MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (239)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Bu alemde herkes kendi mertebesini gerçekleştirir, herkesin nimeti bu mertebeye, yani Allah’a yakınlığı derecesine göre olur. Hayatında kamil anlamda vahdeti gerçekleştiren ve bu vahdetin sırrını bilen kimse en büyük nimeti elde eder. Bu vahdetin sadece bir kısım sırlarını idrak edenin nimeti ise idrakine göredir. Ne buyurursunuz?

Çok kısa ve net bir cevap vereceğim. Her kişi kendi idrakine göre yaşar ve cennet de cehennem de o kişinin idrakine göre farklılıklar gösterir. Allah, bizlere en büyük nimet olarak akıl vermiştir, onu da başa koymuştur. O aklı tutarsak güzelliklerde, daim güzellikler görürüz, cennette yaşarız. Fakat akıl hep kötülüğe, fesada yönelirse, bu kişinin de yaşadığı yer cehennemdir. İnsan insanın cenneti, insan insanın cehennemidir.

Bir üzümden yapılmış şarap vardır, bir de aşktan yapılmış şarap vardır. Üzümden yapılmış şarabı içersin, bir an için kendinden geçersin fakat yarın olunca baş ağrısı yapar. Ama aşk şarabını içtiğin zaman doyamazsın, ağrı vermez şifa verir, can verir ve her an o şarabı içmek istersin. İşte o aşk şarabı gönüldür.

Hazreti Mevlana bir kasidesinde şöyle buyurur:

“Biz kıtlık içinde kalmış susuzlarız, çok nimetler görmüş, çok yemekler yemiş kişileriz. Çaresiz değiliz, dertlere dermanız, çaresizlere çareyiz.

Mecliste şaraba benzeriz, neşe dağıtırız, gamlılara neşe bağışlarız. Savaşta Hz. Ali’nin Zülfikar’ıyız. Şükretmede sanki kaynağız, sabretmede mermer kaya gibiyiz.

Biz rüşvet padişahı değiliz. Biz paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız.

Bizden sır saklama, biz senin gönlündeyiz. Her şeyi biliyoruz. Bizden gönlünü çekip alma, gönlün bizim elimizdedir!

Biz saman altında kalmış gizli, uçsuz bucaksız bir deniziz. Yahut da göklerde parlayan güneşiz.

Mest bir halde aşk evinin damı kenarında durduğumuza bakma! Dam da bilir ki, bizim kıyımız kenarımız yoktur.

Ay ışığı dam kenarına vurmaktan hiç korkar mı? Peki biz neden gam yiyelim? Biz üstün bir varlığız, göklerde dolaşan aya binmişiz.

Biz Ahmed (s.a.v.)’in tevhid müjdesini vermedeyiz. Hz. İsa gibi çocukken beşikte konuşuruz. Bütün bunlara rağmen, biz artık konuşmayalım, susalım…”

Gönül verilmiş ise Mürşide, Mürşid vasıtasıyla Pir’e ve Muhammed’e, onun o güzel cemaline ulaşmış ise, onu kendine ayna etmiş ise, artık aklın onun aklıyla kemalat bulur, dilin onun diliyle tatlılaşır, halin onun haliyle güzelleşir, hem sen güzel bir insan olursun, hem de etrafına faydalı olursun.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (238)

Bir zat diyor ki: “Zamanı gelince herkes kendi hedefini tutturacaktır. Sonunda böylece herkes kazanacaktır ve herkes sonunda inandığı şeye dönüşecektir. Herkes neyi bozmadan koruduysa, onu elde edecektir. Kimi sefilliğini, hatalarını ve ölümü; kimi ise mükemmelliği, sonsuzluğu ve ölümsüzlüğü bulacaktır.” Siz bu konuda ne buyurursunuz Hasan Dede?

Kişi en çok neyi severse, onun Allah’ı odur. Kişi eğer nefsinden arınanamamışsa, kopamamışsa, nefsani isteklerine kavuşacaktır. Ama bazıları da var ki, onlar namütenahi güzelliklere ulaşacaklardır. Kimlerdir bu kişiler? Kulağını güzel sözlere kapamayanlar, hatta güzel sözleri işitirken daha fazla kulak verenler, o güzel sözlerin yansıdığı kişilerdir, iç alemini o güzel sözlerle nurlandıran ve bu güzelliklerle ömrünün sonuna kadar yaşamını sürdüren kişilerdir. Bu kişilerin suretlerine örnek, Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana ve diğer Piran Efendilerimizdir. Onlar güzellikler kaynağıdırlar. Bir gün Hazreti Mevlana’ya şöyle bir soru soruyorlar; “Ya Mevlana! Senin sohbetinde bulunuyorum ve doyamıyorum. Senin sohbetinden ayrıldıktan sonra başka bir yerlerde de Hakk muhabbeti dinliyorum, ama hiçbiri senin muhabbetin gibi zengin değil, fakat cemaatleri çok, merak ediyorum, acaba bunun nedeni nedir?” Koca Mevlana cevap veriyor: “Oralarda kalabalığı görüyorsun, ama benim gönderdiğimi görmüyorsun.

Burası bir sarraf dükkanıdır, biz burada gelenlere ayar veririz. Ayar altına verilir, gümüşe, pırlantaya, zümrüte, yakuta verilir. Değeri olmayan birşeye ayar verilmez.” Bunun üzerine Hazreti Mevlana’ya, “Sen kimsin?” diye soruyorlar.

İşte Hazreti Mevlana şu cevabı veriyor: “Ben, dünyamızda ne kadar güzellik varsa, bütün o güzelliklerin kaynağıyım ve de doğasıyım.”

İşte bizler böyle bir yerdeyiz, burada zerre kadar karamsarlığa yer yoktur. Ya gönlünü Hazreti Muhammed Efendimizin, Hazreti Mevlana’mızın, Piran Efendilerimizin hakikat sohbetleriyle dolduracaksın ve güzel bir insan olacaksın, yahut da nefsinin esiri olup gideceksin.

Yine Hazreti Mevlana’mızın bir kasidesine kulak verelim…

“Senden vazgeçmiş değilim, daima seninle meşgulüm. Her an seni biraz daha yüceltmedeyim. Biraz daha fazla aziz etmedeyim.

Tertemiz zatıma, padişahlık güneşim üzerine yemin ederim ki, ben, seni sana bırakmam. Seni lütuflarla, keremlerle yüceltir dururum.

Senin yüzüne, kendi ışıklarımdan, kendi nurlarımdan nurlar saçarım. Senin başını, on tane mağfiret, yarlıgama parmağı ile kaşırım.

Rıza göğünde binlerce inayet bulutu var. 0 bulutlardan yağarsam; ancak senin başına yağarım. Başkasının başına yağmam.

Lütfum, sana hizmet etmek için hazırlanmıştır. Zaten ben iyiliklerle kaynağıyım.

Bana; ‘Hastayım’ dediğin geceden beri, binlerce şifa şerbeti, sevgiyle, şefkatle kaynayıp duruyor.

Yanıma gel de, gözlerine yeni bir sürme çekeyim. Çekeyim de, sırlarımı görüp anlamak için gözlerin nurlansın, aydınlansın.

Lütfum öyle çok, keremim öyle bol ki, beni inkar eden yabancıların bile ellerinden tutmadayım. En kötü insanları bile nimetlerimle beslemekteyim. Durum böyleyken, beni sevenlerden, bana yakın olanlardan nasıl olur da lütfumu esirgerim?”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (237)

Hasan Dede, günümüzden bin sene önce, Irak’ın Basra bölgesinde yaşamış bir grup insan var, bunlara ihvan-ı sefa diyorlar, veya sefa kardeşleri, vefa dostları deniyor. Bunlara göre, bir insan bedeni tarafından aşağı çekildiği, yani bedenin arzu ve zevkleri ile meşgul olduğu sürece, feleklere yükselemez. Ve orda yüksek manevi değerlere sahip bulunanları doğrudan müşahade edemez. Yani Hazreti Mevlana’nın, Hazreti Muhammed’in şehadet ettiği mutluluğu tadamaz, diyorlar. Ne buyurursunuz?

Aslında herşeyi çok açık dile getirdiniz bu sözlerle. Bir insan, kendisini devamlı bedeninin arzuları ile meşgul tutarsa, hiçbir zaman hakikatlerin güzelliklerine ulaşamaz. Neden? Çünkü nefsi arzularının peşindedir ve onlardan arınamamıştır. Bu gibi kişilerin de geçirdikleri ömürler boşa gitmiş olur ve kişiye yazık olur.

Cenab-ı Mevlana der ki: “Bu kadar ‘Allah’ dediniz, daha mı Allah’laşamadınız.”

Bu sözleriyle ne demek istiyor bizlere? Allah ismini zikrettiğiniz zaman, bu esmanın arkasında zat olarak birini görmek isterseniz eğer, o zat Hazreti Resulallah’tır. Misal olarak, güzel bir kız gördüğünüz zaman, onun o güzelliğine hayran olursunuz. Ama onun o güzelliği, Peygamber Efendimizin güzelliğinin sadece küçücük bir zerresi. Resulallah’ın güzelliğini, nasıl nur ala nur bir varlık olduğunu Mürşidinizden dinliyorsunuz, ama yine Onun güzelliğine koşmak yerine, Onun cüzi bir güzelliğine tamah ediyorsunuz. Kızdan maksat dünyadır. Bırakın dünyayı, çıkarın gönlünüzden. Resulallah’ı koyun o gönlünüze, öyle zikredin Allah’ı, bakın o zaman nasıl güzellikler zuhur eder sizde, hayran olursunuz o Güzele. Zaten O yüzünü gösterdi mi, başka bir güzel de istemezsiniz artık.

Bakın Hazreti Mevlana bir kasidesinden ne güzel buyuruyor:

“Ey ay gibi yedi kat göğün tanıdığı güzel! Nurunu göster, bizden gizleme!

Biz aşıklarınız, seni görmek sevdasına kapıldık da çok uzun bir yoldan geldik.

Ey gönlünde, canının içinde yüzbinlerce cennet, yüzbinlerce huri, yüzbinlerce köşkün bulunduğu sevgili! • Damdan başını eğ de, hasta aşıklarına bir hoşça bak!

Ey sufilerin sakisi! Üzümden yapılmamış olan, küplerde bulunmayan o mana şarabından bize sun!

O şarabı sun ki, coşkunluğunun kokusu ölüleri bile diriltir, mezarlarından çıkarır.”

MERAM’DAN SLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (236)

Cenab-ı Hakk, Al-i İmran suresinin 191. ayetinde, yerin ve göklerin nasıl yaratıldığını düşünmemizi emrediyor. Yerin ve göklerin yaratılmasının sebebi nedir, araştırın diyor. Veliyullah diyor ki, yerin ve göklerin yaratılmasına sebeb, Hazreti Muhammed Efendimizin vücud-u şerifleridir. Nitekim bir hadis-i kudside şöyle buyruluyor, “Ey Habibim, eğer Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım.” Burada hitab, bütün kainatı temsilen Hazreti Fahr-i Alem’edir. O halde, alemin yaratılma sebebi insandır, insanın yaratılma sebebi de Hakk’ın görünme ve bilinmesidir, çünkü Hakk insanda aşikar olmuştur. O halde bizim kendi hakikatimizi aramamız bir emri ilahi değil midir?

Cenab-ı Hakk, bu kainatı Hazreti Muhammed’in yüzü hürmetine yaratmıştır ve “Sen olmasaydın ben bu alemi yaratmazdım” demiştir. Allah, bu alemi Kendisinin bilinmesi için, güzelliklerinin dile gelmesi için yaratmıştır. Hazreti Allah’ı da en güzel dile getiren Hazreti Peygamber Efendimiz olmuştur ve bizlere sunduğu her kelamı bencilce değil tamamen yokluğa bürünerek dile getirmiştir. Onun dilinden zuhura gelmiş olan bütün güzellikler Yaratıcının sözleridir. Hazreti Muhammed, Akl- ı Küll’dür. Ve Hazreti Ali Efendimiz olsun, Hazreti Mevlana olsun ve bütün Piran Efendilerimiz de Akl-ı Küll idiler. Bunun manası, onların her zerresinden akıl fışkırmaktadır. Çünkü onlar akıllarını Hazreti Muhammed Efendimizin aklıyla büyütmüşlerdir ve söyledikleri her söz bu sebeple bal şerbet gibidir. Onlar her zaman topluma tebessümlü yüzleriyle ve birleyici sözleriyle çıkmışlardır. Ve insanlara bu şekilde örnek olmuşlardır ki, onların sözleriyle akıllarını büyütmüş olan, onları kendilerine ruh etmiş olan kişilerle dünya durdukça anılmaya devam etsinler. Yani sonuç olarak, başta da söylemiş olduğumuz gibi, insan herşeyden üstün bir varlıktır. İnsan demek kainat demek, kainat demek insan demektir. Nurlu bir insanın cemali Ay’ı andırır. Gözlerindeki ışık çoğaldığı zaman da, o insan Ay’dan Şems haline döner. Misal olarak, Yusuf Aleyhisselam’ın yüzünün nuru o kadar parlaktı ki, gece yürüdüğü yollardaki evlerde oturan insanlar, onun nuru evlerine yansıma yapsın diye pencerelerini açarlardı.

Hazreti Mevlana’mız da buyurur der ki: “Hazreti Muhammed’in yüzünün nuru nice Yusuf’un nuruna bedeldir.”

Yani Yusuf Aleyhisselam’ın yüzündeki o nur da, Hazreti Muhammed Efendimizin nurunun ancak bir yansımasıydı. Hazreti Muhammed Efendimiz, bu kainatın yaratılışına sebep olan nurdur. O iki cihanın Güneşidir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (235)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hazreti Mevlana diyor ki, “Kendi içindeki bilinmeyeni bilmeden, başka hiç kimseyi tanıyamazsın. O insanın esrarını çözmek için tek yol kendi içindeki esrarı çözmektir. Gizli perdelerin arkasında başka perdeler gizlidir. İnsan sonsuzluktur. Kendi içinde ne kadar derine inersen, bütün varoluşta ve ayrıca başka insanlarda da o kadar derine inersin. Çünkü öz birdir, çeperse milyonlarcadır. Beden son derece yanlış kullanılmaktadır. Kendi vücuduna kötü davranıyorsun, bedenin sırrını bilmiyorsun. O yalnızca ten değildir, yalnızca kemik değildir, yalnızca kan değildir. O muhteşem bir organik bütündür, muhteşem bir dinamizmdir. Daha bir çok sırlar vardır. Bu beden daha bir çok bedenin ilk katmanıdır. Bu beden içinde latif beden vardır. O beden için zaman ve mekan yoktur. Yakınlık bir boyuttur, diğerinin senin içine girmesine izin vermektir, seni senin gibi görmesine izin vermektir. Bu, bir insanı benliğinin en derin noktasına davet etmek demektir. Yaşadığımız bu modern dünyada yakınlık giderek kayboluyor. Dostluk sadece bir kelime. Neden? Çünkü paylaşılacak bir şeyler yok. İçindeki yoksulluğu kim göstermek ister? İnsanlar rol yapma derdinde. Eğer sen yakın olmaya hazırsan, karşındakine yakın olması için yol açabilirsin. Coşku manevidir, içsel bir olgudur. Coşku çılgınlıktır, sadece çılgın insanlar bu bedeli ödeyebilir. Sıradan akıllı insan çok kurnazdır, çok hesapçıdır, çok hilekardır. O coşkunun bedelini ödeyemez, çünkü onu kontrol edemez. Coşkulu bir insan özgürdür.” Ne buyurursunuz Hasan Dede?

Yunus Emre, selam olsun üzerine, şöyle buyurur, “İlim, ilim bilmektir; ilim kendini bilmektir. Sen kendini bilemezsen, bu nice okumaktır. Var hoca, git bin hacca; hacca gitmek hüner değil, bir gönüle girmektir.”

İnsanlardaki bütün bu sıkıntıların, hüzünlerin nedeni, hep dışa bakıştan, bencil yaşayışlardan kaynaklanıyor. Sevgiler hep dışa sunuluyor, bu yüzden insanlar gamdan, sıkıntıdan, üzüntüden bir türlü kurtulamıyorlar. Şöyle misal vereyim; yediğimiz gıdalar bedene kuvvet verir, güçlendirir. İnsan eğer maneviyattan uzaksa, bu güç, kuvvet insanı hayvaniyete sürükler.

Hazreti Mevlana şöyle der: “İnsan kulaktan beslenir, hayvan ağızdan beslenir.”

Bizler burada sayısız hakikatler sunuyoruz. Gerek Hazreti Mevlana’mızdan, gerekse Hazreti Muhammed Efendimizden, onların kimliklerinden, onların güzelliklerinden dil sarfediyoruz. Dinleyenler eğer bu güzellikleri işitip ruhlarına gıda yapmaya çalışırlarsa, iyi birer insan olurlar. Bu güzelliklerin kendilerinde zuhur etmesi için de yokluğa bürünmeleri gerekmektedir. Eğer insan yokluğa bürünmezse, ikrar verdiği yere imanını güçlendirmezse, bu kişi ne kadar zahiri bilgilere sahip olursa olsun, ne kendine bir faydası olur ne de başka birine faydası dokunur. Bu bilgiler ileriye doğru o kişide yük olmaya başlar. Bu nedenle bizler ne kadar Hazreti Muhammed Efendimizi, Pirimiz Mevlana’mızı bedenimizde ruh edersek, onların bilgileriyle kendimizi büyütürsek, onların gözüyle çevremize bakmaya çalışırsak, o nispetle topluma ve kendimize faydalı güzel insanlar oluruz. Halk arasında, ‘Kalp gözünün kapalı olması’ diye bir tabir vardır. Bu çok doğru bir sözdür. Neden? Çünkü o kalpte konuk olan dünyadır. Eğer insan dünya ehliyse, o kişinin kalp gözü kördür. Ama sıdk-ı bütün bir imanla, iman ettiği yerde yokluğa bürünürse insan ve kalbinde en güzel yeri Ona verirse, işte o zaman o kişinin gözlerinden seyreden iman ettiği yer olur ve dünya o kişinin gözünde basit bir varlık haline gelir. Ve artık insan o Sevgili’den bir an dahi olsun ayrılmak istemez. Fakat genelde insanların bedenleri dünya muhabbetleriyle dolu, bu sebepten dolayı bağdaşamıyoruz. Boşaltalım dünya varlıklarını içimizden, varlık olarak Hazreti Muhammed Efendimizi kalbimize koyalım, bakın o zaman nasıl güzel haller zuhur eder bizlerden.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (234)

Minyatür: Şermin Ciddi

Hazreti Şems’in diyor ki: “Mevlana, ruhunun temizliğinden sarhoştu”, Hazreti Mevlana da bir kasidesinde buyuruyor ki, “Boş düşüncelerimiz, endişelerimiz bizim manevi zevkimizin ruhunu, neşemizin boynunu kırmaktadır. Ey Hakk yoluna düşen kişi, gaflet uykusundan uyan. Ya Rabbi, şu bizim uykuya dalanlarımıza bir davulcu gönder, olup gidenler derler ki, boşyere gamlar yemiş durmuşuz.” Siz bu konuda ne buyurursunuz?

Cenab-ı Mevlana’mız der ki, selam olsun üzerine: “Ey oğul, bana evlad olarak gelmeye kalktığın zaman, temiz bir kağıt gibi gel. O kağıtta hiç bir yazı olmasın. O kağıda ben seni yazacağım.”

Bu sözlerinde Hazreti Mevlana şunu demek istiyor, mademki buraya gelmeden önce sıkıntıların üzüntülerin vardı, hiç bir türlü huzur ve neşe bulamadın, namaz kılıyorsun oruç tutuyorsun, ama bu sıkıntı ve hüzünler yine sende tecelli ediyor. Şimdi artık buraya geldiğinde sana şimdiye kadar sıkıntılar vermiş olan o aklını bırakacaksın. Aklını burayla büyütmeye çalışacaksın. Gönlünde mala, mülke, dünyevi herşeye karşı ne sevgi beslemişsen, onları da gönlünden sileceksin. Gönlünü, iç alemini, kalbini temizleyeceksin ve gönlünü tamamen buraya vereceksin. Kafandaki şimdiye kadar olan bütün boş bilgileri bırakıp, burada sana sunulan bilgilerle kendini yetiştirmeye başladın mı, sen yarınların çok güzel bir insanı olursun. Çünkü bize en büyük ayna Hazreti Şems ile Hazreti Mevlana’daki buluşmadır.

Hazreti Şems, Cenab-ı Mevlana’ya şöyle seslenmiştir:

“Bihamdülillah,
Aldı fikrimi Zikrullah.
Küll isen safi, eğer isen sufi,
Açılır sana bir kapı,
Ayan olur Cemalullah.
Bu tevhidden maksat,
Murada ermektir.
Görünen kendi Zat’ıdır,
Sanma gayrullah.
Şems-i Tebriz bunu bilir,
Ehad kalmaz fena bulur,
Bütün bu alem külli mahvolur,
Yine baki Allah kalır..”

Hazreti Şems, bunları ne zaman dile getirdi, Mevlana başını secdeye vurdu. Hanımından gönlünü çekti, evlatlarından gönlünü çekti, ilminden gönlünü çekti, bunların hepsini kendine engel gördü. Bakın ne diyor Hazreti Şems, “Küll isen safi”, ne demektir bu; misal olarak, mangalda ateş vardır ya, o mangalda bir kıvılcım dahi olmasını istemiyorum, o kıvılcım bile kül haline gelsin, o kıvılcım kadar bir yere bir muhabbetin olmasın senin, eğer olursa, o bir tek kıvılcım senin varmak istediğin yere ulaşmana engel olur.

Bu yol, insanlık yoludur. Saflık ister, temizlik ister, uyanıklık değil… Biri çok uyanıktır ama, bil ki o gerçekte çok aptaldır. Bir Uyku Dede vardır, türbesi Sümbül Efendi’nin yanındadır. Gözleri hep kapalı tefekkürde dururmuş, halk onun için, bu zat her zaman uykuda, derlermiş. O öyle görünüyor ama, herkesin halini dakikada söylermiş. Uykuda görünüyor ama gönül gözü açık, cihanı almış eline herşeyi görüyor. İnsan olandan hiçbir şey gizlenmez.

Pirimiz Cenab-ı Mevlana buyurur der ki: “Ey yolcu, çalış her zerren göz olsun, çalış her zerren kulak olsun.”

İnsanın her zerresi göz olursa, ondan artık birşey gizlenmez, güneşten de üstündür. İnsanın her zerresi kulak olursa, o da artık herşeyden haberdardır, herşeyi işitir. Çünkü artık Hakk ile Hakk olmuştur, Hakk’tan da hiçbir şey gizli değildir. Ama malesef toplumun çoğunluğu saflığı bırakmış, dünyayı gönüllerine koymuş, evlad konulmuş, hanım konulmuş, para konulmuş, mal mülk konulmuş, at araba konulmuş.. sonra da diyor ki, ben bilirim.. Yok öyle şey, sen gönlüne dünyayı koymuşsun, Hakk’ı koymamışsın, gönlünde Hakk’tan başka herşey var, sen hiçbir şey bilemezsin. Zengin görünüyorsun ama aslında fakirsin, kayıplardasın. Gözlerin açık ama, nefsine ait olan şeyleri görüyorsun. Kulakların işitiyor ama, hep nefsine ait olan şeyleri duyuyorsun. Hakk’ın muhabbetine kulağını uzatmıyorsun. Hakk’ın güzelliklerine göz yönlenmemiş.

Bakın Hazreti Mevlana, bir gece yarısı bir değirmenin yanından geçiyor, bakıyor değirmen nasıl buğdayı değirmen taşının altında eziyor un haline getiriyor, kaldırıyor ellerini, “Ya Rab” diyor, “Beni de bir buğday haline getirdin, dünyayı da bir değirmen taşı yaptın, ezip duruyorsun, benden ne istiyorsun?” Allah’tan nida geliyor, “Ey benim Efendim! Sen değirmen taşının altındaki buğdayı hangi ışıkla gördün bu gece karanlığında?” Hazreti Mevlana diyor, “Ya Rab, Ay’ın ışığıyla gördüm.” Allah’tan yine bir nida geliyor, “Pekala, ışık girmiş değirmen taşının altına, acaba o taş o ışığa bir zarar veriyor mu? Sen de benim ışığımsın, zarar görecek bir varlık varsa, o da nefsindir.”

Yüce Mevlana buyurur der ki:

“Beri gel beri, daha beri daha beri,
Ben senim, sen bensin,
Biz bir top inciydik, bir baştık, bir akıldık,
Bu şaşılık niye?
Hiç aydın aydınlıktan kaçar mı?
Gel…”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (233)

Cenab-ı Ali Efendimiz buyuruyor ki: “İnsan, bilmediği şeyin düşmanıdır.” Düşman, insana korku veren bir varlıktır. İnsan neden korkar, diye sorarsak eğer, ortaya çıkan şey şudur; insan kendi gerçek kimliğini bilmemekte ve hayata nasıl tutunacağı korkusunu taşımaktadır. Benliğimizi, egomuzu kaybetmekten korkmaktayız, yani, ölüm, hastalık, fakirlik gibi korkular… İnsan, Cenab-ı Hakk’ın mana ilmini bilmiyorsa, karanlıktadır, hem de birçoğu zifiri karanlıktadır. Oysa ki, Cenab-ı Peygamber Efendimizin ışığıyla aydınlansa, korkacak bir şey olmadığı görülecek, teslim oacak ve huzur bulacak. Korku, bir insanın kendi asıl benliğinin bilincinde olmamasıdır. Tek bir korku vardır, derinlerde bir yerde ‘Ben olmayabilirim’ korkusu… Bunu nasıl yorumlarsınız Hasan Dede?

Bir insanı korkulara sürükleyen her zaman nefsidir. İnsan imanıyla yaşamını sürdürürse, hiç bir zaman korkuya yer vermez. Neden? Çünkü bilir ki, ona ait hiç bir şey yoktur. Her an kendisini hazır tutar ki, Dost yüzünü gösterdiğinde Ona koşsun da bu alemdeki çilesi sona ersin.

Cenab-ı Mevlana, son demlerinde, Şeyh Sadeddin Efendi’nin gelip kendisine şifa dilemesi üzerine şöyle buyurmuştur: “Ey Efendi, şifa senin olsun. Benim Sevgiliyle buluşmama, nurun nurla buluşmasına, bir soğan zaresi kadar mesafe kalmıştır.”

Ama bunu ancak iman sahipleri söyleyebilir. Ehl-i iman sahibi olmayanlar söyleyemezler. Onlar zaten yaşarken ölmüşlerdir. Sultan Ulema Hazretleri, talebelerine şöyle buyurmuştur: “Sizi Allah’tan kim ayırdı biliyor musunuz?” Talebeleri cevap veriyorlar: “Bilmiyoruz, siz anlatırsanız bilebiliriz.” Sultan Ulema Hazretleri bu cevabın üzerine, onlardan bir kova su istemiş, getirmişler. Talebelerinden birine, kovadaki suyu toprağa dökmesini emretmiş, o da dökmüş. Bir kova su daha istemiş, onu da nehire dökmesini emretmiş, o da dökmüş. Sonra şöyle buyurmuş: “Kovadan maksat vücudunuz, sudan maksat ruhunuzdur. Dünyaya meyil verirseniz ruhunuz toprağa gidecek, ayak altı olacaksınız. Eğer Hakk ile yaşamınızı sürdürürseniz tekrar aslınıza döneceksiniz, Allah anıldıkça siz de anılacaksınız.”

İşte Yunus Emre, selam olsun üzerine, şöyle buyurur: “Ey Yunus, sen bu aleme niye geldin? Allah’ı zikretmek için. Bir gün gelecek dünya ömrüm bitecek, Allah’a döneceğim, Allah anıldıkça ben de anılacağım.”

Cenab-ı Mevlana yine şöyle dil döker: “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü ömür sayma.”

Eğer bir insanın bir yere sevgisi ve aşkı yoksa, o yaşarken ölmüştür. Bizim bulunduğumuz yer bir sevgi yuvasıdır. Yolcu, Mürşidiyle yola çıkar, Mürşidi vasıtasıyla Pir’e ve Hazreti Muhammed’e ulaşır. Ama eğer yolcunun imanı ve inancı yoksa yol bir işe yaramaz. Bu yol iman ister. Yolcu, Mürşidine imanla bakacak ki, yol alabilsin. Hepimiz günü gelecek o kıyamete gideceğiz, ama kıyamet ne demektir, Hazreti Muhammed Efendimizin buyurduğu gibi: “Kıyametin büyüğü benim.. Gerçek yüzümü gösterecek olsam cihan yerinden oynar.” O, nur ala nur bir varlıktır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (232)

Hasan Dede, alfabede 29 harf vardır. Bildiğimiz üzere başında A, sonunda Z. Yunan alfabesinde ise ilk harf Alfa, son harf Omega vardır. Hazreti İsa’nın da şöyle bir sözü vardır: “Ben Alfa’yım ve Omega’yım.” Yani, ben başlangıç ve sonum, diyor. Sizce ne demek istiyor?

Öncelikle biz Peygamberleri zikrederken şöyle bir dil sarfediyoruz: La ilahe illallah Musa kelamullah, yani Hazreti Musa Allah’tan kelam buyurdu; Hazreti İsa’ya gelince şöyle diyoruz: La ilahe illallah İsa ruhullah, yani İsa Allah’ın ruhudur; Hazreti Resulallah’a gelince de şöyle zikrediyoruz: La ilahe illallah Muhammeden Resulallah, yani Hazreti Muhammed Allah’ın elçisi ve Resulüdür. Hazreti Muhammed Efendimizi aynı zamanda şöyle de zikrediyoruz: La ilahe illallah Muhammed Habibullah, yani Muhammed Allah’ın sevgilisidir. Bakın kiliselerdeki levhalarda şunu yazar: Dünya fethisi İlly. ‘İlly’ nin manası ‘Ali’ dir. Size şu hikayeyi anlatmak istiyorum. Bir gün bir papazla muhabbet ediyoruz. Bana dedi ki: “Hazreti İsa’yı zikreder misin?” Ben de zikrettim. Sonra: “Peygamberini nasıl zikredersin?” dedi. Ben yine zikrettim. “Peki bunların manasını verebilir misin?” dedi. Ben de manasını söyledim. “Şimdi bak” dedi, “Biri Allah’ın canı, diğeri de Allah’tan söz ediyor, elçisi. Madem manası böyledir, sen nasıl Muhammed’i daha üstün tutuyorsun?” Ben de bunun üzerine, “Biz Hazreti Muhammed’i bir de Habibullah diye zikrederiz” dedim, “Yani Sevgili olarak.” Ve devam ettim, “Şimdi” dedim, “İyi dinleyin, bunu size şöyle izah edeceğim: Varsayalım ki, biz çok yakın arkadaşız ve birbirimizi çok seviyoruz, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor. Zamanımızı hep birlikte geçiriyoruz, ancak yatmadan yatmaya evlerimize gidiyoruz. Ve diyelim ki, birileriyle aramızda bir kırgınlık yaşanıyor ve karşı taraf bize kin besliyor. Ve bu kişilerle bir gün bir yerde karşılaşıyoruz, yolumuzu kesiyorlar ve diyelim ki, içlerinden biri benim canıma kastediyor. Sen bu durumda, benim can dostum olduğun halde, onlardan birinin beni öldürmesine göz yumar mısın?” “Hayır” dedi, “Bırakmam!” “Niye?” diye sordum. “Çünkü, biz birbirimizi çok seviyoruz.” “Peki, ya tam o anda beni vurmak için silahını çekerse, ne yaparsın?” dedim. “Seni korumak için önüne atlarım” dedi. “Gördün mü?” dedim, “Kurşun sana isabet etti, sen beni korumak için canını feda ettin. İşte demek ki sevdiğin uğruna canın o kadar da kıymeti yokmuş!” Sevgili, her şeyin üzerinde kıymetlidir, ruhtan daha üstün nurdur. Hazreti Adem’den bu yana ne kadar Peygamber geldiyse bu aleme, hepsi Hazreti Muhammed Efendimizin nuruyla gelmişlerdir. Biz canı neyleyelim Canan olmadıktan sonra…

Hazreti Mevlana’nın buyurduğu gibi…  “Can her yerde vardır; can, ancak Canan’ını buldu mu kıymetlenir.”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (231)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi’nde, Hazreti Muhammed’in, Ehlibeyt Efendilerimizin, Hazreti Mevlana’nın, Hazreti Şems’in ve bütün Piran’ın hiç sönmeyen maneviyat ateşi yanıyor. Buradan beklentileriniz nelerdir Hasan Dede?

Şimdi burada beklentiler sönüyor, son buluyor. Şöyle söylemek gerekirse; düşmüşüz aşk şarabına… Aşk şarabı hakikatte gönüldür. İnsanın gönül verdiği yer, zaten aradığı yerdir. Bu aşkla dünya durdukça yanmaktayız ve biz yokuz hep O var, çünkü aradığımızı bulmuşuz. Peki ya bulamayanlar? Ne arıyorlar, neden başka yollara saptılar? Bu yollardan beklentileri nelerdir? Bizim vazifemiz buraya gelenlerin beklentilerini bir yere kadar akıl yoluyla onlara hitab ederek karşılamak ve daha sonra o güzelliklere yolcuyu çekmek, sevgisini çoğaltmak ve aşka dönüştürmektir. Yolcu aşka düştüğü zaman aradığını bulmuş sayılır ama aşka düşmedi mi yolda kalmış sayılır.

Bakın Cenab-ı Mevlana ne diyor: “Aşık yoktur bu alemde, aşık ölüdür, varolan sadece Maşuk’tur.”

Misal olarak; Hakk aşıkları diyoruz, Evliyaullah diyoruz… Peki bunun manası nedir? Yolcu temiz bir gönülle Mürşidine bağlanıyor, riyazatını yapıyor, gecesini gün ediyor hizmetlerde bulunuyor, sonra bir gece manasında perde kalkıyor ve kabının aldığı kadar Hakk’ın o güzel cemaline nail oluyor ve aşka düşüyor. İşte Hakk aşığı… Peki Evliyaullah’ın manası nedir? Allah’ta fani olandır. Mademki Allah’ta fani oldu, O’nda yokluğa erdi, bu kişinin dilinde artık sadece Allah vardır, her zaman her yerde O’nu dile getirir, çünkü çok güzel bir Sevgilisi var… İşte Evliyaullah…

Hazreti Mevlana bir beytinde şöyle buyuruyor: “Beni yokluktan var eden, beni yaratan her an beni söyletmededir. Sonunda beni söyleten kerem buyurdu, bütün söylediğim sözler O oldu.”

Bir beyitinde de yine  şöyle söyler: “Ben sözü aşkla söylüyorum. Çünkü dersi aşktan alıyorum. Ben canımı O’nun önüne koyuyorum, O’na armağan ediyorum, çünkü O pek azını kabul eder, her şeyi kabul etmez.”

Bizler, evlatlarımızı hem madden, hem manen her şeyin üstünde görmek isteriz. Bütün gençler yarının büyükleridir. Onlardan güzel hizmetler vermeleri, yarınları güzelliklerle donatmaları beklenir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (230)

“İnsanlıktan maksat herşeyi birlemektir” deniyor, bundan dolayı kudret ve kuvvetin Allah’a mahsus olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bununla ilgili şöyle bir hikaye dile getirmek istiyorum: Adamcağızın biri ormandan geçerken bir arslana tesadüf etmiş, çok korkmuş ve, “Aman ya arslan, ben Resulullah’ın kölesiyim” demiş. Arslan bunu duyunca adamcağızın yanından usulca geçip gitmiş. Yani bir hayvan bile bu tevhidin bilincinde. Hazreti İbrahim de kendini ateşe attı ama ateş nura döndü ve onu yakmadı. Peki bunun sebebi nedir? Teslimiyet midir? Bu konuda ne dersiniz?

Bir insan sıdkı bütün imanla Allah’a yola koyulursa, bu kişide artık kendine ait birşey kalmaz ve ondan varlığını gösteren iman ettiği yer olur. Bizlerin ateşe girebilmemiz için, yani diğer bir deyişle ateşin bize kulluk etmesi için, bizim İbrahim Halilullah gibi olmamız gerekir. Onun gibi teslimiyetli ve imanlı olmamız gerekir. Bir kişide böyle bir iman ve teslimiyet oldu mu, bütün kainat ona hizmettedir. Fakat bu yere akılla varılmaz, insan akla düştü mü, acaba mı nasıl mı neden mi niçin mi, diye sorgu sual etti mi, o kişiyi ufacık bir ateş bile yakar. Çünkü kendi kimliğinin dışına çıkmıştır, teslimiyeti bırakmış, nefsine düşmüştür. İnsana en büyük acıyı veren de nefsidir. Teslimiyetin manası nedir? Ben yokum demektir; bütün zerrelerimde varlık olan sensin Allah’ım, demektir. Bu durumda mademki kainatı Allah yarattı, mademki bütün kainat Ona hizmettedir, o zaman ne ateş ne arslan hiçbiri sahibine zarar vermez, hepsi saygıda dururlar, saygıda bulunurlar.

Hazreti Mevlana şöyle buyurmuştur: “Allah’ı zikretmekle kalmayın, çalışın Allah’laşın, beşeriyetten dışarı çıkın.”

Gerek Hazreti Muhammed, gerekse diğer Piran hepsi Allah’ı güzel bir dille andılar, anlattılar. Çünkü Allah insanla dile gelir, insanla kendini kanıtlar. İnsan küçük bir varlık değildir, hakikatte bütün kainat insanı zikretmektedir, insanı aramaktadır. Fakat ne yazık ki insan kimliğinden haberdar olmadığı için kendisini herşeyden aşağı görüyor. Oysa Hazreti İnsan kainatın hakimidir, Hazreti İnsan’ı sevmek de Allah’ı sevmektir, Hazreti İnsan’ın dışına çıkmak Allah’sız kalmaktır. İnsan elbisesi son makamdır ve bir örtüdür, bu örtünün içinde de Hakk’tan başka bir varlık yoktur.