İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 24

“Yüzünü Hakk’a tutan kazanır, Hakk’tan çeviren mahvolur.”

Bu devirde, bir saat bir dakika oldu, o kadar hızlı geçiyor ki hayat, gün adeta saat oldu. Gününü nasıl yaşıyorsun, temeli maneviyat olan bir yere bağlılığın, sevgin var mı? Maddeye ait her şey fanidir. Kişi bir Hakk ehline yüz tutup, oraya gönlünü bağlar, orayla yaşamını sürdürürse, onun yaşamı boşa gitmemiş olur. Hakk’la yola çıkmış, Hakk’la yürüyor, Hakk’la konuşuyor. Onun her şeyi maneviyat zenginliği ile doludur ama maddeyi gönlüne koyarsa, o anda sıkıntı, gam, kasavet, hüzün başlar. Çünkü Allah’ın dışında her şey fani.

Misal olarak, bin kişi olsak, hepimiz sıdkı bütün imanla bir yere bağlanırsak, sayıda kalabalık görünürüz ama manada bir sayılırız. Çay demlikte bir kapta idi, bardaklara konulunca çok görülür. Her birine sorsak, ne içiyorsun? diye “çay” der. Yani gönlün nerede? Hakk’ta, demektir bu… Sonuç nedir? Hepimizin gönlü Hakk’ta, hepimiz Hakk olduk.

Bu beden bir testidir, yolun sonunda da sonsuz güzelliklerle dolu bir okyanus var. Testi kırılınca, vücuttaki ruh, su misali, gider hedefine ulaşır. Fakat hiç Allah’ı zikretmeden, hep dünya muhabbetleri ile ömür geçirilirse, testi kırılınca, o su toprağa gider. Toprağa gidince ayak altı olur, yani bütün ömrü zayi olmuş olur.

Hüdavendigar Mevlana, şöyle buyurur ve bizlere sorar: “Ey insan! Sen dört anasırın sahibisin. Birinci anasır, vücudundaki hararet; güneşe ait. İkinci anasır, vücudundaki hava; semavata ait. Üçüncü anasır, vücudundaki su; okyanusa ait. Dördüncü anasır, deri ile kemik; o da toprağa ait. Bir gün gelecek bu dördü aslına gidecek; peki sen nereye gideceksin?..”

Dünya kuruluşundan beri canlı varlıklar, hep devrandadır. Tekamülü tamamlamak için misal olarak bütün dünya varlıklarından gönlü çekmek lazım. Gönül tamamen Yaratıcı’ya bağlanır, O’nun sevgisi, O’nun muhabbeti, O’nun bakışıyla hareket edilirse yol alınır. Eğer hem orayı, hem burayı, hem de Allah’ı severim dersen, kemalata eremezsin. Tekamül edenler içinde en büyük örnek Hazreti Muhammed’dir, sonra Hüdavendigar Mevlana ve diğer Evliyaullah gelir. Onlar da bizler gibi beşerdi ama gönüllerinde Allah’tan başka bir şey olmadığı için konuşmalarında hep Allah muhabbeti vardı. Bir kişi iman ettiği yerin haline bürünürse, o kişide tekamül başlar. Sevgi yüzde seksen başka yere, yüzde yirmi Hakk’a ise burada tekamül olmaz.

Mevlana’mız sevenlerine diyor ki: “Bir gün bana tam manasıyla hizmette bulunduysan, ben şefkatimi senden çekmem.” Tabii ki, kemalata ererek gitmek daha başkadır. Tekamül, Hakk’la Hakk olmaktır, Hakk’tan başkasını gönüle koymamak, onun dışına çıkmamak, dünya durdukça ebedi hayata yol almaktır. Bir insan bu alemde neyi temsil ettiyse, gidişi de orayadır. Hakk’ı temsil ettiyse, gam, keder ondan uzaklaşır; gönül verdiği, teslim olduğu yer ile dünya durdukça baki kalır.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 23

“Bir kimse senden emin olmazsa, sen de ondan emin olma.”

Hazreti Ali Efendimiz bu sözlerinde çok insancıl konuşuyor. Mademki inandıramadın kendine, artık daha fazla üzerine gitme sen de ona inanma, uzaklaş, demek istiyor.

Hazreti Ali Efendimizin çok güzel bir sözü daha vardır, buyurur der ki: “Efendiler, biri size karşı gurur yaparsa, seni küçük görürse, sen ondan daha gururlu çık.” Ona soruyorlar , “Neden böyle yapalım?” “Çünkü eğer sen ondan daha gururlu çıkarsan, gururlu durursan, o da mecbur kalır gururunu kırsın ve seninle tekrar muhabbete gelsin. Sakın onun gururuna saygı duymayın, ondan daha gururlu çıkın.”

Bakın zerre kadar bizim aşağılanmamızı istemiyor. Gururlu çıkan kişiye daha da gururlu çıkın, diyor; ki o da kırsın putunu ve yine dost olun.

Size şöyle bir misal daha vereyim: Selçuklu Hükümdarı Alaeddin, bir gün Hüdavendigar Mevlana’nın huzuruna geliyor. Mevlana hiç yerinden kalkmıyor. Herkes Mevlana’nın bu hareketine çok şaşırıyor. Koskoca hükümdar geldi Mevlana ayağa kalkmadı, diye düşünüyorlar. Alaaddin niyaz ediyor Hüdavendigar Mevlana’ya, Mevlana ona yer gösteriyor, o da geçip oturuyor. Sohbet bittikten sonra Hükümdar düşünceli bir şekilde kalkıp gidiyor. Hüsameddin Çelebi Hazretleri merak edip Hüdavendigar Mevlana’ya bu halin nedenini soruyor. “Ya Mevlana, koskoca hükümdar geldi, sen ona ayağa kalkmadın, ona saygıda bulunmadın, bunun nedeni nedir?” İşte Koca Mevlana şu cevabı veriyor: “Hünkar zaten benlikteydi, ben ona ayağa kalksaydım, onu daha fazla benliğe sürükleyecektim, daha fazla Allah’tan uzaklaşacaktı. Ben ona ayağa kalkmayınca, onun benliği kırıldı gitti. Onu daha fazla Allah’a yakın ettim. Siz bu işlerden anlamazsınız.”

Bakın nasıl putları kırıyor Mevlana…

Mana ehli hiçbir zaman dünya ehline karşı ayağa kalkmaz. Eğer kalkarsa boşuna o makamda oturuyor ve bulunduğu makamın ne manaya geldiğini bilmiyor, demektir.

Hiçbir kimsenin benliği ve varlığı Allah’tan ayrı değildir. Ama gururumuz bizi Allah’tan ayırır.

Allah’ın kulunu imtihan edişi, o kula kendi halini bildirmek içindir. Kullar, yani insanlar çocuk gibidirler; kendi hallerini bilmezler. Kul bu imtihanı kazanırsa, yani başına gelenden ibret alabilirse, Allah’ın lütfuna mazhar olur, zevke dalar; ibret alamazsa azaba düşer.

Her şeye sahip olsan bile gurura kapılma, başkalarını hor hakir görme. Tevazuya in, yoklukta dur ve hiçbir şeyin sana ait olmadığını, bütün sahip olduklarının Allah’tan olduğunu bil ve her an şükrederek niyazlarda bulunarak yaşa ki, Allah’a yakın olasın ve huzur içinde yaşayasın.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 22

Hasan Çıkar Dede

“İnsan çoktur, fakat insanlığını tanıyan pek azdır.”

Hazreti Ali Efendimiz çok doğru bir söz söylüyor. Bu dünya üzerinde yedi buçuk milyar insan var, fakat bunların arasında, insanın kimliğini bilen, kimliğine ermiş olan pek azdır.

İnsanlığa eren kişi Allah’a ermiştir, Hakk’ın kendisidir. İnsanlığa ermeyen kişi de ya yoldadır ya da Hakk’a tamamen arka çevirmiştir, dünya nimetlerine dalmıştır. Bu insanlar gece gündüz daha fazla mal mülk elde etmek için çalışır didinirler, düşünceleri hep dünyaya yöneliktir. Ama o gün geldiğinde onun nefesi toprağa gider, ayak altı olur, çiğnenir.

Yeryüzünde en mukaddes varlık insandır. Bütün varlıklar insanla dile geliyor, Yaratıcı insanla dile geliyor. İnsandan daha büyük alim daha büyük bir varlık yok yeryüzünde. Düşünecek olsanız o Yaratıcı insandan işliyor; füzeler yapıyor, uçaklar yapıyor, bir bakıyorsun Ay’a gidiyor. Bugün Mars’a da gidiyorlar, ışık hızını da buldular. Çok yakında bütün gezegenleri de gezecekler. Ama görecekler ki her yer boş, bulamayacaklar Allah’ı. Çünkü Allah’ın merkezi dünyadır, buradadır O. Ama gezdiriyor seni, git ara bul bakalım, neredeyim Ben, diyor…

Hüdavendigar Mevlana buyurur: “Kur’an, ölülere değil dirilere gelmiştir.” Ve yine Hüdavendigar Mevlana Yasin suresinde çok derin bir keşifte bulunmuştur, şöyle der: “Bir gün gelecek Ademoğlu Ay’a çıkacak Ay’dan dünyaya menzil kuracak.” Ve çıktılar da… ama maalesef Kur’an’ı hala ölüye okuyoruz. Kur’an’ın derin manalarına inenler ondan çok güzel faydalandılar, çok güzel keşifler yaptılar, fakat Kur’an’ın dış yüzüne bakanlar gerilerde kaldılar.

Bizler burada sizlerin hep gözlerinizi açmaya daha da uyanık olmanıza çalışıyoruz. Gözlerinizi açın ki daha iyi görün, kulaklarınızı açın ki daha güzel işitin. Çünkü biz Güneş’in evlatlarıyız ve hepinizin birer Güneş olmanızı isteriz.

Bakın bir damla nur var göz bebeğimizde, o siyah göz bebeği, ne kadar uzaklara ışık veriyor. Düşünmemiz lazım Yaratıcının her zerresi ışık, Ondan bir şey gizlenemiyor. İşte Hüdavendigar Mevlana bir evladına buyuruyor: “Evladım, benim sözlerime kulak ver ve beni iyi dinle.” “Buyrun Efendi Hazretleri…” “Çalış her zerren göz olsun.” “Neden?” “O zaman senden hiçbir şey gizlenemez, her şeyi görürsün… Çalış her zerren kulak olsun.” “Neden?” “Çünkü herkesi duyarsın, kimse senden sırrını saklayamaz.”

Bakın Hüdavendigar Mevlana, evlatlarını ne kadar yüce görmek istiyor.

Allah insan dışında değildir, her zerremiz Allah’la diridir. En büyük örneğimiz Hazreti Muhammed’dir, Hazreti Ali’dir. Onlardan sonra Hüdavendigar Mevlana ve Piran Efendilerimiz gelir. Onları örnek alalım ki, bizler de güzel birer insan olalım, kimliğimize erelim, huzur içinde yaşayalım.

 

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 21

Hasan Çıkar Dede

“İnsan-ı Kamil, herkesin hayrını isteyendir.”

İnsan annesinden doğup bir yaşa kadar geldikten sonra bir arayışa çıkar, gönlüne göre bir İnsan-ı Kamil bulduğu zaman geçmişi silinir, orada yeniden doğar.

Allah’a giden yol, kuldan geçer. Allah’ın sözlerini kim söylüyor? Taş mı, nebat mı, hayvan mı? Hiçbiri söylemiyor. Bütün mesele, kamil bir insana bağlanmakta ve onu sevmektedir ve O’nun rengine uymaktadır. Allah, insanları, yine insanla terbiye eder.

İslam’ın kemalatı Hazreti Resulallah’ta tecelli etti. Allah en güzel yüzünü Resulallah’dan gösterdi. O’nun ışığı herkesi çevreler, çünkü O, ayırım yapmaksızın her varlığa ışık verir. Hazreti Muhammed hiçbir söze ve manaya sığmayacak kadar yücedir. O her türlü hayalin ve idrakin üzerinde bir manaya sahiptir.

İnsan-ı Kamillerin, yani Mürşid-i Kamillerin yolları Hazreti Ali’ye çıkar, selam olsun üzerine. Neden? Çünkü Hazreti Muhammed Efendimiz Hazreti Ali’ye; “Artık Nübüvvet (Peygamberlik) defteri kapandı, Velayet (Velilik) defteri açılacak. Onların da başı sen olacaksın” demiştir. Yani Velayetin başı Hazreti Ali’dir. Hangi Veli olursa olsun Hazreti Ali’yi kendilerine ruh edinmezlerse, Kamil İnsan olamazlar. Hüdavendigar Mevlana, “Bütün Velilerde ve Nebilerde gören göz Ali’dir” demiştir.

İnsan olmadan, ney nasıl kendi kendine ses çıkaramazsa, ‘Kamil İnsan’dan da seslenen Allah’tır. Yani onun sözleri, doğrudan doğruya Allah’ın sözüdür. Allah’ı bulmak için mutlak ve mutlak onu bulmak lazımdır.

Susamış kişi Hakk’ı arayan yolcudur, suyun kaynağı da Mürşid-i Kamil’dir. Mürşid-i kamil, susamış kişiye Ab-ı Hayat’tır. Çünkü bir Mürşid-i Kamil, Kur’an-ı Natık’tır, Hazreti Muhammed’in bütün nurlarına ve hakikatlerine sahiptir. Onun sohbetleri vasıtasıyla tüm bu hakikatleri öğrenirsin, aydınlanırsın.

Mürşid-i Kamil, ahlakımızda bize yaramayacak, ne gibi kirler varsa, onları yavaş yavaş, hatta haberimiz olmadan temizler. Biz o Kudret’i annemiz gibi tanıyıp, onun kucağına atıldıktan sonra, o da bizi elbette, evlat olarak bağrına basar ve yüzümüzdeki, gözümüzdeki kirleri, anne şefkati ile mukayese bile edilmeyecek kadar hudutsuz bir şefkatle temizler.

Allah’ın bir kanunu vardır: Lütfu Allah’tan evvela biz isteyeceğiz.

İki cihanın hakimi olan Kamil Mürşid’in bizi sevk ve idare edebilmesi için, bizim ona nedensiz, niçinsiz bir teslimiyetle tabi olmamız şarttır. Asıl tasavvuf, asıl manevi ve ilahi bilgi, bu teslimiyettir. İnsanı, bu bilgiden başka kurtaracak hiçbir şey yoktur.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 20

“Kötülüğe iyilikle muamele eden kerimdir, muhsindir.”

Hepimiz zahir iradeye sahibiz. Biri kötülük yaptı mı hemen karşılık vermek isteriz.

Bir gün Hazreti Muhammed sahabesini karşısına alarak sorar: “Efendiler, size birileri kötülük yaparsa ne yaparsınız?”

Onlar da derler ki: “Biri bize kötülük yaparsa, biz ona iyilikle karşılık veririz.”

“Bir daha yaparsa?”

“Yine iyilikle karşılık veririz.”

“Bir daha yaparsa?”

Susarlar. Çünkü safraları kabarıyor, bir şey söylemiyorlar. O sırada Hazreti Ali gelir, selam verir. “Ya Resulallah, sohbetiniz neredeydi?”

“Biri size kötülük yaparsa ne yaparsınız? diye soruyordum.”

Hazreti Ali, “İyilikle davranırım” der.

“Bir daha yaparsa?”

“Yine iyilikle.”

“Bir daha yaparsa?”

“Ya Resulallah! Kıyamete kadar iyilikle karşılık veririm.”

Sahabe üçte kaldı ama Ali, bütün kötülüklere iyilikle karşılık veririm, diyor.

Hüdavendigar Mevlana da der ki: “Hasmını hor görme.” Sorarlar, “Neden ya Mevlana?” “Size karşı kini azalır” der.

Hazreti Muhammed bir karınca dahi öldürmemiştir. Bir gün, bir kirpinin kovaladığı bir yılan, Hazreti Muhammed’e sokulur. Kirpi,

Hazreti Muhammed’e sığındığını görünce yılana saldırmaz, bırakır. O da kirpiyi mükafatsız bırakmayarak sahabeden biri ile ciğer aldırıp kirpiye verir. Yılan kirpiden kurtulunca, Hazreti Muhammed’i nasıl sokacağını düşünür. Hazreti Muhammed, canını yakmak istediğini anlayarak serçe parmağını yılana uzatır. Küçük parmak hal diliyle, “Beni küçük buldun, yılana ikram ediyorsun” der. O sırada torbasında kedilerle gelen Ebu Hureyre o vakayı görür. Torbasından çıkardığı bir kedi yılanı yakalar. Hazreti Muhammed, ısırılan serçe parmağına yüzük takar. İslam’da küçük parmağa yüzük takılır. Ne kadar latif, ne kadar ince bir Peygamber.

Hüdavendigar Mevlana’ya sormuşlar: “Senin yolunun başı var mıdır?” Demiş ki: “Benim yolumun başı olsaydı sonu da olurdu. Benim yolum baştan aşağı güzelliktir, başı sonu yoktur. Kendini ne kadar güzelliklere verirsen o güzelliklerle sarhoş olur, kendinden geçersin.”

Güzellik kaynağı bir yol, bu güzellik kaynağında çirkin bir şey nasıl aranır? Hazreti Mevlana bakın ne güzel bir seslenişte bulunuyor: “Şefkati merhamette güneş gibi ol. Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol. Cömertlikte akarsu gibi ol. Hiddeti asabiyette ölü gibi ol. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol. Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.”

İnşallah hepimiz Peygamber Efendimize, Ehlibeyt Efendilerimize, Pirimiz Hüdavendigar Mevlana’mıza, Piran Efendilerimize layık insanlar oluruz.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 19

“Yalancının mürüvveti olmaz.”

Diline sahip olanın, yalanla alakası yoktur. Diline sahip olan küfürlü muhabbetlerde, isyanlarda bulunmaz. İnsan, kimseyle alaylı tarzda konuşmadan, kimseyi hakir görmeden, bütün çirkin işlerden kendini uzak tutarsa, kendini muhafazaya almış, edebiyle yaşıyor demektir.

Yalana gelince… Hazreti Muhammed’e sorarlar: “Senin ümmetin yalan söyler mi?” Peygamber Efendimiz şu cevabı verir: “Benim ümmetim zor durumlara düşebilir, aç kalabilir ama yalan söylemez. Yalan söylediği zaman benden değildir.”

Bir gün, Hazreti Mevlana’ya soruyorlar, diyorlar ki: “Bir kişi kalksa dese ki: Ben önce Allah’ı severim, sonra Peygamberimi severim, en son seni severim… Bu kişi hakkında ne dersiniz?” İşte Mevlana şu cevabı veriyor: “Bu kişi aşktan çok uzaktır ve bu kişiyle yola çıkılmaz. Fakat bir kişi Sevgilisi için, Allah’ım, Peygamberim, dinim, imanım diye bahsediyorsa, işte o kişi gerçek bir aşıktır.”

Hüdavendigar Mevlana yine şöyle buyurur ve der ki: “Doğruluk, can vermektir. Kendinize gelin de bu hususta ileri geçin. Kur’an’dan ‘Erler vardır ki Tanrı’yla ettikleri ahdi bozmadılar, ahidlerine doğrulukla sarıldılar’ ayetini okuyun! Nice ham kişiler vardır ki görünüşte kanlarını döktüler. Fakat nefisleri diri olarak o tarafa kaçtı. Aleti kırıldı ama yol kesen diri kaldı. Bindiği at kanlar saçtı ama nefis diri. At öldü, yolu aşılmadı. Ancak ham, kötü, perişan bir halde kala kaldı. Her kan döken şehit olsaydı öldürülen kafir de kutlu bir şehit sayılırdı. Nice şehit olmuş güvenilir kişiler de vardır ki dünyada ölürler, şehit olmuşlardır, fakat diri gibi yürür gezerler.”

Bütün dava, dürüstlüğü elden bırakmayıp, dünya varlıklarına tamah etmeden, yalandan, hırstan kaçınarak bizlere bahşedilmiş olan bu ömrü Allah ile birlikte huzur içinde geçirmektir.

 

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 18

“Hakikati söyleyenlere bakarak öğrenme. Hakikatin kendisini öğren ki, söyleyenleri de öğrenesin.”

Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, hakikatlere vakıf olduktan sonra, karşısındakinin gözlerinin içine bakar, onu konuşturur ve onun kim olduğunu anlardı.

Bir sözü daha vardır Hazreti Ali Efendimizin, der ki: “Kişi dilinin altında gizlidir.”

Sen susarsın karşı tarafın gözlerine bakarsın, onu konuşturursun ve onun konuşmasından onun kim olduğunu çözersin. Ama eğer sen daha hakikatlere vakıf olamamışsın, kimliğine erememişsin, sen cahil o da cahil hiçbir şey çözemezsin, kavga eder durursunuz.

Hüdavendigar Mevlana bir rubaisinde şöyle sesleniyor: “İnsanlar sayılıdır, çoktur amma iman birdir. Cisimleri çoktur ama canları birdir. İnsanda, eşeğin anlayışından başka bir akıl, başka bir can vardır. O dem’e erişen, o makamda Tanrı velisi olan kişilere insandaki candan, akıldan başka ve ayrı bir can ve akıl vardır. Hayvani canlarda birlik yoktur. Sen bu birliği dışarda arama.”

İnsan, ne olduğunu anlamak için nereden geldiğini anlamak zorundadır. Kulak, kelama kendi aklına göre bir mana rengi verir. Yani herkes kendine göre anlar ve herkeste anlayışına göre bir hal tecelli eder. Bu aldığımız rengi, renksiz olarak yerine, sahibine teslim etmek lazımdır. Herkesin anladığı kendine göre doğrudur ama, tamam değildir. Asıl mesele, bir şeye hem içiyle hem dışıyla yakın olabilmektir; onu hem yakından, hem uzaktan görebilmektir. İşte bu görüş, Allah görüşüdür.

Hüdavendigar Mevlana’ya göre böyle bir anlayış Yaratıcı kudretten koptuğunun bilincinde olan insanın nasibidir. İnsan geçirdiği bu kadar maceraya rağmen kendi değerinin henüz farkında değildir. Kendisini kuşatan dünyanın nice tufanına tanık olmasına rağmen kendi içinde sakladığı tufanların henüz idrakine varamamıştır.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 17

“Yücelik istedim, tevazuda buldum. Riyaset istedim, ilimde buldum. Keramet istedim, takvada buldum. Rahat istedim, terki hasette buldum. Galibiyet istedim, sabırda buldum. Şükür istedim, rızada buldum.”

Hazreti Ali Efendimiz, yüceliği istedim, gönül alçaklığında buldum; bilgi sahibi olmak istedim, ilimde buldum; yani okudum ve öğrendim, bildim, diyor. Ve dikkat edin şimdi, keramet istedim, takvada buldum; yani namaz kılmakta buldum, secdelere vurdum başımı, diyor.

Secdeye kapanınca ne diyorsun? Sübhane rabbiyel ala… Peki kimin kudretiyle söylüyorsun bu sözü? Yaratıcının… Peki o zaman, O sana ne diyor? O, o güzel sensin, o ala sensin, bütün güzelliklerin sahibi sensin, diyor. İşte Hazreti Ali burdan aldı bunları. Kılmak kabullenmektir. Namaz kılmıyorsan, o zaman Peygamberi kıl, O’nu kabullen, Ali’yi kıl, O’nu kabullen ve onlarla çık yola, o da ibadettir. Ama yapmıyorsun, hep dünya muhabbetleri, dedikodu; sonra ne oluyor?.. sıkıntılardan hüzünlerden kurtulamıyorsun.

Sonra bakın ne diyor? Rahat istedim, terki hasette buldum; hasedi, kıskanmayı terkettim attım üzerimden, o zaman rahat oldum, diyor. Çünkü kıskanma, haset insanı yer bitirir. Bütün bunları Ali atmış da rahatlamış… ne güzel söylüyor.

Galibiyet, yani kazanmak istedim, onu da sabırda buldum, diyor. Yani, sabrettim, acele etmedim. Ama isteğimden de geri adım atmadım ve sabrede sabrede en sonunda muradıma erdim, yani oldum, diyor.

Şükür istedim, onu da rızada buldum. Yani demek istiyor ki, Allah bana güzellikler vermiş, ama bazen imtihanlara da tutmuş, çektirmiş; o vakit de isyan etmedim, bu Senin rızandır, dedim, boynumu büktüm, karışmadım işine ve işte şükürü istedim, rıza göstermekte buldum, diyor.

Bir insan putlarını kırmadıktan sonra hakiki kimliğine ulaşamaz. Bir insan sıdkı bütün imanla Allah’a yola koyulursa, bu kişide artık kendine ait bir şey kalmaz ve onda varlığını gösteren iman ettiği yer olur.

İman, her şeyin üstündedir, her şeyin üstünde… Bizim iman bakımından rehberimiz Hazreti Ali’dir.

Bulunduğumuz yol, tasavvuf yolu, tamamen teslimiyet ister. Her şey sevgiye, aşka, imana ve kendini sevdiğin ve iman ettiğin yere perçinlemeye dayanıyor. Bunları yapabildin mi, o zaman sende Hakk’ın güzellikleri tecellisini göstermeye başlar.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 16

“Haddini bilip derecesini aşmayan kişiye Allah rahmet etsin.”

Hazreti Ali Efendimizin bu sözü çok yerindedir. Çünkü haddini biliyor, kim olduğunu ne olduğunu biliyor ona göre muhabbet ediyor, ona göre davranıyor ve öyle yola koyuluyor. Böyle olunca da çevresinde hem seviliyor hem de sayılıyor. Eğer bir kişi haddini aşarsa değişik konulara girerse, etrafını rahatsız ederse, o kişiye rahmet okumuyor Hazreti Ali Efendimiz, ama kötü bir söz de sarf etmiyor. Çünkü onun dili çok tatlıdır, O’nun sözleri hep Hakk’ın sözüdür. Zaten bütün Nebilerde ve Velilerde gören göz Ali’dir.

Yüce Pirimiz Hüdavendigar Mevlana’ya sordular, “Bu kadar kitap okudun, ne öğrendin?” Mevlana, onlara şu cevabı verdi: “Haddimi bildim, adımı öğrendim!” Yine sordular, “Ya Mevlana, neymiş adın?” Dedi ki: “İnsan…”

Kişiliğini bulan bilinçli yürür, bilinçli konuşur, elinden geldiği kadar topluma örnek olmaya çalışır ve hiç ayrım yapmadan hangi dinden, hangi milletten olursa olsun herkese aynı sevgiyi sunar, o zaman Hazreti Peygamberin, Yüce Mevlana’nın, Hazreti Ali’nin ruhaniyeti hoşnut olur.

Siz de gönlünüzü büyütün, imanınızı güçlendirin. Ne olursa olsun ben yokum, benden işleyen, hizmet eden bütün o güzellikleri sunan bir kudret sahibi iman ettiğim yer var, diye düşünün.

Onun için buraya geldiğimizde, yerle görüşürüz. Biz birbirimize secde etmiyoruz, ben yokum, sen varsın Allah’ım diye yokluğa bürünüyoruz. Secde, hakikatte yokluk manasındadır.

Hüdavendigar Mevlana’nın çok güzel bir kasidesi vardır, şöyle buyurur:

“Koşayım, koşayım da, Hakk yoluna düşen atlılara ulaşayım. Yok olayım, yok olayım da Sevgiliye kavuşayım.

Hoş olmuşum, hoş olmuşum. ‘Benlik evini yakayım da sahralara düşeyim’ diye bir ateş parçası olmuşum.

Toprak oldum, toprak oldum ki, senden feyiz alarak rahmet alarak yeşilleneyim, çiçekler bitireyim. Canlılara yararlı meyveler yetiştireyim.

Su oldum ki, köpürerek, koşarak, başımı taştan taşa vurarak, secdeler ederek senin gül bahçene varayım.

Ötelerden geldiğim, gökten düştüğüm için, zerre gibi titriyorum. Sona varınca huzura kavuşurum. Emin olurum da titremem.

Gök şeref yeridir. Toprak telef olma, yok olma yeridir. Ben, Padişahımın yanına varabilmek için bu iki halden de kurtuldum.

Hakk’ın rahmeti su gibidir. O ancak aşağılara, alçak yerlere akar. Ben de ayak altında çiğnenen toprak gibi alçak gönüllü, mütevazı olurum ki, Rahman’ın huzuruna varayım…”

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 15

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

“İnsanlar bir şeye başlamakla değil, onu bitirmeye muvaffak olmakla methe layık olurlar.”

Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, her sözünde haklıdır. Bir işe başla, sonra yarım bırak olmaz. Mademki bir işi yapmaya niyet ettin, o zaman o işi kemalata erdireceksin. Bir işi kemalata erdirdiğin zaman etrafındaki dostların, arkadaşların, akrabaların yaptığın işi görecekler ve hoşlarına gidecek, seni övecekler, methedecekler.

Fakat misal olarak, sen niyet etmişsin duvar örmeye, temelini atmışsın fakat duvarı örmemişsin, bekliyorsun ha yarın ha öbür gün ha seneye öreceksin diye, fakat örmüyorsun. Hazreti Ali Efendimiz böyle şeylere hiç yol vermemiştir. Böyle insanlar kıymetli insanlar değildirler.

Hüdavendigar Mevlana, “Bir insan güzel bir iş meydana getirirse, ancak daha iyisini meydana getirmek için onu örnek al, eğer yapamıyorsan da takdir et” diye buyuruyor.

Maneviyatın güçlü olursa senden çalışan, senden kazanan Allah’tır. En güzel işleri senden meydana getiren yine Allah’tır. Maneviyatını güçlendireceksin ve çalışacaksın, çalışmamak olmaz.

Sizlere şöyle bir misal vereyim: Yağmurlu bir günde, Hazreti Muhammed sahabesi ile giderken, yolda taş üstünde oturarak, sağa sola bakan birini görür ve o kişiye selam vermeden geçer. Daha sonra adam kalkar, taşlar koyarak su üstünde bir yol meydana getirir. Geri dönerken Peygamber Efendimiz adama selam verince, adam der ki: “Ya Resulallah! Biraz evvel buradan bana selam vermeden geçtin. Neden şimdi selam veriyorsun?” Hazreti Muhammed, “Sen tembel bir şekilde oturuyordun. Allah tembelleri sevmez, o yüzden selam vermedim. Şimdi insanlara hizmete kalktığın için selam veriyorum” der.

Hazreti Muhammed’in bir ismi de Cabbar’dır, yani çalışkandır. Herkes uyudu, o uyumadı, hep çalıştı, hep irşad etti. Sevenlerini aydın görmek istedi. Bir hadisinde, “Benim ümmetim madden ve manen komşularından üstün olursa şefaatime nail olur. İki günü bir olan benden değildir” diyor. Çalışanı seviyor.

Bir evlat çalışır, kazanırsa baş üstünde tutulur, hiç çalışmaz hep isterse ana baba üzülür. Biz, evlatlarımızı madden, manen her şeyin üstünde görmek isteriz.