Mesnevi’de sema yoktur diyenlere gelince… (devam)
Mevlana Hazretleri, Şems-i Tebrizi ile yolda yürürken bir değirmen başına gelirler. Akan suyun, değirmen çarkını döndürüşünü seyrederken Şems-i Tebrizi bir “Allah!” diyerek sema etmeye başlar, arkasından da Hazreti Mevlana. Onlar ilk kez değirmen başında sema yaptılar.
Dünyamızda ilk sema Hazreti Muhammed zamanında, Cafer-i Tayyar’la başlamıştır, Hazreti Mevlana semaya sahiptir ve bütün dünya semadadır.
Hazreti Mevlana, “Sema durursa nizam-ı alem bozulur. Ay ve yıldızlar, güneş etrafında döner, hepsi semadadır” der. Hep söylerim, füze dahi aya semasız gidemez. Mermi de namludan çıkarken sema etmeden hedefine varamaz. Uçakların motorları, pervaneler, bütün makineler semadadır. Bir çok şey sema ile kemalatı buluyor. Zikrin büyüğü semadır.
Mevlana der ki: “Ben bir pergele benzerim. Sol ayağım pergelin dikmesidir, sağ ayağım çark atarken yetmişiki milletin gönlünü tavaf ederim.”
Bu kişiler Mevlana sema etmemiş mi, diyorlar?..
Bir gün Hazreti Mevlana’ya derler ki: “Bütün hatipler İslam’da çalgının haram olduğunu söylüyorlar.”
O devirde Hazreti Mevlana’nın kullandığı saz rebabtı. Hazreti Mevlana, tebessüm edip şöyle dedi: “Benim rebabımın sesi, Hakk aşıklarına cennet kapılarının açılış, kaba sofulara da cennet kapılarının kapanış sesidir.”
Peygamber Efendimizin devrinde bir tane kemençeci varmış. Kemençe dörtbin senelik bir sazdır. Mevta gömüldüğü zaman kemençeci mezar başına gelip, kemençe çalarmış. Ömer-i Faruk kemençe çalmasına sinirlenir ama Hazreti Muhammed bir şey söylemediği için sesini çıkarmazmış. Aradan zaman geçer, Hazreti Resulallah dar’ül bekaya yol alır, Ebu Bekir halife olur. Yine biri vefat eder. Cemaat dağıldıktan sonra kemençeci yine kabir başına kemençe çalmaya gelir.
Ömer-i Faruk, “Bir daha kabristanda kemençe çalarsan ayaklarını kırarım” der.
Kemençeci üzgün bir şekilde uzaklaşır. O akşam Ömer-i Faruk’a rüyasında Hazreti Muhammed asık yüzle görünür, hiç yüzüne bakmaz. Ömer-i Faruk ertesi günü hüzün içinde geçirip, acaba ne yaptım diye düşünür. Gece yine rüyasına Hazreti Peygamber asık yüzle çıkar, üçüncü akşam da onun yüzünü asık gören Ömer çok yalvarıp, ağlar.
“Ya Ömer benim tebessümlü yüzümü görmek istiyorsan git kemençecinin gönlünü al. Hakk’a yürüyen kişilerin nasıl sıkıntılarla gittiğini bilemezsin. Kemençeci kabir başında mevta taze iken kemençe çalınca, giden kişinin ruhu gıda alıp rahatlıyordu.”
Ömer-i Faruk, onu arayıp bulur, özür diler ve tekrar vazifelendirir.
Yenikapı Mevlevihanesinin hizmette olduğu zamanlarda, çingeneler bir düğüne giderlerken birinin darbukasının derisi patlar. Arkadaşı, “Bak önümüzde tekke var. Oradan bir kudüm isteyelim” der.
İçeri girdiklerinde, kudümzeni kudümlerle meşk yaparken görüp, “Esselamün aleyküm Şeyh Baba, o kudümü ödünç verir misin? Darbukanın derisi patladı. Düğünden sonra getiririz” derler.
Kudümzen, “Benim kudümüm dünyaya hizmet etmez. Burada Allah der” der.
O sırada içeride bulunan Şeyh Abdülbaki Efendi bu cevabı duyarak, “Erenler, kudümü arkadaşa ver, gitsin düğünde cümbüşünü devam ettirsin. Kudüm dışarıda dünyayı, burada Allah’ı söyler” der.
Her şey niyete bağlıdır. Öyle mutaassıplar var, ne yapalım onlar da lazım.