MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (166)

Bir zat buyuruyor ki: “Sür çıkar ağyarı kalbden, ta ki tecelli ede Hakk. Padişah konmaz saraya, hane mahmur olmadan.” Yani insanda haset var, inat var, gurur var, kibir ve öfke var… Bir insanın iç alemi bu huylarla bozuk olunca, hiçbir şey ona huzur vermez. Hasan Dede, bir insanın yaradılışı mı önemlidir, yoksa aldığı terbiye mi?

İnsan, yaratıldığında yabandır, çünkü kendini bilmemektedir, nefsi arzularına göre yaşamaktadır. Kim onun kafasına uygun bir şey söylese, onun yolunda gider ve hayatını, kendi zannettiğinin aksine çok boş geçirmektedir. Fakat eğer kendindeki bu eksikliğin farkına varır da bir arayışa düşerse ve bir Hakk dostunun, yani kamil bir insanın eğitimine girerse, onun güzelliklerini benimserse, o kişi zamanla yabanlıktan çıkar, kendini bilmeye başlar ve güzel bir insan olma yoluna girer.

“Ey insan! Sen adım adım Rabb’ine doğru yol almaktasın; sonunda O’nun huzuruna çıkacaksın!” (İnşikak, 6)

“Ve siz aşama aşama ilerleyeceksiniz.” (İnşikak, 19)

Misal olarak diyelim ki, bahçemizde bir meyva ağacı var, meyve de veriyor fakat, yabani olduğu için meyvelerinin tatları ekşi, yenmiyor.

Çare olarak hemen işinin ehli bir bahçıvan bulup aşı yaptırıyoruz. Bir sene sonra da bakıyoruz ki, o yabani ağaç tatlı meyveler veren güzel bir ağaca dönüşmüş. Bunun gibi insanın da aşıcısı yine insandır. Hakikatte bütün varlık aleminin aşıcısı insandır. Bir insan, başka bir insandan aşı almazsa, isterse sayısız bilgilere sahip olsun, ancak meyvenin kabuğuna gelir ama meyvenin tadına varamaz.

“Gafiller arasında Allah’ı zikreden, kuru ağaçlar arasında bulunan yeşil fidana, ölüler arasındaki canlı olana ve harpte kaçanlar arasında, aslan gibi savaşana benzer.” (Hadis-i Şerif)

İnsanın bu güzelliklere kavuşmasını sağlayan yol en başta teslimiyettir; yani teslim olduğun o kamil insan ile yola koyulmaktır, onu herşeyden üstün görmektir, sevgi sunmak ve o sevgiyi aşka dönüştürmektir. Aşka gelince… İnsan ancak güzele aşık olur.

“Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Müminler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.” (Al-i İmran, 160)

Bakın Galib Dede Hazretleri’nin yazdığı kitabın adı “Hüsn-ü Aşk”tır ve o kitapta öylesine güzel bir dil sarfetmiştir ki, insanda merak uyandırır. Acaba Galib Dede’nin bu güzel dili nereden geliyordu? Acaba ne gördü ve nasıl bu derece aşık oldu? Galib Dede Hazretleri, III. Selim’in kız kardeşine aşıktı, onun o güzel cemalinde yandı ve “Hüsn-ü Aşk”ı yazdı. Yunus Emre de aynı şekilde… O da Balım Sultan’da yandı. Peki Mevlana kimde yandı? Şems’de yandı. Hakikatte ise hepsi, bütün Evliyalar, Hazreti Muhammed’de yandılar. Her birinin sevgisine ve aşkının büyüklüğüne göre yüzünü gösterip kendisine aşık etmiştir.

Evliyalardan, Hazreti Muhammed’e ilk aşık olan Veysel Karani Hazretleridir. Peygamber Efendimizin, Uhud Savaşı’nda bir dişi kırıldığında, hangi dişinin kırıldığını bilmediği için ağzındaki otuziki dişini birden sökmüştür onun aşkına. Bugün otuzüçlük tesbihler, Veysel Karani Hazretlerini temsil eder; otuziki tanesi kırılan dişleri ve bir de kendisi, otuzüç… Kısaca, insan görmediği şeye aşık olamaz.

“Ey insanlar’ Size Rabb’inizden kesin bir delil olan Muhammed geldi ve size apaçık bir nur indirdik.” (Nisa, 174)

Eskiden Mevlevi Dedeleri, kendilerine derviş olmak isteyen kişilere ilk sordukları soru, bir şeyi sevip sevmedikleriymiş. Eğer sevmiş ise dervişliğe kabul ederlermiş; yok eğer sevmemiş ise, sevsin de öyle gelsin diye gönderirlermiş. Çünkü sevgiyi, aşkı yaşamamış birine onun tadını başka türlü anlatamazsın. Sevecek, aşık olacak ki, anlatabilsin ve dervişiyle arasında bir muhabbet doğsun.

Mecaz aşktaki güzellikler daima korunamaz. Mecaz aşk bitince, insan manevi aşka yönelir. Manevi aşkta ise Allah, sevenine sayısız güzel yüzlerle çıkar ve onu daima aşkta tutar. Onun vazifesi yakmaktır.

“Sen, o ölümsüz ve daima diri olan Allah’a tevekkül et. O’nu her türlü övgüyle yücelterek tesbih et.” (Furkan, 58)

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (158)

Mana alemine kendini veren kişiler mecazı da duysalar veya görseler hakikati anlıyorlar ve idrak ediyorlar. Bizler ise hakikati duysak bile zihnimiz o hakikati mecaz olarak algılıyor. Zihinlerimizi hakikatleri anlamaya nasıl yönlendirebiliriz Hasan Dede?

Kişinin düşüncesi ne ise, ona göre hesap yapar. Bir insan sevgiye, aşka düşmemişse ve tam bir imanla bağlı olduğu yere sarılmamışsa eğer, defalarca hakikatleri duymuş olsa dahi, daima kendine uygun geldiği şekilde dinler ve öyle algılar.

“Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez.” (Necm, 28)

Cenab-ı Hakk, kendisini Hazreti Muhammed’e verdi. Bütün Piran Efendilerimiz de Hazreti Muhammed Efendimizin manevi kardeşleri olarak dünyaya yüz tuttular, O’nun güzelliklerinden dil döktüler ve kendilerini sevenlerine kazandırdılar.

“Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk. Onlar için yüce bir doğruluk dili var ettik, güzel bir söz ile anılmalarını temin ettik.” (Meryem, 50)

Yine Hazreti Mevlana şöyle buyurur: “Bana gelen evlatlarımdan, kimisi lokmama gelir, kimisi kisveme gelir, bana geleni daha göremedim.” Yani kimsinin karnı aç, sofrasında karınlarını doyurmak için gelmişler. Kimileri de, ben de derviş oldum demek için, kisvesine gelmişler. Fakat benim için geleni daha göremedim, diyor.

Galib Dede Hazretlerinin zamanında da bir adam Galata Mevlevihanesine gelmiş, “Dünyadan soyunmak istiyorum, derviş olmak istiyorum” demiş. Adamı Galib Dede’nin huzuruna çıkarmışlar. Galib Dede, adama bakmış ve demiş ki: “Zaten bu adamın dünyalığı yok, her tarafı yırtık pırtık, belli ki elbiselerini yenilemek için gelmiş.” Buna benzer şeyler o devirlerde de vardı, bu devirde de var. Dergaha belki bin kişi gelir, aralarından bir kişi çıkarsa ne mutlu. Peki eğer çıkmazsa ne olacak? Onların da kaybı yoktur, onlara da şefaatimizi gösteririz. Ama gönül iman sahibini ister. İster ki, arkadaş olsunlar, beraber halvet olsunlar.

Mevlana’mızın kasidesindeki şu beyitlere kulak verelim, bakın ne güzel buyuruyor ve diyor ki:

“Biz kadim olan, önüne evvel düşünülemeyen bir zamandan beri aşka düşen kişileriz. Bizden olmayanların, bizden geri kalanların hepsi de bize seyirci olmuşlardır.

Fakat seyirciler usandı. Ortada yalnız kızgın aşk şuleleri ile beslenen gönül kaldı.

Biz, gökyüzü gibi güneşin arkadaşıyız, dostuyuz. Biz onun ışığında yıldız gibi gizli kalmayız.

Biz minarenin üstündeki deve gibi parmakla gösteriliyoruz, tanınmışız.

Bizde bir hayalden başka bir şeycik kalmadı. 0 da parça parça oldu, ortadan kayboldu.

Hakk sevgisi yolunda yürüyenler, çare aradılar. Anladılar ki, varlık kaldıkça çare yoktur.

Demir, bakır, kaya gibi aşk ateşinde yanmak için sıraya girdiler.

Ercesine, korkmadan, sonsuz olan, kıyısı bulunmayan aşk denizine daldılar…”

 

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (65)

Hazreti Mevlana ve Hazreti Ali arasındaki ilişki nedir?

Oraya gelmek için önce Hazreti Muhammed’i alalım. Bu aleme gelen bütün Peygamberlerdeki ilim, bilim, o güzel kerem, o ışık, hepsi Hazreti Allah’ın tecellisi idi.
Hazreti Ali, Kabe’nin içinde doğdu. Kabe’ye Allah’ın evi derler. Hazreti Ali’den başka kimse orada doğmadı. Annesinin Kabe’yi ziyaret ederken sancısı tuttu. “Aman Allah’ım! Beni utandırma, bu çocuğu gizli bir yerde doğurayım” diye dua etti. O sırada bir yıldırım düştü. Kabe duvarını yıktı. Fatma anamıza, “Gir, bu dört duvar içine, çocuğunu orada dünyaya getir” diye nida geldi. Yıkıntının içine girip, Hazreti Ali’yi orada dünyaya getirdi.
O acılar içinde iken Fatma anamız başını göklere kaldırdı. Göklerde bir şimşek ışığıyla Ali esması yazıldı.
Fatma anamız Ali’yi aldı, eve geldi. Çocuğu emzirmek istedi, fakat o annesini itiyordu. Hiçbir beşer kuvvetine benzemeyen sanki bir aslan gücü vardı. Fatma anamız yanında kemalat bulduğu için, Hazreti Muhammed’i çok sever, ona Muhammed Emin diye hitab ederdi.
“Ya Muhammed Emin, dünyaya getirdiğim bu yavru beni yanına yanaştırmıyor. Acaba sebebi nedir?”
“Şefkatli yengem, o yavru beni arıyor.”
Hazreti Muhammed, Ali’nin yattığı beşiğe gelir gelmez, Ali kuş gibi ellerini açtı. Hazreti Muhammed, Ali’yi alıp yıkadı. Yıkarken Ali kollarında döndü. Hazreti Muhammed hem ağlıyor, hem gülüyordu.
Yengesi, “Ya Emin, sendeki bu gülme ve ağlamanın sebebi nedir?”
“Bir gün gelecek Hakk’a yürüyeceğim, o zaman Ali beni yıkayacak. Ben de onun kollarında böyle döneceğim, ona zorluk vermeyeceğim. O anı şimdiden görüyorum.”
Yıkadıktan sonra dilini Hazreti Ali’nin ağzına verdi. Hazreti Ali meme yerine ilk Hazreti Muhammed’in dilini emmiştir. Emdikten sonra, Ali’nin ağzını kulağına koydu. Onun nefesinden birçok güzellikler dinledi.
Galib Dede Hazretleri güzel bir keşif yapmıştır. “Benim Pirim Mevlana’m yaşadığı devirde, Hazreti Muhammed’in bendesi, Şems-i Tebrizi de, zamanın Ali’siydi” diyor.
Hazreti Mevlana bütün dünyaya kardeşlik sözleri, sevgi sözleri sunarak insanları aydınlatır. Çünkü Hazreti Mevlana, Hazreti Muhammed’i tam manasıyla keşfetmiş ve o olmuştur. Onun için, büyük bir manevi rütbeye sahiptir. Hazreti Mevlana’nın rütbesi dünyamızda Rütbe-i Örf’tür.