İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 9

“Hayra niyet ettiğiniz zaman acele edin, ta ki havai nefsiniz sizi yenmesin.”

Allah’a giden yol çetin ve zor bir yoldur. İnsanın önüne bu yolda bir çok engeller çıkar, ki bunlar, insanın çabasının, isteğinin ve imanının ne kadar güçlü veya ne kadar güçsüz olduğunu meydana çıkaran imtihanlardır. Ancak bütün bu imtihanlara göğüs gererek pes etmeyen kişi Allah’ın hakikatine ulaşır, kurtuluşa erer.

Bütün Peygamberler, bütün Veliler, Erenler ve Azizler, hepsi Allah’tandır ve Allah’ta fani olmuşlardır ve Allah ile yaşamlarını sürdürürler.

Din, ibadet ve iyilik, kişinin kendi istek ve arzusuna bağlıdır. Kişi ne kadar saf ve temiz bir niyetle ve hiçbir karşılık beklemeden ibadet ve iyilik yaparsa, o kadar Allah’a yakınlaşır ve Allah da o kadar ona yaklaşır.

Din, gerçek anlamda nefsine egemen olmaktır ve dinde en önemli olan, kişinin nefsiyle mücadeleye girip, nefsine tamamen sahip olması ve kendini bilip, bulmasıdır. Kendini bilen Rabbini bileceği gibi, kainattaki her türlü sır ve manayı kavrayıp, öğrenir ve anlar.

Çünkü nefsini yenen ve benlikten kurtulan insanın zihni durgunlaşır ve berraklaşır; rüzgarsız havada yanan bir mumun alevi gibi sabit olur.

Bakın, Hüdavendigar Mevlana, Mesnevi-i Şerif’inde şöyle buyuruyor: “Mum, ay gibi maksadını gösterir… bu tarafta tane var, yahut burası tuzak der! Elinde bir ışık oldu mu istesen de istemesen de doğan iziyle karga izini görür, ayırt edersin! Fakat mumun yoksa buna imkan yoktur.” (Cilt 4, 1698-1700)

“Mustafa, ‘Beni görene benim yüzümü gören kişiyi görene ne mutlu’ dedi. Bir mumdan yanmış olan çırağı gören, yakinen o mumu görmüştür. Bu tarzda o mumdan yakılan çırağdan başka bir çırağ, ondan da diğer bir mum yakılsa ve ta yüzüncü muma kadar, hep o ilk mumun nuru intikal etse, sonuncu mumu görmek, hepsinin aslı olan ilk mumu görmektir. İstersen o nuru, son çırağdan al, istersen ilk çırağdan… hiç fark yok. Nuru, dilersen son gelenlerin mumundan gör, dilersen geçmişlerin mumundan.” (Cilt 1, 1946-1950)

Cihan Sultanım, kainat nurum,                                                                                           Şahlar Şahım, ya Ali!                                                                                                    Sevenlerine kıblesin, muma ışık, alevsin,                                                                              Bir bitmez hikayesin, söyle de söyle…                                                                                  Sen ab-ı hayatsın, sen şekere tatsın,                                                                                    Sen Allah’ın sırlarını bilensin,                                                                                                    Sen her zaman gülen, söyle de söyle…                                                                           Şahlar Şahı Ali’m!                                                                                                                          Gam sana gerek değil, öfkeli yürek değil,                                                                               Al eline rebabı, bırak dövüşü kavgayı,                                                                         İmanına hamdolsun, gönlümüz neşe dolsun,                                                                 Söyle de söyle, ya Şahım Ali…

 

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 8

Yousef Abdinejad

“Kudret bulup da düşmanına üstün olunca, şükrane olarak onu affetmeli ve ona karşı iyi muamelede bulunmalı.”

Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, çok mertti. Öyle ki bu dünya üzerinde insanların merti Hazreti Ali’dir, hayvanların merti aslandır, kuşların merti de şahindir.

Hazreti Ali Efendimiz hiçbir zaman nefsi için savaşmamıştır, ancak nefs sahiplerine karşı savaşmıştır.

Hazreti Ali Efendimiz bu sözünde demek istiyor ki, madem sen o güce sahipsin, o kudrete sahipsin, madem düşmana galip geldin, şimdi düşman senden aman diliyor, aman diledikten sonra o halde ona kötü muamele etme, onu cezalandırma. Onu bağışlarsan bu çok büyük bir lütuftur.

Şimdi bakın, evlatlığı Mülçem’i çölde buldular, getirdiler Hazreti Peygambere. Peygamber Efendimiz, Mülçem’e bir baktı ve onun kim olduğunu anladı. Dönüp sahabesine, “Efendiler”, dedi, “sizin haliniz vaktiniz yerindedir, hanginiz bu çocuğu evlatlık olarak alır?” diye sordu. Hiçbiri sahip çıkmadı. Bir tek Hazreti Ali Efendimiz kaldırdı elini. Hazreti Resulallah, Ali’ye dönüp, “Sen dur” dedi. Yine sordu sahabeye, yine hiçbiri sahiplenmedi. Yine Ali sahiplenmek istedi. Üç defa sordu, üçünde de Ali kaldırdı elini. Bunun üzerine Hazreti Resulullah, Mülçem’i Ali’ye verdi. Fakat verirken de, eğilerek Ali’nin kulağına, “Ya Ali” dedi, “bu senin katilindir, bu seni şehadete erdirecek. Onun için bunu sana vermek istemiyorum.” İşte Hazreti Ali’nin verdiği cevap: “Söz veriyorum sana ya Resulallah, ona Hasan’dan Hüseyin’den daha iyi bakacağım ki bileği güçlü olsun, o gün geldiğinde zahmet vermeden beni şehadete erdirsin.”

Kim yapar bunu bakalım?.. Evlatlık aldı Mülçem’i, kendi lokmasından bir fazlasını ona verdi, Hasan’dan Hüseyin’den daha fazla onu besledi.

Mülçem kemalata erdiğinde, fark etti ki Hazreti Ali onu oğulları Hasan’dan Hüseyin’den daha fazla besliyor, sordu Hazreti Ali’ye, “Neden beni abilerimden daha fazla besliyorsun? Neden bana onlardan daha fazla ikramda bulunuyorsun?” Hazreti Ali Efendimiz, “Mülçem” dedi, “ye nimetini sorma hikmetini.” Mülçem dayanamadı yine sordu, “Muhammed aşkına söyle” dedi. Bunun üzerine Hazreti Ali şu cevabı verdi: “Mülçem oğlum, ben seni besliyorum ki, zamanı geldiğinde, bana kılıç çektiğinde, bileğin güçlü olsun ki bana zahmet vermeden benim canımı alasın, beni şehadete erdiresin.” Mülçem bunu duyunca başladı ağlamaya, feryat figan etmeye, “Hâşâ ne olur baba beni katledin, ben bunu yapamam bana engel olun” diyerek attı kendini yerlere. Hazreti Ali, “Mülçem” dedi, “sen bunu zaten isteyerek yapmayacaksın, sen aşka tutulacaksın, aşk senin gözlerini kör edecek, o zaman bana kılıç çekeceksin.”

Aradan bir-iki sene kadar zaman geçti, Kutame adında çok güzel bir kadın vardı. Hazreti Ali, Kutame’nin iki kardeşini savaşta katletmişti. Muaviye, Kutame’yi kandırdı, ona, “Ne yap et, Mülçem’i kendine aşık et, Ali’yi ortadan kaldırsın” dedi. Kutame, Mülçem’i kendine aşık etti. Mülçem aşık oldu, aklını kaybetti. Kutame’ye evlenme teklif etti. Kutame, “Evleniriz ama benim bir şartım var” dedi. Mülçem, “Nedir şartın?” diye sordu. Kutame, “Ali’yi ortadan kaldırırsan seninle evlenirim” dedi. Mülçem, “Hâşâ” dedi, “ben onu yapamam.” Kutame, “Yapamazsan ben de seninle evlenmem” dedi. Mülçem, “Ali’yi öldürürsem, beni yaşatmazlar, o zaman nasıl evleneceğiz?” deyince, Kutame, “O zaman biz de ahirette buluşuruz” dedi. Böylece Mülçem’in aklını çeldi.

Hazreti Ali Efendimiz artık anladı ki o gün yaklaştı, arkadaşlarına, “Sabah namazına giderken beni almaya gelmeyin” dedi, “ben camiye kendim geleceğim.” Üçüncü gün sabah namazını eda etmek üzere evden çıktı, geldi camiye, doğruldu sabah namazına, ikinci rekatta iken Mülçem kılıcı Hazreti Ali’nin boynuna vurdu. Kılıç boynuna isabet etmedi kafa kemiğine geldi. Bunun verdiği acıyla Hazreti Ali bir nara attı. Mülçem, Hazreti Ali’nin narasından ürküp, kılıcı elinden attı. Hazreti Ali, o haldeyken, acılar içinde kıvranıyorken bile, çevirdi başını Mülçem’e, “Hemen saklan, şimdi abilerin gelirse seni öldürürler” dedi. Bakın o haldeyken bile nasıl koruyor onu… İmam Hasan ve İmam Hüseyin hemen yetiştiler, yakaladılar Mülçem’i, Ali’nin huzuruna getirdiler. Hazreti Ali, “Mülçem” dedi “rahat ol, ben sensiz cennete girmeyecegim. Ben hayattayken sen de hayatta kalacaksın. Ben Hakk’a yürürsem, abilerin de sana zahmet vermeden bir vuruşta canını alacaklar.” Ve imam Hasan Efendimiz babası Hakk’a yürüyünce, bir vuruşta almıştır Mülçem’in canını.

Hazreti Ali gibi mert biri daha gelmemiştir dünyaya, ki katilini bile besliyor koruyor. Bu nedenle Hazreti Ali Efendimiz, düşmanı boyun büktü mü, medet diledi mi onu katletmemiştir, bağışlamıştır.

 

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 7

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

“İhsan ve ikramı, layık olmayan kimseye yapmak aynı zulümdür.”

Hazreti Ali Efendimizin bu sözü çok yerindedir. Eğer bir kişi münafık ise ve daima etrafa ikilik tohumları saçıyorsa, insanları birbirine kırdırıyorsa, hep zulüm verecek fikirler üretiyorsa, böyle bir kişiyle karşılaştığın zaman ihsan ve ikramlarda bulunmaya kalkışmayacaksın. Eğer kalkışırsan, sen de zulüm işlemiş olursun. Böyle kimselere ihsanda, ikramda bulunmayacaksın, sessizliğe bürüneceksin, hatta selam vermek bile doğru sayılmaz.

Hazreti Ali Efendimizin menkıbeleri ile Hazreti Muhammed Efendimizin menkıbeleri arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de bir nurun bir ruhun varisleridirler.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka Velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz” (Hud, 113) buyrulmaktadır.

Hüdavendigar Mevlanamız da Mesnevi-i Şerif’inde şöyle buyurur: “İhsan sahipleri öldüler, ihsanları kaldı… ne mutlu o kişiye ki bu merkebi sürdü! Zalimler de ölüp gittiler, fakat yaptıkları zulümler kaldı… vay o cana ki bu hileyi, bu kötülüğü yaptı! Peygamber ‘Ne mutlu o adama ki dünyadan gitti de ondan iyi bir iş kaldı’ demiştir. İhsan sahibi öldü ama ihsanı ölmedi ki… Tanrı indinde din ve ihsan, küçük ve değersiz bir şey değildir! Eyvahlar olsun o kişiye ki kendisi öldü de isyanı kaldı… sakın, öldü de canını kurtardı sanma ha!..” (Cilt IV, 1201-1205)

“Zulüm nedir? Bir şeyi layık olduğu yere koymamak. Sen de onu, ona layık olan yerden başka bir yere koyup zayi etme.” (Cilt VI, 1558)

 

 

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 6

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

“En büyük mücadele nefsinizle yaptığınız mücadeledir.”

Bir gün Hazreti Ali Efendimiz savaşta dövüşürken karşısındaki cengaveri almış altına tam Zülfikarını çekmiş boynuna vuracak iken, cengaver ansızın Hazreti Ali’nin yüzüne tükürmüş. O esnada Hazreti Ali Efendimizin safrası kabarmış ve hemen Zülfikarı elinden atmış. Cengaver, Hazreti Ali’nin bu hareketine çok şaşırmış ve demiş, “Ya Ali niye kılıcını vurmadın boynuma? Ben sana hakarette bulundum.” Hazreti Ali ona şu cevabı vermiş: “Sen benim yüzüme tükürdün benim safram kabardı. Ben Zülfikarı o haldeyken senin boynuna vurmuş olsaydım, hizmetim nefsim için olacaktı Allah için olmayacaktı. Ben burada nefsim için dövüşmüyorum, Allah için dövüşüyorum. Kılıcı bunun için bıraktım.” Cengaver, Hazreti Ali’nin bu sözünü işitince, “Sizin ne kadar büyük bir inancınız büyük bir imanınız varmış, ne olur bana talkın et, ben de sizin safınıza geçmek istiyorum.” Hazreti Ali, “Gel” demiş, “seni Hazreti Muhammed’e götüreyim, o sana talkın etsin.” Cengaveri Hazreti Muhammed’e götürdü, Hazreti Muhammed ona talkın etti, Müslüman oldu. Büyük bir iman sahibi oldu ve çok güzel hizmetlerde bulundu, Hazreti Ali Efendimizin yanında yer aldı. Cengaver aynı zamanda kalabalık bir kabilenin evladı idi, kabilesini de Hazreti Resulallah’a getirdi, Müslüman ettirdi.

Yani, şifai davranmak nefse uymamak insanı hep kazanca götürür. Ama nefsine uyudun mu her zaman kayba, zarara, ziyana gidersin. Uhud Savaşı çok büyük bir savaştı. Savaştan sonra Hazreti Peygamber aldı sahabesini karşısına, sahabe ona dedi ki: “Ya Resulallah bu savaş kıyameti andırdı.” Hazreti Peygamber, “Bu savaş küçük bir savaştı, asıl büyük savaş bundan sonra başlayacak” dedi. “Nasıl olur ya Resulallah?” dediler, “bu çok büyük bir savaştı.” Hazreti Peygamber dedi ki: “Biz bu savaşta görünen düşmanla savaştık, biraz gaflete dalsak düşman bizi yenerdi; ama bir de görünmeyen düşmanımız var, her an bize tuzak kuruyor.” “O kimdir ya Resulallah?” dediler. “Nefsimiz” dedi. “Şimdi nefsimizle savaş edeceğiz. Nefsimizin isteklerine karşı gelirsek, biz mümin sıfatına ereriz. Fakat nefsimize ikramda bulunursak mümin sıfatından çıkmış oluruz.”

Hüdavendigar Mevlana’nın ilk şeyhi Seyyid Burhaneddin Hazretleri de şöyle buyuruyor: “Nefsi ile barışık olan kişi, bilsin ki Allah ile savaştadır.” Madem ki Allah ile savaştadır, o hiçbir zaman galip olamaz. Bir kişi nefsine hükmederse, bu kişi Allah ile barışıktır.

İşte Hazreti Ali Efendimiz, insanın nefsiyle savaşında bizlere en büyük örnektir. Bir kişi Hakk’a kulak vermez, nefsi ağır basar, nefsine uyarsa bu yüzden kayba gider. Eğer çalışır nefsini yenerse yolu rahmaniyete çıkar.

 

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 5

“İnsanın yalnız kalması, kötü arkadaşlarla kalmasından daha iyidir.”

Hazreti Ali Efendimizin bu sözü çok yerinde ve çok doğru bir sözdür. Bir kişi küfürbazlarla arkadaşlık ederse, sohbet ederse, o sohbette onların küfürlü sözlerini, çirkin sözlerini dinler, huzuru kaçar rahatsız olur. Sözü de onlara geçmez. O yüzden onlarla arkadaşlık yapmaz yalnız kalır daha iyi. 

Aslında bu kişi yalnız değildir ancak Allahsız kişiler yalnızdır. Sevenler hiç yalnız değildirler. 

Şimdi Bayezid-i Bestami Veli’den bir örnek sunayım size: Bayezid-i Bestami Veli, selam olsun üzerine, dervişleri ile oturuyor, sohbet ediyor, onlara bir sürü hakikatler anlatıyor fakat hiçbir dervişi bu anlatılanları anlamıyor. O da sıkılmış bu durumdan, artık konuşmayacağım anlatmayacağım demiş ve halvete kapanmış. Bir ay, birbuçuk ay halvette kalmış, hiç dışarı çıkmamış. Dervişleri merak etmişler sormuşlar, ama Bayezid-i  Bestami Veli dışarı çıkmamış. Aralarından bir dervişi onu çok özlemiş, gelmiş kapısını çalmış. Bayezid-i Bestami Veli’nin hanımı açmış kapıyı; “Buyrun” demiş, “kimsiniz?” Derviş demiş, “Ben Efendimin manevi evladıyım çok özledim onu, görmeye geldim. Acaba beni buyur eder mi, içeri girip onu göreyim?” Hanımı, “Burada bekle” demiş, “ben ona gidip bir sorayım.” Gitmiş içeri sormuş, Bayezid-i Bestami Veli, “Buyur et” demiş, “gelsin.” Derviş gelmiş içeri, niyazda bulunmuş, selam vermiş. Dönmüş Efendisine demiş, “Efendim ne bu yalnızlık?” Efendisini orada oturmuş yalnız görüyor ya… İşte Bayezid-i Bestami Veli’nin verdiği cevap: “Evladım, sen geldin ben yalnız kaldım. Sen gelmeden önce ben yalnız değildim.” Gördünüz mü verdiği cevabı?.. Aşık her an rabıtadadır. Ne alemlere gider gelir o. Onun için aşık olan yalnız değildir, aşık olmayan dünya olsa yanında yine de yalnızdır.

Bakın ne güzel buyuruyor Hüdavendigar Mevlana… 

“Aşık, kimsesiz, tek başına, yapayalnız kalsa da, o, yalnız değildir; sevgilisi ile gizlice, beraberdir! Çünkü o, nerede olursa olsun, gerçek sevgili olan Allah ile manen beraberdir! Aşıkların şarabı, üzüm şarabı gibi küpten coşmaz, gönülden coşar! Aşık, sırlar aleminde aşka dost olur, arkadaş olur!..” 

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 4

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

“Ne mutlu o kimseye ki, acı söz karşısında hiddetlenmez”

Hazreti Muhammed Efendimiz, Hazreti Ali’ye bir isim verdi, Ali Ebu Turab. Yani toprağın babası. Bu ne demektir? Daima tevazu halde yaşamak, herkese hoşgörüyle çıkmak demektir. 

Toprağa ne kadar pislik atsalar da ne kadar zehirler atsalar da, toprak, buna rağmen, atılan o zehirlerin hiçbirini dışarı çıkarmaz; bir bakarsın laleler, güller, türlü türlü çiçekler, çimenler meydana çıkarır.

Ne diyor İmam Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, “Öfke padişahlara padişahlık yapmıştır, onları altına almıştır. Benim ise öfke ve hiddet ayaklarımın altındadır, zerre kadar bana etki edemez.”

Şimdi Hazreti Ali Efendimiz, Hazreti Muhammed’in huylarıyla huylanmış, Allah ile Allahlaşmış. Onlar bu kainat üzerinde ne kadar varlık varsa hepsinin huylarını bilirler, hallerini bilirler. Fakat insanların çoğu onların bu güzel hallerini bilmedikleri için, onların hakikatlerinden uzak oldukları için, hemen hemen hepsinde öfke var, hiddet var, kavga var. 

İmam Ali Efendimizin bir sözü daha vardır der ki: “Bir insan öfkeye, hiddete teslim olmuş ise, o kişide İblis varlığını göstermiş demektir. İman ondan uzaklaşmıştır.”

İnsanlık vasıfları sevgi, hoşgörü ve merhamettir; öfke ve hiddet ise ancak hayvanlık vasfıdır. 

Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de, “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever” (Ali İmran, 134) diye buyrulur.

Hüdavendigar Mevlanamız da bir seslenişinde şöyle der:
“Şefkati merhamette güneş gibi ol,
Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol,
Cömertlikte akarsu gibi ol,
Hiddeti asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol,
Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol…”

Herşey sevgiye, aşka, imana, kendini sevdiğin yere perçinlemeye dayanıyor. Bunları yapabildin mi, sende Hakk’ın güzellikleri meydana tecelli etmeye başlar. 

Kendini bil ey insan, bin sır ile Tanrı yüklemiş seni, 

Sen aynasın, O’dur güzelliğin sultanı ey insan. 

Alemde ne varsa sendedir her an için,

Sen sende ara kendini, kendini tanı ey insan. 

Tüm sende olan sırlar açıklansa eğer,

Gül bahçesi olurdu gök ile yer, ey insan.

İnsandan silinsin şu kibir, gör o zaman,

Her Firavun sanki Musa Peygamber ey insan. 

Dünyada ilk ve son varlıksın ey insan,

Allah katında tek varlıksın, Halife-i Hak’sın ey insan!

Yerin göğün tek varlığı, kainatın nurusun ey insan, 

Alemler sende zuhur oldu, sen Hak’sın ey insan… 

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 3

“Dostlarının gönlünü kırma, düşmanlarının arzularını yapmış olursun.”

Hüdavendigar Mevlana, “Ahdi, misakı bozmak, ahmaklıktandır. Yeminine vefa etmek ve yemininde durmaksa temiz kişinin işidir. Münafık kişilerle dost olmanın şomluğu mümini de onlar gibi çirkinleştirir, asileştirir” der ve yine, mecazi yönden bizlere şöyle bir benzetme yapar: “Namazda ansızın yellensen, birisi de sana git yeniden abdest al dese, gitmez, orada kakılır kalır namaz kılmaya devam edersen istediğin kadar eğil bükül, yat kalk… be şaşkın, zaten namazın gitti! Yürü, seninle eş olanların, sözünü sohbetini susamışçasına sevenlerin yanına var!”

Bir kişi Hakk’a kulak vermez, nefsi ağır basar, nefsine uyarsa bu yüzden kayba gider. Eğer çalışır nefsini yenerse yolu rahmaniyete çıkar.

Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler! Kendi dışınızdakilerden sırdaşedinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Düşünürseniz, biz size ayetleri açıkladık” (Ali İmran, 118) diye buyrulmaktadır.

Gönül gözü açık olan iman sahiplerini kimse kandıramaz. Çünkü gören kalbtir, göz değil. İş ki, gözümüzün, kulağımızın arzularını alıp, aklen, bizi yaratan Hakk’la meşgul olalım.

İman sahibi olmayanlar, ancak kendilerini kandırırlar, Hakk’ı kandıramazlar. Bunlar küçük akıl sahipleridir. Çünkü Hakk her şeye vakıftır. O, her şeyi görür, çünkü kainat O’nundur, kainatla görür.

Aklın sabahına ulaşmak için ise gönülü illa bir Hakk dostunun gönlüne katmak lazım. Çünkü mayasız hamurdan ekmek pişirilmez.

Gönlü açık olanların elleri de açık olur… Körlerin taşlık yerde düşmeleri de pek tabiidir.

Adem ile Havva’dan geldi çok insan,

Nebilerle Velilerle aydınlandı bu cihan,

Yüzbin kere doldu boşaldı bu cihan…

Allah’ın Nebisi Nuh ile tufan eyledik,

Hakk Muhammed Ali ile birleştik,

Hep beraber sonsuz güzelliklerini,

Birbirimizde seyrettik.

O mekanda pekçok muhabbet ettik,

Sonsuz güzelliği hep beraber seyran eyledik.

Vahdet alemini bilmeyen insan,

İnsan suretinde kaldı bir hayvan.

Bizden ayrı değil Hazreti Allah,

Bunu Kur’an ile ayan eyledik…

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 2

 

“Her türlü fenalıktan uzak kalmak istiyorsanız, dilinizi tutunuz.”

Hüdavendigar Mevlana, “Bu alem perdedir, o alemse asıl hakiki alem. Ekim günü, ektiğini gizleme günüdür; tohumu toprağa saçma günüdür. Devşirme vaktiyse ektiğinin zuhur ettiği gündür. O gün mükafat günü, ettiğini bulma günüdür” diye buyurur.

İnsan olmanın yegane delili, kendine yapılmasını istemediğin hiçbir şeyi hiçbir kimseye yapmamaktır. Unutmamak lazım ki, insan ne ekerse onu biçer. Kötülük eken kötülük biçer, iyilik eken iyilik biçer. Rüzgar eken fırtına biçer.

Bir insan ne kadar bilgiye sahip olursa olsun, tevazu ve hoşgörü içinde olmalıdır. Eğer sahip olduğu bilgisiyle gurura kapılır ve başkalarını hor hakir görürse, o benlikle mahvolup gitmeye mahkumdur.

Bir insan ne kadar tevazuda durur ve hoşgörüyle çevresine güzel bir dil sarfederse her zaman kazançta olur.

Hazreti Allah, Kur’an-ı Kerim’de, kalbinde manevi hastalık bulunan kimselere karşı herhangi bir töhmete, fitneye veya yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için Ahzab Suresi, 32. Ayette, yerinde ve uygun bir söz söyleyin, buyuruyor.

Ve yine Taha Suresi, 44. Ayette, zalimlerin kalbini yumuşatmak için yumuşak söz söyleyin, buyuruyor.

Fakat gösterilen tüm iyi niyete rağmen, eğer karşı tarafta bir yumuşama hasıl olmuyorsa, o takdirde susmak en doğrusudur.

Nitekim Peygamber Efendimiz, ”Halka, kendi aklınız miktarınca değil, onların akılları miktarınca söz söyleyiniz” diye buyurmuştur.

Dil çakmak taşıyla demire benzer, 

Söz kıvılcım olur kavrulur her yer. 

Sakın laf söyleme manasız yere, 

Taşı yerli yersiz vurma demire. 

Ortalık karanlık her taraf pamuk, 

Kıvılcım bir yangın olur çarçabuk. 

Cahiller gafletle bir söz söylerler, 

Akılları bozup berbat eylerler. 

Tek sözle mahvolur alemdekiler,

Bir arslan kesilir ölü tilkiler.

Perdesiz olaydı canların özü,

Can veren olurdu onların sözü. 

İstersen sözünün hoş olmasını, 

Yememen gerekir hırs helvasını. 

Helvayı çok sever küçük çocuklar, 

Erenlerde ise sonsuz sabır var. 

Göklere yükselir sabrı bilenler, 

Yeryüzünde kalır hırsla helva yiyenler… 

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 1

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

“Dilinizi iyi kullanınız; o sizi saadete götürdüğü gibi, felakete de götürebilir.”

Hüdavendigar Mevlana, “Kalbi ile sözü bir olmayan kimsenin yüz dili bile olsa, o yine dilsiz sayılır” diye buyurur.

Gerçek olan odur ki, insanın sadece sözleriyle değil davranışlarıyla da topluma örnek olup başkalarının düzelmesine vesile olması ve böylece birçok kişinin gerçeği onun sözlerinde ve davranışlarında görmesidir.

İnsanın, düşüncede, niyette, sözde ve davranışta önce Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmesi şarttır. Öyle ki, kainatta görünen ve görünmeyen her şey Allah’ın varlığından oluşmaktadır O’nun varlığının bir parçasıdır. 

İşte bunun için insanın şartsız olarak, düşüncede, niyette, sözde ve davranışlarında Allah’ı sevmesi ve Allah’ın varlığı olan kainattaki her şeyi, topraktan ağaca kadar bütün bitkileri, ufacık bir kelebekten gökte uçan kuşa kadar bütün hayvanları, iyisiyle kötüsüyle, güzeliyle çirkiniyle bütün insanları sevmesi ve sevgiden söz etmesi gerekir.

Bizlere en büyük örnek en başta Hazreti Muhammed Efendimiz ve İmam Ali Efendimiz, Ehlibeyt Efendilerimiz, Pirimiz Hüdavendigar Mevlana ve bütün Evliyaullah’tır. 

Hazreti Muhammed Efendimiz kadar cefa ve çile çeken bir Peygamber daha yoktur. En ağır çileleri O çekmiştir ve buna rağmen dilinden bir çirkin söz zuhura gelmemiştir, her zaman sabır göstermiş ve kendisine cefa edenlere Allah’tan hidayet dileyerek, “Allah’ım onların kalplerine hidayet ver” diye duada bulunmuştur.

İmam Ali Efrendimiz de keza öyle… O da kendisine yapılan onca haksızlığa rağmen her zaman sabır göstermiş, dilini tatlı tutmuş ve ne olursa olsun, kim olursa olsun ayrım gözetmeden muhtaç olanların yardımlarına koşmuştur.

İnsan düşünceden ibarettir, düşünmeden dil dökmeye başladı mı çok büyük kayıplara gider. Düşünerek konuşmaya başlayan kişi; dokuz sefer yutkunacak, söyledikleri başta kendine hitab edecek, hoşuna giderse sonra bunu karşı tarafa ikram edecek. İşte o zaman güzel bir dil sarfetmiş sayılır.

Kim susar da yanındakinin ayıbını saklarsa Allah da onun ayıbını saklar. Acı sözler sarf etmenin kimseye faydası olmaz. Kaldı ki faydalı ve az söylemek hikmete, manasız ve çok söz söylemek cehalete işarettir. 

Hakikatte kıldan ince, kılıçtan keskin denilen; kırk sene düzlük, kırk sene yokuş, kırk sene inişli Sırat Köprüsü, bu dünyadır. Bu alemde incineceğiz, incitmeyeceğiz. Dilimizi daima tatlı tutmaya çalışacağız ki bu köprüden geçebilelim. Birisi bize karşı kötü bir söz sarf ettiğinde biz beş sözle karşılık verirsek, onun kisvesine girmiş oluruz. Hiçbir zaman Hakk’a yakın olamayız.

Her kişide bir kusur vardır. İnsanların iyi tarafına bakmalı ki rahat edelim. Kötü tarafına bakarsak, hiçbir zaman huzur bulamayız. 

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (260)

Hasan Dede, biz hakikatleri sizin bu sohbetlerinizi dinleyerek mi anlayacağız? Yani dini salih olunca mı, yoksa özümüzü pisliklerden arındırarak ve belli bir ahlaki seviyeye gelerek özümüzün ortaya çıkmasıyla mı olgunlaşacağız? İçimizde saklı olan kendi hakikatimizi ortaya çıkarmamız mı gerekiyor? Bunu nasıl yapacağız?

En önemli dava, bizim iç alemimizi bütün pisliklerden boşaltmamız ve tertemiz bir hale getirmemizdir. İç alemimizde bir nebze dahi dünyaya ait bir varlık bırakmamamız lazımdır. O kabı, dünya nimetlerinden, nefsi arzulardan tam manasıyla temizlemiş olduğumuz an, o sonsuz Güzel bizlerde varlığını gösterir ve bizim de halimiz anında değişir.

Şimdi bu sohbetlerde sözler çok güzel ve manalarına eriyoruz, fakat bir türlü temizlenemiyoruz. Temizlenemedikten sonra da hiçbir şekilde o güzelliklere ulaşamıyoruz. Bu iş akıl yürütmekle olmaz, yemekle içmekle, keyif etmekle olmaz, katiyyen. Derin düşüneceksin! Sen kiminle dirisin? O, senden ne istiyor? Düşünüce göreceksin ki, O, O’nu sevmeni istiyor, O’nu sahiplenmeni istiyor. Sana, “Temizle o sarayı!” diyor, “Ne zaman ki o saray benim muhabbetimle mahmur olmuş ise, o zaman ben sende konuk olurum!”

O kadar incedir ki bu yol, dünya varlıklarının hepsinden temizlenmen gerekir. O, senin gönlünde kendisinden başka hiç bir varlığın olmasını istemez. Bu derece büyük bir sevgi ister bizlerden. Ancak bütün bunlar yerine geldiği zaman, O gösterir yüzünü.