MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 41

İMAN VE AŞK…🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Tasavvufta en önemli şey, insanın nefsiyle savaşmasıdır. Efendimiz Sallallahu Aleyhivessellem, bir savaştan gâlib geldikten sonra buyurmuş ki: “Şimdi küçük savaştan büyük savaşa gidiyoruz.” Dinleyenler şaşırmış ve sormuşlar: “Büyük savaş nedir ya Resûlallah?” Peygamber Efendimiz, “Nefsimizle olan savaş!” diye buyurmuş. Peki, biz bunları hep okuyoruz veya dinliyoruz Dede, ama tam bir nefs savaşına giremiyoruz. Kendimizi devamlı kandırıyoruz. Nefsimizi yenmek istiyoruz ama bir türlü başarılı olamıyoruz. Bizler nasıl bir çözüm bulalım da bu nefsten kurtulalım Dede?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Şimdi Mahmut Efendi, Hazreti Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi, selâm olsun üzerine, biz küçük savaştan büyük savaşa gidiyoruz. Sahâbe sordu, “Nasıl küçük savaş olabilir? Uhud’daki savaş kıyâmeti andırdı.” Resûlallah Efendimiz onlara şu cevabı verdi: “Oradaki savaşta karşımızdaki düşmanı görüyorduk. Gaflete düşersek düşmana yeniliriz, ama gözümüzü dört açarsak düşmanı yeneriz. Büyük savaş ise görünmeyen düşmana karşı, o düşman da nefsimizdir.

Nefsimizi kolay kolay yenemeyiz. Nefsimizi ancak onun isteklerini durdurmakla yenebiliriz. Çünkü nefsimizin istekleri hiç bitmez, doyum nedir bilmez. Kim derse ki, ben nefsimi yenerim, o kişi daha baştan kaybeder. 

Bakın, Seyyid Burhâneddin Efendi şöyle buyuruyor: 

“Kim nefsiyle barışık ise bu âlemde, bilsin ki o, Allah ile savaştadır.” 

Bir insan Allah ile savaşa girişirse, hiçbir zaman gâlib olamaz, hep mağlûb olur. 

Yine Seyyid Burhâneddin Efendi, selâm olsun üzerine, şöyle diyor: 

“Denizdeki canavardan korkma, onu gözün görüyor. Ondan kendini kurtarabilirsin. İçindeki nefsin o kadar büyük bir canavar hâline gelmiş, ama onu görmüyorsun, almış seni götürüyor.”

Şems-i Tebrizî Hazretleri de nefs için şöyle hitâb eder: 

“Sıdk-ı bütün bir gönülle bağlandığın yere, Allah’ı zikre girdiğin zaman, o nefsin kalesini yıkar.” 

Bu bir, ikincisi de riyazattır. Sonuç olarak bağladığın yere temiz bir gönlün ve büyük bir aşkın olacak. Şöyle bir misâl verelim: İnanç insanı caydırır, ama iman caydırmaz. İman ne demektir? Bağlandığın yere, sen benim Rabbimsin, sen benim her şeyimsin, diyebilmektir. İnsan, imanla yola koyuldu mu, nefs geri adım atar. Fakat inançla yola koyuldu mu, nefs gâlib gelir. Eğer kişi, ben çok bilirim, ben şöyleyim, ben böyleyim, diye konuşmalara girdiği an, o kişi nefsinden konuşuyor demektir. Nefsinin kollarına düşmüştür ama farkında değildir. 

Bize en büyük örnek Hazreti Muhammed Efendimizdir. Nasıl en büyük örnektir? O, her zaman, “Allah benden şöyle konuştu, Allah benden şöyle söyledi” diye, devamlı Allah’a dayanarak konuşmuştur. Bizler de burada nasıl konuşuyoruz? Hiçbir zaman kendimizi öne atmıyoruz, her zaman, Hazreti Muhammed şöyle buyurdu, Hazreti Mevlâna şöyle söyledi, diye hitâb ediyoruz. Bakın dikkat edin, büyüklerimizi zikrediyoruz. Onlara biz inandık ve iman ettik. Biz, Allah’ın bütün güzelliklerini, Hazreti Muhammed’de ve Evliyâullah’da görüyoruz. Çünkü bütün Evliyâullah, hepsinin selâm olsun üzerlerine, hepsi Hazreti Muhammed Efendimizin mânevî kardeşleridirler. Onlar, Resûlallah Efendimizi görmeden âşık oldular ve sonra Resûlallah yüzünü onlara mânâlarında gösterdi. Eğer bizler de temiz bir imanla ve temiz bir aşkla yolumuza devam edersek, nefs çırpınır durur ama birşey yapamaz. Ama eğer dersek ki, dur ben bir namaz kılayım, bir dua edeyim, zikir yapayım sonra uyarım Allah’a, o zaman olmaz; bizde öyle yaz boz tahtası yok. Nerde tuzağa düşersin göremezsin. Bu nedenle insanın imanına sımsıkı sarılması lâzım. Koskoca Peygamber bile, her akşam dinlenmeye çekilmeden önce yetmişbeş sefer “Estağfurullah” diyor. O, bunu yapıyor da biz acaba neden yapmıyoruz? Bir kere bile estağfurullah demeden yatağa giriyoruz. Peygamber Efendimizden hiç örnek almıyoruz, ki O, Hakk ile Hakk olmuştur. Onun her zerresinde Hakk’ın nûru vardır. 

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

HAZRETİ MEVLÂNA’NIN DİLİNDEN HAZRETİ MUHAMMED – 4

Hazreti Mevlâna, kasîdelerinde cezbe sözleriyle dile getirdiği Hazreti Muhammed ile ilgili, Fîhi Mâ-Fîh’de şöyle bir hâdise anlatır:

“Hazreti Mustafa’nın yanına münâfıklardan, yabancılardan bir topluluk geldi. Sahâbe, gizli şeyleri anlatmada, Mustafa’yı övmekteydi. Peygamber, üstü kapalı olarak sahâbeye buyurdu ki: ‘Kaplarınızın ağızlarını kapatın. Yâni testilerin, tencerelerin, küplerin ağzını örtün. Pis, zehirli hayvanlar vardır. Testilerinize düşerse, siz de bilmeden o suyu içerseniz, size zararı dokunur.’

Mustafa, böylece onlara, yabancılardan hikmeti gizleyin; yabancıların önünde ağzınızı, dilinizi kapatın; çünkü onlar bu hikmete, bu nimete lâyık değillerdir, buyurdu.”

Yine Fîhi Mâ-Fîh’de Hazreti Muhammed’in yokluğa bürünmesi ve alçakgönüllü hâli ile ilgili olarak, Hazreti Mevlâna şöyle buyurur:

“Sevgilimiz Hazreti Muhammed pek alçak gönüllüydü. Meyvası çok olan ağaç nasıl o meyvalardan dolayı aşağı eğiliyorsa, tıpkı onun gibi. Çünkü bütün dünyanın meyvası O’nda toplanmıştı. Bu yüzden herkesten daha alçak gönüllüydü. Selâm vermede, Tanrı elçisini kimse geçememiştir. O herkesten önce selâm verirdi. Fakat varsayalım ki, önce selâm vermemiş olsun. Yine de selâmı O’ndan öğrendikleri için ilk selâm veren O’ydu. Öncekiler de, sonra gelenler de hepsi O’nun gölgesidir.”

Yine Fîhi Mâ-Fîh’de Hazreti Mevlâna, Hazreti Muhammed’in şu sözüne dikkat çeker:

“Hazreti Muhammed şöyle buyurmuştur: Sahâbem yıldızlara benzer. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz. Bunun anlamı şudur; Hazreti Muhammed’den sonra başkalarına vahiy gelmez diye bir söz söylerler; neden gelmesin? Gelir, ama bunun adı belki farklı olur. İnanan, Tanrı ışığıyla bakar görür. Tanrı ışığıyla bakan her şeyi görür; önü de, sonu da. Tanrı ışığından nasıl olur da bir şey örtülü kalır?

Hazreti Muhammed’in, sahâbem yıldızlara benzer, hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz, sözünün mânâsı şudur: Yıldız söz söylemese dahî ışığıyla yolu gösterir. Tanrı erlerine de bakarsan, onlar sende tasarruf ederler, söze ve harfe dahî lüzum olmadan maksadını elde edersin. Seni ulaşma ve buluşma yerine götürürler.”

MANEVİ MENKIBELER – 32

Üçer hurma…

Peygamber Efendimiz bir gün sahabesiyle yolda gidiyorlar. Giderlerken sahabe acıkıyor. Karşıda bir hurmalık görüyor Hazreti Muhammed. Kalkıyor o hurma bahçesine gidiyor. Selam veriyor bahçe sahibine. Bahçe sahibi Musevi. Hazreti Muhammed, bahçe sahibine dönüp diyor, “Ben bu bahçeyi sulamak istiyorum. Karşılığında bizlere üçer hurma verir misin?”

Bahçe sahibi, “Benim kuyumda su yoktur ki, sen bu bahçeyi sulayasın” diyor, “belki çok dibinde biraz su vardır.”

Hazreti Muhammed, “Bir göreyim kuyuyu” diyor.

“Buyrun” diyor, “görün.”

Hazreti Muhammed indiriyor kovayı kuyuya. Birdenbire kova doluyor. Başlıyor bahçeyi sulamaya. O suladıkça kuyuda su çoğalıyor.

Musevi bahçe sahibi bakıyor, hayret içinde kalıyor. Hazreti Muhammed bütün bahçeyi suluyor. Kuyu neredeyse tamamen suyla doluyor.

Bahçe sahibi bırak üçer hurma vermeyi, soruyor, “Sen kimsin? Bu kuyuda hiç su yoktu..”

“Ben” diyor Resulallah, “Abdülmuttalib’in torunu Muhammed’im. Bunlar da benim sahabemdir.”

Bahçe sahibi hemen kalkıyor Hazreti Muhammed’e iman ediyor ve istedikleri kadar hurma veriyor.

Bakın demiyor, “Bana Allah rızası için üç tane hurma verin.” “Ben bir hizmet yapmak istiyorum” diyor. Ve yaptı, kendisi yaptı hizmeti…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (163)

Deniliyor ki, bir insana en çok zarar veren şeyler aklından geçen kötü düşünceler ve ağzından çıkan kötü sözlerdir. Bu konuda ne dersiniz Hasan Dede?

Hazreti Mevlana der ki: “Dokuz sefer yutkun, bir sefer konuş.” İnsanın ağzından çıkan her söz suret bulur. Eğer o söz güzel ise, güzel bir suret haline gelir ve insan o sureti seyretmeye doyamaz. Ama eğer çirkin bir söz ise, o da çirkin bir suret haline gelir ve insanın o sureti seyretmesi bir yana, ondan nereye kaçacağını bilemez.

“Onlar, Allah’ın kalblerindekini bildiği kimselerdir; Onlara aldırma, onlara öğüt ver ve onların içlerine tesir edecek güzel söz söyle!”
(Nisa, 63)

Dilin kemiği yoktur. Bu nedenle insanın bir söz sarfetmeden evvel mutlaka düşünmesi gereklidir, ağzına geldiği gibi konuşmamalıdır.

Etrafınıza baktığınız zaman, bu benlikler ve ikilikler yüzünden herkes birbirleriyle kavga etmektedirler, hatta öldürmektedirler. İnsanlıktan çıkmışlardır. Hakikatte ise bir insanı öldürmek, kainatı öldürmek demektir.

“Az kalsın, söyledikleri sözden gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılacaktı.” (Meryem, 90)

Bizim en büyük üzüntümüz, malesef insanların en medeni Peygamber olan Hazreti Muhammed Efendimizi ve onun dini İslam’ı gerektiği gibi anlayamamış olmalarıdır. Bugün Hazreti Muhammed’i bir kanun adamı olarak tanıtıyorlar, halbuki o Habibullah’tır, sevgilidir. O, bütün insanlık aleminin sevgilisidir. Çünkü o, en başta Allah’ın sevgilisidir. Allah, tüm bu kainatı onun yüzü suyu hürmetine yaratmıştır. Hazreti Muhammed’in bütün sözleri akıla hitab eder, ruha hitab eder, gönüle hitab eder. Bizler, bütün Evliyaullah gibi, Hazreti Muhammed’i gönlümüze koyarız, onu kendimize ruh ediniriz ve onun aklı ile yola çıkarız.

“Aralarında hüküm vermesi için Peygamberin yoluna davet edildiklerinde müminlerin sözü ancak ‘işittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir.” (Nur, 51)

Bir gün Hazreti Muhammed Efendimiz, sahabesiyle otururken, onlara şöyle sesleniyor: “İçimde bir özlem var.” Ebubekir dönüp ona soruyor: “Ya Resulallah, kimi özlüyorsun?” “Kardeşlerimi özlüyorum” diyor. “Tabii” diyor Ebubekir, “Senin kardeşlerin gelmiş geçmiş peygamberlerdir, onları özlemekte haklısın.” Hazreti Resulallah hemen cevap veriyor: “Hayır, hayır… Onlar değil benim özlediklerim. Ben, benden sonra gelecek olan velileri özledim. Çünkü onlar beni görmeden beni sevecekler ve aşık olacaklar. Onların hepsi benim manevi kardeşlerimdir. Onlardan bir tanesini andın mı, hepsini anmış olursun.”

“Onlar görmedikleri halde Rablerine iman ederler, kıyamet saatinden de titrerler.” (Enbiya, 49)

Bakın Evliyaullah’ı ne kadar birlikte tutmuştur ve onlara “Kardeşlerim” diye hitab etmiştir. Zaten hakikatte bütün güzellikler Evliyaların dilinden gelmektedir.

Sonuç itibariyle Hazreti Muhammed Efendimizin muhabbeti bu dünya üzerinden kalkarsa, bu dünyanın sonu geldi demektir.

“Şunu iyi bilin ki, bu zikri indiren Biziz ve onu koruyacak olan da, elbette yine Biziz!” (Hicr, 9)

Şunu da söylemek istiyorum ki, Hazreti Muhammed, “Ben bütün aleme rahmet olarak geldim” dedi; Hazreti Mevlana da, her dinden her toplumda her ırktan insanı sevgiyle kucakladı ve hep sevgiden barıştan, kardeşlikten söz etti. Tamamiyle Hazreti Peygamber Efendimizin bendesi olan Hazreti Mevlana, bu alemde öyle bir dil sarfetti ki, bütün dinler ona sevgi ve saygılarını sundular. Hatta Mevlana Hakk’a yürüdüğünde İseviler, “Mevlana, bizim İsa’mızdı, çünkü bizler İsa’nın büyüklüğünü ondan öğrendik” dediler. Museviler de “O bizim Musa’mızdı, biz de Musa’yı ondan öğrendik. Nasıl halk ekmeksiz duramazsa, bizler de Mevlana’sız duramayız” dediler. Hepsi beraberce Mevlana’nın cenazesinde hazır bulundular. Hazreti Mevlana’nın tabutu sabah yola çıktı ve yolda dört sefer kırıldı, tekrar yapıldı. Ancak akşam namazı vakti geldiğinde musalla taşına gelebildiler. İşte o zaman Müslüman bilginler, papazlarla hahamların kabristana girmelerine izin vermediler. İçlerinden bir keşiş çıktı ve onlara şöyle seslendi: “Eğer Hazreti Muhammed hayatta olsaydı sizin gibi mi konuşurdu? Mevlana da Hazreti Muhammed gibi kainatın rahmetiydi. Bizi ondan ayıramazsınız.” Ve Şeyh Sadreddin, Hazreti Mevlana’nın cenaze namazını kıldırmak üzere tekbir çekerken birdenbire hıçkırıklara boğuldu ve geri döndü, namazı kıldıramadı. Yerine Kadı Sıraceddin geçti ve namazı kıldırdı. Şeyh Sadreddin Konevi’ye neden bu kadar ağladığını sorduklarında onlara şu cevabı verdi: “Ben tekbir çekerken perde kalktı ve gördüm ki, Hazreti Resulallah imamiyette durmuş, Mevlana’nın cenaze namazını kıldırmaktaydı ve onunla beraber sayısız melekler saf durmuşlardı. Ben de o hali görünce gözyaşlarımı tutamadım ve kendimden geçtim.”

“Bizim içimizden bir tek kişi bile yoktur ki, onun belirli bir yeri ve derecesi olmasın. Biziz o sıra sıra saf tutmuş olanlar, Biziz!.. Biziz o tesbih edenler, Biziz!” (Saffat, 164-166)