MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 37

BAŞIMI VERECEĞİM🌹

Mahmut Efendi (Mahmut Dipşar): Bir gün Hazreti Mevlâna’nın huzûrunda birisi üzülüyor, ağlıyor. Mevlâna, onun neden üzüldüğünü soruyor. Adam diyor ki: “Keşke Şems Hazretleri hayatta olsaydı da, kendisini görebilseydim!” Bunun üzerine Mevlâna diyor ki: “Yazıklar olsun, benim her sakalımın teli bir Şems olmuştur!” 

Fakat şöyle bir şey daha var; Hazreti Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr’de diyor ki: “Dokuz felekle, yüce babalar anlamına gelen âbâ-yi urbîyyede Zuhâl, Müşteri, Merih, Utarit, Zühre, Neptün, Uranüs ve iki Kutup Yıldızı, her felekte bir müddet kalmak sûretiyle düşüp kaldım. Yıldızlarla beraber burçlarda nice seneler döndüm durdum. 

Bir müddet görülmedim, onunla beraber bir yerde bulundum. O zaman Hakk’a en yakın olma, ‘Ev-ednâ’ mülkünde idim. Orada ne gördümse gördüm. Ben ana karnındaki çocuk gibi besiyi Hakk’tan aldım. 

Âdemoğlu bir kere doğar, ben çok kereler doğdum. Ten hırkasında yıllarca bulundum. Bir çok işler gördüm. Kendi elimle bu hırkayı hayli yırttım. Zâhidlerle muhabbetlerde birçok geceler sabahladım. Kâfirlerle de puthânelerde putların önünde yattım, uyudum. 

Hem dolaşan kurnaz hırsızlardanım, hem inleyen hastaların elemleriyim. Ben hem bulutum, hem yağmur, bağlara yağar dururum. 

Ey dilenci! Benim eteğime asla fânîlik tozu bulaşmamıştır. Ben bekâ bağında ve bostanında bol bol güller topladım. Benim aslım sudan, ateşten, asabî rüzgârlardan, nakışlı topraklardan değildir. Ben bunların hepsine karşı gülmüşüm. 

Evlâd! Ben Şems-i Tebrizî değilim… Eğer beni görürsen, sakın kimseye gördüm deme, o ben değilim, ben tertemiz nurum.” 

Yani Mevlâna, bir yerde, ‘Benim sakalımın her teli bir Şems’tir’ diyor, diğer tarafta da, ‘Ben, Şems-i Tebrizî değilim’ diyor. Ne dersiniz Hasan Dede?

Hasan Dede (Hasan Çıkar): Cenab-ı Mevlâna, selâm olsun üzerine, bütün bu söylediklerinin hepsinde vardır ve her sözü doğrudur. 

Çünkü Hazreti Mevlâna, bir yerde bizlere şöyle seslenir: 

“Âdem, daha balçık hâlindeyken, ben Nebîydim.”

Hazreti Mevlâna, baştan aşağı O idi. Yani Yaratıcı ile tamamen birleşmiş ve O olmuştu. Onu birinin âşikâr etmesi gerekiyordu. Ne babası, Sultan’ül Ulemâ Hazretleri, ne de ilk şeyhi Seyyid Burhâneddin Efendi, onu âşikâr edemedi. Mevlâna, onların yanında devamlı gizli kaldı. Ne zaman Şems-i Tebrizî ile karşılaştılar, Şems onun kim olduğunu keşfetti ve Mevlâna’ya Hakk olarak nazâr etti ve Şems’in bu nazârıyla Mevlâna bir volkan gibi patlama yaptı ve bütün dünyayı hakîkatlerle donattı. 

Ve Hazreti Şems, Hazreti Mevlâna’nın bu hâlini görünce, şöyle bir seslenişte bulundu: 

“Ben, Mevlâna’yı bir sefer irşâd ettim, o beni sayısız sefer irşâd etti.” 

Şems ile Mevlâna, üç ay hâlvete girdiklerinde, hâlvet boyunca sadece üç simit yemişlerdir, yani öyle ballar, baklavalar, börekler yok. Hâlvetten çıktıkları zaman ikisi de bir deri bir kemik hâlindeydiler. Allah’ın bütün güzellikleri ikisinin gözünde apaçık görünmekteydi. 

Hazreti Mevlâna, kendisini anlayacak, onu tanıyacak, onun gönlünü okuyacak birisini bulmak için sayısız defalar devrân yapmıştır bu âlemde. Şems-i Tebrizî Hazretleri de, Mevlâna gibi bir Hakk dostunu ararken Allah’a münâcatta bulunmuştur ve demiştir ki: “Allah’ım, bu dünyada senin sayısız gizli velîlerin vardır, bana onlardan birisini göster de gideyim ona gönlümü açayım.”

Cenâb-ı Hakk’tan Şems’e şöyle nidâ gelir: “Sana bir mürşid göstereceğim, karşılığında bana ne vereceksin?” Şems-i Tebriz, “Başımı vereceğim!” diye cevap verince, Hakk: “O zaman Rumeli diyârına gideceksin, orada Mevlâna Celâleddin Rumî’yi bulacaksın. O senin mürşidindir” diye seslenmiştir. 

Eğer onlar buluşmasalardı, Mevlâna’nın güzellikleri ortaya çıkmayacaktı. Şimdi bakacak olsanız; Mevlâna, Şems ile anılır; Şems de Mevlâna ile anılır. 

Ve dikkat edin! Hazreti Mevlâna , selâm olsun üzerine, son deminde rûhunu, ne babasına ne de bir başkasına teslîm etmiştir; Şems’e teslîm etmiştir. 

O günlerinde Şeyh Sadreddin Efendi Mevlâna’ya şifâ dilemek için ziyâretine geliyor; Mevlâna ona dönüp: “Sakın bana şifâ dileme” diyor ve devam ediyor: “Nûrun nûra kavuşmasına bir soğan zâresi kadar mesafe kalmıştır. Neyler üflensin, kudûmler vurulsun. Bu akşam benim düğün gecem; Yâr ile buluşma gecem.” 

Bugün, Hazreti Mevlâna’nın bu mânevî düğünü seyretmek için, Şeb-i Arûs’da, bütün dünyadan yüzbinlerce insan geliyor. Hazreti Mevlâna, bu konuda bizlere de büyük bir ders veriyor. Bizler de imanımızı güçlendirelim, kimliğimize ulaşalım, iyi bir insan olalım ve onlara lâyık birer kul olalım, çünkü ömür su gibi gidiyor.

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI’YA HASAN DEDE SOHBETLERİ – 34/1

İNSAN, KÂİNATTIR…🌹

Mahmut Efendi: Kehf Sûresi’nin bir âyetinde Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki: “Ben insanı en güzel sûrette yarattım ve sonra onu en aşağılara sürdüm.” İnsanın gâyesi, bu en aşağılardan en yukarılara çıkmak olması gerekir. Üsküdar’da bir semt var, adı Selamsız. Orada bir Selâmî Ali Efendi var. Bu semtin ismi de bu şahıstan gelmiş, çünkü bu adam hiç selâm vermezmiş. Katırıyla Üsküdar’a gider gelir fakat yolda kimseye selâm vermezmiş. Bir gün yine Üsküdar’a giderken birisini yanına almış öyle gitmiş. Yolda giderken yanındaki görmüş ki, esnafın çoğu hayvan sıfatında; kimi çakal, kimi kurt, kimi ayı… O zaman anlamış ki Selâmî Ali Efendi meğer bu yüzden kimseye selâm vermiyormuş. Eski dinî kitaplarda şöyle yazıyor: Hazreti Musa’dan önceki devirlerde dahî insanların huyu yüzüne yansıyordu, ne zaman ki, Kur’ân-ı Kerîm geldi, Besmele’nin yüzü hürmetine Cenâb-ı Hakk bunu gizledi ve bu gerçekleri insanların yüzlerine vurmadı. Ve bir âyet-i kerîmede de şöyle buyuruyor: “Bu âlemde kör olan ahirette de kördür. Bu âlemde beni göremeyen ahirette de göremez.” Siz ne buyurursunuz Hasan Dede?

Hasan Dede: Yüce Mevlâna’mız, selâm olsun üzerine, şöyle buyurur: “İnsan demek kâinat demektir.” Dünyamızda ne varsa her şey insanın vücudunda var. Bir insan, bir Mürşid-i Kâmil’e intisâb etmezse, onunla beraber Hazreti Muhammed Efendimizin huylarıyla huylanmaya yola koyulmazsa, bu insanın vücudunda hangi hayvanın huyu ağır basıyorsa, yani misâl olarak, hırsa sahibi biriyse o kişi, mahlûklardan hırs sahibi olan köpektir, o kişi de bu huyundan temizlenmezse, öldükten sonra insan sûretinden çıkartılır ve köpek olarak yeniden dünyaya getirilir. 

Bir gün Mevlâna Hazretleri toplumdan sıkılmış, dergâha da gitmek istememiş, yanına Şeyh Sadrettin Efendi ve Hüsâmeddin Çelebi Hazretlerini alarak gezintiye çıkmış, yolda giderlerken bir ağacın gölgesinin altında beş altı köpeği birbirlerine sarılmış uyurlarken görmüşler. Şeyh Sadrettin Efendi çok saf, Hüsameddin Çelebi Hazretleri ona kezâ, Mevlâna’ya dönüp demişler ki, “Efendi Hazretleri şu köpeklere bakın, ne kadar dostça uyuyorlar, birbirlerini kucaklamışlar.” 

Hazreti Mevlâna, bu sözün üzerine, hırkasının cebinden bir kaç kuruş çıkarmış ve Hüsameddin Çelebi’ye uzatarak, “Ey rûhumun mertebesi, al şu parayı git kasaptan bir parça kemik al gel.” 

Hüsameddin Çelebi, hemen kasaba gitmiş ve Efendisinin söylediği gibi bir parça kemik almış gelmiş. “Buyrun” demiş, “Efendi Hazretleri..” 

Mevlâna, ondan bu bir parça kemiği köpeklerin önüne atmasını istemiş. Bir de görmüşler ki, bir dakika önce dostça birbirlerine sarılan köpekler, kemiği görünce birbirlerine girip kavga etmeye başlamışlar, kemiği kapmak için birbilerini parçalamışlar. 

Ve Hazreti Mevlâna şöyle buyurmuş: 

“Yüzleri örtülü kişilerden kaçtım. Sormasaydınız gerçek yüzlerini ortaya çıkarmazdım..” 

Bunun gibi örneğin hep kendini düşünen bir kişi, sûrette insan görünür, ama hakîkatte kurttur; kavgayı çok seven bir kişi, sûrette insandır ama hakîkatte horozdur; sürekli kin tutan bir kişi, sûrette insandır ama hakîkatte devedir; boş yere inat eden bir kişi, sûrette insandır ama hakîkatte keçidir ya da eşektir; gururlanarak dolaşan bir kişi, sûrette insandır ama hakîkatte kazdır; çok uyanık görünen bir kişi, sûrette insandır ama hakîkatte tilkidir; acı dil sarfederek toplumun huzurunu kaçıran bir kişi, sûrette insan görünür ama hakîkatte akreptir, yahut da yılandır. 

İşte Hazreti Mevlana şöyle der: 

“Bizler hep bunlarla oturuyoruz, onlara doğruları söylüyoruz, bu kişileri aydınlatmaya, gerçek kimliklerine ulaştırmaya çalışıyoruz. Bu kişiler, anlatılanlardan hisse alıp kötü huylarından temizlenmek için gayret sarfederlerse, işte o zaman insan olma yolunda ilerliyorlar demektir. Yok eğer almazlarsa, o zaman sıkıntılarından, üzüntülerinden, hayvanîyetlerinden kolay kolay kurtulamazlar.” 

Kâinatın nûru Hazreti Muhammed Efendimizin, Ehlibeyt Efendilerimizin, yüce Pîrimiz Hüdâvendigâr Mevlâna’mızın, Pîrân Efendilerimizin selâmları, feyizleri ve güzel keremleri, bizleri sevenlerin ve bizleri izleyenlerin üzerine olsun. Allah, sizleri hep güzel günlerde yaşatsın. Sevgiler, Allah’a emânet olun. Huu…

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (163)

Deniliyor ki, bir insana en çok zarar veren şeyler aklından geçen kötü düşünceler ve ağzından çıkan kötü sözlerdir. Bu konuda ne dersiniz Hasan Dede?

Hazreti Mevlana der ki: “Dokuz sefer yutkun, bir sefer konuş.” İnsanın ağzından çıkan her söz suret bulur. Eğer o söz güzel ise, güzel bir suret haline gelir ve insan o sureti seyretmeye doyamaz. Ama eğer çirkin bir söz ise, o da çirkin bir suret haline gelir ve insanın o sureti seyretmesi bir yana, ondan nereye kaçacağını bilemez.

“Onlar, Allah’ın kalblerindekini bildiği kimselerdir; Onlara aldırma, onlara öğüt ver ve onların içlerine tesir edecek güzel söz söyle!”
(Nisa, 63)

Dilin kemiği yoktur. Bu nedenle insanın bir söz sarfetmeden evvel mutlaka düşünmesi gereklidir, ağzına geldiği gibi konuşmamalıdır.

Etrafınıza baktığınız zaman, bu benlikler ve ikilikler yüzünden herkes birbirleriyle kavga etmektedirler, hatta öldürmektedirler. İnsanlıktan çıkmışlardır. Hakikatte ise bir insanı öldürmek, kainatı öldürmek demektir.

“Az kalsın, söyledikleri sözden gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılacaktı.” (Meryem, 90)

Bizim en büyük üzüntümüz, malesef insanların en medeni Peygamber olan Hazreti Muhammed Efendimizi ve onun dini İslam’ı gerektiği gibi anlayamamış olmalarıdır. Bugün Hazreti Muhammed’i bir kanun adamı olarak tanıtıyorlar, halbuki o Habibullah’tır, sevgilidir. O, bütün insanlık aleminin sevgilisidir. Çünkü o, en başta Allah’ın sevgilisidir. Allah, tüm bu kainatı onun yüzü suyu hürmetine yaratmıştır. Hazreti Muhammed’in bütün sözleri akıla hitab eder, ruha hitab eder, gönüle hitab eder. Bizler, bütün Evliyaullah gibi, Hazreti Muhammed’i gönlümüze koyarız, onu kendimize ruh ediniriz ve onun aklı ile yola çıkarız.

“Aralarında hüküm vermesi için Peygamberin yoluna davet edildiklerinde müminlerin sözü ancak ‘işittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte bunlar asıl kurtuluşa erenlerdir.” (Nur, 51)

Bir gün Hazreti Muhammed Efendimiz, sahabesiyle otururken, onlara şöyle sesleniyor: “İçimde bir özlem var.” Ebubekir dönüp ona soruyor: “Ya Resulallah, kimi özlüyorsun?” “Kardeşlerimi özlüyorum” diyor. “Tabii” diyor Ebubekir, “Senin kardeşlerin gelmiş geçmiş peygamberlerdir, onları özlemekte haklısın.” Hazreti Resulallah hemen cevap veriyor: “Hayır, hayır… Onlar değil benim özlediklerim. Ben, benden sonra gelecek olan velileri özledim. Çünkü onlar beni görmeden beni sevecekler ve aşık olacaklar. Onların hepsi benim manevi kardeşlerimdir. Onlardan bir tanesini andın mı, hepsini anmış olursun.”

“Onlar görmedikleri halde Rablerine iman ederler, kıyamet saatinden de titrerler.” (Enbiya, 49)

Bakın Evliyaullah’ı ne kadar birlikte tutmuştur ve onlara “Kardeşlerim” diye hitab etmiştir. Zaten hakikatte bütün güzellikler Evliyaların dilinden gelmektedir.

Sonuç itibariyle Hazreti Muhammed Efendimizin muhabbeti bu dünya üzerinden kalkarsa, bu dünyanın sonu geldi demektir.

“Şunu iyi bilin ki, bu zikri indiren Biziz ve onu koruyacak olan da, elbette yine Biziz!” (Hicr, 9)

Şunu da söylemek istiyorum ki, Hazreti Muhammed, “Ben bütün aleme rahmet olarak geldim” dedi; Hazreti Mevlana da, her dinden her toplumda her ırktan insanı sevgiyle kucakladı ve hep sevgiden barıştan, kardeşlikten söz etti. Tamamiyle Hazreti Peygamber Efendimizin bendesi olan Hazreti Mevlana, bu alemde öyle bir dil sarfetti ki, bütün dinler ona sevgi ve saygılarını sundular. Hatta Mevlana Hakk’a yürüdüğünde İseviler, “Mevlana, bizim İsa’mızdı, çünkü bizler İsa’nın büyüklüğünü ondan öğrendik” dediler. Museviler de “O bizim Musa’mızdı, biz de Musa’yı ondan öğrendik. Nasıl halk ekmeksiz duramazsa, bizler de Mevlana’sız duramayız” dediler. Hepsi beraberce Mevlana’nın cenazesinde hazır bulundular. Hazreti Mevlana’nın tabutu sabah yola çıktı ve yolda dört sefer kırıldı, tekrar yapıldı. Ancak akşam namazı vakti geldiğinde musalla taşına gelebildiler. İşte o zaman Müslüman bilginler, papazlarla hahamların kabristana girmelerine izin vermediler. İçlerinden bir keşiş çıktı ve onlara şöyle seslendi: “Eğer Hazreti Muhammed hayatta olsaydı sizin gibi mi konuşurdu? Mevlana da Hazreti Muhammed gibi kainatın rahmetiydi. Bizi ondan ayıramazsınız.” Ve Şeyh Sadreddin, Hazreti Mevlana’nın cenaze namazını kıldırmak üzere tekbir çekerken birdenbire hıçkırıklara boğuldu ve geri döndü, namazı kıldıramadı. Yerine Kadı Sıraceddin geçti ve namazı kıldırdı. Şeyh Sadreddin Konevi’ye neden bu kadar ağladığını sorduklarında onlara şu cevabı verdi: “Ben tekbir çekerken perde kalktı ve gördüm ki, Hazreti Resulallah imamiyette durmuş, Mevlana’nın cenaze namazını kıldırmaktaydı ve onunla beraber sayısız melekler saf durmuşlardı. Ben de o hali görünce gözyaşlarımı tutamadım ve kendimden geçtim.”

“Bizim içimizden bir tek kişi bile yoktur ki, onun belirli bir yeri ve derecesi olmasın. Biziz o sıra sıra saf tutmuş olanlar, Biziz!.. Biziz o tesbih edenler, Biziz!” (Saffat, 164-166)