Bir zat buyuruyor ki: “Sür çıkar ağyarı kalbden, ta ki tecelli ede Hakk. Padişah konmaz saraya, hane mahmur olmadan.” Yani insanda haset var, inat var, gurur var, kibir ve öfke var… Bir insanın iç alemi bu huylarla bozuk olunca, hiçbir şey ona huzur vermez. Hasan Dede, bir insanın yaradılışı mı önemlidir, yoksa aldığı terbiye mi?
İnsan, yaratıldığında yabandır, çünkü kendini bilmemektedir, nefsi arzularına göre yaşamaktadır. Kim onun kafasına uygun bir şey söylese, onun yolunda gider ve hayatını, kendi zannettiğinin aksine çok boş geçirmektedir. Fakat eğer kendindeki bu eksikliğin farkına varır da bir arayışa düşerse ve bir Hakk dostunun, yani kamil bir insanın eğitimine girerse, onun güzelliklerini benimserse, o kişi zamanla yabanlıktan çıkar, kendini bilmeye başlar ve güzel bir insan olma yoluna girer.
“Ey insan! Sen adım adım Rabb’ine doğru yol almaktasın; sonunda O’nun huzuruna çıkacaksın!” (İnşikak, 6)
“Ve siz aşama aşama ilerleyeceksiniz.” (İnşikak, 19)
Misal olarak diyelim ki, bahçemizde bir meyva ağacı var, meyve de veriyor fakat, yabani olduğu için meyvelerinin tatları ekşi, yenmiyor.
Çare olarak hemen işinin ehli bir bahçıvan bulup aşı yaptırıyoruz. Bir sene sonra da bakıyoruz ki, o yabani ağaç tatlı meyveler veren güzel bir ağaca dönüşmüş. Bunun gibi insanın da aşıcısı yine insandır. Hakikatte bütün varlık aleminin aşıcısı insandır. Bir insan, başka bir insandan aşı almazsa, isterse sayısız bilgilere sahip olsun, ancak meyvenin kabuğuna gelir ama meyvenin tadına varamaz.
“Gafiller arasında Allah’ı zikreden, kuru ağaçlar arasında bulunan yeşil fidana, ölüler arasındaki canlı olana ve harpte kaçanlar arasında, aslan gibi savaşana benzer.” (Hadis-i Şerif)
İnsanın bu güzelliklere kavuşmasını sağlayan yol en başta teslimiyettir; yani teslim olduğun o kamil insan ile yola koyulmaktır, onu herşeyden üstün görmektir, sevgi sunmak ve o sevgiyi aşka dönüştürmektir. Aşka gelince… İnsan ancak güzele aşık olur.
“Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Müminler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.” (Al-i İmran, 160)
Bakın Galib Dede Hazretleri’nin yazdığı kitabın adı “Hüsn-ü Aşk”tır ve o kitapta öylesine güzel bir dil sarfetmiştir ki, insanda merak uyandırır. Acaba Galib Dede’nin bu güzel dili nereden geliyordu? Acaba ne gördü ve nasıl bu derece aşık oldu? Galib Dede Hazretleri, III. Selim’in kız kardeşine aşıktı, onun o güzel cemalinde yandı ve “Hüsn-ü Aşk”ı yazdı. Yunus Emre de aynı şekilde… O da Balım Sultan’da yandı. Peki Mevlana kimde yandı? Şems’de yandı. Hakikatte ise hepsi, bütün Evliyalar, Hazreti Muhammed’de yandılar. Her birinin sevgisine ve aşkının büyüklüğüne göre yüzünü gösterip kendisine aşık etmiştir.
Evliyalardan, Hazreti Muhammed’e ilk aşık olan Veysel Karani Hazretleridir. Peygamber Efendimizin, Uhud Savaşı’nda bir dişi kırıldığında, hangi dişinin kırıldığını bilmediği için ağzındaki otuziki dişini birden sökmüştür onun aşkına. Bugün otuzüçlük tesbihler, Veysel Karani Hazretlerini temsil eder; otuziki tanesi kırılan dişleri ve bir de kendisi, otuzüç… Kısaca, insan görmediği şeye aşık olamaz.
“Ey insanlar’ Size Rabb’inizden kesin bir delil olan Muhammed geldi ve size apaçık bir nur indirdik.” (Nisa, 174)
Eskiden Mevlevi Dedeleri, kendilerine derviş olmak isteyen kişilere ilk sordukları soru, bir şeyi sevip sevmedikleriymiş. Eğer sevmiş ise dervişliğe kabul ederlermiş; yok eğer sevmemiş ise, sevsin de öyle gelsin diye gönderirlermiş. Çünkü sevgiyi, aşkı yaşamamış birine onun tadını başka türlü anlatamazsın. Sevecek, aşık olacak ki, anlatabilsin ve dervişiyle arasında bir muhabbet doğsun.
Mecaz aşktaki güzellikler daima korunamaz. Mecaz aşk bitince, insan manevi aşka yönelir. Manevi aşkta ise Allah, sevenine sayısız güzel yüzlerle çıkar ve onu daima aşkta tutar. Onun vazifesi yakmaktır.
“Sen, o ölümsüz ve daima diri olan Allah’a tevekkül et. O’nu her türlü övgüyle yücelterek tesbih et.” (Furkan, 58)