MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (80)

Hazreti Mevlana’nın Divan-ı Kebir’de bir sözü var, diyor ki: “Kah Fatiha ikram edersin feyz alırız, kah saman çöpü ikram edip alçaltırsın. Ama biz Fatiha olduğumuz zaman nazlanırsın, bizi okumazsın bile.” Bizim Fatiha olmamız ne manaya gelir?

Bir insan Fatiha suresine nail olduktan sonra, Cenab-ı Hakk ondan işler, ondan ışığını gösterir, onu alemin Fatihi yapar. O artık Fatiha’yı birilerine okuyacak kişi olarak varlığını sürdürmez. Çünkü Hakk ona kendi büyüklüğünü vermiş. Bundan sonra bu kişi, Hazreti Muhammed (selam olsun üzerine) gibi alçak gönüllü yaşarsa, o hal onda daim kalır. Neuzübillah biraz gaflete dalarsa, o nur hemen aslına gider, o güzellikleri kaybeder. Hazreti Mevlana’nın buyurduğu gibi: Bir an gelir sende Tanrı sıfatı tecellisini gösterir ama benliğe girersen, anında güzelliklerin yerinde, Firavun sıfatı tecelli eder. Divan-ı Kebir’de aşkta, cezbede söylediği bir sürü güzel söz var. Sevgilisini kalbinde o kadar büyütmüş ki, ondan sevgili söylüyor. Mevlana onun vasıtasından başka bir şey değil.
Mevlevilikte iki can bir araya geldiklerinde birbirlerine niyaz ederler.
Hazreti Mevlana’ya sormuşlar:
“İbadetin büyüğü nedir?”
“İki irfanın (Hakk aşığının) birbirine baş kesmesidir.”
“Bu ne mana taşır?”
“Birbirlerini Hakk olarak tasdik ediyorlar.”
Bu tasdiki yaptıktan sonra birbirlerine İhlas-ı Şerif okurlar.
“Kulhuvallahu ehad – Ey kul yemin ederim, o Allah için, o ehad sensin”, “Allahüssamed – Dünyada senden merti yok”, Lem yelid velem yuled – Ne doğarsın ne doğurur bir ana senin gibi”, “Velem yekullehu küfüven ehad – Sana bir zarar gelmemesi için bütün alemi mahvederim.” Ne kadar büyük bir mana taşıyor ama Allah’a kulluk edersen bu sıfata nail olursun.
İhlas-ı Şerif’i birbirlerine okuduktan sonra ayrılırlar. Ayrıldıktan sonra sıra Fatiha suresine gelir. “Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabbil alemin – Hamd ederim sana ya Rab! Bütün alem senin”, “Maliki yevmiddin – Ne kadar din sahibi geldi ise hepsinin sahibi sensin.” Kimin kudretiyle bu kelamlar dilimde zuhura geldi? Allah’ın. O zaman Hakk, kendini insandan söylüyor. İnsan bunu ağzı ile okuyor, kulakları da işitiyor; fakat aklı, gönlü başka yerde olduğu için hiçbir manaya sahip olamıyor. Okuyup üflüyor ama aklı başka yerdeyse bütün güzellikler rüzgara gidiyor. İnsan, Yaratıcının elçisi. Yaratıcı, insanın hep ondan söz etmesini, onun büyüklüğünü söylemesini, onun güzelliklerini kendi bendelerine ikram etmesini ister. Onun dışında, başka yerlere gönlünü kaçırmasını istemez. Eğer insan, başka bir yerle meşgul olursa o an gaflete düşüp, güzelliklere perde çeker ve ondan sonra hüzünlere düşer, dertleri bitmez.
Cenab-ı Allah, en güzel yüzünü Hazreti Muhammed’de gösterdi ve sayısız hakikat ikram etti. Bütün dinlerin en medenisi, Hazreti Muhammed’in dinidir, en çok bilgi buradadır. Hazreti Mevlana da, Hazreti Muhammed’in bendesi olarak, topluma eserlerinde sayısız bilgi sunmuştur.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (79)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hazreti Mevlana, Mesnevi-i Şerif’te, “Hissiyatınızı toprakla örtün. Çünkü bu aklın ve dinin düşmanıdır” diyor. Akıl ve hissiyattaki noksanlık nedir ki dine engel oluyor?

Akıl, hakikate ulaşmak için gerekli ama yeterli değildir. Akıl bütün nimetlerden en üstündür. Akıl ile gönüle girilememesinin sebebi, kişiyi benlikte tuttuğu için o kişinin sevilememesidir. Misal, televizyonda gördüğümüz ilim sahiplerinin asabilikleri, benlikleri cemaatın gönlüne girmelerine engeller. Eğer bu güzel ilimleri yüzlerini güler, dillerini tatlı tutarak sunarlarsa, dinleyiciye sıcaklık doğar, hatip sevilir ve gönüllere yol alır.
Cenab-ı Mevlana ne diyor? “Akılla aşka girilmez, aşk akılı mahveder.”
Yunus Emre de, “Bu akıl ile ürettiğin fikirlerle aradığın o Yari bulamazsın” dedi. Nasıl bulacaksın? Teslimiyet ile… Tüm kainat Allah’ın, onunla diriyiz ama insanların çoğu nefsinde yaşıyor. Bir kısmı diyor ki: “Bana ait hiçbir şey yok, her azam seninle diri. Sen hakikat dolusun, bütün varlıkların özüsün, her şeyin sahibisin, bu alemde senden güzel yok, hepsi senin zuhurun. Hepsine nurundan bir katre sunmuşsun, kimine daha fazla sunup akılları oynatmışsın ama ben bu oyuna gelmeyeceğim. Sıdk-ı bütün her varlığımla sana teslim olarak ne ikram edersen kendi bedenimde seyredeceğim.” Nebiler, Veliler Hakk’ı kendilerinde aradılar, hep sevgiden, birlikten söz ettiler. Toplumda sevilip gönüllere girerek ölümsüzlüğe yol aldılar.
Hazreti Mevlana, “Kabe’de senede bir hacullah olur, gir gönüller Kabe’sine gör binlerce hacullah var.” Yani, insanlarla kaynaşıp onların gönüllerini yoklar, sevgi sözleri sunarsan kendini o topluma kazandırır, ölümsüzlüğe yol alarak Kabe mertebesine gelir, bu alemde tavaf edilirsin, diyor.
Yunus Emre, “Var hoca git bin hacca, hacca gitmek hüner değil, bir gönüle girmektir” der. Gönüle girmek için benlikten arınacaksın. Hakk’ın güzellikleri ile içini donatıp, bütün yaratıklara sevgiden söz ederek toplumun gönlüne gireceksin. Gönül ne kadar mukaddes bir şey. Ne diyoruz? Gönül dedikleri bostanda bitmez, çarşıda satılmaz, her kula da nasip olmaz. Bütün güzelliklere engel kişinin aklıdır. Hiç kimseyi hor görmek yok. Rab onda da öyle işliyor. Belki senin nefsini terbiye etmek için oradan öyle hareket ediyor, parlama hemen.
En büyük örnek Hazreti Ali. Bir savaşta hasmını altına aldı, tam kılıcı indirecekken hasmı yüzüne tükürdü. Hazreti Ali bu tükürüğü yer yemez hemen ayağa kalktı. Hasmı, “Neden kılıcı indirmedin?” diye sordu.
“Yüzüme tükürdüğün için nefsim kabardı, sinirlendim. Seni öldürseydim nefsim için yapacak, Allah katında sorumlu olacaktım. Ben bu savaşa nefsim için çıkmadım.”
“Sinirlenip, acı vermeden çabuk öldürmen için yüzüne tükürdüm.”
“Zaten sana ıstırap vermeyecektim.”
Adam, Hazreti Ali’den bu büyüklüğü duyunca, Hazreti Muhammed’in yolunu kabul etti.
Öfke ile kalkan zarara uğrar. Bilginler daha yumuşak konuşsalar, topluma daha çok şey verebilirler.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (78)

Müminin kalbini kırmanın cezası var mı?

İflah etmezsin. Kişi kendini kandırabilir ama Hakk’ı kandıramaz. Hakk her şeye vakıftır, her şeyi görür. Çünkü kainat onundur. O küçük akıllılar, o akılla ancak kendilerini aldatırlar. Yani onu incitmek Hakk’ı incitmektir.
Size şöyle bir menkıbe anlatayım.
Karamanoğulları’nın ağası, Hazreti Mevlana’nın müridi imiş. Fakat ona aşkla imanla değil, akılla bağlıymış. O devirde birçok hatip varmış. Her yerde çeşitli kişiler konuşurmuş. Bu ağanın bir camii hatibine gönlü kaymış. Bir gün Hazreti Mevlana’ya, “Efendi Hazretleri, filan camiye gidelim, orada çok güzel bir hatip var. Allah’ı çok güzel bir dille yad ediyor” demiş. Hazreti Mevlana, “Gidip dinleyelim” diyerek Hüsameddin Çelebi ve bu zatla birlikte hatibi dinlemeye gitmiş. Adam kürsüde celali kuru bir sohbet yapıyormuş. Hazreti Mevlana tefekkürde dururken, bu da can kulağı ile dinliyormuş. Dinledikten sonra, “Ya Hüdavendigar! Bu günden sonra kürsüdeki zat benim mürşidimdir, ona tabi oldum” demiş.
Hazreti Mevlana, “Sen bir baba bulduysan, fakir de bir evlad bulurum” diyerek hemen camiyi terketmiş.
Aradan birkaç ay geçmeden Karamanoğulları’nın ağasına bir tuzak kurulmuş. Onu boğmaya çalışırlarken, “Allah” demiş ama bir yardım gelmemiş. “Ya Hüdavendigar Mevlana” diye bağırarak imdat istemiş. Hazreti Mevlana o esnada sema ediyormuş, sema ederken kulaklarını kapatıp, öyle sema etmiş. Bu hali gören Sultan Veled, sema bitince sormuş, “Efendi baba, neden sema ederken kulaklarını kapadın?”
“Karamanoğulları’nın ağasını boğdular. Çok acı bir sesle benden meded istedi. Gönlüm ona kırık olduğu için kulaklarımı kapadım” diye cevap vermiş.
Şefkat dolu bir yer ama bir yerde de hiç affetmiyor. Onlar her şeye vakıf. Akıl gözü ile kısa menzilleri görürsün ama kalb gözüyle çok şey görülür. Dar bakışla, bu gözle insan çok şey kaybeder. Hakk yolu kolay bir yol değildir. Onun için gönül ister ki bu yolu seçenler, bazı eserlerini okusunlar. Haftada on sayfa okunursa yine bir şeyler alınır. Ölen bedendir, ruh ölmez. Devran var. Bu yollarda mükafat var.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (77)

Hazreti Mevlana’nın bilgisinden nasıl faydalancağız?

Bir gün Hazreti Mevlana’ya sorarlar: “Sen bu alemden göç ettikten sonra, biz seni nerede bulabiliriz, nerede görebiliriz?” Mevlana şu cevabı vermiş: “Bütün alemde benim. Nerede bir muhabbet, nerede pürüzsüz bir aşk, nerede bir birlik, nerede sonsuz sevgi, nerede bir temiz duygu zuhura gelirse, ben oradayım. Bütün bu güzelliklere bürünmüş bir kişi var ya o da benim.”
Birey güzelliklerin dışında ise noksanlığı varsa orda yok. Öyle parça buçuk yerde yok. Hakk’la Hakk oldun mu artık her yerde sensin.
Hazreti Mevlana, sonsuz güzelliklerin varisidir. Hakk’ın bütün güzelliklerine sahiptir. Hazreti Mevlana’nın tac-ı şerifine bir yazı yazmışlar. “Ya Mevlana, kaddesallahu sırrı Hu.” Ya Hazreti Mevlana, Allah’ın bütün sırlarına vakıf olduğun için sana Hu, yani Hakk olarak, Hakk’ın bir olduğuna şehadet ederim.
Hazreti Mevlana’nın o güzel konuşmalarından, sonsuz bilgisinden, hem hahamlar, hem papazlar, hem aydın hocalar, hem yazarlarımız faydalanıyorlar. İsteği olan ondan sonsuz bilgiye, sonsuz güzelliklere vakıf olur.
Bizler aynaya bakıyoruz, kendimizi insan görüyoruz. Pekala, insan gördüğünüz halde, insanlık vasıfların aait bir şey var mı bizde? İnsan kendini bir kontrol etse, olmadığını görecektir. Küfür, benlik, isyan, hor görme, hepsi var. Bunlar insana ait değil. Düşündüğün zaman bu çirkinlikler, edeb dışı hareketler, nefsi arzular madem ki sende var, sen insan olamamışsın. Kin, inat, onun bunun arkasından konuşmak, bunlar insana yakışmayan şeylerdir. Pekala insana yakışan şeyler nedir? Hazreti Muhammed’i örnek al; nasıl konuşmuş, nasıl yaşamış? Diğer Peygamberlere, Velilere bakın. Onların dilinde, isyan, küfür, benlik, onu bunu hakir görme, onun bunun arkasından konuşma var mı? Hiçbiri yok.
İnsana layık olan, Hazreti Muhammed’in, Hazreti Mevlana’nın ahlakı ile ahlaklanmak, onların haline bürünmek, onların güzelliklerini benimsemek, kişiliğinden ayrılıp sevdiğin yeri kendinde kişilik kılmaktır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (76)

Hazreti Ali diyor ki: “Kur’an’ın sırrı Fatiha, Fatiha’nın sırrı Besmele, Besmele’nin sırrı altındaki noktada gizlidir.” O noktayı bize anlatır mısınız?

Yunus Emre ne diyor? “İlim bir nokta idi, ahmaklar bin etti.” O nokta Adem’dir. ‘B’ okunması için yazının altına bir nokta konması lazım. ’S’ okunması için üç tane nokta lazım. Yani hep noktayla bağlanıyor. Nokta, elif oldu. Elif, gökte güneş oldu, ay oldu., yıldız oldu, dünya oldu. Elif, Allah oldu, Muhammed oldu, hep o Elif yazıldı. Hep sensin, hep insandır. Besmele, “Allah’ım senin adınla başlıyorum” demektir.
Fatiha suresine tam olarak mana vermeye kalktın ı, bütün dünyadaki varlıkların hepsini zikretmen gerekir. “Elhamdülillahi Rabbil alemin – Hamd ederim ya Rab bütün alem senin.” Bütün alemi yazamazsın, zikredemezsin. “Maliki yevmiddin – Ne kadar din sahibi geldiyse bu aleme hepsinin Malik’i sensin.” Fatiha suresini okurken bu kelam, dilinde kimin kudretiyle zuhura geldi? Allah’ın. Bunu senden sana söyledi. Sen Hakk’ı gayrıda arama. Bu alemin fatihi ve hakimi insandır. Hayvanlar, yeryüzünde dört ayak üstünde yaratıldı. Allah, insanı iki ayak üstünde yarattı, dünyayı insanın ayakları altına serdi ve insanı kendine elçi etti. Bakara suresinde Allah, Adem’i kendine halife olarak yarattı, bütün canlıları, melekleri secdeye davet etti. Adem’e secde bana secdedir, dedi. Hazreti Muhammed’den sonra Peygamberlik devri kapandı. Çünkü insanın kimliği ortaya çıktı. Veliler devri başladı, Evliyaullah geldi. Allah’ı en güzel bir dille tanıtmaya çıktılar. İnsan dünyamızda en mukaddes varlıktır. İnsan, kimliğini bilmediği için küfürdedir, hatadadır, isyandadır, benliktedir. Bu nedenle hüzünlerden de kolay kolay kurtulamaz. Bir kere kendine sorsa; ben kimim, ne yapıyorum, neden bu hallere düşüyorum, bu yaptığım işlerden ne bekliyorum? Biraz düşünse, elini ayağını çeker. Düşüncesizce hareket ediyor, sonra başına bir sürü iş geliyor. İnsan bir düşünürdür, insandan düşünce alındı mı deriyle kemik kalır.
Madem ki biz Hazreti Muhammed’e, Hazreti Mevlana’ya gönül verdik, daima onların büyüklüğünü düşünmemiz, onların güzelliklerini kendimizde çoğaltmamız, onlarla yola çıkmamız, onların diliyle topluma konuşmamız, onları gönlümüzde taşımamız lazım. O zaman onların ruhları bizimle şad olur, biz de onlarla şad oluruz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (75)

Sultan Veled Hazretleri’nin Maarif’inde buyruluyor ki: “Ruhlar bedenlere girmeden önce hepsi birlikte, birbirleriyle hakiki ülfet içindeydiler.” Anlaşılıyor ki, bedene girdikten sonra bu birlik bozuluyor. Bedende birliği bozan nedir?

Ruh, berrak bir suya benzer. Ruhu kirleten, renklendiren kaptır. Şimdi senin kabının içi kırmızı ise suyu döktüğün zaman su kapta kırmızı görünür. O rengi veren, kabın rengidir.
Hazreti Mevlana, babası Sultan’ül-Ulema’ya sormuş, “Ruhlar kaç kısımdır?” Sultan’ül-Ulema Hazretleri, “Üç kısımdır” demiş ve anlatmış, “Alem-i ervahda ruhlar bir idi. Beden giymek, surete bürünmek üzere yola çıktıkları zaman ruhlar üçe ayrıldılar. Birinci grup, ruh suret bulunca, Cenab-ı Hakk sordu; ‘Ben kimim?’ Onlar dediler ki: ‘Sen sensin, ben benim.’ Daha doğuşta Allah’ı inkar ettiler. İkinci grup, ruh suret bulunca, Cenab-ı Hakk yine sordu, ‘Ben kimim?’ Onlar dediler ki: ‘Ya Rab! Sen halkedicisin. Biz senin varlıklarına tutulduk, seni unuttuk. Baktık ki her şey boş, nadim olduk, sana döndük.’ Bir yere kadar insan bir hata yapar, tövbekar olur, doğru yolu seçer. Bunlar ikinci ruhlardır. Üçüncü grup, ruh suret bulunca, onlara da aynı soruyu sordu: ‘Ben kimim?’ Onlar başlarını secdeye vurdular, ‘Ya Rab! Senin emrin olmadan konuşamayız, yürüyemeyiz, hiçbir azamız harekete geçmez, her hareketimiz seninledir. Her şey senin emrine tabiidir.’ Bunlar Peygamberler ve Velilerdir.”
Mevlevilikte semazenbaşı, mutrib, şeyh efendi, semazen var. Hazreti Mevlana bunlar için diyor ki: “Eğer bunların hepsinde iman güçlü ise, ruh aleminde biriz.” Yani buradaki çıraklık, kalfalık, ustalık gibi rütbeler dünyada kaldı. Peki neden biriz? Çünkü iman birdi, inanç birdi, ikrar birdi. İman yok, ikrar tam değil, inanç bozuk ise orada birlik bozulur.
Bir gün gelecek, vücutta hararet son bulacak, aslı olan güneşe gidecek; vücuttaki su da buhar olup okyanusa gidecek; vücuttaki nefes, hava, o da aslına semavata gittikten sonra, dostlar deri ile kemiği alıp toprağa verecekler. Çünkü onun da yeri toprak. Dört anasır aslına gitti. Peki sen nereye gidiyorsun? Onun için kişi bu alemde neyi temsil etti ise, nereye ağırlık verdi ise, o ağırlığın suretine koşuyor. Çünkü bir ışık var, dört anasır aslına gidiyor. Bizi de bizden soracaklar bir gün.
Hazreti Mevlana’ya sormuşlar, “Dünya senin bakışında nasıl bir haldedir?”
“Dünya benim bakışımda bir rüya alemidir. Kimi yirmi yıl yaşar, kimi kırk, kimi altmış, kimi seksen, kimi yüz. Bakalım bu kişiler nerede uyanacaklar?”
Gözler açık ama hakikati göremiyor, nefsinin peşinde koşuyor, nefsi arzularda seyrediyor. Neden hakikati görmek için son nefesi bekleyelim? Neden kalb gözünü açmak için şimdiden uğraşmayalım? Neden ikrar verdiğimiz o Allah’ın sevgili kulunu kalbimizin en güzel köşesine oturtmuyor, onu her şeyin üstünde tutmuyoruz? Neden bu aleme onun gözü ile bakmıyor da aklımızın küçük gözü ile bakıyoruz?
İnsan, Peygamberine, Pirine büyük bir aşkla bağlanırsa, gönlünde onu her şeyin üstünde yüce kılarsa, ibadetlerde zikirde orayı düşünüp, kalbinde en güzel yeri verirse, bir gün gelir perde kalkar, hakikatlere sahip olur. O göz de anlar ki bu alemde bir güneş var, onun yanında bu dünyadaki güneş bir muma döner.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (74)

Tasavvufta cihadın manasını açıklar mısınız?

Din için adam öldürmek cihad değildir. Bütün insanlar iman ettiğimiz Allah’ın varlıkları, bütün Peygamberler de Allah’ın elçisidir. Kişinin kendinden haberi olmadığı için nefsine düşmüş, kavgalar ondan doğuyor. Nefsi müdafaa ise farklıdır. Misal, kimseye zarar vermeden evinde otururken biri evinin kapısını kırıp, sana zarar vermek isterse, bunun önlenmesi için nefsi müdafaaya izin verilmiştir.
Mekke ile Medine ileri gelenleri antlaşma yaparlar. Ancak Mekke’liler bu antlaşmaya uymazlar ve Medine’ye gelip dükkanları yağmalar, kadınlara tecavüz ederler. Hamza, Zeyd ve Ömer-i Faruk, Peygamber Efendimize gelir: “Destur ver, bize çok zarar verdiler” diye yalvarırlar. Hazreti Muhammed, ağlayarak nefsi müdafaaya izin vermiştir. Karşı taraf bundan başka yol bırakmamıştır. Yoksa, İsevilere, Musevilere kafa tutun, bizim dinimiz onlarınkinden üstün, onu kabul etsinler aksi halde cihad ederiz, demedi. Zira o ve sahabesi bütün dinlere saygı duymuştur.
Ömer-i Faruk, Kudüs’e giderken kölesine, devey sırayla bineceğiz, der. Kudüs’e girerken binme sırası kölede olduğu için köle deve üzerinde Kudüs’e gelince, halk köleyi Ömer zanneder. Gerçeği öğrenince çok duygulanırlar ve isteyen Müslüman olur, isteyen dininde kalır.
Hakikatte bütün Peygamberler İslam’dır. Hepsi Allah’ın büyüklüğünü, güzelliklerini cemaatlerine ikram ettiler. Arkadan gelen bu vazifeyi devraldı.
Hazreti Muhammed der ki: “Hakkın olmayan yerde nefsin coşar, onu almak istersen, nefsinin kolunu kes.” Fakat ne yaptılar? Kol kestiler, ayak kestiler. Halbuki kesilmesi gereken nefsti. Hazreti Muhammed zamanında kimsenin başı, kolu kesilmedi. Hazreti Muhammed’in gösterdiği yollar hep nefse yönelik olup adam öldürmek, Allah’ın binasına zarar vermek yoktur. İnsan, Allah’ın binasıdır.
Hazreti Muhammed, selam olsun üzerine, belinde kılıç taşıdı ama karınca bile incitmedi, hiçbir cana kıymadı.
Tasavvufta cihad nefsinedir, insan öldürmek değildir. Tasavvufta kurban kesmek, bir öküzü, bir koçu kesmek, kan akıtmak değil, nefsini kesmektir. Bütün mesele nefsle uğraşmak, nefse galib gelmektir, tasavvuf buna yönelmiştir. Muhammediye’nin cihadı nefsinedir. Eğer Hazreti Muhammed savaş taraftarı olsaydı, Hazreti Mevlana, “Sevgiye, kardeşliğe, birliğe dair ne varsa ben oradayım; kavgaya, savaşa dair ne varsa ben orada yokum” demezdi. Çünkü Hazreti Mevlana, Hazreti Muhammed’in bendesidir.
Bizde bilginler bilgini, Veliler Velisi, koskoca Hazreti Mevlana var. Onun eserlerini okuyun. İman ettiğiniz kişiyi, bütün dünya tanıyor, onun düşüncesi etrafında kişilik buluyor ve onu seviyorlar. Konya’ya gittiğimizde bir sürü yabancı görürüz, her yerden sevenleri geliyor. İnsanlar orada bir şey bulmuşlar ki, ziyarete geliyorlar. Hazreti Muhammed’e de gitmek isterler ama Araplar, Hazreti Muhammed’i sadece Müslümanların ziyaret etmesine izin verirler. Hani o, bu cihanın güneşiydi? Ne oldu? Hazreti Muhammed, kainata rahmettir, o bütün dünyaya kapılarını açmıştır, kendisini Hazreti Mevlana ile Konya’da ziyaret ettiriyor.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (73)

Hazreti Mevlana’nın ölümü bir düğün haline getirerek güzelleştirmesi, herkes için bir teselli olabilir mi?

Ölümü düğün yapmış ama herkes için değil. O güzel sözler insana söylenmiş. Kişi insanlık eğitimi alsın da o sözlere sahip olsun. Ne diyor Hazreti Mevlana? “Bana ağlama, ağlar isen kendine ağla. Ben o padişah değilim, tahttan inip tabuta gireyim; ben o padişahım ki tahttan inip, sevenlerin gönüllerine gireyim.” Bizim ona değil, acaba neredeyiz, ne yapıyoruz, yarın bizim de başımıza gelecek diye kendimize ağlamamız lazım.
Muhammed İkbal, “İslam garip gelmiştir, garip gidecek” dedi. Kime garip derler? Kimsesize. Hazreti Muhammed’in iç alemini kavrayan, temiz bir gönülle seven garip kalmaz. Hazreti Muhammed, Evliyaullah’ta sevildi ve gariplikten kurtuldu. Hazreti Muhammed’i, dilde zikredip gönüllerinde yer vermeyenler garip kalırlar. O’na ve Ehlibeytine aşkla bağlanmadan kuru ilimle bir yere varılmaz. Fakat bir Veli böyle midir? Yollarda birçok yatırlar var, aradan yüzlerce yıl geçmiş olmasına rağmen, semt halkı onu bilir, onu anar. O Hakk aşığı bir yerde kendini korur. Çünkü Evliyaullah daima sevgi ilmini vermiştir.

 

İnsanların çektiği acılar neyi temsil eder? Ya da neye işarettir?

Her zaman insana acı veren nefstir.
Bedir Savaşı’nda, İmam Ali Efendimizin iki omuzu arasına bir ok saplandı. Sevenleri yanına gelip oku çıkarmak istediler.
Hazreti Ali, “Dokunmayın, birazdan huzura duracağım. Oku o zaman çekersiniz” dedi.
Hazreti Ali, ok sırtında namaza durdu. Huzura durur durmaz arkadaşları oku tutup çektiler. Hazreti Ali’nin hiç ses çıkarmaması hepsini şaşırttı. Namazı bitirdikten sonra, “Ya Ali, oku çektik, hiç ses seda çıkarmadın” dediler.
“Ben namazdayken kendimden geçmiştim., Allah ile beraberdim” diye cevap verdi.
Bir insan vefat ettiği zaman, tabutun üstüne bir örtü koyarlar. Orada şöyle bir yazı vardır: “Külli nefsin zaikatül mevt.” Yani dünyamızda her nefis sahibi ölüm acısını tadacak. Ehl-i iman, kendisine hiçbir şey mal etmediği, hep Hakk’ın verdiği nasihatlara uygun yürüdüğü için korkmaz. Çünkü kendine ait bir şey yoktur. O ruh bedenden çıktığı zaman çilesi biter, sevenine gider. Ama kişi o güzelliğe ulaşamamışsa hep korkudadır. İnsanı korkak yapan nefsidir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (72)

Cenazelerde, felaketlerde herkes “Allah” diyor, başka zaman o kadar akıllara gelmiyor. Bu iman noksanlığından mıdır?

İnsan nefesle yaşar. Nefes çıkıp tekrar bedene varmadığı an, kişi hayata veda eder. Bütün hizmetler nefs için yapılıyor. Tasavvuf ehli diyor ki: “Bugün Allah için ne yaptın?” Düşün bakalım, hep nefsi isteklerde, benliğindeydin. Allah’ı zikrettin bir münacatın vardı, bakalım madde miydi mana mıydı? Namaz kılmak, oruç tutmak bunlar kendi şahsınadır. Bir varlığın varsa hayratta bulundun mu, bir tatlı söz söyledin mi? Bir insanın parası olmaz, etrafındakilere güzel bir söz söylerse o da sadakadan sayılır. Bir yoksulun karnını doyurmak, bir garibin gönlünü hoş etmek, karşındakinden rıza kazanmak, Allah için hizmettir. Namaz kılar, bütün ahkamı yerine getirir ama bir yerden bir rıza almazsan yine Tanrı katında bencilsin. Allah için değil, nefs için çalışmış olursun. Ölmeyecek gibi bir hayat sürer, hep düşüncen dünya olursa üzerinden ne gam, ne hüzün gider. Soframızdaki gıdalar, üstümüzdeki elbiseler, evimizdeki eşyalar, süsler, hepsi toprağın evlatlarıdır. Öze geldiğin zaman toprak çıkar. Yalnız renklere bürünüp ortaya renkli olarak çıktığı için insanlar aldanışa tutulmuş, devamlı toprağın evlatlarına tamah etmektedirler. Ne diyor Cenab-ı Mevlana… “Evlatlarına bu kadar tamah ediyorsunuz, biraz da anasına tamah edin.”
İnsan bu aleme nefsi arzuları için çalışmaya gelmedi. Cenab-ı Allah kendisini güzel bir dille yad etsin, onu güzel bir dille yaşatsın ve onunla yaşasın diye insanı yarattı. İnsanı yeryüzünde en mukaddes varlık olarak meydana getirdi, kendisine elçi olarak seçti. Bütün bilgileri insanla bildirdi ve insanı dünyaya hakim kıldı. İnsan aslını arayıp bulursa en büyük zenginliğe kavuşur ama aslını bulamazsa ömrünü boşuna geçirmiş olur. Gün gelir vade biter, davet gelir, davet edilen yer için hiçbir şey yoksa esafiline, ayak altı olmaya gider. Hazreti Muhammed, insanlara güzel bir tebligat bırakmış, bindörtyüz küsur sene geçmiş sevenleri ile anılıyor. Hazreti İsa desen, Hazreti Musa desen, onlar da sevenleriyle anılmaktadırlar. İşte bunlar bize örnek. Eserleri de var. İnsan hiç olmazsa haftada yarım saat Hazreti Mevlana’nın eserleri ile meşgul olsa yine kazançta olur. Hiç okumuyorsunuz. Düşünüyor musunuz ki, bu geçici ömür bir gün bitecek, gençlik elden gidecek, izin verirse yaşlanacaksın. O zaman “Allah” diye sarılacaksın, zikretmeye kalkacaksın. O zaman korku başlayacak, ölüm sana acı gelecek.
Mevlana’mız ölümü çok güzel bir hale getirdi. Bütün dünyaya ölüm hakkında ne buyurdu? “Ölüm benim kına gecem, nefesimi verdiğim an sevgiliye kavuşacağım. Ömür boyu hep bu anı inledim” dedi. Çünkü Hazreti Mevlana tamamen Yaratıcı’da kendini fani kılmıştı. “Gören gözüm, işiten kulağım, söyleyen dilim, yürüyen ayağım, tutan elim, bütün o kudret bedende ne varsa hepsi sevgilime ait, bana ait hiçbir şey yok” dedi. Onun için yola korkusuz çıktı. Allah bizden temiz bir gönül istedi. Sen oraya temiz bir gönülle bağlanırsan, haliyle ona uygun işler yaparsın, ama sen Allah’a gönül bağlamazsan gece gündüz namaz kılsan, yine çirkin işler yaparsın. Çünkü Allah’a bağlanmamış, onu tanıyamamışsın, nefsinde kalmışsın. Onun için temiz bir gönül herşeyin üstündedir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (71)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Bazen en güçlü engeli yakınlarımızdan görebiliyoruz. Anne baba neden çocuğunun fazla yol almasından korkar?

Kendini bilen insan çocuğunu kendinden üstün görmek ister. Kendinden üstün görürse onunla iftihar eder, onunla neşe bulur, gurur duyar ama kendinden aşağı görürse hüzünlenir.
Hazreti Mevlana’ya sormuşlar: “Üçyüz sene sonra tekrar bu aleme gelirsen, senin makamın ne olur?” Şu cevabı vermiş: “Beni bu alemde kim temsil ediyorsa, onun talebesi olurum.”
Talebesi oluyor. Neden? Çünkü aradan üçyüz sene zaman geçmiş. O devreyi tahsil etmek lazım. Ben de öğrenip, devreye gireyim derse vakit geçer. Onun için biri benden konuşuyorsa onu dinlerim, diyor.
Hazreti Mevlana’ya ondokuz-yirmi yaşlarında bir delikanlı, büyük hayranlık duyar, geceleri onunla manada görüşür. Hazreti Mevlana’ya o kadar bürünür ki etrafına topladığı arkadaşları ile hep güzel sohbetler yapar. Konya’da bu duyulur. Bu delikanlı kimden nasip aldı, nereden bu güzelliklere kavuştu? diye merak ederler. Hazreti Mevlana da, Sultan Veled’e, “Bir öğren, bu delikanlının evi hangi semttedir, gideceğim” der.
Hazreti Mevlana delikanlının evini öğrendikten sonra, onun kapısını çalar. Çocuk o kadar Hazreti Mevlana’nın haline bürünmüş, o kadar mütevazı ki yanındakilerine, “Ben kapıyı açarım, siz oturun” diyerek kapıyı açar. Karşısında Hazreti Mevlana’yı görünce çok şaşırır. Hazreti Mevlana’ya sarılır, kucaklar, kendi yerine oturtur.
Hazreti Mevlana, “Sohbetiniz neredeyse devam edin, ben sizi dinlemeye geldim” der.
Rivayete göre, çocuk beş dakika tefekkür ettikten sonra konuşmaya başlar. O konuşurken Hazreti Mevlana tefekkür edip dinler. Bir vakitten sonra çocuk sorar.
“Efendi Hazretleri nasıl buldun sohbetimizi?”
“Allah’a cevabım yok!”
Bakmış ki sohbet yerli yerinde, aydın doğru sözler, bu sözü söylemiş ve oradan ayrılmış.
Yani bizler evlatlarımızı iyi bir kariyere gelsin, onlarla iftihar edelim isteriz. Bir evlat çalışır, kazanırsa baş üstünde tutulur, hiç çalışmaz hep isterse ana baba üzülür. Evlatlarımızı madden, manen her şeyin üstünde görmek isteriz.