MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (30)

Hazreti Şems-i Tebrizi’nin Hazreti Mevlana’ya sunduğu gizli sırlar nelerdir? (devam)

Şems-i Tebriz, Hazreti Mevlana’yı karşısına aldı ve şunları buyurdu:

“Gönül ayinesin sofi,
Eğer lkıalr isen safi,
Açılır sana bir kapı,
Ayan olur Cemalullah.
Bu tevhidden murad ancak,
Cemali zata ermektir.
Görünen kendi zatıdır,
Değil sanma gayrullah.
Şems-i Tebriz bunu bilir,
Ehad kalmaz fena bulur.
Bütün bu alem külli mahf olur,
Yine baki Allah kalır.”

Hazreti Mevlana bunu duyduktan sonra başını secdeye vurdu. O güzelliği görü, kişiliğini bulursan, ölüm senden gider.

Bir gün Şems-i Tebriz, Mevlana’nın elinden kitabını aldı, havuza attı. “Okuma!” dedi.
Hazreti Mevlana’nın gözleri yaşla doldu, çok üzüldü. O zaman Şems, elini havuza uzatıp, kitabı havuzdan çıkardı. Kitap kupkuru toz bürümüş haldeydi. Tozunu üfleyip, Hazreti Mevlana’ya uzatarak, “Artık başkasının tezgahtarlığını yapma, kendi eserini yazmaya başla, tanıt kendini, bu toplum seni anlasın” dedi.
Bundan sonra Hazreti Mevlana’nın eserleri; Mesnevi-i Şerif, Fihi Ma-Fih, Divan-ı Kebir ortaya çıktı.
Hazreti Mevlana, “Sen o musun, yahut o sen misin?” diyor. İnsan burada şaşırıyor. Allah’a iman yok, öylece kalıyor. Ehl-i imana “Sen o musun, o sen misin?” dediğin zaman başını secdeye vurur. Madem ki o sensin, neden bu almede gam yersin.
Yine Mevlana, “Ey insan, ne gördüysen bu alemde senden dışarı değil, ne istersen iste, kendinde iste. Çünkü sen her şeysin” der. İnsan aradığı şeyi, kudret sahibini kendinde bulacak. Büyüklerimiz bize bir aynadır.
Şeyh Selahaddin Efendi’ye “Ne kadar güzel konuşuyorsun, ama sende hiç ilim yoktu” derler. “Ben bir aynaya yüz tuttum, aynada aksettim. Bütün bu sözler aynama aittir” diye cevap verir. “Kim senin aynan?” diye sorduklarında da, “Benim aynam Efendim Mevlana’dır” der. Hep iman, aşk istiyor, sevgi istiyor.
Hazreti Mevlana bütün dünyanın malıdır. Kimse sahiplenemez. Kim çok severse, Hazreti Mevlana onda yüzünü gösterir. Rus sever, Çinli sever, İngiliz sever… kim çok severse Mevlana odur. Çünkü din ve aşk miras kalmaz. Bunlar çalışmakla kazanılır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (29)

Hazreti Şems-i Tebrizi’nin Hazreti Mevlana’ya sunduğu gizli sırlar nelerdir?

Rivayete göre; üç ay Hazreti Mevlana ile Şems-i Tebrizi bir odanın içinde üç simitle halvet ettiler. Bütün beden eridi, deri ile kemik kaldılar, o zaman istenen kapı açıldı. Ondan sonra, Hazreti Mevlana zahir ilmi bıraktı. Divan-ı Kebir’inde ne kasideler yazmış, ne aşklar söylemiş. O aşkları söyleten nedir? Onun gözünde Sevgili nasıl görünüyor? Yüz tane yazıp bitirmemiş, tam kırksekizbin beyit yazmış; dünyada eşi benzeri yok. Yunus Emre de yazmıştır ama, onsekizbin beyitte kalmıştır.
Hazreti Mevlana, “Sema da bir burhandır, semazenler isterse mecaz aşkı düşünsünler, sema ederken aşktadırlar, bir sevgidedirler” der. Bana bakıyorlar, nasıl dönüyorum gibi bir düşünce geçerse akıllarından başları döner, tennure bacaklarının arasına girer hemen düşerler. Onlar sema ederken kendilerinden geçerler, mecaz aşkı düşünseler bile aşktadırlar. Manayı düşünürlerse kendilerini daha da güzelliklere verirler. Onun için Hazreti Mevlana, “Aşksız ve sevgisiz geçen ömrü, ömürden sayma” dedi. Aşka düştü mü insan sevgilisinden başka bir şey görmez. Mecaz aşk geçicidir, gençlik, güzellik ve o sevgi sözleri kalmaz. Kişi o aşkı büyütmek için maneviyata yönelir. Tanrı yaşlanmaz, onda çirkin sözler yoktur, sevenini daima aşkta, sevgide, duyguda tutar.
Misal, bu dünyadan gitme zamanı gelince, o sevgilisini bekler. Kim davet ederse etsin, anne, baba, dede onlara gitmez, giderse yolda kalır. Nereye iman etti, kimi gönlünde büyüttü ise, onu bekler. O yüz tuttu mu hemen koşa koşa gider. O, bizi burada da ayakta tuttu, bir sürü hakikatler sundu, en güzel yüzü ile teselli etti. Sonunda da alır sonsuz yaşama götürür.
Hazreti Mevlana der ki: “Bana ağlama, arkamdan vah vah deme, ağlarsan kendine ağla. Ben o padişah değilim, tahttan tabuta bineyim. Ben o padişahım ki tahttan sevenlerin gönlüne gireyim.”
O, kendini insanlığa kazandırdı. İnsan olan, toprağa girmez. Hazreti Mevlana, “Senin bedenin toprağa girer. Işık toprağa girmez” der. O ışık, bu bedenden fışkırıyordu. Bütün bunlar yokluğa bürünmekle, büyük sevgiyle, aşkla kazanılır. Biraz benlik vücutta baş gösterirse bu güzelliklerin hepsi gider.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (28)

Seyyid Burhaneddin Hazretleri, Hazreti Mevlana’ya, “Bütün bildiklerimi sana öğrettim, tasavvufun gizli sırlarını yeni Efendin (Şems) öğretecek” diyor. Nedir gizli sırlar?

Bizler dilimiz döndüğü kadar çok şey anlatıyoruz. Tasavvuf tamamen Rabbine teslimiyet ister, hep ondan söz etmeni ister.
Seyyid Burhaneddin Efendi, Nakşi tarikatına mensuptu. İlmi kuvvetliydi. Hazreti Mevlana’nın babası Sultan’ül-Ulema Hazretleri de Nakşi tarikatında ikinci Pir idi.
Sultan’ül-Ulema Hazretleri, sohbet ederken Seyyid Burhaneddin Efendi, içine gelen coşkuları dile getiremediğinden kışın çıplak ayaklarını mangala sokar, üzerlerini ateşle örtermiş. Oradaki dervişler onun bu halini görünce, Sultan’ül-Ulema Hazretlerini dinlemez, ateş onu neden yakmıyor diye düşünürlermiş. O, anlatılan Allah’ın güzellikleri, büyüklüğü ile kendinden geçtiği için öyle davranırmış. Kendinden geçer, ateş de ona kul olurmuş. Sultan’ül-Ulema Hazretleri, “Seyyid kendine gel” diye seslenince kendine gelerek ayaklarını çekermiş.
Seyyid Burhaneddin Efendi, Hazreti Mevlana çocukken dışarı çıkmasın diye medrese kapılarını kilitlermiş. Sabah şafaktan önce kapılar kendiliğinden açılır, Mevlana dışarıya çıkarmış. Anlıyor ki, Hazreti Mevlana’da büyük bir enerji var onu meydana çıkaracak adam yok. Şems-i Tebrizi Hazretleri gelince, Seyyid Burhaneddin Efendi gider. Ben dayanamam der. Bir yere kadar kerametler gösterdi ama Şems onun üstündeydi.
Bir gün Şems-i Tebrizi, Hazreti Mevlana’ya, “Neden ışık altında yazı yazıyorsun?” diye sordu.
Mevlana bir an Şems’in gözlerinin içine baktı ve “Gözüm karanlıkta görmez. Işık olmadan nasıl yazacağım?” dedi.
O zaman Şems, “Çalış her zerren göz olsun, bırak artık ışığı, ışıksız yaz” diyerek Hazreti Mevlana’yı aylarca düşünceye soktu. Gün geldi, perde açıldı. O ışık oldu, karanlıkları aydınlattı. Gözün görüş alanı sınırlıdır. Kalp gözü açılırsa dünya küçülür, başka alemler görülür.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (27)

“Aşk tamamiyle edepten ibarettir” sözü ile ne anlatılmak isteniyor?

Hazreti Mevlana der ki: “Terbiye, terbiyesizden alınır.” Neden? Çünkü kişi çirkin işler yapar sen o çirkin işleri görüp tiksinir, kendine bir terbiye verirsin. Edebe gelince, Hazreti Mevlana, “Edeb okullarda öğrenilmez, aşktan alınır” diyor. Nasıl aşktan alınır? Aşık ile maşuk daima birbirini düşünür. Misal, aşık sevgilisi ile randevulaşınca, bütün gece sevgilisine sunmak için güzel sözler düşünür. Zaten aşık daha geceden randevudadır. Onun gözüne iş, güç görünmez. Buluştukları zaman sevgilisi güzel bir yüz tutup, aşığına öyle derinden bakar ki aşık bunu görünce bütün yazdıklarını, bildiklerini unutur. Acaba bu söz onu incitir mi? İncitirsem kaybederim, diye düşünerek, bütün gece hazırladığı güzel sözlerden, bir tanesini dahi sevgilisine söylemekten çekinir. İşte aşk edebe soktu.
Evlatlar, ana babayı dinlemez, asilik ederler ama sevgilileri ile konuşacaklarsa hep telefon başında dururlar. Ne zaman arayacak diye heyecanlanır, en güzel sözleri ona söylerler. Anne dokuz ay karnında taşıdı, her türlü hizmeti yaptı, o boya getirdi. Sevgilisine söylediği yüzlerce güzel sözden, bir-iki tane söylese ona da razıdır. Onlar da, çoluk çocuk sahibi oldukları, yaşlandıkları zaman annenin babanın kıymetini bilecekler ama iş işten geçmiş olacak, şimdiden bilse ne olur.
Hazreti Mevlana daima yapıcı konuştu. Anlayanlar çok sevdi. Hazreti Mevlana, “Biliyorum ki bana darıldın, ben hayattayken gel yanağımı öp. Bir gün Hakk’a yürüyeceğim, bu güzel sözlerin hepsi sana ders olacak, kabrime gelip sarılacak, toprağımı öpeceksin. Şimdiden gel de, dost olalım” der.
Anne baba, evlatlarından hiçbir şey beklemezler. Onlara tatlı dil, güler yüz en büyük ikramdır. Hiçbirimiz yaşlı doğmadık, hepimiz bir devre geçirdik. Boşuna dememişler, onyedisi dağ delisi, havada uçan kuşu tutsun ister, o kadar delidir. Onun için evlatlarımıza önce biz tatlı dil, güler yüz ve şefkat göstererek, onlara eğriyi doğruyu yavaş yavaş anlatmalıyız. Onlar asidir, biz sabredeceğiz ki, bir gün bize hak versinler.

Adamın biri oğlu ile ormana gitmiş. Çocuk sormuş;
“Bu ne yuvası?”
“Kartal yuvası.”
Beş on adım gittikten sonra yine sormuş;
“Baba nedir bu?”
“Kartal yuvası.”
Çocuk defalarca sormuş, baba hiç bıkmadan cevaplamış. Çocuk büyümüş, yirmili yaşlara gelmiş. Baba oğul yine ormana gitmişler. Baba oğluna sormuş;
“Evladım, şu yuva ne yuvası?”
“Kartal yuvası.”
Yirmi metre sonra yine sormuş.
“Kartal yuvası”.
Yine sormuş.
“Amma çok sordun demedik mi sana, kartal yuvası.”
“Ah evladım, sen belki yüz sefer sordun ama ben seni hiç böyle terslemedim.”

Bir ana baba şefkat doludur. Onlar kırk evlada bakar ama kırk evlad bir ana babaya bakamaz. Onun için sadece maddeye değil biraz da insanlığa yönelmek, büyüklerin eserlerini okuyarak, oradan bir şeyler almak lazım…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (26)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hazreti Mevlana aşk için, “O hal içinde kalma halden hale geçişi yaşa” diyor. Aşkın ötesinde de bir yer var mı?

Hazreti Mevlana, sevgilisini o kadar büyütmüş ki “Altı cihette hep seni görürüm” der. Bu aşığa mahsustur. Nereye baksa onu görür. Dağa bakıp, kendine dağı sevgili kılmamış. Gönlündekini her an değişik simada, değişik muhabbette gördüğü için onun sarhoşu olmuş. Yani her zerresi onunla hoş, her zerresini onun güzelliği sarmış.
Hakk her an tazedir, cihanın sonsuz güzeli O’dur. Aşık, onu kalıp haline getirmeden, tamamen kalıp dışı sonsuz güzelliklerde seyreder.
Hazreti Mevlana’nın yolu güzelliklerle dolu bir yoldur. Kişi o güzelliklere kendini kaptırdıkça aklını kaybeder, başını sonunu aramadan, o güzelliklerde sarhoşlaşır, artık geriye adım atmak istemez.
Bütün Veliyullah’a Hakk aşıkları derler. Onlara akılları taşıdığı kadar yüzünü gösterdi. Oraya gönüllerini bağladılar ve oradan bir an dahi ayrılmak istemediler. Çünkü O, baki güzel, dünya durdukça güzelliğini koruyacaktır. Bütün varlık O’nun, O yarattı.

Ne güzel buyuruyor Hazreti Mevlana bir kasidesinde, diyor ki:
“Saki şarap kadehini bir kere daha doldur! Dünyada da ahirette de senin gibi sadık bir dost yoktur.
Sen meclisimize geldin, yüzünü gösterdin de, aklı da fikri de aldın. Artık can Mansuruna her taraf bir başka darağacı oldu.
Can senin yüzünden deli divane oldu. Gönül de deniz halini aldı. Artık gönül nasıl olur da başka bir sevgiliye döner bakar?
Aşıklar meyhanesinde can, sakilik etmektedir. Bu yüzdendir ki, aşıklar gibi mest olmuş, kendinden geçmiş kişiler bulunmaz.
Aşk yolunda yürür, yol alırsan bilirsin, anlarsın ki, bu dünyada gördüğümüz bu bağlardan, bu gül bahçelerinden başka bağlar, başka gül bahçeleri de vardır.
Gönül ansızın beni aldı, o tanınmış aşk otağına götürdü. Ben, aşk otağındaki sultanın yüzünü görünce kendimden geçtim. Gönül de bir başka şekilde kendinden geçti.
Dünyayı güzel eserlerle süsleyen eşsiz sanatkarın aşkı ile geçmeyen ömrü sen ömür sayma, o kaybolup gitmiştir. Hakk yolunda hakikate varmak sözle olmaz, inandığını yaşamakla olur.
Hakk yolunda yürüyen aşık ilahi sevgiyi gönlünde hissedince onun için baht da budur, devlet de budur, zevk de budur, yaşayış da budur. Onun için bu aşktan, bu sevdadan başka bir alış veriş, başka bir kar yoktur.
Deniz aşk yüzünden coşar köpürür. Kuş bu yüzden öter. Onların hepsinin de dileği bu aşk tuzağına her an yeni bir avın düşmesidir.
Allah dünyayı gizli bir hazine gibi meydana çıkarınca, sevdalarla dolu olan her baş, boş durmadı. Onu bulmak için dünyada bir başka şeyi meydana getirdi.
Şu dünyada nerede olursa olsun, bir güzel varsa, o gece gündüz kararsızdır. Kendi güzelliğine bir alıcı arar durur.
Nerede bir ay yüzlü, nerede bir misk kokulu varsa, kendine ağlayıp inleyen bir aşığı müşteri gibi beklemektedir.
Şu anda şu nefeste ben, onun mestiyim. Başka bir gün şu ter ü taze perdeden sırlarla dolu başka gazeller söylerim…”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (25)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Aşkta iniş çıkışlar olur mu?

Biri aşka düşmüş ise, bir an dahi o sıcaklıktan kendini mahrum etmek istemez. Hem aşk hem akıl, ikisi bir arada olmaz. Aşk akılı mahveder.
Mecaz aşka örnek olarak; Leyla ile Mecnun var, Aslı ile Kerem var, Ferhat ile Şirin var…
Bu mecaz aşk. Hazreti Mevlana mecaz aşkta da aşığa sesleniyor: “Sen sevgiline Tanrım, dinim, imanım diyemezsen, senin aşkın gerçek değil. Evvel Allah sonra sen dersen, akıldasın, aşka düşmemiş, kendinden çıkmamışsın. Sen aşık değilsin, kendini kandırıyorsun.”
Peygamber Efendimiz, bir an dahi Hakk’sız söz etmedi.
Şems-i Tebrizi Hazretlerinin yastığı tuğla idi. Çevre ile sarmış, gaflet bastığı an başını oraya koyarmış. Bir insan tuğla üstünde ne kadar uyuyabilir. Bir dakika ya uyur, ya uyumaz. Çünkü tuğla kemiğe ağrı verir. Neden bunu yapıyor? Sevgilisinden mahrum kalmasın, hep onunla muhabbette olsun diye.
Aşıkta sevgiliye karşı soğuma olmaz. Kerem ile Aslı’ya, Şirin ile Ferhat’a bakın.
Veysel Karani Hazretleri, Hazreti Muhammed’in Uhud Savaşı’nda bir dişinin kırıldığını öğrenince hangi dişin kırıldığını bilemediğinden ağzından otuziki dişini çıkardı. Hazreti Muhammed aşkına dişsiz yaşadı.
Aşkı gece gündüz anlatsak bitmez. Mevlevilik, hiçbir yere benzemez ve cemaati de çok olmamıştır. Hazreti Mevlana’nın yaşadığı devirde bile cemaati azdı.
Bir gün Hazreti Mevlana’ya demişler ki: “Sayısız hakikat sunuyorsun. Başka yerlere gidiyoruz, bunların onda birini işitmiyoruz. Ama orada cemaat çok, sende az…”
Hazreti Mevlana, “Orada o kalabalığı görüyorsun ama benim buradan gönderdiklerimi görmüyorsun. Benim cemaatim az olsun, has olsun” demiş. Manavda mal çok ama değeri yok. Sarraf dükkanında malzeme az ama değeri çok. Hatta sarraf dükkanı boştur. Sarrafta hiçbir ziynet bulunmaz. Bir mihenk taşı bir de terazisi vardır. Bütün mücevherlere ayar verir. Mevlevilik, sarrafiyedir.
Bütün dünya aydınları, Hazreti Mevlana’nın hakikat dolu düşüncelerinin peşinde koşarlar. Çünkü o ayırım yapmadan sevgiyle bakarak ruhları güzelliklere sürükleyip hayat verir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (24)

Bahsettiğiniz bu ilahi aşk nasıl yaşanacak; karar vererek, irade kullanarak aşk olur?

Hazreti Mevlana, “Aşk okullarda öğrenilmez” der. Aşk gözden doğar. Sevgi ile aşk aynı değildir. Aşk insanı deli eder, akıl bırakmaz. Aşık gece gündüz hep sevgilisini düşünür.
Hakk’ı dünyadaki bütün güzelliklerin üstünde tasavvur ederek maneviyata yönelinirse, o güzelliğini sevenine gösterir. Yolları kısaltan, insanı birdenbire menzile ulaştıran aşktır. Menzile ulaştığı zaman aşıkta kişilik kalmaz, sevgili vücuda hakimdir, başa akıldır, hüküm de onundur. Hüküm onun olunca, artık aşığa ait bir şey kalmamıştır, aşıkta irade kalmaz. Akılla, iradeyle aşık olunmaz.Aşkı ancak tadan anlar.
Hazreti Mevlana’ya, “Aşkı bize söyler misin, aşk nasıldır? “ diye sormuşlar.
“Nasıl bahsedeyim, benim gibi ol da anla” demiş. İnsan kolay kolay duygusunu ortaya çıkaramaz, o duygu onu alır, başka alemde tutar. Onun için tatmayana aşkı anlatamayız. Kim tatmışsa aşkı, onunla rahat konuşulur. Akıllıda akıl bırakmaz. Akılsızı da akıllı yapar. Allah her şeyin üstündedir. Kişi ona yönelirse o aşkla üstünde gaflet gider, Hakk’ın güzellikleri aşıkta görünür.

Hazreti Mevlana’ya sorarlar, “Aşk nedir?”
Şöyle der: “Aşk, Allah’ın elidir. Aşka tutulan Allah’a tutulmuştur.”
Yine sorarlar, “Aşkın ağzı var mı?”
“Aşkın ağzı olsaydı, bu koskoca cihan, aşkın ağzında ancak bir zerre görünürdü.”
Cihan aşkın ağzında küçülüyor. Aşk onu da yutacak…
“Aşkın kapısı var mı?”
“Aşkın kapısı olsaydı, bu alemde padişahlık taslayanlar o kapıda ancak bekçilik yaparlardı.”
Onların padişahlıkları, hükümdarlıklar geçerli değildir. Aşk padişahı köle yapar…

Mevlana’mız çok güzel buyurur ve der ki:
“Aşığın hastalığı bütün hastalıklardan ayrıdır. Aşk, Tanrı sırlarının usturlabıdır. Aşıklık, ister o cihetten olsun, ister bu cihetten… akıbet bizim için o tarafa kılavuzdur. Aşkı şerh etmek ve anlatmak için ne söylersem söyliyeyim… asıl aşka gelince o sözlerden mahcup olurum. Dilin tefsiri gerçi pek aydınlatıcıdır, fakat dile düşmeyen aşk daha aydındır. Çünkü kalem, yazmada koşup durmaktadır, ama aşk bahsine gelince; çatlar, aciz kalır…”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (23)

Aşkta çalışmak nedir?

Aşkta çalışmak, duyulan bu güzellikleri unutmayarak, ona sevgi, muhabbet bağlayıp, onun dışına çıkmamaktır. Burada o güzel konuşulduktan sonra, dışarıda başka muhabbetlere girildiği zaman aşk, sevgi bırakılmıştır ve bu güzellikler kaybedilir. Aşkı sayısız sefer söyledik. İster kız, ister erkek olsun, aşık oldu mu evde, bahçede, mutfakta, her yerde sevgilisini düşünür, onunla konuşur. Aşk, hem erkeği hem kızı kendinden almış oraya sevgilisi yerleşmiştir. Bunlar Allah’ın oyunlarıdır, mecaz aşk bir köprüdür.
Yüce Mevlana bununla ilgili, “İki sevgili birbirlerini kusursuz severlerse, o iki sevgili birbirine bahanedir. Her ikisinden de sevilen benim, çünkü ben sevgiyim” diyor. Fakat pürüz, menfaat olan yerde yok, çünkü er geç kavga çıkar.
Aşık toplumda belli olur, benzi sarı, dudakları kurur, yüzü solgundur. Çünkü gece gündüz hep sevgilisini inleyerek onun hasretiyle erimektedir. İşte aşk budur.
İnsan canlı bir dünyadır ve insanı güzelliklere sürükleyen sevgidir. Güneşsiz bir dünyanın hiçbir işe yaramadığı gibi, sevgisiz insan da yaşarken ölmüştür. Hazreti Mevlana, manevi bir güneştir ve ona yüz tutanların gönüllerini, ruhlarını güzelliklere sürükleyerek hayat verir.

Aynen şu kasidesinde olduğu gibi…

“Aşıklar! Haydi, cisim ve can kalmamış gibi çalışınız. Bedenin ağırlığı kalmayınca, gönlünüz göğe uçar.

Gönlünüzü, canınızı haydi, hikmet suyuyla tozlardan yıkayınız ki, ruhunuz yeryüzünde hasret içinde kalmasın.

Cihanda ne varsa aşk onun canıdır. Aşktan başka ne görüyorsan, hiçbiri ebedi kalmaz.

Senin yokluğun doğu gibi, senin ecelin batı gibidir. Dediğimi yaparsan, bu göğe benzemeyen bambaşka bir gök olursun.

Göğün yolu senin içindir ki, aşk kanadını çırpmaya bak. Aşk kanadı kuvvetlenince, artık merdiven kaygısı kalmaz.

Sen cihanı dışarıdan görme, zira cihan gözün içindedir.  İki gözü kapayınca, cihandan cihan kalmaz.

Gönlün dam gibidir, hislerin damın olukları gibidirler. Suyu damdan iste ki, oluklar kalmazlar.

Bu gazeli tamamlamak için, gerisini gönül levhasından oku. Sen benim dilime bakma, zira dil ve dudak kalmazlar.”

 

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (20)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Konya Mevlana Müzesi’nde ve Galata Mevlevihanesi’ndeki müzede çenedanlıklar var. Bunların amacı tefekkür esnasında gaflete düşmekten korumak mıdır?

Eskiden Dedeleri gaflet basınca çenelerinin altına çenedanlık koyarlardı. Onu kullanmalarındaki amaç, nefslerine ıstırap vermekti. Kendilerinden birkaç dakika geçerler, kendilerine gelince, yine zikre devam ederlerdi. Vücudun çeşitli yerlerine çeneye, alna, koltuk altına koyarlardı. Bunların hepsi çile sopaları, huzuru kaçıracak şeylerdir. Yani, iç huzuru bambaşka bir şeydir, zaten o huzuru kaybetmemek için kendilerine ıstırap vermişlerdir.
Bütün Veliler kendilerine ıstırap verdiler. Bir Mevlevi canı gece hizmetini yaptığı zaman yatarken yastığı, yorganı ile görüşür. Üstündekileri çıkarırken onlarla da görüşür, sağa, sola atmaz, edebe uyar.
İnsan olmak kolay değil, asıl olay kişinin nefsiyle uğraşmasıdır. Yunus Emre, “Nefsini bilen kişiye, bütün erenlerin eyvallahı var” der. Ne demek istiyor? Nefsi çok arzularda bulunmuş, şunu bunu yemek istemiş, ama vermemiş. Falan yere gidemezsin, filanla görüşemezsin, diyerek nefsiyle hep uğraşmış. Nefsine devamlı çata çata, bir bakıyorsun o kişi nefsini bilmiş, nefsinin isteklerine hürmet etmeyerek, Veli sıfatına bürünmüş.
Sizlere Mevlana’mızdan bir misal vereyim…
Hazreti Mevlana bir gün hamam gider. Deriyle kemik haline bürünmüş vücudunu ovarken, kaburgaları ellerine dokunur. Bu sırada Allah’tan nida gelir: “Ey benim sevgili Efendim Celaleddin! Bu beden sana verdiğim bir ilahi emanet, orada gizli olan benim. Neden bakmadın, bu hale getirdin? Ne kadar zayıf düşmüşsün.”
Hazreti Mevlana bakın nasıl bir yanıt veriyor: “Bedenimde hem sen varsın, hem nefsim var. Nefsimin isteklerine düşmeyerek bedenimi bu hale getirdim. Ne kadar şükretsem az, seni aşikar gördüm. Eğer nefsimin isteklerine hürmette bulunsaydım, başıma belalar gelecek ve seni de göremeyecektim, senin için yaptım.”
İnsan kulaktan, hayvan ağızdan beslenir. Bir insanın işi ağırsa çoluk çocuğunun rızkını çıkarmak için, emaneti besleyecek ki, o yükü taşısın. Gereksiz yere bedenini fazla beslerse nefsini azdırır, kendine zarar getirir. Ruhi gıda her şeyin üstündedir. Hakk’ın güzellikleri ne kadar sunulursa sunulsun doyumu yoktur. Diğer güzellikler çabuk geçer.
Bu beden bir kafese benzer. Ruhaniyete yani, Hazreti Muhammed’in, Evliyaların güzelliklerine yönelir, Allah muhabbeti ile yaşam sürdürülürse, ruh kuş haline gelerek o kafesi alıp yücelere çıkarır. Maneviyata meyil verilmez, dünya varlıklarını düşünerek, sevgi dünyaya verilirse kuş yerine o kafese fareler dolar, toprak çeker, insan yücelemez.
Hazreti Mevlana’nın buyurduğu gibi, “Besleme şol tenini, tabuta büryan edersin; besle ruhaniyetini, semavata yücelesin.”
Nefsi gıda çok sunulursa vücutta gam yapar. Fazla yer içersen gaflet verir. Çünkü onların özü topraktır. Ruhani gıda ne kadar çok sunulursa ruh o kadar ferahlık bulur, ruhani sözlerin özü nurdur, seni aydınlığa sürükler.