MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 37

BAŞIMI VERECEĞİM🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Bir gün Hazreti Mevlâna’nın huzûrunda birisi üzülüyor, ağlıyor. Mevlâna, onun neden üzüldüğünü soruyor. Adam diyor ki: “Keşke Şems Hazretleri hayatta olsaydı da, kendisini görebilseydim!” Bunun üzerine Mevlâna diyor ki: “Yazıklar olsun, benim her sakalımın teli bir Şems olmuştur!” 

Fakat şöyle bir şey daha var; Hazreti Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr’de diyor ki: “Dokuz felekle, yüce babalar anlamına gelen âbâ-yi urbîyyede Zuhâl, Müşteri, Merih, Utarit, Zühre, Neptün, Uranüs ve iki Kutup Yıldızı, her felekte bir müddet kalmak sûretiyle düşüp kaldım. Yıldızlarla beraber burçlarda nice seneler döndüm durdum. 

Bir müddet görülmedim, onunla beraber bir yerde bulundum. O zaman Hakk’a en yakın olma, ‘Ev-ednâ’ mülkünde idim. Orada ne gördümse gördüm. Ben ana karnındaki çocuk gibi besiyi Hakk’tan aldım. 

Âdemoğlu bir kere doğar, ben çok kereler doğdum. Ten hırkasında yıllarca bulundum. Bir çok işler gördüm. Kendi elimle bu hırkayı hayli yırttım. Zâhidlerle muhabbetlerde birçok geceler sabahladım. Kâfirlerle de puthânelerde putların önünde yattım, uyudum. 

Hem dolaşan kurnaz hırsızlardanım, hem inleyen hastaların elemleriyim. Ben hem bulutum, hem yağmur, bağlara yağar dururum. 

Ey dilenci! Benim eteğime asla fânîlik tozu bulaşmamıştır. Ben bekâ bağında ve bostanında bol bol güller topladım. Benim aslım sudan, ateşten, asabî rüzgârlardan, nakışlı topraklardan değildir. Ben bunların hepsine karşı gülmüşüm. 

Evlâd! Ben Şems-i Tebrizî değilim… Eğer beni görürsen, sakın kimseye gördüm deme, o ben değilim, ben tertemiz nurum.” 

Yani Mevlâna, bir yerde, ‘Benim sakalımın her teli bir Şems’tir’ diyor, diğer tarafta da, ‘Ben, Şems-i Tebrizî değilim’ diyor. Ne dersiniz Hasan Dede?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Cenab-ı Mevlâna, selâm olsun üzerine, bütün bu söylediklerinin hepsinde vardır ve her sözü doğrudur. 

Çünkü Hazreti Mevlâna, bir yerde bizlere şöyle seslenir: 

“Âdem, daha balçık hâlindeyken, ben Nebîydim.”

Hazreti Mevlâna, baştan aşağı O idi. Yani Yaratıcı ile tamamen birleşmiş ve O olmuştu. Onu birinin âşikâr etmesi gerekiyordu. Ne babası, Sultan’ül Ulemâ Hazretleri, ne de ilk şeyhi Seyyid Burhâneddin Efendi, onu âşikâr edemedi. Mevlâna, onların yanında devamlı gizli kaldı. Ne zaman Şems-i Tebrizî ile karşılaştılar, Şems onun kim olduğunu keşfetti ve Mevlâna’ya Hakk olarak nazâr etti ve Şems’in bu nazârıyla Mevlâna bir volkan gibi patlama yaptı ve bütün dünyayı hakîkatlerle donattı. 

Ve Hazreti Şems, Hazreti Mevlâna’nın bu hâlini görünce, şöyle bir seslenişte bulundu: 

“Ben, Mevlâna’yı bir sefer irşâd ettim, o beni sayısız sefer irşâd etti.” 

Şems ile Mevlâna, üç ay hâlvete girdiklerinde, hâlvet boyunca sadece üç simit yemişlerdir, yani öyle ballar, baklavalar, börekler yok. Hâlvetten çıktıkları zaman ikisi de bir deri bir kemik hâlindeydiler. Allah’ın bütün güzellikleri ikisinin gözünde apaçık görünmekteydi. 

Hazreti Mevlâna, kendisini anlayacak, onu tanıyacak, onun gönlünü okuyacak birisini bulmak için sayısız defalar devrân yapmıştır bu âlemde. Şems-i Tebrizî Hazretleri de, Mevlâna gibi bir Hakk dostunu ararken Allah’a münâcatta bulunmuştur ve demiştir ki: “Allah’ım, bu dünyada senin sayısız gizli velîlerin vardır, bana onlardan birisini göster de gideyim ona gönlümü açayım.”

Cenâb-ı Hakk’tan Şems’e şöyle nidâ gelir: “Sana bir mürşid göstereceğim, karşılığında bana ne vereceksin?” Şems-i Tebriz, “Başımı vereceğim!” diye cevap verince, Hakk: “O zaman Rumeli diyârına gideceksin, orada Mevlâna Celâleddin Rumî’yi bulacaksın. O senin mürşidindir” diye seslenmiştir. 

Eğer onlar buluşmasalardı, Mevlâna’nın güzellikleri ortaya çıkmayacaktı. Şimdi bakacak olsanız; Mevlâna, Şems ile anılır; Şems de Mevlâna ile anılır. 

Ve dikkat edin! Hazreti Mevlâna , selâm olsun üzerine, son deminde rûhunu, ne babasına ne de bir başkasına teslîm etmiştir; Şems’e teslîm etmiştir. 

O günlerinde Şeyh Sadreddin Efendi Mevlâna’ya şifâ dilemek için ziyâretine geliyor; Mevlâna ona dönüp: “Sakın bana şifâ dileme” diyor ve devam ediyor: “Nûrun nûra kavuşmasına bir soğan zâresi kadar mesafe kalmıştır. Neyler üflensin, kudûmler vurulsun. Bu akşam benim düğün gecem; Yâr ile buluşma gecem.” 

Bugün, Hazreti Mevlâna’nın bu mânevî düğünü seyretmek için, Şeb-i Arûs’da, bütün dünyadan yüzbinlerce insan geliyor. Hazreti Mevlâna, bu konuda bizlere de büyük bir ders veriyor. Bizler de imanımızı güçlendirelim, kimliğimize ulaşalım, iyi bir insan olalım ve onlara lâyık birer kul olalım, çünkü ömür su gibi gidiyor.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MANEVİ MENKIBELER – 79

KILIÇ KINDAYKEN Mİ KESER…

Sultan Veled Hazretleri bir gün Hazreti Mevlana’ya, “Efendi baba çok latifsiniz, şefkat dolu bir varlıksınız, acaba bu alemden gittikten sonra bu şefkat bu rahmet devam edecek mi?” diye soruyor.

Hazreti Mevlana oğluna şu cevabı veriyor, “Veled! Veled! Veled! Kılıç kındayken mi keser, kından çıktıktan sonra mı?”

“Kından çıktıktan sonra.”

“Kın içinde bu kadar şefkatle çıkıyorum, kından çıktıktan sonra ben hep şefkatim.”

1987’de acizane Konya’yı idare etmek fakire nasip oldu. On Lira iken biletler, ikibuçuk Liraya indirdim. Günde iki kez, saat 14:00’de ve 20:30’da, altmış kişinin üstünde mutrip, elliüç semazen ile Şeb-i Arus’da ayin açtık. Her taraftan gönüllüleri çağırdık. Otel lobilerinde Türkler’den başka her milletten insan vardı.

Misafirler sohbet esnasında, “Ne yaparsak yapalım, beş vakit namaz da kılsak, hatalardan kurtulamıyoruz. Bunun çözümü nedir?” diye sordular.

“Camiye göre mi, kiliseye göre mi yoksa Hazreti Mevlana’ya göre mi cevap vermemi istersiniz?” diye sordum.

“Mevlana’nın dilinden cevap istiyoruz” dediler.

“Hazreti Mevlana diyor ki” dedim, “Allah’ın bir kulunun saçının bir kılı ağarsa, Allah onu cezalandırmaktan münezzehtir. Çünkü Ceddim Hazreti Muhammed miraç ettiği zaman Cenab-ı Allah’ı onyedi yaşında namütenahi güzellikte şâbb-ı emred sıfatında gördü. Saçı ağarmış kişiler erse, Tanrı’nın ya ağabeyidir ya da babasıdır; dişi ise ya ablasıdır ya annesidir. O yüzden Allah onlara ceza vermekten münezzehtir.

Hazreti Mevlana, mantığa hitap etmek için böyle açıklıyor. Cenab-ı Allah, belki yaptığın hatalardan nâdim olursun diye seksen yıl, yüz yıl ömür verir, bekler. Sen hatalara devam edersen ve son nefesini verirken de nâdim olmuyorsan, ‘niye nâdim olmadın’ diye Allah üzülür. Sen kendi kendini cezaya atmış olursun” dediğimde hepsi şaşırdı kaldı.

Siz kendinizi bir düşünün; kötü huylarınız varsa, onları yavaş yavaş Hakk’ın bir dostuyla, onun güzel huylarıyla güzelleştirin ki, O’nun o güzel yüzünden mahrum olmayasınız.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (125)

Hazreti Mevlana, kasidelerinin birinde, ‘Benim sakalımın her teli bir Şems’tir’ diyor, başka bir kasidesinde de, ‘Ben, Şems-i Tebrizi değilim’ diyor. Ne dersiniz Hasan Dede?

Cenab-ı Mevlana, selam olsun üzerine, bütün bu söylediklerinin hepsinde vardır ve her sözü doğrudur.

Çünkü Hazreti Mevlana, bir yerde bizlere şöyle seslenir: “Adem, daha balçık halindeyken, ben Nebi’ydim.”

Hazreti Mevlana, baştan aşağı O idi. Yani Yaratıcı ile tamamen birleşmiş ve O olmuştu. Onu birinin aşikar etmesi gerekiyordu. Ne babası, Sultan’ül Ulema Hazretleri, ne de ilk şeyhi Seyyid Burhaneddin Efendi, onu aşikar edemedi. Mevlana, onların yanında devamlı gizli kaldı. Ne zaman Şems-i Tebrizi ile karşılaştılar, Şems onun kim olduğunu keşfetti ve Mevlana’ya Hakk olarak nazar etti ve Şems’in bu nazarıyla Mevlana bir volkan gibi patlama yaptı ve bütün dünyayı hakikatlerle donattı.

Ve Hazreti Şems, Hazreti Mevlana’nın bu halini görünce, şöyle bir seslenişte bulundu: “Ben, Mevlana’yı bir sefer irşad ettim, o beni sayısız sefer irşad etti.”

Şems ile Mevlana, üç ay halvete girdiklerinde, halvet boyunca sadece üç simit yemişlerdir, yani öyle ballar, baklavalar, börekler yok. Halvetten çıktıkları zaman ikisi de bir deri bir kemik halindeydiler. Allah’ın bütün güzellikleri ikisinin gözünde apaçık görünmekteydi.

Hazreti Mevlana, kendisini anlayacak, onu tanıyacak, onun gönlünü okuyacak birisini bulmak için sayısız defalar devran yapmıştır bu alemde. Şems-i Tebrizi Hazretleri de, Mevlana gibi bir Hakk dostunu ararken Allah’a münacatta bulunmuştur ve demiştir ki: “Allah’ım, bu dünyada senin sayısız gizli Velilerin vardır, bana onlardan birisini göster de gideyim ona gönlümü açayım.” Cenab-ı Hakk’tan Şems’e şöyle nida gelir: “Sana bir mürşid göstereceğim, karşılığında bana ne vereceksin?” Şems-i Tebriz, “Başımı vereceğim!” diye cevap verince, Hakk: “O zaman Rum diyarına gideceksin, orada Mevlana Celaleddin Rumi’yi bulacaksın. O senin mürşdindir” diye seslenmiştir.

Eğer onlar buluşmasalardı, Mevlana’nın güzellikleri ortaya çıkmayacaktı. Şimdi bakacak olsanız; Mevlana, Şems ile anılır; Şems de Mevlana ile anılır.

Ve dikkat edin! Hazreti Mevlana, selam olsun üzerine, son deminde ruhunu, ne babasına ne de bir başkasına teslim etmiştir; Şems’e teslim etmiştir. O günlerinde Şeyh Sadrettin Efendi Mevlana’ya şifa dilemek için ziyaretine geliyor; Mevlana ona dönüp: “Sakın bana şifa dileme” diyor ve devam ediyor: “Nurun nura kavuşmasına bir soğan zaresi kadar mesafe kalmıştır. Neyler üflensin, kudümler vurulsun. Bu akşam benim düğün gecem; Yar ile buluşma gecem.”

Bugün, Hazreti Mevlana’nın bu manevi düğünü seyretmek için, Şeb-i Arus’da, bütün dünyadan yüzbinlerce insan geliyor. Hazreti Mevlana, bu konuda bizlere de büyük bir ders veriyor. Bizler de imanımızı güçlendirelim, kimliğimize ulaşalım, iyi bir insan olalım ve onlara layık birer kul olalım, çünkü ömür su gibi gidiyor.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (98)

Hazreti Mevlana’nın Hakk’a yürüyüşü herkese çok büyük bir örnek öyle değil mi?

Evet aynen öyledir. Hazreti Mevlana’nın son günlerinde Şeyh Sadreddin Efendi ziyaretine gelmişti. Mevlana’ya, “Allah sana şifa versin, seni başımızdan eksik etmesin” diye dua edince, Mevlana, “Sakın bana dua etme. Nurun nura kavuşmasına bir soğan zaresi kadar mesafe kalmıştır, bu kavuşmayı bana çok mu görüyorsun” diyerek cevaplamıştır.
Eşi Kira Hatun da, “Ya Hüdavendigar! Rabbine münacatta bulun gitme, bizi yalnız bırakma,” dediği zaman da, “Kimin malını çaldım, kimin mülküne göz diktim, doğuştan beri hep bu anı bekledim. Neyler üflensin, kudümler vurulsun, Yarla buluşma gecemdir bu benim. Ben giderken, vah vah, diye arkamdan ağlama. Ağlarsan kendine ağla. Ben o padişah değilim tahttan tabuta gireyim. Ben o padişahım ki tahttan gönüllere gireyim” demiştir.
17 Aralık Şeb-i Arus, düğün gecesi, kına gecesi, Yarla kavuşma gecesidir.
Yine Kira Hatun’a dedi ki: “İnsanlık tohumunu ektiysen, şüphen mi var insanlıktan. Güneşin battığını görüyorsun, şüphen mi var doğmasından. Güneşi kaybettiysen aya koş, ayı bulamazsan yıldıza yüz tut, onu da bulamazsan vay sana, kaldın ışıksız.”
O, insanlık tohumu ekti, insanlığa yola çıktı. Hep açık konuştu, hiçbir şeyi gizlemedi.
Yine Yüce Mevlana, “Ey insan mumdan örnek al, mum son demine kadar ışığı sunmaktan vazgeçmez, sen bir insansın son nefesine kadar aydınlığı sun ki aydınlığa kavuşasın” der.
Neuzübillah birisinde umutsuz bir hastalık zuhur etti mi, “Aman en iyi doktora gidelim, bütün malımı mülkümü vereceğim, yaşamak istiyorum” der. Yaşatacak seni bir hafta, bir ay, yine gideceksin. İşte sana işaret veriyor, imanını büyüt, hatalarından nadim ol, dost yüz tutmaktadır. Artık gidiyorsun, hiçbir ilaç fayda vermez, sadece imanın fayda verir.
Hazreti Muhammed ve bütün Veliler hep sevgiden söz ettiler. Sevgi ile kendilerini kazandırdılar, ölüm bunlardan uzaklaştı. Onlar sevenleri ile dünya durdukça yaşayacaklar. Onun için bizler de sevgi sözlerini çoğaltalım, birbirimizi kırmayalım. Sevgide saygıda kusur etmeyelim. Çünkü ne gün belli ne saat, aniden davet gelebilir, güzelliklerde yaşarsan korkuya yer kalmaz.

Kaside:
“Senin gibi eşsiz bir padişahın huzurunda öleceğim gün, ne mutlu bir gündür. Senin şeker madeninin kapısında ölmek, tatlı candan ayrılmak ne hoş bir gündür.
Senin gül bahçenin selvisi gölgesinde ölürsem, toprağımdan yüzbinlerce gül biter.
Senin ayak ucunda sevine sevine el çırparak ölürsem, yaşayışa haris olan nice kişi şaşkınlıklarından ellerini ısırırlar.
Kadehime ölüm şerbetini sen dökersen kadehi öperim, sevine sevine ölüm şerbetini içerim de neşeden mest olmuş bir halde salına salına ölüme doğru gider, can veririm.
Can tatlı olduğu için beşer olarak ölüm haberinden sonbahar yaprakları gibi sararıp solarım, ama bahara benzeyen güller gibi gülüp duran o güzel dudaklarının yüzünden, ölümden şikayet etmeden, güle güle can veririm.
Senin nefesinle kaç defa öldüm, yine dirilirim. Senin yüzünden bir kere değil, bin kere ölsem korkmam. Ben yine ilk öldüğüm gibi, yine o çeşit ölürüm.
Anasının kucağında ölen çocuk gibi Rahman’ın rahmet kucağında, acıyış, bağışlayış kucağında ölürüm.
Bu ne biçim söz? Aşık olan ölür müymüş? Ab-ı hayat kaynağında ölmeme imkan var mı?
Ey Tebrizli Şems! Seninle diri olmayanlar var ya, işte ben onların yanında ölürüm de senin yanında dirilirim. ”
(Divan-ı Kebir, C.IV, 1639)

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (86)

İbadeti bir borç olarak mı, yoksa Allah’a duyduğumuz sevginin, saygının tezahürü olarak mı düşünmemiz gerekiyor?

Allah’a sevgimizden, saygımızdan temiz bir gönülle ona koşarak, güzel bir tat alırız. Allah, bizlere sağlık, güzel nimetler, güzel dostlar vermiş, bizim vazifemiz ona şükretmektir. Biz yaşadığımız ana gece gündüz şükrederek, Yaratıcıyı dilimizin döndüğü kadar en güzel şekilde anlatmaya çalışıyoruz ve onu kendimizin dışında bir an bile tutmuyoruz.
Gözümüz onun kudretiyle görüyor, kulağımız onun kudretiyle işitiyor, elimiz onun kudretiyle tutuyor, ayağımız onun kudretiyle yürüyor. Vücudumuzda bulunan bütün azalardaki dirilik onun kudretiyledir. Madem ki bizi bu kadar sevmiş, her türlü güzelliklerle donatmış, biz de onu isteyelim, onun güzelliklerini içimize dolduralım. Başkalarının işlerinden bahsetmeyelim. Hazreti Muhammed der ki: “Başkalarının hesabı ile uğraşanlar, benim ümmetimden değildir.” Kendi ihtiyaçlarının peşinde koşacağına, başkasının işlerini merak eden kişi hep kayıptadır.
Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yok. Biz, onu zikrederken, onun o güzel vasıflarını içimize doldurmaya, onun o güzelliklerini tefekkür etmeye, o esmanın hüsnası olmaya çalışalım. O dışımızda değil, içimizdedir. Çünkü, Allah’ı zikretmesen bile, kalb her saniye devamlı “Allah” diye zikrediyor. Onunla diriyiz ama eğilmiyoruz. Bir an kalbimizi dinleyelim, kalbimiz bir saniye bile sahibini bırakmıyor, biz nasıl onun dışına çıkabiliriz. Ona dört elle sarılmak, onun dışına çıkmamak lazım.
Bir insan gönlünü Hakk’a vermezse ne kadar bilgili olursa olsun, sonu ölümledir. Kişi, bir yere ikrar verir, ikrarına sıdk-ı bütün imanla bağlanırsa o kişi, yaşar ve yaşatır. İnsan anneden doğup bir yaşa kadar geldikten sonra bir arayışa çıkar, gönlüne göre bir mürşid-i kamil bulduğu zaman geçmişi silinir, orada yeniden doğar. Doğduğu yeri yaşar ve yaşatırsa ölümsüzlüğe yol alır.
Hazreti Mevlana, Şeb-i Arus için, “Bu gece kına gecem, Sevgili ile buluşma gecem. Vah vah demeyin, bana ağlamayın, ağlarsanız kendinize ağlayın. Ben o Padişah değilim, tahttan inip tabuta gireyim. Ben o Padişahım ki, tahttan inip gönüllerde yer alayım” diyor. Hazreti Mevlana, bunu kazandı. Çünkü, bütün ömrünü insanlık alemine ışık tutarak geçirdi. Hep güzel şeyler, sayısız hakikatler, sayısız bilgiler sundu. İnsanı, Tanrı katında en yüksek varlık olarak tanıttı ama insan kulak vermedi, kendisinin kim olduğunu öğrenmek istemedi, nefsi ağır bastı, güzelliği, insanlığı bırakıp, nefsaniyete yöneldi. Ne oldu? O Yaratıcı üzüldü. Başka bir şey değil.
Demek ki, korku değil… her zaman sevgi ve saygı.
Ne zaman korkacaksın? Hakk’a aykırı işler yaparsan, insanları kötü yollara sürüklersen, kork. Çünkü insan, insanın Rahmanıdır; insan insanın Şeytanıdır. Bir arkadaş, bir arkadaşı doğru yola götürmeye çalışırsa o arkadaş Rahman sıfatını taşır, arkadaşını da Rahmaniyete çeker. Bir arkadaş, arkadşaını kötü yollara çekmeye kalkarsa, o Şeytandır. Ona uydun mu Şeytana uymuş olursun.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (73)

Hazreti Mevlana’nın ölümü bir düğün haline getirerek güzelleştirmesi, herkes için bir teselli olabilir mi?

Ölümü düğün yapmış ama herkes için değil. O güzel sözler insana söylenmiş. Kişi insanlık eğitimi alsın da o sözlere sahip olsun. Ne diyor Hazreti Mevlana? “Bana ağlama, ağlar isen kendine ağla. Ben o padişah değilim, tahttan inip tabuta gireyim; ben o padişahım ki tahttan inip, sevenlerin gönüllerine gireyim.” Bizim ona değil, acaba neredeyiz, ne yapıyoruz, yarın bizim de başımıza gelecek diye kendimize ağlamamız lazım.
Muhammed İkbal, “İslam garip gelmiştir, garip gidecek” dedi. Kime garip derler? Kimsesize. Hazreti Muhammed’in iç alemini kavrayan, temiz bir gönülle seven garip kalmaz. Hazreti Muhammed, Evliyaullah’ta sevildi ve gariplikten kurtuldu. Hazreti Muhammed’i, dilde zikredip gönüllerinde yer vermeyenler garip kalırlar. O’na ve Ehlibeytine aşkla bağlanmadan kuru ilimle bir yere varılmaz. Fakat bir Veli böyle midir? Yollarda birçok yatırlar var, aradan yüzlerce yıl geçmiş olmasına rağmen, semt halkı onu bilir, onu anar. O Hakk aşığı bir yerde kendini korur. Çünkü Evliyaullah daima sevgi ilmini vermiştir.

 

İnsanların çektiği acılar neyi temsil eder? Ya da neye işarettir?

Her zaman insana acı veren nefstir.
Bedir Savaşı’nda, İmam Ali Efendimizin iki omuzu arasına bir ok saplandı. Sevenleri yanına gelip oku çıkarmak istediler.
Hazreti Ali, “Dokunmayın, birazdan huzura duracağım. Oku o zaman çekersiniz” dedi.
Hazreti Ali, ok sırtında namaza durdu. Huzura durur durmaz arkadaşları oku tutup çektiler. Hazreti Ali’nin hiç ses çıkarmaması hepsini şaşırttı. Namazı bitirdikten sonra, “Ya Ali, oku çektik, hiç ses seda çıkarmadın” dediler.
“Ben namazdayken kendimden geçmiştim., Allah ile beraberdim” diye cevap verdi.
Bir insan vefat ettiği zaman, tabutun üstüne bir örtü koyarlar. Orada şöyle bir yazı vardır: “Külli nefsin zaikatül mevt.” Yani dünyamızda her nefis sahibi ölüm acısını tadacak. Ehl-i iman, kendisine hiçbir şey mal etmediği, hep Hakk’ın verdiği nasihatlara uygun yürüdüğü için korkmaz. Çünkü kendine ait bir şey yoktur. O ruh bedenden çıktığı zaman çilesi biter, sevenine gider. Ama kişi o güzelliğe ulaşamamışsa hep korkudadır. İnsanı korkak yapan nefsidir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (66)

Hazreti Mevlana, bütün dünyada “Aşk Peygamberi” olarak tanınıyor. Hazreti Mevlana’ya niçin aşk peygamberliği verilmiş?

Hazreti Muhammed hep Cebrail (as) ile yola çıktı. Rabb’ini görmek için vakit geldiği zaman Hazreti Muhammed’e eşlik edecek, Allah’a götürecek Refref geldi.
Refreften maksat aşktır. Hazreti Muhammed refref ile Hakk’a kavuştu.
Hazreti Mevlana, “Aşk Peygamberi”dir. Çünkü “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü, ömür sayma” dedi. Hazreti Mevlana bunu söylerken, mecazı buraya sokmaz. Çünkü mecazlarda çile, şüphe, hüzün, ayrılık var. Mecaz dediğimiz geçici aşk, Hazreti Mevlana’nın söylediği o güzel aşka gelmek için köprüdür. Ömrün sonuna kadar güzellik, gençlik, sıhhat kalmıyor. Kısa zamanda bunlar kayboluyor. O güzel kelamlar küfre, iticiliğe düşüyor. Yolcu hayatından bezip, Rabbine yüz tutuyor. Bu dünyada ne görüyorsanız, güneşin, ayın, yıldızların hiçbir zaman suçu yoktur. O kurulduğundan beri bizlere dervişlik yapar. Bizi üzenler insanlıktan nasip almayan kişilerdir. İnsanı ayakta tutan da kendini bilen, sevgisinde, saygısında kusur etmeyen insandır.
Cenab-ı Mevlana, “İnsan insanın cennetidir, insan insanın cehennemidir” der. Ne çıkarsa yine bizlerden çıkar. Kiş, maneviyata yol alır, maneviyatta hakikatleri görür, yavaş yavaş kişiliğini bulur, bütün bu güzellikleri Allah’tan bilir, Allah’ı her şeyin üstünde bir güzel kabul ederse, rahat eder. Aksi halde hep sıkıntılarda, hüzünlerde, korkularda yaşar.
Hazreti Mevlana, “İnsanı Rabbine en kısa yoldan ulaştıracak vasıta aşktır. Aşk, akıllıyı deli eder, deliyi akıllı eder” der.
Yine Mevlana der ki: “Anam aşk, babam aşk, Allah’ım aşk, Peygamberim aşk, ben de bir aşk çocuğuyum; bu aleme aşkı, sevgiyi söylemeye geldim.”
Hazreti Muhammed, insanları pişirmek için akılla yola çıktı. Cebrail (as) akıldır. Dünya ömrü biteceği zaman aşkı ortaya çıkardı. Hazreti Muhammed, Hakk’a yürüyeceği zaman acaba bu topluma bir şeyler verebildim mi? diye gözyaşı döktü ve ümmetini istedi, ümmeti bağışlanmadan da yola çıkmadı. Hazreti Mevlana ise gülerek gitti. Çünkü Peygamber zamanındaki cehalet olmadığı için Hazreti Muhammed’in büyüklüğünü, güzelliğini anlatmak için yarıştı ve gidiş gecesine Şeb-i Arus -kına gecem, düğün gecem, sevgiliyle buluşma gecem- dedi. Bu ömürde yaşadığımız her şey geçicidir. İnsanlara bir şeyler verir, bir gönülde yer alarak insan toplumu ile yaşayabilirsen, işte sen de baki olursun.