“Aslan gibi kuvvetli olsan da kavgadan çekin. Sulh daha iyidir.”
Hüdavendigar Mevlana diyor ki: “Bu bedenler birer kılıfa benzer, tamamen dünyaya muhabbet verirseniz, kılıfınızı hep çamurla doldurursunuz. Kavgayı sevenler de kılıflarını kanla doldururlar. Biz hem o kanları, hem o çamurları temizlemeye, onların yerine nur doldurmaya geldik.”
Nur dolunca yüzde ifade değişir. Kişi özünü öğrenir, insan gibi konuşur, insan gibi yaşar. Ömür belli değil. Kimse malına, güzelliğine güvenmesin.”
İmam Ali Efendimiz, “Dünyamızda ne kadar Müslüman varsa hepsinin din kardeşiyim, dünyamızdaki bütün insanların insan kardeşiyim” diyor. İnsanlar farklı görüşlere farklı dinlere bağlı olabilirler ama insan iseler hiç kavga etmeden kardeş gibi yaşarlar.
Mevlana’mızın dünyaya güzel bir seslenişi daha var… “Sevgiye dair ne varsa bu alemde ben oradayım. Kavgaya, savaşa dair ne varsa ben orada yokum.”
Bütün olay kendini tanıyarak, insanca yaşamak, Yaratan’dan ötürü bütün varlıklara sevgiyle bakıp, yüz tutana sevgiden söz ederek hayatı sürdürmektir.
“İki yüzlü insanlardan uzaklaşınız. İyi vaktinizde etrafınızda dolaşırlar ve kötü vaktinizde derhal uzaklaşırlar.”
Peygamber Efendimiz şöyle buyurur: “Cenab-ı Hakk buyuruyorlar ki, birbirine hiyanet etmedikleri müddetçe ben iki arkadaşın üçüncüsüyüm. Her ne vakit ki, biri diğerine hiyanet ederse, ben aradan çıkarım.”
Hüdavendigar Mevlana da, “Er olmayan kaypak arkadaşlara uyma, çevir onların yaprağını! Çünkü onlar sizinle yoldaş olurlarsa gaziler de saman gibi içsiz bir hale düşerler. Size uymuş görünür, sizinle beraber safa girerler ama sonra kaçarlar, safı da bozar perişan ederler. Bu çeşit adamdansa… münafıklardan pek kalabalık kişinin size uymasındansa azlık asker daha iyi. Az, fakat adamakıllı olmuş güzel badem, acımış, kötü fakat çok bademden iyidir elbette” diye buyurur.
Bizler mademki yüzümüzü Allah’a döndük, söyleyeceğimiz sözlere çok dikkat etmeliyiz. Bilmeliyiz ki kimi incitiyor ve hainlik ediyorsak, Allah’ı incitiyoruz ve O’na hainlik ediyoruz demektir. Kime ne ikram edersek döner bize gelirler. Sırat köprüsünü devamlı geçmekteyiz. Bu alemde incinsen de incitmeyeceksin, her varlığa sevgiyle yaklaşacaksın. Hainlik değil, vefa göstereceksin.
Kırık bir kasede su durmaz. Aman sakınalım; kimseyi kırmayalım, kimse bizim kalbimizi kıramasın. Kimseye hiyanette bulunmayalım, çünkü hiyanette bulunan kimse hakikatte kendine hainlik etmiş olur.
Biz her zaman şunu deriz: İnsan, insanın rahmanıdır. İnsan, insanın şeytanıdır.
Hazreti Ali Efendimizin, “Kişi dili altında gizlidir” diye buyurduğu gibi, bizler, mademki sarraf dükkanında çalışıyoruz, toplum ne ayardadır, konuşmalarından anlarız. Fakat bizlerin önemli bir vazifesi de, onların örtülerini kaldırmadan onlara insandan söz etmektir. Böylece belki o insandan örnek alır da, bir gün gelir o da güzel bir insan olur, Hakk olur.
“Hiddetini yenebilen kimse düşmanlarına galip gelir.”
Hüdavendigar Mevlana buyurur, der ki: “Bez yıkayan, güneşe kızar; balık, denize hiddet ederse, bir bak, ziyanı kime? Sonunda bu kızgınlık yüzünden kimin bahtı kararır? Allah seni çirkin yarattıysa kendine gel de bari hem yüzü çirkin, hem huyu çirkin olma!”
Eğer bir insan isyanlarda, küfürlerde yaşıyorsa bu demektir ki, bu kişi hala ikrar verdiği yere teslim olmamış. Söz ile ikrar vermiş ve tekrar akıla düşmüş. Akıla düştüğü için de kolay kolay rahata ve huzura kavuşamaz.
Peki kendini bilen bir insan nasıl davranır? Bizlere en güzel örnek Hazreti Ali Efendimizdir. Sizlere şöyle bir hikaye anlatayım: Bir gün Hazreti Ali, yanında çalışan kölesine atları hazırlamasını, yola koyulacaklarını söyler. Köle cevap vermez ve başını sallamakla yetinir. Hazreti Ali Efendimiz kendi işlerini tamamlayıp tekrar ahıra gelince bir de bakar ki atlar hala hazır değil. Hemen kölesini çağırır ve ona sorar, “Neden atları hazırlamadın? Ben sana atları hazırlamanı buyurmuştum.” Köle ona şöyle bir cevap verir: “Efendi Hazretleri, ben kasten atları hazırlamadım. Seni kızdırmak istedim.” Hazreti Ali Efendimiz, kölenin bu cevabı üzerine, hemen bir tebessümde bulunur. Onu böyle gülerken gören köle şaşkınlıkla, “Efendi Hazretleri şimdi neden böyle gülüyorsun?” diye sorar. Hazreti Ali, “Neden gülmeyeyim? Senin içinde biri var beni kızdırmak istiyor, isyanlara düşürmek istiyor, işte ben de senin o içindekini kızdırmak için gülüyorum.”
Bizler mademki tasavvuf yolundayız, Hazreti Ali Efendimizin yolundayız demektir. O, bütün Piran’ın başıdır.
Bütün dava bulunduğumuz yerin kıymetini bilmektir, nereye teslim olduğumuzu bilmektir, kimi kendimize baş ettiğimizi bilmektir. İnsan bu bilinçle yola koyulmalıdır, yoksa ufak bir şeyden birbirine kızmak, kavga etmek doğru değildir. Benim nazarıma göre teslimiyette yaşayan bir kişi hiçbir zaman kimseye kırıcı sözler sarfetmez, kırıcı konuşana dahi tebessümle karşılık verir. Asabiyete, öfkeye, hiddete izin vermez; nefsine hakim olur, nefsinin kölesi olmaz.
“Nice kimselere vefa gösterdin, lakin onlardan vefa görmedin. Bununla beraber hiçbir vefakarlıktan vazgeçmedin.”
Hazreti Ali Efendimize kim uyarsa vefayı elden bırakmaz. Çünkü Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, bütün kötülüklere rağmen daima iyilikle muamele etmiştir, katiyyen ters bir muamelesi yoktur.
Peygamber Efendimiz bir gün sahabesini karşısına almış, onlara sormuş: “Biri size bir kötülük yaparsa, siz onlara nasıl davranırsınız?” “İyilikle muamele ederiz” demişler. “Bir daha yaparsa” demiş Hazreti Peygamber, yine “İyilikle muamele ederiz ya Resulallah” demişler. “Peki bir daha size kötülük yaparsa o zaman ne yaparsınız?” Bu defa susmuşlar cevap verememişler. O sırada, Hazreti Ali Efendimiz dışarıdan gelmiş, selam vermiş ve yerine oturmuş. Sonra dönüp Hazreti Resulallah’a sormuş, “Ya Resulallah sohbetiniz neredendi?” Hazreti Peygamber, “Ya Ali tam zamanında geldin. Şimdi aynı soruyu sana da soracağım. Ya Ali, sana biri kötülük yaparsa sen ne yaparsın?” “İyilikle muamele ederim” demiş. “Yine kötülük yaparsa?” “Yine iyilikle muamele ederim.” “Peki bir daha kötülük yaparsa sana, o zaman ne yaparsın?” “Ne kadar kötülük yaparsa yapsın hep iyilikle muamele ederim.” “Peki neden bu kadar kötülüğe rağmen daima iyilikle davranıyorsun ya Ali?” Hazreti Ali Efendimiz, “Ya Resulallah” demiş, “ben onları tanıyorum, kim olduklarını da biliyorum. Onlar beni bilmedikleri için bu kötülükleri yapıyorlar, bilseler hiç biri yapmaz. Onlar büyük bir cehalette, hakikati gözleri görmüyor. Görmedikleri için de içlerinde hep çirkinlik bulunuyor. Bu yüzden de etraflarına kötü duygular besliyorlar, kötü davranıyorlar.”
Şimdi dikkat edelim, bakın Hazreti Ali Efendimiz hiç kötü muamelelere girmemiştir. Hazreti Resulullah Efendimiz de onun bu sözlerine hoş bakıp kabul etmiştir. Neden? Çünkü en büyük kötülükler Hazreti Muhammed’e yapıldı. Bütün Peygamberler arasında en büyük çileleri çeken ve kendisine yapılan onca kötülüğe rağmen hep iyilikle muamele eden O’dur. İşte Hazreti Ali Efendimiz de Hazreti Muhammed’in yanında, O’nun eğitiminde yetiştiği için, O’ndan gördüğü bütün bu güzellikleri kendisinde bende etti ve O’nun gibi çıktı. O’nun gibi, “Bana da ne kadar kötülükler yapılırsa, ben de Resulallah gibi hep iyilikle muamele ederim” diye cevap verdi.
Fakat bunu yapmak herkesin harcı değildir, üzerinde çok düşünmemiz lazım. Hazreti Ali’yi sevmek Hazreti Muhammed’i sevmektir; Hazreti Muhammed’i sevmek Hazreti Ali’yi sevmektir. Madem ki biz onlara büyük bir muhabbet verdik, onları kendimizde ruh edindik; isterse kaya parçaları atsınlar başımıza, biz yine başımıza eğeriz, cevap vermeyiz gideriz Eğer cevap verirsek onun haline bürünmüş oluruz. İnsan olmak çok ağırdır, fakat sonunda büyük bir kurtuluş vardır. Çünkü Hazreti Muhammed Efendimizin, selam olsun üzerine, güzelliklerine eren bütün Veliler, en başta Şahımız Ali, o güzellikler karşısında mest bir halde kalmışlardır.
İnsanın ameli, yeryüzünde yaptığı işlerdir. İnsanlara sevgiyle, saygıyla davranan, Allah’ın vermiş olduğu rızıktan zor durumda olanlara yardımda bulunan, dilini tatlı tutan ve ömrünü güzel işler yaparak geçiren kişinin ameli salihtir.
Sevgi hayattır, yaşamın kaynağıdır. Sevgi düşünceyle başlar, sözlerle suret bulur, davranışlarla yol alır. Onun için koşulsuz ve sınırsız sevmekle başlar her şey…
Ne güzel buyuruyor Pirimiz Hüdavendigar Mevlana, diyor ki: “Sevgiden acılar tatlılaşır, sevgiden bakırlar altın kesilir. Sevgi yüzünden tortular durulur, arınır. Sevgiden dertler şifa bulur, sevgi yüzünden padişah kul kesilir.”
Ağacın yaprakları, çiçekleri kökten haber verir. İnsanın sözleri, davranışları, yaşayışı da onun özünün delilleridir. Sevgi tomurcukları sevgi ağacından yeşerir, o halde kalbinize kulak verin; o size doğruları söyler.
Bir annenin çocuğuna olan davranışlarına bakın. Onu güler yüzle tatlı dille sever, besler, avutur. Hastalığında yanındadır. Bir annenin şefkati böyle iken Yaratıcı baştan aşağı şefkat ve merhamet doludur.
Bir gün biri Hazreti Peygamber Efendimizin huzuruna gelir ve, “Ya Resulullah, sana bir sorum olacak” der. Peygamber Efendimiz bakar ve hemen adamın bir sıkıntısı olduğunu anlar. “Buyur, sor.” der. Adam devam eder, “Bilerek bilmeyerek hatalara düştüm, suç işledim. Yarın bir gün Hakk’a yürüyünce, korkuyorum, cehennemde yanacak mıyım?” Tam o sırada da, karşıdan bir anneyle çocuğu geçer. Hazreti Peygamber’imiz cevap verir, “Şu anneyle çocuğunu görüyor musun?” “Evet” der adam “Görüyorum.” Hazreti Resulullah devam eder, “O anne ister mi çocuğu ateşte yansın?” “İstemez” der adam. “Peki”, der “çocuk ateşe düşse annesi ne yapar?” Adam yine cevap verir, “Anne hemen atar kendini ateşe.” “Neden?” diye sorar Hazreti Peygamber. “Çünkü” der adam, “Anne şefkat doludur.” Peygamber Efendimiz gülümseyerek devam eder, “İlahi Hakk! Annede bu kadar şefkat varsa, Allah baştan aşağı şefkattir.”
Hazreti Muhammed ve bütün Veliler hep sevgiden söz ettiler. Sevgi ile kendilerini kazandırdılar, ölüm onlardan uzaklaştı. Onlar sevenleri ile dünya durdukça yaşayacaklar. Onun için bizler de sevgi sözlerini çoğaltalım, birbirimizi kırmayalım. Sevgide saygıda kusur etmeyelim. Çünkü bizim yolumuz gönül tamircisi olmak, sevgiden söz etmek ve sevgide yaşatmaktır.
Hüdavendigar Mevlana bir toplantıda otururken alimin biri der ki: “Biz bu kadar ilim tahsil ettik, Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Allah buyuruyor ki, ‘Beni bu alemde göremezsen, öbür alemde hiç göremezsin.’ Biz Allah’ı nasıl göreceğiz?” Mevlana, “Efendi” der, “bu soruyu kimin kudretiyle sordun?”
“Allah’ın kudretiyle.”
“Gözlerin kimin kudretiyle görüyor?”
“Allah’ın…”
“Bütün bu bilgiler kimin kudretiyle sende?”
“Allah’ın…”
“Desene her zerreni O sarmış, ama sen O’nu kendi dışında arıyorsun.”
Hüdavendigar Mevlana, bizleri bize en güzel şekilde bildirdi. Bizler derinliklere inip, kişiliğimizi arayacağımıza nefsi arzularımızın peşinde koştuğumuz için sıkıntılardan, hüzünlerden kolay kolay kurtulamıyoruz.
Yunus Emre’nin buyurduğu gibi: “İlim, ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir. Sen kendini bilemezsen, bu nice okumaktır?”
İnsan yeryüzünde en mukaddes varlıktır. Bütün varlıklar insanla dile gelmiştir, Allah’ın bütün güzellikleri insanla bildirilmiştir. Öyleyse aynaya bakıyoruz da, kendimizi insan görüyoruz da, neden insanlığı öğrenmeye çalışmıyoruz?..
İlim tahsil edip çok bilgiye sahip olursun ama o okuduğun güzel ilimlerin sahibinin hallerine sahip değilsen, onun ahlakına uygun yol almazsan, kuru bilgide kalırsın.
Bu aleme gelen bütün Peygamberlerdeki ilim, bilim, o güzel kerem, o ışık, hepsi Hazreti Allah’ın tecellisi idi. Allah’ın elçilerine imanla bakmak, Hakk’ı orada görmek, oraya ayak uydurmak, Hakk’a yol almaktır. Aslolan ilim, her şeyden arınmak, iman ettiğin yere kendini perçinlemek, kendini orayla büyütmek ve O olmaktır.
İman dediğimiz zaman, bizlere en büyük örnek Hazreti Ali Efendimizdir. O, “Ben görmediğim Allah’a ne inanırım ne de iman ederim” diye buyurmuştur. Peki Allah’ı kimde gördü de iman etti?.. Hazreti Ali, Allah’ın bütün güzelliklerini, O’nun nurlarını Hazreti Muhammed’de gördü ve O’na iman etti.
Hüdavendigar Mevlana, “Ali’nin Zülfikarı ne kadar keskin ise, O’nun ilmi Zülfikarından da keskindir” der.
Hazreti Ali, Peygamber Efendimizin iç aleminin bütün sırlarına sahipti. Çocukluğundan itibaren O’nun eğitiminde yetişti, bir an dahi yanından ayrılmadı ve sonunda Hazreti Muhammed Efendimiz Hakk’a yürümeden önce binbir sırrın anahtarını Hazreti Ali’ye verdi ve O’nu bütün Velilerin başı kıldı. Evliyaullah’ın Şah’ı Hazreti Ali Efendimizdir. Bütün tasavvuf ehlinin Piri Hazreti Ali’dir.
Onun için, bizler de gönlümüzü büyütmeye çalışalım, imanımızı güçlendirelim. Ne olursa olsun ben yokum, benden işleyen, hizmet eden bütün o güzellikleri sunan bir kudret sahibi, iman ettiğim yer var, diye düşünelim ki, O da bizlerde varlığını göstersin.
Hüdavendigar Mevlana buyurur, der ki: “Hilal’le dolunay birdir. İkilikten, noksandan, gidilmeden uzaktır onlar. Hilal hakikatte noksan kabul etmez, görünüşteki noksan, yavaş yavaş dolunay haline gelmek, kemal bulmaktır. Geceleyin geceye yavaşlık hususunda ders verir. Sıkıntının yavaş yavaş açılacağını gösterir. Yavaşlıkla, ey ham aceleci der, dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır. Tencereye, yavaş ve ustaca kayna, delice kaynayan yemekten hayır gelmez der. Allah, alemi bir kere ‘Kün’ demekle yaratmaya kadir mi değildi? Bunda şüphe mi var? Peki neden bu yaratış, altı gün sürdü; her gün de tam bin yıl kadardı? Neden çocuk dokuz ayda yaratılmada? Çünkü padişahların adeti bir şeyi yavaşlıkla yapmaktır.”
Nitekim Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa da şöyle buyurmuştur: “Her hususta ihtiyat Allah’tan, acele etmek de şeytandandır.”
İbadetin başı da sonu da sabırdır. Dünyanın türlü sınavlarına karşı hırs ve telaş göstermeyip, iman ettiği yere sarılıp, güç ve müşkül anlarında teslimiyet içinde olan kişi, aşkı ve imanı sahi ise gün gelir mutlaka varmak istediği yere ulaşır. Bu yol kolay bir yol değildir ama karınca misali olsa da yine yol alınır. Bu yol, insanlık yoludur. Saflık ister, temizlik ister, uyanıklık değil…
Bütün iş, aklı, Allah’ın dışında başka şeylere kaçırmamakta, çaldırmamaktadır. Bu alemde herşey dönüyor, vücud dahi dönüyor. Her varlık dönerken sen dönmeyeceksin… Ne kadar zor bu…
Allah hepimizi iyi kullarından saysın, doğruluktan ayırmasın, hatalardan korusun, bütün güzel hizmetlerin fatihi yapsın. İnsan güzelliğe zor, çirkinliğe çabuk ulaşır, birdenbire küfüre düşebilir ama küfürlerden arınmak için zaman ister. Toplumda güzel bir kişi sıfatını alan hem huzurlu yaşar, hem de kendini topluma kazandırır.
Bir insan sıdkı bütün imanla Allah’a yola koyulursa, bu kişide artık kendine ait birşey kalmaz ve ondan varlığını gösteren iman ettiği yer olur. Bizlerin ateşe girebilmemiz için, yani diğer bir deyişle ateşin bize kulluk etmesi için, bizim, selam olsun üzerine, İbrahim Halilullah gibi olmamız gerekir. Onun gibi teslimiyetli ve imanlı olmamız gerekir. Bir kişide böyle bir iman ve teslimiyet oldu mu, bütün kainat ona hizmettedir. Fakat bu yere akılla varılmaz; insan akla düştü mü, acaba mı, nasıl mı, neden mi, niçin mi, diye sorgu sual etti mi, o kişiyi ufacık bir ateş bile yakar. Çünkü kendi kimliğinin dışına çıkmıştır, teslimiyeti bırakmış, nefsine düşmüştür. İnsana en büyük acıyı veren de nefsidir.
Teslimiyetin manası nedir? Ben yokum demektir; bütün zerrelerimde varlık olan sensin Allah’ım, demektir. Bu durumda mademki kainatı Allah yarattı, mademki bütün kainat O’na hizmettedir, o zaman ne ateş ne arslan hiçbiri sahibine zarar vermez, hepsi saygıda dururlar, saygıda bulunurlar.
Hüdavendigar Mevlana şöyle buyurmuştur; “Allah’ı zikretmekle kalmayın, çalışın Allah’laşın, beşeriyetten dışarı çıkın.” Gerek Hazreti Muhammed, gerekse diğer Piran hepsi Allah’ı güzel bir dille andılar, anlattılar. Çünkü Allah insanla dile gelir, insanla kendini kanıtlar.
İnsan küçük bir varlık değildir, hakikatte bütün kainat insanı zikretmektedir, insanı aramaktadır. Fakat ne yazık ki insan kimliğinden haberdar olmadığı için kendisini herşeyden aşağı görüyor.
Hakikatte bütün dava bulunduğumuz yoldur. Ariflerin yoludur; irfaniyettir. Kimliğine ulaşmaktır ve kimliğinde yaşamaktır.
“Verdiğin sözden dönme, haddini aşma, düşmanın olsa da aldatma.”
Cenab-ı Allah, Peygamber Efendimizin dilinden şöyle buyuruyor ve diyor ki: “Onların vazifesi itaat ve güzel söz söylemekti. Allah’ın emrine sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.” (Muhammed, 21)
Cenab-ı Allah sadıkları sever, sadık olmayanları sevmez. Sözüne sadık olmayanlarla, durmadan bahane uyduranlarla Allah’ın işi yoktur.
Bir gün Mevlana’ya bir soru soruyorlar: “Diyelim ki senin cemaatinden birisi çok akıllı, ama gelmiyor senin huzuruna. Neden gideyim ki hep aynı şeyleri konuşuyor, diyor. Biri de var, isyankar, hatta küfürbaz da, ama bırakmıyor seni hiç, devamlı senin yanında, senin huzurunda. Ya Mevlana, o akıllıyı mı seversin yoksa diğerini mi?” İşte Mevlana, “O Akıllı olan dursun yerinde” diyor, “Bu küfürbaz da kalsın yanımda.”
Hazreti Ali Efendimize de, “Müminler, namazlarını (salatlarını) huşu içinde kılarlar” ayetini sorduklarında, “Huşu kalpdedir. Huşu, Müslümanın vekarına yakışır şekilde, vücudunun sakin olması ve gözünü namaz kıldığı yerden ayırmamasıdır” diye buyurmuştur.
Yine Pirimiz Hüdavendigar Mevlana’ya sordular, “Bu kadar kitap okudun, ne öğrendin?” Mevlana, onlara şu cevabı verdi: “Haddimi bildim, adımı öğrendim!” Yine sordular, “Ya Mevlana, neymiş adın?” Dedi ki: “İnsan…”
İnsan olmak için İnsan’ı örnek almak lazım. En güzel insan, Hazreti Muhammed. Onu örnek almaz, ona uygun adımlar atmaya çalışmazsak, insan olamayız. Velilerimiz güzel, Nebilerimiz güzel. Biz onlara ayak uydurmadığımız için cefalar, gamlar, hüzünler, üzüntüler üstümüzden gitmiyor. Hem nefsimizle, hem de Allah’la olmak istiyoruz. Bu, iki karpuzu bir koltukta taşımak istemeye benzer. Bil ki biri düşer kırılır, öbürünü de düşürür. Onun için zahmetli yolu seçeceksin, sonu rahmettir. Alışverişimiz nedir? İnsanlık al, insanlık ver. Alışverişimiz bu olacak.
Allah hep rahmettir. O’nun rahmeti Hazreti Muhammed’de tecelli etmiştir. Siz düşünün, eğer kötü huylarınız varsa, onları yavaşa yavaş Hak’ın bir dostuyla, onun güzel huylarıyla güzelleştirin.
Hazreti Ali Efendimizin buyurdukları sözler hep doğrudur.
Hazreti Ali Efendimizin bu sözüne şöyle bir misal verelim: Hazreti Resulallah’ın dedesi Abdülmuttalib, Mekke’nin ulularındandı. Fil Vakası denilen olay zuhura geldi. Yemen Valisi Ebrehe, insanların Kabe’ye gitmesini engellemek için Kabe’yi yıkmaya karar verdi. Develerden, fillerden, askerlerden oluşan büyük bir ordu topladı. Ordu, Kabe’ye gelir gelmez, halk hemen Abdülmuttalib’e koştu. Abdülmuttalib sakin bir tavırla, “Merak etmeyin” dedi, “Kabe’nin sahibi vardır, O onu korumasını bilir. Bu olayı ona havale edelim ve hasbinallah ve nimel vekil, diyelim.” Hepsi, temiz inançla temiz bir yürekle Allah’a havale ettiler. Allah’ın keremi tecelli etti ve bir sürü Ebabil kuşları ağızlarında taşlarla orduya saldırdılar. Taşlar hem askerlere hem develere hem fiillere isabet etti. Askerler yaralandılar, filler, develer acı içinde kaçıştılar. Ebabil kuşları, Ebrehe’nin ordusunu yenilgiye uğrattı.
Hiçbir şey sahipsiz değildir. Eğer senin gücün kudretin yoksa, ama inancın ve imanın sağlamsa, o zaman gücü, kudreti olana bırakırsın.
Hazreti Ali Efendimizin buyurduğu bu sözünde şunu demek istiyor: Bir kişi delalete düştüğü zaman Allah’a sığınsın. Allah her zaman mazlumların yanındadır, onları korur. Fakat mutlaka ve mutlaka büyük bir inanç ve büyük bir iman gerekir; aksi takdirde bunların hiçbiri gerçekleşmez.