken Hazreti Ali hep O’nun yanındaydı.

Ne Hazreti İsa’ya, ne Hazreti Musa’ya ne Hazreti Davud’a fedai gerekmedi. Neden? Çünkü onlar sadece kendi cemaatlerine seslendiler. Hazreti Muhammed ise bütün aleme seslendi. Hazreti Muhammed Efendimiz kainatın rahmetidir. O’ndaki sözler hiçbir Peygamberde yoktur. Hazreti Ali, bu nedenle hep O’nun yanında yürüdü.

Hazreti Muhammed Efendimiz, binbir sırrın anahtarını Hazreti Ali’ye verdi. O sırlar içinde neler söyledi Ali’ye?..

Misal olarak, Hazreti Muhammed Efendimiz, bir gece vitr-i vacip namazının 13. rekatında kıyamda dururken, gözlerinden perde kalktı ve bütün alemin, hatta en yakınlarının bile nasıl varlıklar olduğunu gördü. Ve dedi, “Allahuekber… Allah’ım sana sığınıyorum.”

Dolayısıyla insanları kimliklerine kavuşturmak için zaman ister. Hazreti İsa da gördü, fakat o sadece güldü. Neden güldü? Çünkü o Allah’a gönül vermiş, her tarafı cennet görüyordu. Bütün insanları hangi kimliklerde iseler, onları öyle görüyor öyle kabul ediyordu. Hazreti Yahya da hep ağlamıştır. Ona sordular, “Neden ağlıyorsun bu kadar? Hiçbir Peygamber senin kadar ağlamadı.” O da şu cevabı verdi: “Benim gördüklerimi siz görmüş olsaydınız belki benden daha fazla ağlardınız.”

Üzerinde çok düşünmemiz lazım, çünkü üzerimizdeki insan elbisesi. Bu elbisenin kıymetini bilmemiz lazım. Önümüzde çok güzel örneklerimiz var, onlar gibi olmaya çalışalım ki onlarla dünya durdukça anılalım.