MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (180)

Aşkta korku var mıdır? Korku neden kaynaklanır?

Ne kadar öğrensek, ne kadar bilsek, her şey yanıltabilir bizi. Aşk olmazsa insanı çoluğu çocuğu bile yanıltabilir. Aşk olursa, bütün dünya gelse yanıltamaz. Külün bir daha ateşte yanmadığı gibi, insan da aşkta fani olmuşsa, ne kendi aklına ne de başkasının aklına aldanmaz. Korkak olan akıldır. Aşk hiç korkar mı? Aşk hizmetçi değil, sultandır. Herkes ve herşey onun hizmetçisidir.

“Gönüllerini cilâlamış olanlar; renkten, kokudan kurtulmuşlardır. Her nefeste zahmetsizce bir güzellik görürler. Onlar, ilmin kabuğundaki nakşı bırakmışlar, aynel yakîn bayrağını kaldırmışlardır. Düşünceyi bırakmışlar, âşinalık denizini bulmuşlar, bilişikte yok olmuşlardır. Herkes ölümden ürker, korkar. Bu kavimse ona bıyık altından gülmektedir. Kimse onların gönlüne galip gelemez. Sedefe zarar gelir, inciye değil. Onlar fıkhı ve nahvı terk etmişlerdir ama mahvolmayı ve yokluğu ihtiyar etmişlerdir. Sekiz cennetin nakışları parladıkça onların gönül levhine vurur, orada tecelli eder. Tanrı’nın doğruluk makamında oturanların, orasını yurt edinenlerin derecesi; arştan da yücedir, kürsüden de, boşluktan da!” (Mesnevi, I/3492)

Bir insan Allah’ı sevdikten sonra, Allah’ta onu sevdikten sonra, korku kalmaz. En büyük bela korkudur. Fakat sevgi tecelli edene kadar korku da lazım. Allah’la dost olmuş bir insana ‘Allah’tan kork’ derlerse, garibine gider. Sevdiğimiz dostumuzdur; korktuğumuz ise düşmanımızdır.

“Hakk’a dalan kişi daha ziyade dalmak, can denizinin dalgası altüst olmak ister. Denizin altı mı daha hoştur, yoksa üstü mü? Onun oku mu daha ziyade gönül çekici ve güzeldir, o oka karşı siper tutmak mı? Şu halde ey gönül! Neşe ve sefayı cefa ve belâdan ayırt edersen vesveseye zebun olmuş olursun. Tutalım ki senin isteğinde şeker tadı var; sevgilinin isteği, isteksizlik murat ve maksadı terk etme değil mi? Onun her bir yıldızı yüzlerce hilâlin kan diyetidir. Ona, âlemin kanını dökmek helâldir. Biz değeri de bulduk kan diyetini de. Ve o yüzden can vermeye koştuk. Ey âşık ! Aşıkların hayatı ölümledir. Gönlü gönül vermeden başka bir suretle bulamazsın.” (Mesnevi, I/1745)

Aşkta ‘Celal’ bulunmaz. Aşk daima ‘Cemal’in zat’ıdır. Aşkın yabancısı yoktur. Aşk, herkesle herkestir; kucağını herkese açar. Ebedi hayatın menbağı aşktır. Aşk öyle bir şeydir ki, hayata da muhtaç değildir. Hayatı olmayanın korkusu da olmaz. Korku, hayatın bekçisidir. Zerre kadar korkusu olan aşık değildir. Hayat dediğimiz zaman, ölüm de onunla beraberdir. Aşk ise ölümsüz bir hayattır.

“Kötü yürekliler, korkularından savaşta kaçma sebeplerini ele alırlar, onlara yapışırlar. Cesur erlerse yine can korkusundan düşman saflarına hücum ederler. Korku ve tasa Rüstem’leri ileri götürür… o kötü yürekli korkaksa korkusundan olduğu yerde ölür gider. Belâ ve can korkusu mihenktir… onun içindir yiğitler, tehlike anında korkaklardan ayırt edilirler.” (Mesnevi, IV/2916)

“Ölümü içenler, onun aşkiyle dirildiler; gönüllerini candan da çekmişlerdir, abıhayattan da. Aşkının suyu mademki bize el verdi, abıhayatın bizce hiçbir değeri yok artık. Her can, abıhayattan diridir. Fakat abıhayatın suyu da sensin. Her an bana bir ölüm, bir haşir verdin de o keremin neler yaptığını gördüm. Senin yeniden dirilteceğine güvenim var; o yüzden bu ölüm, bana uyku gibi görünmede ey Tanrı. Her an yedi denize de serap olsa ey suyun suyu, sen onu kulağından tutar, getirirsin. Akıl, ecelden titrer durur, halbuki aşk, neşe içindedir. Taş, toprak parçası gibi yağmurdan korkar mı hiç?” (Mesnevi, V/4220)

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (179)

Hazreti Mevlana’nın aşkın kemali olduğunu söylediniz. Hatta Hazreti Mevlana’nın bir ismi de ‘Aşk Peygamberi’. Siz de O’nun bendesi olarak bizlere aşkı anlatır mısınız? Aşkın, bir insanda kemal bulması ne anlama gelmektedir?

Aşk, Allah’ın elidir. Aşk’a tutulan, Allah’a tutulmuştur. Aşıklık, kendi varlığından, benliğinden söz etmemektir. Daima bir aşıkla düşüp kalkmak ve daima aşıklığı seçmek gerektir. Aşık olmayanlarla bir dakika bile beraber oturmak haram sayılır. Allah herkese ‘Aşık olun’ diyor, o yolu bizlere açıyor. Ama bu nimeti istemeyenden de derhal alır.

“Toprak beden, aşktan göklere çıktı; dağ oynamaya başladı, çevikleşti. Ey âşık! Aşk, Tûr’un canı oldu. Tûr sarhoş, Mûsa da düşüp bayılmış! Zamanımı beraber geçirdiğim arkadaşımın dudağına eş olsaydım ney gibi ben de söylenecek şeyleri söylerdim. Dildeşinden ayrı düşen, yüz türlü nağmesi olsa bile dilsizdir. Gül solup mevsim geçince artık bülbülden maceralar işitemezsin.” (Mesnevi, I/25)

Hazreti Mevlana’ya, ‘Aşkı bize söyler misin, aşk nasıldır?’ diye sormuşlar. ‘Nasıl söyleyeyim, benim gibi ol da anla’ demiş. İnsan kolay kolay duygusunu ortaya koyamaz, o duygu onu alır, başka alemde tutar. Onun için tatmayana aşkı anlatamayız. Kim tatmışsa aşkı, onunla rahat konuşulur. Akıllıda akıl bırakmaz, akılsızı da akıllı yapar. Tanrı herşeyin üstündedir. Kişi ona yönelirse o aşkla üstünden gaflet gider, Hakk’ın güzellikleri aşıkta görülür.

“Aşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk, Tanrı sırlarının usturlâbıdır. Aşıklık, ister o cihetten olsun, ister bu cihetten… akibet bizim için o tarafa kılavuzdur. Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim… asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum. Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır. Çünkü kalem, yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, aciz kalır.” (Mesnevi, I/ 110)

Aşk her şeyin aslıdır. İlimleri doğuran, akılları ihya eden aşktır. Hazreti Muhammed Efendimizin bir diğer adı Habibullah’dır, yani Allah’ın sevgilisi. Herşey sevgiye, aşka, imana, kendini sevdiğin yere perçinlemeye dayanıyor. Bunları yapabildin mi, sende Hakk’ın güzellikleri meydana tecelli etmeye başlar. Biz en son yaratıldık ama, Yaratan da bizde yaratıldı.

“Güneş, gerçi tektir, fakat onun mislini tasvir etmek mümkündür. Ama kendisinden esîr var olan güneş, öyle bir güneştir ki, ona zihinde de, dışarda da benzer olamaz.Nerede tasavvurda onun sığacağı bir yer ki misli tasvir edilebilsin! Şemseddin’in sözü gelince dördüncü kat göğün güneşi başını çekti, gizlendi.” (Mesnevi, I/120)

İçimizdeki varlık ‘Ve nefahtü fihi min ruhi – Kendi ruhumdan üfledim’ gıdasını alır; aldıkça iştahı artar. İşte bu iştaha ‘aşk’ denir. Aşk insanın gönlüne hem gözden, hem de kulaktan girip doğabilir. Aklın sabahına ulaşmak için gönülü illa bir ‘Gönül’e katmak lazım. Çünkü mayasız hamurdan ekmek pişirilmez.

“Keşke varlığın bir dili olsaydı da varlardan perdeyi kaldırsa, hakikati anlatsaydı! Ey varlık nefesi, ona ait ne söylersen bil ki onun üstüne bir perde daha örttün. Onu anlamanın âfeti, sözdür, haldir; kanı kanla yıkamanın imkânı yok! Ben, onun sevdalılarının mahremiyim… gece, gündüz kafes içinde ondan bahsetmedeyim!” (Mesnevi, III/4725)

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (178)

Hazreti Mevlana’nın eseri Mesnevi-i Şerif hakkında bugüne kadar farklı yorumlar yapılmıştır. Bazılarına göre Mesnevi, Kur’an-ı Kerim’in tevili niteliğindedir; fakat bazılarına göre de Mesnevi’yi Kur’an-ı Kerim’in tevili olarak görmek tamamen aykırı bir davranıştır. Siz, Hazreti Mevlana’nın manevi temsilcisi olarak bu konuya nasıl bir açıklık getirmek istersiniz?

Evet, herşeyde olduğu gibi bu konuda da fikir ayrılıklarının olması kaçınılmazdır ve çok doğaldır. Fakat bize göre Mesnevi, Kur’an ayetlerinin aşkla yapılmış yorumlarıdır, tevilidir ve insanı insana anlatır, kesinlikle insan dışında değildir.

“Mana denizine susamışsan Mesnevi adasından o denize bir ark aç. O arkı o derece aç ki her an Mesnevi’yi, ancak ve ancak mana denizi göresin. Yel, derenin üzerindeki saman çöplerini temizledi mi su, tek renkliliğini meydana çıkarır.” (Mesnevi, VI/65)

Hazreti Mevlana, Mesnevi-i Şerif’i yazdıktan sonra istihareye yatmıştır ve Peygamber Efendimiz, daha ilk akşam onun manasında tecelli ederek, Mesnevi’yi eline almış ve gülümseyerek, “Celaleddin çok hoşuma gitti. Manevi kardeşlerim, böyle bir eser yazmayı çok istediler ama bu sana nasip oldu. Bunu ümmetime sun, mübarek olsun” demesi üzerine Mesnevi-i Şerif, insan toplumuna sunulmuştur.

“Mesnevi’nin sözlerindeki suret de surete kapılanı azdırır, yolunu kaybettirir, manâya bakan kişiye de yol gösterir, doğru yolu buldurur. Allah da “Bu Kur’an, gönül yüzünden bazılarına doğru yolu gösterir, bazılarının da yolunu azıtır” buyurmuştur.” (Mesnevi, VI/655)

Hazreti Mevlana, bir beyitinde şöyle der: “Ben yaşadıkça Hazreti Muhammed Muhtar’ın ayağının tozuyum. Eseri Kur’an-ı Kerim’in kölesiyim. Beni bunun dışında kim görürse, ben o kişilerden de, onların sözlerinden de bizarım.”

Mesnevi-i Şerif, Kur’an-ı Kerim’in tevilidir ama Kur’an baştadır. Hazreti Mevlana, Kur’an-ı Kerim’e daima çok büyük hürmet göstermiştir. Muhammed Mevlana’mız, Hazreti Resulullah Efendi’mizin bendesi olarak, onun iç alemini en güzel şekilde keşfetmiş, O’nu yaşadığı devire göre taşımış ve bütün insanlık alemini kucaklamış, dinlerde ayrım yapmamış, hepsini bir görmüş, birlikten söz etmiş ve ikiliğe hiç yer vermemiştir.

“Her dükkanın ayrı bir sanatı, ayrı bir kârı vardır. Mesnevi de yokluk dükkanıdır oğul. Mesnevimiz vahdet dükkânıdır. Orada birden başka ne görürsen puttur.” (Mesnevi, VI/1525)

Hazreti Mevlana kadar sevgiden, aşktan ve birleyici sözlerden konuşan bir mütefekkir daha dünyaya gelmemiştir ve gelmeyecektir. Bugün bütün insanlık alemi Pirimiz Hüdavendigar Hazreti Mevlana’yı çok sevmektedirler, çünkü onun sevgi dolu sözleri bütün insanlığa etki etmiş ve ona gönül verenlerin kalblerine huzur ve sükunet bahşetmiştir.

“Sen Mesnevi’de ter-ü taze mercan dallarını gör, can suyundan bitmiş meyveleri seyret. Söz, harften, sesten ve soluktan ayrıldı mı hepsini bırakır, deniz kesilir.” (Mesnevi, VI/70)

Hazreti Mevlana’ya saygı Hazreti Muhammed’e saygı demektir. Neden? Çünkü Peygamber Efendimizin yaşadığı devirde toplum çok cahildi ve O, bu nedenle topluma iç alemini açamamıştı. Ama Hazreti Mevlana hem Peygamber Efendimizi hem de O’nun kitabı Kur’an-ı Kerim’i en güzel şekilde dile getirmiş; hatta gerektiği yerde, toplumun bilgilenmesini istemeyen kişilere rağmen, hiç çekinmeden hakikatleri konuşmuş ve hiçbir zaman iman ettiği yerden taviz vermeyerek daima insanları aydınlığa davet etmiştir.

“Doğruluk, can vermektir. Kendinize gelin de bu hususta ileri geçin. Kur’an’dan ‘Erler vardır ki Tanrıyla ettikleri ahdi bozmadılar, ahıtlarına doğrulukla sarıldılar’ âyetini okuyun!” (Mesnevi, V/3820)

Hazreti Mevlana’mız, Kur’an-ı Kerim’den çok derin manalar çıkarmış ve demiştir ki: “Bendeniz, Kur’an-ı Kerim’in bir ayetine mana vermeye kalktım; denizler mürekkep oldu, ağaçlar kalem oldu, yapraklar kağıt oldu. Ben manayı yazmaya başladım; denizler kurudu, ağaçlar tükendi, yapraklar bitti, fakat mana bitmedi…”

“Bil ki Kur’an’ın bir zâhiri var… zâhirin de gizli ve pek kuvvetli bir de içyüzü var. O bâtının bir bâtını, onun da bir üçüncü bâtını var ki onu akıllar anlayamaz, hayran kalır. Kur’an’ın dördüncü bâtınıysa eşsiz, örneksiz Allah’dan başka kimse görmemiş, kimse bilmemiştir. Oğul, sen Kur’an’ın dış yüzüne bakma… Şeytan da Âdem’in topraktan ibaret gördü, hakikatine eremedi! Kur’an’ın zâhiri, insana benzer… sureti görünür, meydandadır da canı gizli!..” (Mesnevi, III/4244)

Gönüller sultanı Hazreti Mevlana aşkın kemalidir; ama yalnız aşkın mı? Hayır, O tüm güzelliklerin kemalidir…

Hazreti Mevlana aziz ve yüce bir üstattır. Tek başına bir sistemdir, bir hayat ve bir düzendir. Ahlakı, ilmi, hikmeti, sevgisi, aklı, tavrı, idraki, davranışları ve herşeyi ile yüceliği öğreten bir hal abidesidir. Peygamber-i Zişan’ın gerçek temsilcisi, aşkın ve aklın en yüksek öğesi ve gerçeğidir.

“Ahmed bu dünyaya ikinci defa doğmuştu. O, apaçık yüzlerce kıyametti.” (Mesnevi, VI/751)

O’nun insan düşüncesine verdiği en büyük mesaj aşk, sevgi ve birliktir. O, bir Veli hüviyetiyle gönüller coşturmuş; bir Pir, bir Mürşid olarak insan kalbini saflaştırmış; bir bilgi kaynağı olarak insan aklını nur ile yıkamış, akıl ve gönülleri kirden kurtarmış, gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin temsilcisi olmuştur. Onun içindir ki hangi alim Mevlana’yı tanısa yücelmektedir. O’nun yoluna gönül koyan herkes kemale, sevgiye, insanlığa, bilgeliğe, hoşgörü ve yüksek ahlaka ulaşmaktadır. O, hiç bir şeyi inkar etmez ama her şeyi birler, bütünleştirir ve sevdirir. O, kimseyi ayrı görmez. Çünkü O, herşeyin Allah’ın zuhuru ve tecellisi olduğunu bilir ve bunu insan gönlüne ve insana hal olarak yansıtır.

“İnsan yaratılmışların en şereflisidir” düsturuyla her dilden, her dinden, her renkten insanı kucaklayan Hazreti Mevlana sevginin, barışın, kardeşliğin, hoşgörünün sembolüdür.

“Sanır mısın ki Mesnevi sözlerini okuyasın da ucuzca, bedavaca duyasın, anlayasın! Yahut hikmet sözleri ve gizli sırlar, kolayca kulağına girsin ağzına gelsin! Duyarsın, duyarsın ama sana masal gibi gelir… dışyüzünü duyarsın, iç yüzünü değil! Bir güzel, başına, yüzüne çarşafını örtmüş, senden yüzünü gizlemiş! İnadından Kur’an, sana nasıl gelirse Şehname yahut Kilile ve Demine de öyle gelir! İnayet sürmesi gözünü aydınlatır, açarsa doğrucuyla mecazı o vakit ayırt eder, anlarsın!” (Mesnevi, IV/3459)

 

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (177)

Hazreti Mevlana buyuruyor ki: “Mesnevi’yi okuyan benimle sohbet etmiş gibidir. Yani Mesnevi ona mürşidlik eder.” Fakat başka bir yerde de Hazreti Mevlana diyor ki: “Temiz olmayanlar bu Mesnevi’den bir şey anlamazlar.” Yine bir başka sözü daha var, o da şu: “Bizi öldürmek isteyenler bizde dirildiler.” Ne dersiniz Hasan Dede?

Cenab-ı Mevlana şöyle buyurur: “Benim eserim Mesnevi’yi elinize alıp okumaya başladığınızda benimle konuşmaya başlarsınız. Fakat okurken kulaklarınızın işiteceği kadar sesinizi yükseltin ki, o zaman sizin dilinizden sanki ben konuşmuş gibi olurum ve siz de dinlemiş olursunuz. Eğer sessiz okursanız, o sırada aklınız başka yerlere kayabilir ve siz birçok şeyi kaçırmış olursunuz.”

“Bu dil denen et parçasından hikmet nehri ırmak gibi akmakta… Kulak denen deliklerden akıp, meyvesi akıl ve anlayış olan can bağına kadar gitmekte. Canlar bağının ana yolu da o anlayışın yolu. Alemin bağları, bostanları onun fer’inden ibaret. Bu hoşlukların aslı ve kaynağı o. Haydi, hemen ‘O, bahçelerin inişlerinde nehirler akar’ ayetini oku artık.” (Mesnevi, II/2452)

Fakat Mesnevi okuyanların bir kısmı da vardır ki, okurlar ama birşey anlamazlar. Neden anlamazlar? Çünkü kitab sahibini tanımamaktadırlar. Tanımadıkları için de Mesnevi’yi sanki bir masal kitabıymış gibi okurlar. Aynı şekilde Kur’an-ı Kerim de birçok kimse tarafından masal gibi, bir kuru bilgi gibi okunmaktadır. Neden? Çünkü Peygamber Efendimizle duygusal bir bağ kurmuyorlar. Eğer O’nunla aşk ile muhabbete girilmiş olsaydı, o zaman Kur’an, o kişilerin dilinde bambaşka bir hale bürünürdü.

“Ateşin varlığını sözle bildin, bu varlığa sözle yakîn hâsıl ettinse pişmeyi iste, sözde kalma. Yanmadıkça o bilgi, Aynel Yakîn değildir. Bu yakîn’i istiyorsan ateşe dal. Kulak, hakikate nüfuz ederse göz kesilir. Yoksa söz kulakta kalır, gönüle tesir etmez.” (Mesnevi, II/860)

Aşk ehli birini çok sevdi mi, sevgilisinin o yüce sözlerini sayısız manalara yönlendirir. Ama sevgisi, aşkı yoksa ve Peygamberimizi bir elçi olarak görürse, o takdirde yapılan tefsirler kuru bir mana taşırlar ve okuyan kimselere de pek bir fayda sağlamaz.

“Bir bülbül buradan uçup gitti, dönüp yine geri geldi. Bu manaları anlamak için doğanlaştı. Bu doğanın konağı, padişahın kolu olsun; bu kapı, halka ebediyen açık kalsın. Bu kapının afeti, heva ve şehvettir. Yoksa burada daima şerbetler içilir durur. Bu ağzı kapa da o âlemi gör. O aleme gözbağı, boğaz ve ağızdır.” (Mesnevi, II/8)

Bakın Hazreti Mevlana şöyle bir hikaye anlatır: “Aşığın biri, bir gün sevgilisiyle buluşuyor ve onun için o güne kadar ne hizmetler yapmış ise hepsini birbir anlatmaya koyuluyor. Hatta onun için namusundan da olduğunu söylüyor. Sevgilisi de sessizce dinliyor ve aşığı sözünü bitirince ona dönüp: “Eğer söyliyeceklerin bittiyse şimdi ben de sana şunu söylemek istiyorum: Evet, benim için bunların hepsini yaptın, ama tek bir şey yapmadın…” Aşığı soruyor: “Nedir o yapmadığım?” Sevgilisi ona şu cevabı veriyor: “Benim için ölmedin! Bana karşı hala tam bir teslimiyetin yok ki, böyle konuşuyorsun.”

Bu yol, yani insanlık yolu, çok ince bir yoldur. Şimdi sorduğunuz sorudaki, Hazreti Mevlana’nın, “Beni öldüren bende dirildi…” diye buyurmuş olduğu sözüne gelelim: En başta nefsimiz bizim en büyük düşmanımızdır. Evet, düşmanımızdır ama, eğer biz ona uymazsak, o bize uymak zorunda kalır ve en sonunda tamamen güzel bir hale gelerek dirilişe ulaşır.

“Ölümünden uzun bir ömür isteyip dur! Nefsinin ‘Bu kötü’ dediğine kulak asma. Çünkü onun işi hep zıddınadır. Onun dediğinin zıddını yap. Alemde Peygamberlerin de vasiyetleri böyledir. Sonun da az pişman olasın diye yapacağın işlerde müşaverede bulunmak vaciptir.” (Mesnevi, II/2265)

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (176)

Türbe-i Saadet

Hazreti Mevlana’nın felsefesinin tamamen insan ve ilahi aşk üzerine olduğunu biliyoruz. Bizi bu konuda aydınlatır mısınız Hasan Dede?

Günümüze kadar insanlık bir çok keşfe sahip olmuş, bilim ve teknolojide büyük atılımlar yapmıştır. Fakat insan sorunu düşünce açısından açıklığa kavuşmamıştır. Hazreti Mevlana yedi yüz yıl önce bu düşüncesini dile getirmiş, adeta insanın nasıl yüce bir varlık olduğunu bize anlatmıştır. İnsan öteki varlıklardan farklı olduğunu şöyle dile getirmiştir: “Kimim ben? Niçin bir sürü vesveseler içindeyim? Neden oradan oraya sürüklenip duruyorum? Fezalardaki birisi miyim ki burçtan burca geçer, ağlar, gülerim. Bazen yanan ateş, bazen coşan sel olurum. Ne asıldanım, ne fasıldanım, hangi pazarlarda satılırım. Bazen içi daralmış hüzünlüyüm. Bazen bu halden de uzağım ve en yüksekten de yükseğim.”

“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 16)

“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tin, 4)

Hazreti Mevlana’ya göre her insanın ayrı bir özelliği vardır. Herkesin mizacı, yapısı ve tutkuları değişiktir. Ancak insandaki aşk Tanrısal bir yetenektir. O herkeste ortaktır. Aşkla varlığın hikmeti düşünülür, bedenin tutkuları dizginlenir. Tanrı sevilir. Barış, sevgi ve dostluk duyguları egemendir. İnsan hayatına aşkın buyrukları egemen olursa, davranışlar erdemli olur. İnsanı yücelten aşktır.

“Rabbin balarısına şöyle ilham etti: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları kovanlardan kendine evler edin. Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarına gir. Onların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibret vardır.” (Nahl, 68-69)

Hazreti Mevlana bir rubaisinde şöyle sesleniyor: “İnsanlar sayılıdır, çoktur amma iman birdir. Cisimleri çoktur ama canları birdir. İnsanda, eşeğin anlayışından başka bir akıl, başka bir can vardır. O dem’e erişen, o makamda Tanrı velisi olan kişilere insandaki candan, akıldan başka ve ayrı bir can ve akıl vardır. Hayvani canlarda birlik yoktur. Sen bu birliği dışarda arama. Bu hayvani can ekmek yese, insani ruhun karnı doymaz. Bu yük çekse o kırıntı çekmez. Hatta onun ölümüyle bu hayvani can sevinir, neşelenir. İnsani ruhun bir şey elde ettiğini görünce de kıskançlığından ölür. Kurtların köpeklerin canı hep ayrı ayrıdır. Bir olan ise Tanrı aslanlarının canlarıdır.”

“Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık.” (İsra, 70)

“Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz. Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık.” (Kehf, 13)

Mevlana’ya göre insan sorumluluk taşıyan bir varlıktır, yaratılmışların en şereflisidir. Yüce Mevlana yine şöyle seslenir: “Burada gizlenmiş birisi var. Eteğimi tutuyor. Kendisini gizlemiş, beni öne sürüyor. Şeker kamışında şekerin gizlendiği gibi gizlenmiş. Gönlü hastalanan ben, hiç kimseden bir derman bulmadım. Şimdi anladım ki meğerse o dert benim dermanımmış.” Mevlana’ya göre insanın asıl varlığı Tanrı katında ve zatında idi. Sonra bu aleme gelerek bir çok derecelerden geçti. İnsan düşünen ve her şeye anlam veren bir varlıktır. Hepsinden de önemlisi, insan, kendi nefsini dizginleyerek Tanrı’ya ulaşmak için O’nda yok olma şerefine ulaşabilen varlıktır.

“Ey insanlar! Ölümden sonra diriliş konusunda herhangi bir şüphe içindeyseniz düşünün ki, hiç şüphesiz biz sizi topraktan, sonra da az bir sudan, sonra bie “alaka”dan, sonra da yaratılışı belli belirsiz bir “mudga”dan yarattık ki, size kudretimizi apaçık anlatalım. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyor, sonra da akıl, temyiz ve kuvvette tam gücünüze ulaşmanız için sizi kemale erdiriyoruz. İçinizden ölenler olur. Yine içinizden bir kısmı da ömrün en düşkün çağına ulaştırılır ki, bilirken hiçbir şey bilmez hale gelsin. Yeryüzünü de ölü, kupkuru görürsün. Biz onun üzerine yağmur indirdiğimiz zaman kıpırdar, kabarır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir.” (Hac, 5)

“Allah, ölen insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Zümer, 42)

“O, insanlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. O, dost olandır, övülmeye layık olandır.” (Şura, 28)

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (175)

Hazreti Mevlana’ya göre irşad nedir? Kutub kimdir?

Hazreti Mevlana’ya göre irşad, kamil yani olgun insanın hakkıdır. Bu konuyla ilgili Mesnevi’nin birinci cildindeki sözleri önemlidir: “Her devirde peygamber makamında bir veli vardır ve bu kıyamete dek sürüp gider. Diri ve faal imam o velidir. İster Ömer soyundan, ister Ali soyundan her şey onun hükmündedir. Hem gizlidir, hem göz önünde. O, nura benzer. Akıl onun Cebrail’idir. Ondan aşağıda olan veli ise onun kandili gibidir. Bundan daha aşağı olan Veli ise kandilin konulduğu yerdir. İleridekiler geridekileri görürler, fakat geridekilerin görüşü ileridekileri göremez…” der.

“Benim velim, Kitab’ı indiren Allah’tır. O, bütün salihlere velilik eder.” (A’raf, 196)

“Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili şudur: O, içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil, bir sırça içerisindedir. Sırça, inciden bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından yakılır. Bu ağacın yağı, neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur üzerine nurdur o. Allah, dilediğini kendi nuruna iletir. Allah, insanlara misaller verir. Allah herşeyi hakkıyla bilendir.” (Nur, 35)

Ve Kutb’un; insanların gözbebeği olduğunu, onu aramak gerektiğini anlatır. Yine Mesnevi’de Kutup için “O aslandır, işi gücü avlanmaktır. Halk onun artığı ile geçinir. O akla benzer, halksa onun uzuvlarıdır. Kutup kendi çevresinde döner dolaşır, göklerse onun çevresinde. Hatta o, işte O’ dur! Güneş, yüzünü insan sureti ile örtmüş, insan suretinde gizlenmiştir. Artık anlayıver!.. İnsanı gerçeğe, yani hakikatine götürecek bir kılavuz gerektir. Musa bile Hızır’ın hükmüne girdi de hakikate erdi. Zaten bütün dünya, o tek kişiden ibarettir.”

“Güneş’e ve onun aydınlığına andolsun.” (Şems, 1)

“Onların içinde nasıl Ay’ı bir ışık, Güneş’i de bir kandil yapmıştır.” (Nuh, 16)

“Güneş’in doğduğu yere ulaşınca onu, kendileriyle Güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.” (Kehf, 90)

“Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu sabit kılardı. Sonra biz Güneş’i gölgeye delil kıldık.” (Furkan, 45)

Hazreti Mevlana’nın yolu aşk ve edeb yoludur. Hakk yolunda olduğunu söyleyip, bu yolun gerektirdiği edebi yerine getirmeyen, benliklerinde kalan kişilere, söylediği şu sözler ile Hakk yolunun tamamen edepten ibaret olduğunu belirtir: “Efendi! Bilmiş ol ki edeb, insanın bedenindeki ruhtur. Efendi! Edeb, hak erinin göz ve gönlünün nurudur. Eğer şeytanın başını ezmek dilersen, gözünü aç ve gör, şeytanın katili edeptir. İnsan oğlunda edeb bulunmazsa o insan değildir. İnsan ile hayvan arasındaki fark edebdir. İman nedir diye akıldan sordum. Akıl, kalbimin kulağına seslenerek, iman edeptir dedi.”

“Müminler içinde edeb dışı sözler bulmasını arzu edenler için muhakkak dünya ve ahirette elim bir azab vardır ve siz bilmediğiniz halde, Allah bilir.” (Nur, 19)

“Fakat iman edip salih ameller işleyenler ve Mevlâlarına edeb ile gönülden itaat edenler işte onlar cennet ehlidirler ve hep orada kalacaklardır.” (Hud, 23)

“Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (Bakara, 208)

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (174)

Bizlere Hazreti Mevlana’nın din anlayışından bahseder misiniz Hasan Dede?

Hazreti Mevlana insanlara bir gözle bakan, sevgiyle dolu olan ve dinsel hoşgörüsü olan bir düşünürdür. Bakınız bu konuda ne demiştir: “Ey Müslümanlar! Ne yapayım ki ben kendimi bilmiyorum. Ben ne Hıristiyanım, ne Yahudi, ne Ateşperest, ne Müslümanım.”

“Şüphesiz Allah katında din İslam’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler.” (Al-i İmran, 19)

“Şüphesiz bu tek bir din olarak sizin dininizdir. Ben de Rabbinizim. Öyle ise bana karşı gelmekten sakının. İnsanlar, dini kendi aralarında parça parça ettiler. Her grup kendinde bulunan ile sevinmektedir.” (Müminun, 52-53)

Hazreti Mevlana, bu ifadesiyle inkarcılığı değil, Tanrı önünde duygulanmanın önemine dikkati çekiyor. Dinlerin amacının birliğini vurgulamak istiyor. Başka bir ifadesi de şöyledir: “Yetmiş iki millet kendi sırrını bizden dinler. Biz iki yüz millet ve mezhebi tek perdede birleştiren ney gibiyiz.”

“Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.” (Kamer, 12)

Hazreti Mevlana, daima yardımlaşmadan ve zayıfları düşünmeden yana olduğunu şu beyitleriyle dile getirir: “İnleyen dolap gibi gözü yaşlı ol ki, can meydanında yeşillikler bitsin. Ağlamak istersen göz yaşı dökenlere acı. Merhamete nail olmak istersen zayıflara merhamet et.”

“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” (Hadis-i Şerif)

“Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” (İsra, 24)

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (173)

İnsan bu dünyada neyi aramalıdır Hasan Dede?

Aslında herkes hakikati aramaktadır. Aranan, arayanla beraberdir; aramayandan ise çok uzak. Allah insanları kendinden yarattı. Bu insanlık içinde bir insan var, iş onu bulmada.

“Allah, Muhammed’den şöyle seslendi: Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim. İştirim ve görürüm.” (Ta Ha, 46)

İnsan, ne kadar zeki olursa olsun, kendi aklıyla ne kadar düşünse noksandır. Allah’ın aklıyla düşünürse, her şeyi çevreler o zaman. İnsan aklını aslına kavuşturabilirse, yani Allah’tan geleni Allah’a teslim edebilirse, işte o zaman kendi vücudunu idrak edebilir. Yoksa beşer akıl, insan vücuduna eremez.

“O, önlerindekini ve arkalarındakini (dünyadaki ve ahiretteki durumlarını) bilir. Onların bilgisi ise Rahman’ı kuşatamaz.” (Ta Ha, 110)

Allah, insan vücudunu eksiksiz yaratmıştır, sonra da gelip içine oturmuştur. O beden, kendisine mahsustur, kendisine tabi olmuştur. Öyle yüksekten bakar ki, ay, yıldızlar, güneşler hep aşağıda kalır. Hiçbir mahluk onun nazarından kaçamaz. Ne fiilini, ne malını, ne kalbindeki sırlarını O’ndan gizleyemez insan. Biz işte böyle nurdan bir sarayda oturmaktayız. Biz o bina değiliz; o Sultanla beraberiz.

“Allah, yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Allah’ın emri bunlar arasından inip durmaktadır ki, Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve Allah’ın her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.” (Talak, 12)

 

Peki insanın yaratılışındaki sır nedir?

Hazreti Mevlana şöyle buyurur: “İnsan önce cansızlar alemine gelmiş, sonra nebatlar alemine düşmüştür. Fakat yıllarca nebatlar aleminde ömür sürdüğü halde cansızlar ülkesinde olduğunu hatırına bile getirmemiştir. Nebatlıktan hayvanlığa düştüğünde bile nebat halini hatırlamaz. Yalnız yeşile karşı eğilimi vardır. Hele bahar geldi mi, çiçekler açtı mı? Hani yeni derviş de yüceliğe eğilim duyar ya. Çünkü; bu cüzi akıl, o külli akıldır. Bu gölgenin hareketi, o gül dalının hareketindendir. Nihayet gölgesi, onda yok olur da sırları bilir, anlar. Ağaç oynamadan o dalın gölgesi nasıl oynar. O yaratıcı onu hayvanlıktan insanlığa çeker çevirir. Böylece gide gide nihayet insan aleminde akıllı, bilgili ve yüce bir hal alır. Fakat önceki akılları hatırlamadığı gibi, bu akıldan da geçip değişeceğini aklına bile getirmez. Nihayet bu akıldan da kurtuldu mu, yüzbinlerce şaşılacak güzellikler görür.”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (172)

Tasavvufta Hakk’a ulaşmanın manası nedir Hasan Dede?

Hazreti Mevlana şöyle buyurur: “Yağmur yağarken gökten düşen damlaları eğer denize düşerlerse onları denizden ayırabilir misiniz? Hayır, ayıramazsınız. Peki damlalar toprağa düşerse ayırabilir misiniz? Hayır, onları da ayırmazsınız. Deniz düşen damlalar deniz olur, toprağa düşen damlalar çamur olur.” Bizler de burada birer damlayız, attık kendimzi denize ki, Hakk ile Hakk olalım. Eğer toprağa atsaydık kendimizi, ayak altı olur giderdik.

“Allah, insanı bir damla sudan yarattı. Böyle iken bakarsın ki o, Rabbine açık bir hasım kesilmiştir.” (Nahl, 4)

“Ey Muhammed! Onlara dünya hayatının örneğini ver: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirne karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgarın savurduğu kuru bir çerçöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.” (Kehf, 45)

Hazreti Mevlana, dervişlerine dünyanın hakikatte ne olduğunu göstermek için onları şöyle bir imtihana tutmuştur: Yağmurlu bir günü seçti ve aynı gün de Konya’nın pazarı olmasına dikkat etti. Dervişleriyle beraber pazara geldi. Daha önceden sarrafta bozdurduğu altınları da yanına aldı. Bütün pazarcılar Mevlana’yı görünce çok şaşırdılar, acaba ne alışveriş yapacak diye meraka düştüler. Mevlana o sırada elini cebine attı ve bir avuç altını etrafındakilere göstererek sordu: “Ey ahali, bu elimde tuttuğum nedir?” “Altındır” dediler. Mevlana, “Tamam o zaman, haydi yağma edin” dedi ve elindeki altınların hepsini çamura attı. Bütün pazarcılar bıraktılar tezgahlarını, altınları toplamak üzere hepsi birden çamura daldılar. Üstleri başları çamur içinde kaldı. Kimisi altınları buldu, kimisi bulamadı. Sonra Mevlana topladı bütün dervişlerini ve hep beraber tekkeye döndüler. Tekkeye vardıklarında onlara sordu: “Evlatlarım, bugünkü imtihandan hiç bir ders aldınız mı?” Hepsi sustular, bir şey diyemediler. Aralarından biri, “Eğer siz anlatırsanız daha iyi olur, bizler yanlış bir şey konuşmayalım” dedi. İşte Mevlana onlara şu açıklamayı yaptı: “Pazarcıları gördünüz, hepsinin üzerlerinde belki 1 ya da 2 liralık elbiseler vardı. Bir parça altını almak için kendilerini çamura attılar. Sahip oldukları o 1-2 liralık elbiselerini de berbat ettiler. Eğer o anda Padişah, yani Allah, onları sarayına çağırmış olsaydı, üstlerindeki o çamurlu elbiselerle Padişah’ın huzuruna çıkabilirler miydi? Hayır , tabii ki gidemezlerdi. Bir insan çamurlu elbiselerle Padişah’ın huzuruna nasıl çıkabilir? Çıkamaz. İşte sizlerin de gönlünüzde dünya varsa, ya da bir dünya ehli, Allah sizi huzuruna kabul etmez, tekrara gerisin geri gönderir.”

“Onlar, ahireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Artık bunlardan azap hiç hafifletilmez. Onlara yardım da edilmez.” (Bakara, 86)

“Şüphesiz inkar edip kafir olarak ölenler var ya, dünya dolusu altını fidye verseler bile bu, hiçbirisinden asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.” (Al-i İmran, 91)

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (171)

Hazreti Peygamber Efendimizin biz sözü vardır: “Namazı terkedenin İslam’dan nasibi yoktur.” Bununla ilgili bize ne söylemek istersiniz Hasan Dede?

Eskiden büyüklerimiz namaz kılmaya gidiyorum demezlerdi, huzura çıkmaya gidiyorum derlerdi. Kimin huzuruna çıkıyorlardı? Hazreti Muhammed’in… Namaz kılmak, kabullenmektir, “Seni kendime mihrab kıldım” demektir. Huzurda duran kişinin gönlünde Hazreti Muhammed Efendimiz yok ise, onun kıldığı namaz boş sayılır. Peygamber Efendimizin bu sözü söylemesindeki sebep hakikatte bu idi. Bir namaz var, bir de namazın namazı var, o da aşıkların namazıdır. Bakın Hazreti Mevlana, “Mihrabı dost cemali olan kimse için, yüz çeşit namaz, yüz çeşit rüku ve secde vardır” der. Bu konuda Cenab-ı Hakk: “Ne yana dönerseniz Allah oradadır” buyurmuştur. Hazreti Resulullah da: “Namaz müminin miracıdır” buyurmuştur.

“Ey Meryem! Rabbine divan dur, secde et ve O’nun huzurunda rüku edenlerle beraber rüku et.” (Al-i İmran, 43)

“Bizim ayetlerimize ancak, kendilerine bu ayetlerle öğüt verildiği zaman secdeye kapanan, kibirlenmeksizin Rablerine hamd ederek tesbih edenler inanırlar.” (Secde, 15)

Hazreti Peygamber Efendimiz, sadece Müslüman olanların Peygamberi değildir. O, hakikatte bütün alemin Peygamberidir. O, Rahmetellil Alemin’dir. Bundan dolayı bizler hangi milletten olurlarsa olsunlar hiç kimseyi ayrı görmeyiz. Bizde ikiliğe hiç yer yoktur. Fakat malesef bugün Tekbir getirerek kardeş kardeşi öldürmektedirler. Bunlara Müslüman diyebilirler, çünkü şehadet getirmiş ama İslam olmamış. Barışçı değil, kavgacı… İslam olmak ne demektir? Muhammed’leşmek demektir.

“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.” (Rum, 22)

Ben her zaman şunu derim: İnsanın ölümsüzlüğe yola çıkabilmesi için kendisine bir ölümsüzü bende etmesi lazımdır. Misal olarak, başta Abdülkadir Geylani, Seyyid Ahmed Rıfai, Hoca Ahmet Yesevi gibi bütün evliyalar, Hazreti Muhammed Efendimizin manevi kardeşleridirler. Kim bu Evliyalardan birine bağlanırsa, Hazreti Muhammed Efendimizin büyüklüğünü, güzelliklerini ve gerçek kimliğini onlardan öğrenirler. Şimdi Abdülkadir Geylani ve Seyyid Ahmet Rufai Hazretleri aynı devirde yaşamışlardır ama bu zamanda kendi cemaatleri vasıtasıyla zikredilmektedirler. Onlar zikredildikçe Hazreti Muhammed Efendimiz de zikredilmektedir. Hazreti Mevlana da bundan 800 sene önce yaşamış olmasına rağmen O da bugün hala sevenleriyle zikredilmektedir ve zikredilecektir.

İşte bu yüzden bizler ölümsüzleri kendimize dost edindik ki, onlarla birlikte dünya durdukça yaşayalım ve onları yaşatalım.

Hazreti Mevlana diyor Kİ: “Benim bir manevi evladım, bana münacatta bulunursa ben onun yedi sülalesine şefaatçi olurum.” Çünkü şefaat Hazreti Muhammed’e aittir, bizler de O’nun bendesiyiz.

“O gün, Rahman’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.” (Ta Ha, 109)

“Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.” (Meryem, 87)

Bizler sizleri bu manevi sohbetlerle devamlı irşad etmekteyiz. İrşad ne demektir? Sizi size söylüyoruz. İnsanın ne kadar mukaddes bir varlık olduğunu, Allah’ın katında ne kadar güzel bir kimliğe sahip olduğunu anlatıyoruz. Hakikatte insan, Allah’ın temsilcisidir; paranın pulun temsilcisi değildir. O Allah, güneşle dile gelmedi; o Allah, ayla yıldızlarla dile gelmedi; o Allah hayvanatta dile gelmedi; ancak insan sıfatıyla dile geldi. Bu nedenle, Hazreti Muhammed’i sevmek Allah’ı sevmektir, Hazreti Ali’yi sevmek Allah’ı sevmektir, Piran Efendilerimizi sevmek Allah’ı sevmektir. Piran Efendilerimiz belki kalabalık görünürler ama hakikatte hepsi birdirler. Bakın Şems Hazretleri şöyle buyurur: “Üzümler gibi hepimiz bağda kalabalık görünürüz ama tavada hepimiz biriz. Sayı ortadan kalkar, pekmez oluruz.”