MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKZİ’NE… (31)

Hazreti Mevlana, “Kimse sırrıma talip olmadı” demiş. Kimse talip olmadığı için mi Mesnevi’yi meydana getirdi?

Onun sırrına kim talip oldu ise o kişi onu giymiştir. Meydan ona teslim edilmiştir. Dede’lik alınır, verilmez. Mevlevilikte binlerce Dede maneviyatla yola çıkıp, Hakk’ı ne kadar güzel bir dille yad ederse etsin yine temelinde Hazreti Mevlana vardır, Pir çıkma yoktur. Mevlevilikte, şu Dede burada yatar, o Dede şurada yatar ama hepsi Hazreti Mevlana’ya bağlıdır.
Galib Dede Hazretleri, Hüsn-ü Aşk’ı yazarken Hazreti Mevlana’nın Divan-ı Kebir’inden, Rubaiyat’ından sözler alıp, kendi şiirlerini süsler. Dedeler okurken o sözlerin bir kısmının Hazreti Mevlana’ya ait olduğunu görerek, “Galib senin şiirlerin güzel süslenmiş ama Hazreti Mevlana’nın şiirlerinden çalmışsın” derler. O da, “Evet, ondan çalmayacağım da, kimden çalacağım. O benim sevgilim, Sen de benim kadar sev, sen de çal, ayrı gayrı değiliz” der.
Mevlevilikte hiç ilahi yoktu. Mevlevilikte hep ayin yazılır, aşkın büyüğü söylenir. Dört satırlık, iki kıtalık aşk yoktur. İlahilere fakir sebep oldu. Dedeler hep ayin yazmışlar. Muhabbetler hep ayinle geçmiş.
Dünyamızda aşkı, sevgiyi en çok söyleyen Hazreti Mevlana’dır. Tüm insanları ayırım yapmadan, birliğe davet etti ve kendini bütün insanlığa kazandırdı.

Hazreti Mevlana’nın sırlarına talip olmaya gelince…

Aşkla, sevgiyle talip olunur. Hakk her şeyin üstünde tutulur, gün gelir, hiç akıl girmez tereddütler olmazsa, o kendiliğinden ikrama çıkar.
Manevi Dede Hakk’a yürüdüğü zaman, meydan boş kalmasın diye yerine biri teberruken geçer. Bu kişi buranın düzenini yürütür. Mana Dedeliğini, biri alırsa ilk Dede manen soyunur, postuna oturmaz.
Şems-i Tebrizi Hazretleri, Hazreti Mevlana’ya, manen soyunduğu zaman Sultan Veled Hazretleri babasının o bilgisini, güzelliklerini kıskanır. Bir gece Şems’in odasına gider ve onu ocak başında tefekkürde bulur. Şems, onun başını dizine koyup okşar, hal hatır sorar. Bir vakitten sonra, “Ey benim güzel şehzadem, seni buraya getiren nedir?” der.
“Babama bazı sırlar ikram ettikten sonra o çok değişti. O sırlardan biraz bana da verir misin?”
“Veled Veled! Babanın gerek sakalındaki gerek başındaki kılların hepsi birer Şems’tir. Ben de artık hiçbir şey kalmadı. Git, benim varlığımı babanda gör.”
Sana da öğreteyim, demedi. Ben artık yükü taşıyana attım, bütün güzellikleri orada gör, demek istedi. Bir kişiyi Dede’yi giydi mi, o artık postuna oturmaz. Misafir gibi gider, orada kendini seyreder. Gün geldi, Hazreti Mevlana, Şems oldu.
Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana, bütün büyükler bizim sünnetlerimizdir. Kim nöbeti almışsa bu alemde, onları ona sorarsın.
Hazreti Mevlana’ya “Hazreti Muhammed cihanın gülü idi. Bu gül soldu, gitti. Şimdi biz o kokuyu nereden alacağız?” diye sormuşlar.
Hazreti Mevlana, hiç tereddüt etmeden, “Gülün kokusunu gülsuyundan alacaksınız. O gülsuyu bizleriz” diye cevaplamış. O kokuyu Evliyaullah’tan alacaksınız. “Hazreti Muhammed’den ne öğrenmek istiyorsanız bize sorarsınız” dedi ve onu yaşatmaya çıktı.
Gül, renkli ve kokuludur ama aşılanmamışsa kokusu yoktur. Bir insan da, bir Velinin yaşamını etüd ederse oradan aşı alır, insanlık kokmaya başlar. Onun için Hazreti Mevlana, “Beni kabirde aramayın. Ben kabirde değil, ariflerin kalbindeyim” diyor. Kabir bir makamdır.
Her Veli eserleriyle, bıraktığı güzelliklerle yaşar. Mal, mülk bırakmak insanı yaşatmaz. Onun için Veliler bir hoş seda bıraktılar. Bu, insanlık için maldan mülkten daha yararlıdır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (30)

Hazreti Şems-i Tebrizi’nin Hazreti Mevlana’ya sunduğu gizli sırlar nelerdir? (devam)

Şems-i Tebriz, Hazreti Mevlana’yı karşısına aldı ve şunları buyurdu:

“Gönül ayinesin sofi,
Eğer lkıalr isen safi,
Açılır sana bir kapı,
Ayan olur Cemalullah.
Bu tevhidden murad ancak,
Cemali zata ermektir.
Görünen kendi zatıdır,
Değil sanma gayrullah.
Şems-i Tebriz bunu bilir,
Ehad kalmaz fena bulur.
Bütün bu alem külli mahf olur,
Yine baki Allah kalır.”

Hazreti Mevlana bunu duyduktan sonra başını secdeye vurdu. O güzelliği görü, kişiliğini bulursan, ölüm senden gider.

Bir gün Şems-i Tebriz, Mevlana’nın elinden kitabını aldı, havuza attı. “Okuma!” dedi.
Hazreti Mevlana’nın gözleri yaşla doldu, çok üzüldü. O zaman Şems, elini havuza uzatıp, kitabı havuzdan çıkardı. Kitap kupkuru toz bürümüş haldeydi. Tozunu üfleyip, Hazreti Mevlana’ya uzatarak, “Artık başkasının tezgahtarlığını yapma, kendi eserini yazmaya başla, tanıt kendini, bu toplum seni anlasın” dedi.
Bundan sonra Hazreti Mevlana’nın eserleri; Mesnevi-i Şerif, Fihi Ma-Fih, Divan-ı Kebir ortaya çıktı.
Hazreti Mevlana, “Sen o musun, yahut o sen misin?” diyor. İnsan burada şaşırıyor. Allah’a iman yok, öylece kalıyor. Ehl-i imana “Sen o musun, o sen misin?” dediğin zaman başını secdeye vurur. Madem ki o sensin, neden bu almede gam yersin.
Yine Mevlana, “Ey insan, ne gördüysen bu alemde senden dışarı değil, ne istersen iste, kendinde iste. Çünkü sen her şeysin” der. İnsan aradığı şeyi, kudret sahibini kendinde bulacak. Büyüklerimiz bize bir aynadır.
Şeyh Selahaddin Efendi’ye “Ne kadar güzel konuşuyorsun, ama sende hiç ilim yoktu” derler. “Ben bir aynaya yüz tuttum, aynada aksettim. Bütün bu sözler aynama aittir” diye cevap verir. “Kim senin aynan?” diye sorduklarında da, “Benim aynam Efendim Mevlana’dır” der. Hep iman, aşk istiyor, sevgi istiyor.
Hazreti Mevlana bütün dünyanın malıdır. Kimse sahiplenemez. Kim çok severse, Hazreti Mevlana onda yüzünü gösterir. Rus sever, Çinli sever, İngiliz sever… kim çok severse Mevlana odur. Çünkü din ve aşk miras kalmaz. Bunlar çalışmakla kazanılır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (29)

Hazreti Şems-i Tebrizi’nin Hazreti Mevlana’ya sunduğu gizli sırlar nelerdir?

Rivayete göre; üç ay Hazreti Mevlana ile Şems-i Tebrizi bir odanın içinde üç simitle halvet ettiler. Bütün beden eridi, deri ile kemik kaldılar, o zaman istenen kapı açıldı. Ondan sonra, Hazreti Mevlana zahir ilmi bıraktı. Divan-ı Kebir’inde ne kasideler yazmış, ne aşklar söylemiş. O aşkları söyleten nedir? Onun gözünde Sevgili nasıl görünüyor? Yüz tane yazıp bitirmemiş, tam kırksekizbin beyit yazmış; dünyada eşi benzeri yok. Yunus Emre de yazmıştır ama, onsekizbin beyitte kalmıştır.
Hazreti Mevlana, “Sema da bir burhandır, semazenler isterse mecaz aşkı düşünsünler, sema ederken aşktadırlar, bir sevgidedirler” der. Bana bakıyorlar, nasıl dönüyorum gibi bir düşünce geçerse akıllarından başları döner, tennure bacaklarının arasına girer hemen düşerler. Onlar sema ederken kendilerinden geçerler, mecaz aşkı düşünseler bile aşktadırlar. Manayı düşünürlerse kendilerini daha da güzelliklere verirler. Onun için Hazreti Mevlana, “Aşksız ve sevgisiz geçen ömrü, ömürden sayma” dedi. Aşka düştü mü insan sevgilisinden başka bir şey görmez. Mecaz aşk geçicidir, gençlik, güzellik ve o sevgi sözleri kalmaz. Kişi o aşkı büyütmek için maneviyata yönelir. Tanrı yaşlanmaz, onda çirkin sözler yoktur, sevenini daima aşkta, sevgide, duyguda tutar.
Misal, bu dünyadan gitme zamanı gelince, o sevgilisini bekler. Kim davet ederse etsin, anne, baba, dede onlara gitmez, giderse yolda kalır. Nereye iman etti, kimi gönlünde büyüttü ise, onu bekler. O yüz tuttu mu hemen koşa koşa gider. O, bizi burada da ayakta tuttu, bir sürü hakikatler sundu, en güzel yüzü ile teselli etti. Sonunda da alır sonsuz yaşama götürür.
Hazreti Mevlana der ki: “Bana ağlama, arkamdan vah vah deme, ağlarsan kendine ağla. Ben o padişah değilim, tahttan tabuta bineyim. Ben o padişahım ki tahttan sevenlerin gönlüne gireyim.”
O, kendini insanlığa kazandırdı. İnsan olan, toprağa girmez. Hazreti Mevlana, “Senin bedenin toprağa girer. Işık toprağa girmez” der. O ışık, bu bedenden fışkırıyordu. Bütün bunlar yokluğa bürünmekle, büyük sevgiyle, aşkla kazanılır. Biraz benlik vücutta baş gösterirse bu güzelliklerin hepsi gider.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (28)

Seyyid Burhaneddin Hazretleri, Hazreti Mevlana’ya, “Bütün bildiklerimi sana öğrettim, tasavvufun gizli sırlarını yeni Efendin (Şems) öğretecek” diyor. Nedir gizli sırlar?

Bizler dilimiz döndüğü kadar çok şey anlatıyoruz. Tasavvuf tamamen Rabbine teslimiyet ister, hep ondan söz etmeni ister.
Seyyid Burhaneddin Efendi, Nakşi tarikatına mensuptu. İlmi kuvvetliydi. Hazreti Mevlana’nın babası Sultan’ül-Ulema Hazretleri de Nakşi tarikatında ikinci Pir idi.
Sultan’ül-Ulema Hazretleri, sohbet ederken Seyyid Burhaneddin Efendi, içine gelen coşkuları dile getiremediğinden kışın çıplak ayaklarını mangala sokar, üzerlerini ateşle örtermiş. Oradaki dervişler onun bu halini görünce, Sultan’ül-Ulema Hazretlerini dinlemez, ateş onu neden yakmıyor diye düşünürlermiş. O, anlatılan Allah’ın güzellikleri, büyüklüğü ile kendinden geçtiği için öyle davranırmış. Kendinden geçer, ateş de ona kul olurmuş. Sultan’ül-Ulema Hazretleri, “Seyyid kendine gel” diye seslenince kendine gelerek ayaklarını çekermiş.
Seyyid Burhaneddin Efendi, Hazreti Mevlana çocukken dışarı çıkmasın diye medrese kapılarını kilitlermiş. Sabah şafaktan önce kapılar kendiliğinden açılır, Mevlana dışarıya çıkarmış. Anlıyor ki, Hazreti Mevlana’da büyük bir enerji var onu meydana çıkaracak adam yok. Şems-i Tebrizi Hazretleri gelince, Seyyid Burhaneddin Efendi gider. Ben dayanamam der. Bir yere kadar kerametler gösterdi ama Şems onun üstündeydi.
Bir gün Şems-i Tebrizi, Hazreti Mevlana’ya, “Neden ışık altında yazı yazıyorsun?” diye sordu.
Mevlana bir an Şems’in gözlerinin içine baktı ve “Gözüm karanlıkta görmez. Işık olmadan nasıl yazacağım?” dedi.
O zaman Şems, “Çalış her zerren göz olsun, bırak artık ışığı, ışıksız yaz” diyerek Hazreti Mevlana’yı aylarca düşünceye soktu. Gün geldi, perde açıldı. O ışık oldu, karanlıkları aydınlattı. Gözün görüş alanı sınırlıdır. Kalp gözü açılırsa dünya küçülür, başka alemler görülür.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (27)

“Aşk tamamiyle edepten ibarettir” sözü ile ne anlatılmak isteniyor?

Hazreti Mevlana der ki: “Terbiye, terbiyesizden alınır.” Neden? Çünkü kişi çirkin işler yapar sen o çirkin işleri görüp tiksinir, kendine bir terbiye verirsin. Edebe gelince, Hazreti Mevlana, “Edeb okullarda öğrenilmez, aşktan alınır” diyor. Nasıl aşktan alınır? Aşık ile maşuk daima birbirini düşünür. Misal, aşık sevgilisi ile randevulaşınca, bütün gece sevgilisine sunmak için güzel sözler düşünür. Zaten aşık daha geceden randevudadır. Onun gözüne iş, güç görünmez. Buluştukları zaman sevgilisi güzel bir yüz tutup, aşığına öyle derinden bakar ki aşık bunu görünce bütün yazdıklarını, bildiklerini unutur. Acaba bu söz onu incitir mi? İncitirsem kaybederim, diye düşünerek, bütün gece hazırladığı güzel sözlerden, bir tanesini dahi sevgilisine söylemekten çekinir. İşte aşk edebe soktu.
Evlatlar, ana babayı dinlemez, asilik ederler ama sevgilileri ile konuşacaklarsa hep telefon başında dururlar. Ne zaman arayacak diye heyecanlanır, en güzel sözleri ona söylerler. Anne dokuz ay karnında taşıdı, her türlü hizmeti yaptı, o boya getirdi. Sevgilisine söylediği yüzlerce güzel sözden, bir-iki tane söylese ona da razıdır. Onlar da, çoluk çocuk sahibi oldukları, yaşlandıkları zaman annenin babanın kıymetini bilecekler ama iş işten geçmiş olacak, şimdiden bilse ne olur.
Hazreti Mevlana daima yapıcı konuştu. Anlayanlar çok sevdi. Hazreti Mevlana, “Biliyorum ki bana darıldın, ben hayattayken gel yanağımı öp. Bir gün Hakk’a yürüyeceğim, bu güzel sözlerin hepsi sana ders olacak, kabrime gelip sarılacak, toprağımı öpeceksin. Şimdiden gel de, dost olalım” der.
Anne baba, evlatlarından hiçbir şey beklemezler. Onlara tatlı dil, güler yüz en büyük ikramdır. Hiçbirimiz yaşlı doğmadık, hepimiz bir devre geçirdik. Boşuna dememişler, onyedisi dağ delisi, havada uçan kuşu tutsun ister, o kadar delidir. Onun için evlatlarımıza önce biz tatlı dil, güler yüz ve şefkat göstererek, onlara eğriyi doğruyu yavaş yavaş anlatmalıyız. Onlar asidir, biz sabredeceğiz ki, bir gün bize hak versinler.

Adamın biri oğlu ile ormana gitmiş. Çocuk sormuş;
“Bu ne yuvası?”
“Kartal yuvası.”
Beş on adım gittikten sonra yine sormuş;
“Baba nedir bu?”
“Kartal yuvası.”
Çocuk defalarca sormuş, baba hiç bıkmadan cevaplamış. Çocuk büyümüş, yirmili yaşlara gelmiş. Baba oğul yine ormana gitmişler. Baba oğluna sormuş;
“Evladım, şu yuva ne yuvası?”
“Kartal yuvası.”
Yirmi metre sonra yine sormuş.
“Kartal yuvası”.
Yine sormuş.
“Amma çok sordun demedik mi sana, kartal yuvası.”
“Ah evladım, sen belki yüz sefer sordun ama ben seni hiç böyle terslemedim.”

Bir ana baba şefkat doludur. Onlar kırk evlada bakar ama kırk evlad bir ana babaya bakamaz. Onun için sadece maddeye değil biraz da insanlığa yönelmek, büyüklerin eserlerini okuyarak, oradan bir şeyler almak lazım…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (25)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Aşkta iniş çıkışlar olur mu?

Biri aşka düşmüş ise, bir an dahi o sıcaklıktan kendini mahrum etmek istemez. Hem aşk hem akıl, ikisi bir arada olmaz. Aşk akılı mahveder.
Mecaz aşka örnek olarak; Leyla ile Mecnun var, Aslı ile Kerem var, Ferhat ile Şirin var…
Bu mecaz aşk. Hazreti Mevlana mecaz aşkta da aşığa sesleniyor: “Sen sevgiline Tanrım, dinim, imanım diyemezsen, senin aşkın gerçek değil. Evvel Allah sonra sen dersen, akıldasın, aşka düşmemiş, kendinden çıkmamışsın. Sen aşık değilsin, kendini kandırıyorsun.”
Peygamber Efendimiz, bir an dahi Hakk’sız söz etmedi.
Şems-i Tebrizi Hazretlerinin yastığı tuğla idi. Çevre ile sarmış, gaflet bastığı an başını oraya koyarmış. Bir insan tuğla üstünde ne kadar uyuyabilir. Bir dakika ya uyur, ya uyumaz. Çünkü tuğla kemiğe ağrı verir. Neden bunu yapıyor? Sevgilisinden mahrum kalmasın, hep onunla muhabbette olsun diye.
Aşıkta sevgiliye karşı soğuma olmaz. Kerem ile Aslı’ya, Şirin ile Ferhat’a bakın.
Veysel Karani Hazretleri, Hazreti Muhammed’in Uhud Savaşı’nda bir dişinin kırıldığını öğrenince hangi dişin kırıldığını bilemediğinden ağzından otuziki dişini çıkardı. Hazreti Muhammed aşkına dişsiz yaşadı.
Aşkı gece gündüz anlatsak bitmez. Mevlevilik, hiçbir yere benzemez ve cemaati de çok olmamıştır. Hazreti Mevlana’nın yaşadığı devirde bile cemaati azdı.
Bir gün Hazreti Mevlana’ya demişler ki: “Sayısız hakikat sunuyorsun. Başka yerlere gidiyoruz, bunların onda birini işitmiyoruz. Ama orada cemaat çok, sende az…”
Hazreti Mevlana, “Orada o kalabalığı görüyorsun ama benim buradan gönderdiklerimi görmüyorsun. Benim cemaatim az olsun, has olsun” demiş. Manavda mal çok ama değeri yok. Sarraf dükkanında malzeme az ama değeri çok. Hatta sarraf dükkanı boştur. Sarrafta hiçbir ziynet bulunmaz. Bir mihenk taşı bir de terazisi vardır. Bütün mücevherlere ayar verir. Mevlevilik, sarrafiyedir.
Bütün dünya aydınları, Hazreti Mevlana’nın hakikat dolu düşüncelerinin peşinde koşarlar. Çünkü o ayırım yapmadan sevgiyle bakarak ruhları güzelliklere sürükleyip hayat verir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (23)

Aşkta çalışmak nedir?

Aşkta çalışmak, duyulan bu güzellikleri unutmayarak, ona sevgi, muhabbet bağlayıp, onun dışına çıkmamaktır. Burada o güzel konuşulduktan sonra, dışarıda başka muhabbetlere girildiği zaman aşk, sevgi bırakılmıştır ve bu güzellikler kaybedilir. Aşkı sayısız sefer söyledik. İster kız, ister erkek olsun, aşık oldu mu evde, bahçede, mutfakta, her yerde sevgilisini düşünür, onunla konuşur. Aşk, hem erkeği hem kızı kendinden almış oraya sevgilisi yerleşmiştir. Bunlar Allah’ın oyunlarıdır, mecaz aşk bir köprüdür.
Yüce Mevlana bununla ilgili, “İki sevgili birbirlerini kusursuz severlerse, o iki sevgili birbirine bahanedir. Her ikisinden de sevilen benim, çünkü ben sevgiyim” diyor. Fakat pürüz, menfaat olan yerde yok, çünkü er geç kavga çıkar.
Aşık toplumda belli olur, benzi sarı, dudakları kurur, yüzü solgundur. Çünkü gece gündüz hep sevgilisini inleyerek onun hasretiyle erimektedir. İşte aşk budur.
İnsan canlı bir dünyadır ve insanı güzelliklere sürükleyen sevgidir. Güneşsiz bir dünyanın hiçbir işe yaramadığı gibi, sevgisiz insan da yaşarken ölmüştür. Hazreti Mevlana, manevi bir güneştir ve ona yüz tutanların gönüllerini, ruhlarını güzelliklere sürükleyerek hayat verir.

Aynen şu kasidesinde olduğu gibi…

“Aşıklar! Haydi, cisim ve can kalmamış gibi çalışınız. Bedenin ağırlığı kalmayınca, gönlünüz göğe uçar.

Gönlünüzü, canınızı haydi, hikmet suyuyla tozlardan yıkayınız ki, ruhunuz yeryüzünde hasret içinde kalmasın.

Cihanda ne varsa aşk onun canıdır. Aşktan başka ne görüyorsan, hiçbiri ebedi kalmaz.

Senin yokluğun doğu gibi, senin ecelin batı gibidir. Dediğimi yaparsan, bu göğe benzemeyen bambaşka bir gök olursun.

Göğün yolu senin içindir ki, aşk kanadını çırpmaya bak. Aşk kanadı kuvvetlenince, artık merdiven kaygısı kalmaz.

Sen cihanı dışarıdan görme, zira cihan gözün içindedir.  İki gözü kapayınca, cihandan cihan kalmaz.

Gönlün dam gibidir, hislerin damın olukları gibidirler. Suyu damdan iste ki, oluklar kalmazlar.

Bu gazeli tamamlamak için, gerisini gönül levhasından oku. Sen benim dilime bakma, zira dil ve dudak kalmazlar.”

 

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (22)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Semazen olanın sema etmesinin dışında sorumlulukları var mıdır?

Tabbi var. Hazreti Mevlana’da hiç ayrım yoktur. Sema çıkaran, kalfalık mertebesine yol alır.
Eğer mutrib ve semazenler ehl-i iman iseler, o ayin-i şerif icra edilirken gezegenlerden ehl-i iman ruhlar gelir, ayini izlerler.
Size şöyle bir misal vereyim…
Bir gün ayin biter, semazenler tam çekilecekken, Hazreti Mevlana seslenir: “Erenler geri dönün!” Mutribe de seslenir: “Neyler üflensin, kudümler vurulsun, yeniden ayin açılsın.”
Yeniden ayini tekrarlar, ayın bitince Hüsameddin Çelebi, “Efendi Hazretleri, ayini icra etmiştik, neden bir daha ayin yaptık?” diye sorar.
Hazreti Mevlana, “Ey ruhumun mertebesi, biz ayini icra ederken gezegenlerden, görmediğin ruhlar ayini izlemeye geldiler. Çok uzak gezegenlerden de ruhlar geldi ama ayin bitmişti, onları boş çevirmemek için tekrar ayin açtık” der.
Akıl her şeye eremez. Zaten her şeye akıl erseydi, o zaman Peygambere, Evliyaya lüzum yoktu. Herkes aklı ile istediği yere ererdi.
Hazreti Mevlana der ki: “Hangi dinden olursa olsun, benim ayin-i şerifimi izlemeye gelenlerin içlerinde Peygamberlerine özlem varsa orada Musa da, İsa da, Muhammed de var. Semazenlere baksınlar, Peygamberlerini orada görsünler.” Çünkü semazenin elini açması; yücelerden alıyor, kullarına saçıyorum, onların gönüllerini yoklayıp, sana sunuyor, kendime hiçbir şey mal etmiyorum, anlamına gelir. Peygamberler daima Hakk’tan söz ettiler. Yolcunun gönlünü dinleyip, yine Hakk’a davet ettiler. Onun için semazenlerin her biri, bir Peygamberi temsil eder. Semazenin, Hakk’ın elçisi sıfatını giymiş olduğunu düşünüp, bütün nefsi duygulardan arınması lazım. Benliğe girer, şımarıklık yaparsa boşuna sema eder, hiçbir mana taşımaz.
Sema zikirdir, ibadettir. Şems-i Tebrizi, “Sen onu aşk ile yaparsan zikir sayılşır. Aşk ile yapmaz, nefsin için yaparsan, o sema yarın sana ceza verir” diyor.

Şiir:
“Ey dil, ister isen kamil olsun noksanın,
Gir sikkesi altına Hazreti Mevlana’nın.
Girersen sikkesi altına Hazreti Mevlana’nın,
Cihanda bir görünür, Ali Ekber okunursun.
Çıkarsan sikkesi altından Hazreti Mevlana’nın,
Sıradan biri okunursun…”

Semazenler, Mevlana’nın pervaneleridir. Gönüllerini güzelliklerle doldururlarsa mesele kalmaz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (21)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Bir sohbetinizde, “Herkes kendinden mesuldür” dediniz. Bunu açıklar mısınız?

Her kişi kendinden mesul. Kişi, Hakk’ın elçisinin dediklerine uymaz, kendi kafasına göre giderse, o incinir; onu incitmek Hakk’ı incitmektir. Peki ne olur? Şefaatini, gönlünü ondan çeker; gönül çekildi mi o kişi iflah olmaz.
Hazreti Mevlana ne diyor? “Minareden düş, parçan bulunur; gönülden düşersen, parçan bulunmaz.” Bir söyleriz, iki söyleriz, üç söyleriz, uymaz boş verirsen, demek ki buraya karşı sevgin, imanın, inancın yok.
Eğer kendini nefsi arzularına bırakırsan, Hakk’ın huzuruna hangi yüzle çıkacaksın? Derler ya ben dönerim, tövbe ederim. Dönemezsin, çünkü garantisi yok. Ömür nefesledir, başka bir şeyle değil.
Hazreti Mevlana diyor ki: “Bu beden bir mektuptur postalanmış Padişaha; layık ise postala, layık değil ise yenisini yaz; çünkü zaman az.”
Bir saat sonra var mıyız, yok muyuz, bilemeyiz. Öyleyse neden o dostla her nefeste hazır olmayalım? O bizi çok seviyor, sayıyor; yerine göre arkadaş, yerine göre nasihat sahibi bir ulu oluyor; her şey O. Nasıl ondan arka çeviririz? Her an bizim iyiliğimizi istiyor, bütün kötülüklerden koruyor. İnsanların nasıl üzüntülerde, sıkıntılarda olduklarını görüyorsunuz.
Galib Dede ne güzel söylemiş: “Aşıkta gam, keder neyler. Gam, keder halkı cihanındır.” Ehl-i iman sahibi üzüntülü olmaz. Çünkü iman ettiği yer çok güçlüdür, cihan güzelidir. Bütün o güzellerde ister erkek, ister kadın olsun, karşı tarafı çeken onun aktardığı nurdur. Onun, o nuru yansımasa bakılmaz. Hepsini o yarattı. Bil ki o hepsinden güzeldir ama gizler yüzünü göstermez.
Hazreti Mevlana, “Hakiki yüzümü göstersem, başta güneş kolunu kanadını kırar, benim peşime koşar. Nizam-ı alem bozulur. Yüzümü açmıyorum, beni dilimden yakalayın. Size kalmış tefekkür, tasavvur, beni büyütmek. Aşıklarıma bir iki saniyeden fazla yüz göstermem, yoksa eritirim” diyor. Peki nasıl göreceksin? Hep onu düşün, her şeyin üstünde tut, ara. O yüzünü gösterirse bu cihana küsersin. Çünkü gökteki temiz güneş onun yanında mum ışığı kalır, dünyanın her şeyinden soğursun.
Veliler nefslerini ezdiler, yüzünü görüp, Hakk aşığı oldular ve hep ondan söz ettiler. Bir gün bir hastalık zuhur etse, Allah’a sığınacaksın. Neden şimdiden onunla dost olmuyorsun ki, o sana her dakika yardımcı olsun.
Hazreti Mevlana, bütün kitaplarını üç söze bağladı: Hamdım, piştim, yandım…
Zahir ilimde, hep okudum, çok şey öğrendim, eşi benzeri olmayan güzel bir bilgin oldum ama ben kimliğimi bilmiyordum. Hamdım.
Şems’i tanıdım, piştim; yani onunla olgunlaştım.
Şimdi Şems uçtu gitti; ben yandım…
Hep O’dur, bütün güzellerde yüz gösteren O’dur. Yani bir sonsuz güzele kulluk yapıyoruz. O bizim hem anamız, hem babamız, hem sevgilimiz, hem arkadaşımız, hem her şeyimiz. O her şeyin üstünde tutulursa dünya bize oyuncak olur; çünkü O yaratmış…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (20)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Konya Mevlana Müzesi’nde ve Galata Mevlevihanesi’ndeki müzede çenedanlıklar var. Bunların amacı tefekkür esnasında gaflete düşmekten korumak mıdır?

Eskiden Dedeleri gaflet basınca çenelerinin altına çenedanlık koyarlardı. Onu kullanmalarındaki amaç, nefslerine ıstırap vermekti. Kendilerinden birkaç dakika geçerler, kendilerine gelince, yine zikre devam ederlerdi. Vücudun çeşitli yerlerine çeneye, alna, koltuk altına koyarlardı. Bunların hepsi çile sopaları, huzuru kaçıracak şeylerdir. Yani, iç huzuru bambaşka bir şeydir, zaten o huzuru kaybetmemek için kendilerine ıstırap vermişlerdir.
Bütün Veliler kendilerine ıstırap verdiler. Bir Mevlevi canı gece hizmetini yaptığı zaman yatarken yastığı, yorganı ile görüşür. Üstündekileri çıkarırken onlarla da görüşür, sağa, sola atmaz, edebe uyar.
İnsan olmak kolay değil, asıl olay kişinin nefsiyle uğraşmasıdır. Yunus Emre, “Nefsini bilen kişiye, bütün erenlerin eyvallahı var” der. Ne demek istiyor? Nefsi çok arzularda bulunmuş, şunu bunu yemek istemiş, ama vermemiş. Falan yere gidemezsin, filanla görüşemezsin, diyerek nefsiyle hep uğraşmış. Nefsine devamlı çata çata, bir bakıyorsun o kişi nefsini bilmiş, nefsinin isteklerine hürmet etmeyerek, Veli sıfatına bürünmüş.
Sizlere Mevlana’mızdan bir misal vereyim…
Hazreti Mevlana bir gün hamam gider. Deriyle kemik haline bürünmüş vücudunu ovarken, kaburgaları ellerine dokunur. Bu sırada Allah’tan nida gelir: “Ey benim sevgili Efendim Celaleddin! Bu beden sana verdiğim bir ilahi emanet, orada gizli olan benim. Neden bakmadın, bu hale getirdin? Ne kadar zayıf düşmüşsün.”
Hazreti Mevlana bakın nasıl bir yanıt veriyor: “Bedenimde hem sen varsın, hem nefsim var. Nefsimin isteklerine düşmeyerek bedenimi bu hale getirdim. Ne kadar şükretsem az, seni aşikar gördüm. Eğer nefsimin isteklerine hürmette bulunsaydım, başıma belalar gelecek ve seni de göremeyecektim, senin için yaptım.”
İnsan kulaktan, hayvan ağızdan beslenir. Bir insanın işi ağırsa çoluk çocuğunun rızkını çıkarmak için, emaneti besleyecek ki, o yükü taşısın. Gereksiz yere bedenini fazla beslerse nefsini azdırır, kendine zarar getirir. Ruhi gıda her şeyin üstündedir. Hakk’ın güzellikleri ne kadar sunulursa sunulsun doyumu yoktur. Diğer güzellikler çabuk geçer.
Bu beden bir kafese benzer. Ruhaniyete yani, Hazreti Muhammed’in, Evliyaların güzelliklerine yönelir, Allah muhabbeti ile yaşam sürdürülürse, ruh kuş haline gelerek o kafesi alıp yücelere çıkarır. Maneviyata meyil verilmez, dünya varlıklarını düşünerek, sevgi dünyaya verilirse kuş yerine o kafese fareler dolar, toprak çeker, insan yücelemez.
Hazreti Mevlana’nın buyurduğu gibi, “Besleme şol tenini, tabuta büryan edersin; besle ruhaniyetini, semavata yücelesin.”
Nefsi gıda çok sunulursa vücutta gam yapar. Fazla yer içersen gaflet verir. Çünkü onların özü topraktır. Ruhani gıda ne kadar çok sunulursa ruh o kadar ferahlık bulur, ruhani sözlerin özü nurdur, seni aydınlığa sürükler.