MANEVİ MENKIBELER – 62

REBABIMIN SESİ…

Bir gün Mevlana’ya demişler ki: “Bütün hatipler, ‘Çalgı İslam’da haramdır’ diyorlar.”

O esnada rebab çalan Hazreti Mevlana tebessüm ederek şöyle diyor: “Benim rebabımın sesi Hakk aşıklarına cennetin kapılarının açılış sesidir; kaba sofulara da cennetin kapısının kapanış sesidir. Aşık olmadı mı biri, sağırdır.”

Rebab, dörtbin senelik bir sazdır. Peygamber Efendimizin devrinde bir rebabzen varmış. Mevta toprağa verildiği zaman gelir mezar başında rebab çalarmış. Ömer-i Faruk çıldırırmış, ‘neden bu rebab çalıyor, neden Hazreti Muhammed bir şey demiyor’ diye. Aradan zaman geçip, Hazreti Resulallah dar’ül-bekaya yol aldıktan sonra Ebu Bekir halife oluyor. 

Yine bir gün biri vefat ediyor. Cemaat dağıldıktan sonra rebabzen, kabir başına rebab çalmaya geliyor. Ömer-i Faruk rebabzenin yanına giderek, “Bir daha kabristanda rebab çalarsan ayaklarını kırarım” diyor.

Rebabzen üzgün bir şekilde uzaklaşıyor. O akşam Ömer-i Faruk’a rüyasında Hazreti Muhammed asık yüzle görünüyor, hiç yüzüne bakmıyor. Ömer-i Faruk, o günü, hüzün içinde, acaba ne yaptım diye düşünerek geçiriyor.

Ertesi gece rüyasında, Hazreti Peygamber, yine asık yüzle çıkıyor, üçüncü akşam da asık yüzlü. Ömer çok yalvarıyor, ağlıyor. 

Hazreti Muhammed, “Ya Ömer, benim tebessümlü yüzümü görmek istiyorsan git o rebab çalan zatın gönlünü al. Hakk’a yürüyen kişiler nasıl sıkıntılarla gitti, sen onları bilmezsin. O, kabir başında rebab çalarak giden kişiye ruhi gıda veriyor. Bu işlere senin aklın ermez” deyince, ertesi sabah Ömer-i Faruk hemen adamı arayıp buluyor, özür diliyor ve tekrar vazifelendiriyor.

Rubai:

“Rebab, İsrafil’in nefesiyle seslenmede, feryad etmededir.

Bu sebepledir ki, rebabın sesi, aşk ateşi ile kavrulan gönülleri diriltir. 

Onlara yeniden can verir, onları gençleştirir. 

Zamanın iyi ettiği sevgi yaraları kanamaya başlar, batıp yok olan sevdalar küçük balıklar gibi bir bir suyun dibinden yukarıya çıkarlar.”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (38)

Hazreti Mevlana’nın sevgi çağrısı ve İslam’ın gerçeği… (devam)

Ud da, Farabi Hazretlerinden meydana gelmiştir. Udla Hakk’a nağmeler söyledi. O devrin bilginleri Farabi Hazretlerine dil uzattılar. O da, “Bu udun çalınması helal mi haram mı bir deneyelim. Şeyh’ül İslam’ın devesini on gün aç bırakın, on gün sonra bir ağaç altında ben udu çalayım, siz de deveyi çıkarın ve bir tekne hamur getirin. Eğer deve hamuru yerse, ben udu kıracağım, sizin fetvanızı kabul edeceğim. Eğer hamuru yemez dinlerse, o zaman bakın hayvana bile tesir ediyor, siz de ona göre fetvanızı verin” demiş.
Farabi Hazretleri udu çalıp, Hakk’a güzel şeyler söylemeye başlayınca deve başını kaldırıp, dinlemeye gelmiş. Hamura dokunmamış. Rivayete göre udun çalması durduktan on dakika sonra deve hamuru yemeye başlamış.
Hazreti Mevlana ney üflemedi. Onun kullandığı saz rebabtı. Hazreti Mevlana’nın neyzeninin adı Hamza Dede’dir. Hamza Dede vefat ettiği zaman Cenab-ı Mevlana birinin muhabbetindeymiş. Hamza Dede’yi gaslhaneye çıkarmışlar. Hazreti Mevlana’dan izinsiz yıkayıp, haber vermişler.
Cenab-ı Mevlana’nın, “Hayır, Hamza Hakk’a yürümedi” demesi herkesi çok şaşırtmış.
Hamza Dede’nin başucuna gelip, “Ey Hamza! Destur almadan nasıl yola çıktın? Hadi kalk o neyi bir daha konuştur, sonra yola çık” der demez, Hamza Dede ruhuna kavuşmuş. Hazreti Mevlana önde, o arkada başlamış ney üflemeye. Semahanede, Hazreti Mevlana bir müddet sema ettikten sonra, “Her iş tamamlandı” deyince, Hamza Dede teneşire gidip, bir Hu çekip ruhunu teslim etmiş.
Cenab-ı Mevlana, Hamza Dede’nin neyini de kabrine koymuştur. Dünyada onun gibi ney üfleyen yok.
Hazreti Mevlana, sazları zikretmeye koymuş. Ayin icra edilirken semazenler kendinden geçerek sema haline girerler. Bütün dünya gelip, onların başları dönmeden, dakikalarca sema etmelerine bakıyor. Bütün sazlar buradan çıkmadır. Hatta org önce Galata’da Mevlevi Dedeleri tarafından tahsil edilmiş, ondan sonra kiliselere girmiştir. Mevlevilik, sazıyla, sözüyle, semazenleriyle, her şeyiyle zengindir.