MANEVİ MENKIBELER – 96

İNCE BİR YOL…

Behlül-i Dâna Hazretleri, bir Cuma günü camiye gitmiş. Hoca Efendi, Allah’ın celâli esmasından vaaz veriyormuş. Cehennemi yakmış, insanları katranlı kazanlara sokmuş. Devamlı gazab-ı ilahîden konuşmuş. Namaz edâ edilip çıkılmış. 

Haftaya, Behlül-i Dâna Hazretleri kova kürek alıp, erkenden gelip, kürsünün önüne oturmuş. Hoca vaaza başlayacakken bakmış ki, Behlül-i Dâna kova, kürek bekliyor. “Ey cemaati Müslimin! Cenab-ı Allah insanları cezalandırmaktan münezzehtir. İnsanlar burada kötülükler yaparlar, ateşi oraya götürürler. Sonra o ateş üzerine oturur, yanarlar. Yani cehennemde zerre ateş yoktur” diyerek vaazı tamamlamış. 

Behlül-i Dâna kovası, küreği ile saraya dönerken Harun Raşid’e rastlamış. 

“Behlül nereden geliyorsun?” 

“Cehennemden.”

“İnsan, cehenneme gittiği zaman yanında dünyaya delil getirmesi lazım, oradan bir damla ateş almadın mı?”

“Şevketli hükümdarım, bugün hatip buyurdu ki, cehennemde hiç ateş yokmuş, buradan götürüyorlarmış.”

Sırat köprüsü denilen kıldan ince, kılıçtan keskin kırk sene yokuş, kırk sene düzlük, kırk sene iniş olan köprünün manâsı dünyamızdır. Kırk sene yokuş, kırk sene düzlük, kırk sene iniş ise insanın dünya ömrüdür.

İncineceksin, incitmeyeceksin; kırılacaksın, kırmayacaksın. 

Böyle yaşamını sürdürürsen, köprüyü geçmiş olursun. Yapmadıysan, köprüden çoktan düştün, ne kadar ibadet yaparsan yap boş sayılır. 

Ne kadar ince bir yol, kıldan ince kılıçtan keskin. Kesilen koçlar mı geçecek?.. Bütün bunlardan maksat insan nefsini kesecek ki köprüyü geçsin.

Beyit:

“Ölüm, bizi birer birer çekip alıyor; onun heybetinden, korkusundan akıllı insanların bile beti benzi sararıp durmadadır! 

Ölüm, yolda durmuş, bekliyor; efendi ise gezip tozma sevdasındadır! 

Ölüm, kaşla göz arasında; onu hatırlamaktan bile bize daha yakın! Fakat, gaflete dalanın aklı nerelere gitmede, bilmem ki?..”

MANEVİ MENKIBELER – 76

KILDAN İNCE KILIÇTAN KESKİN…

Bir hoca devamlı sohbetlerinde cehennemden bahsediyormuş. Cami cemaatinin içinde de bir kabadayı varmış. “Yahu” demiş, “altında hep ateş yanan sırat köprüsü de kıldan ince, kılıçtan keskin, ben hiçbir türlü kurtulamam.” 

Düşünmüş taşınmış, “Ben en iyisi hocayı öldüreyim de, arkadan ben ölürsem, o nasıl burada rehberlik yapıyorsa, orada da rehberlik yapar, o önde yürür, ben de arkasından yürürüm, geçerim köprüyü” demiş.

Camide namaz bitmiş, herkes çıkarken en son kabadayı kalmış. İmamı yakasından tutup kenara çekmiş.

“Son sözünü söyle hoca efendi. Ben seni vuracağım.”

“Neden vuracaksın?”

“Bu sırat köprüsünü her vaazında konuşuyorsun. Düşündüm taşındım. Bizler, bir türlü anlattığın o sırat köprüsünden geçemeyeceğiz ve o ateşlere düşeceğiz. Önce sen ölürsen, ben de öldüğümde, seni arayıp bulacağım, sen önde ben de arkanda o köprüyü beraber geçeceğiz.”

Hoca bakmış ki bunun aklı başından gitmiş, canından olacak, demiş, “İndir o silahı, onun da bir yolu var.”

“Nedir?”

“Sağa sola iyiliklerde bulunur, yardımlar edersen, o köprü her yardımında birer karış genişler.”

Bu sözleri duyan kabadayı rahatlamış, “Niçin bunu daha önce söylemedin ya hoca efendi?” diyerek hocayı bırakmış.

Ne yapalım da bu toplum sırat köprüsünden geçip gitsin?..

Halbuki hakikatte, kıldan ince kılıçtan keskin denilen, kırk sene iniş, kırk sene düzlük, kırk sene yokuşlu sırat köprüsü, bu dünyadır. Sen bu alemde incineceksin, incitmeyeceksin. Dilini daima tatlı tutmaya çalışacaksın ki bu köprüden geçebilesin. Birisi sana karşı kötü bir söz ettiğinde sen beş sözle karşılık verirsen, onun kisvesine girmiş olursun. Hiçbir zaman Hakk’a yakın olamazsın. 

Bunu bu şekilde anlatmıyorlar da, cennetle mükafatlandırıp, cehennemle korkutuyorlar.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (39)

Sırat köprüsü nedir?

Sizlere Behlül-i Dana Hazretlerinden bir hikaye anlatayım: Behlül-i Dana Hazretleri, Harun Raşid’in kardeşidir. Bir Cuma günü Behlül-i Dana Hazretleri camiye gitmiş. Hoca Efendi, Allah’ın celali esmasından vaaz veriyormuş. Cehennemi yakmış, insanları katranlı kazanlara sokmuş. Devamlı gazab-ı ilahiden konuşmuş. Namaz eda edilip çıkılmış.
Haftaya, Behlül-i Dana Hazretleri kova kürek alıp, erkenden gelip, kürsünün önüne oturmuş.
Hoca vaaza başlayacakken bakmış ki, Behlül-i Dana kova, kürek bekliyor.
“Ey cemaati Müslimin! Cenab-ı Allah insanları cezalandırmaktan münezzehtir. İnsanlar burada kötülükler yaparlar, ateşi oraya götürürler. Sonra o ateş üzerine oturur, yanarlar. Yani cehennemde zerre ateş yoktur” diyerek vaazı tamamlamış.
Behlül-i Dana kovası, küreği ile saraya dönerken Harun Raşid’e rastlamış.
“Behlül nereden geliyorsun?”
“Cehennemden.”
“İnsan, cehenneme gittiği zaman yanında dünyaya delil getirmesi lazım, oradan bir damla ateş almadın mı?”
“Şevketli hükümdarım, bugün hatip buyurdu ki, cehennemde hiç ateş yokmuş, buradan götürüyorlarmış.”
Sırat köprüsü denilen kıldan ince, kılıçtan keskin kırk sene yokuş, kırk sene düzlük, kırk sene iniş olan köprünün manayı sureti dünyamızdır. Kırk sene yokuş, kırk sene düzlük, kırk sene iniş ise insanın dünya ömrüdür. İncineceksin, incitmeyeceksin; kırılacaksın kırmayacaksın. Böyle yaşamını sürdürürsen, köprüyü geçmiş olursun. Yapmadıysan, köprüden çoktan düştün, ne kadar ibadet yaparsan yap boş sayılır. Ne kadar ince bir yol, kıldan ince kılıçtan keskin. Kesilen koçlar mı geçecek? Bütün bunlardan maksat insan nefsini kesecek ki köprüyü geçsin.

Hazreti Mevlana, bir kasidesinde şöyle buyuruyor:
“Ömür, yarınlara bağlanan ümitlerle geçip gitmede; gafilcesine kavgalarla, gürültülerle, didinmelerle tükenip durmadadır!
Sen aklını başına al da, ömrünü şu içinde bulunduğun bugün say! Bak bakalım, bugünü de hangi sevdalarla harcıyorsun?
Gah cüzdanını para ile doldurmak kaygısı ile, gah iyi yemek, içmek ile bu aziz ömür geçip gitmede, her nefesde eksilmede!
Ölüm, bizi birer birer çekip alıyor; onun heybetinden, korkusundan akıllı insanların bile beti benzi sararıp durmadadır!
Ölüm, yolda durmuş, bekliyor; efendi ise gezip tozma sevdasındadır!
Ölüm, kaşla göz arasında; onu hatırlamaktan bile bize daha yakın! Fakat, gaflete dalanın aklı nerelere gitmede, bilmem ki?..
Teni besleyip şişmanlatmaya bakma! Çünkü o, sonunda toprağa verilecek, mezar kurtlarına yem olacak bir kurbandır! Sen, gönlünü manevi gıdalarla beslemeye bak; yücelere gidecek, şereflenecek olan odur!
Bu leşe, yağlı ballı şeyleri az ver! Çünkü, tenini besleyen kişi, şehvetine, nefsani arzulara kapılıyor; sonunda da rezil olup gidiyor!
Sen, ruha manevi yiyecekler ver; yağlı ballı düşünüş, anlayış, buluş gıdaları ver de, gideceği yere güçlü kuvvetli gitsin!..”