İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 4

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

“Ne mutlu o kimseye ki, acı söz karşısında hiddetlenmez”

Hazreti Muhammed Efendimiz, Hazreti Ali’ye bir isim verdi, Ali Ebu Turab. Yani toprağın babası. Bu ne demektir? Daima tevazu halde yaşamak, herkese hoşgörüyle çıkmak demektir. 

Toprağa ne kadar pislik atsalar da ne kadar zehirler atsalar da, toprak, buna rağmen, atılan o zehirlerin hiçbirini dışarı çıkarmaz; bir bakarsın laleler, güller, türlü türlü çiçekler, çimenler meydana çıkarır.

Ne diyor İmam Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, “Öfke padişahlara padişahlık yapmıştır, onları altına almıştır. Benim ise öfke ve hiddet ayaklarımın altındadır, zerre kadar bana etki edemez.”

Şimdi Hazreti Ali Efendimiz, Hazreti Muhammed’in huylarıyla huylanmış, Allah ile Allahlaşmış. Onlar bu kainat üzerinde ne kadar varlık varsa hepsinin huylarını bilirler, hallerini bilirler. Fakat insanların çoğu onların bu güzel hallerini bilmedikleri için, onların hakikatlerinden uzak oldukları için, hemen hemen hepsinde öfke var, hiddet var, kavga var. 

İmam Ali Efendimizin bir sözü daha vardır der ki: “Bir insan öfkeye, hiddete teslim olmuş ise, o kişide İblis varlığını göstermiş demektir. İman ondan uzaklaşmıştır.”

İnsanlık vasıfları sevgi, hoşgörü ve merhamettir; öfke ve hiddet ise ancak hayvanlık vasfıdır. 

Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de, “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever” (Ali İmran, 134) diye buyrulur.

Hüdavendigar Mevlanamız da bir seslenişinde şöyle der:
“Şefkati merhamette güneş gibi ol,
Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol,
Cömertlikte akarsu gibi ol,
Hiddeti asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol,
Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol…”

Herşey sevgiye, aşka, imana, kendini sevdiğin yere perçinlemeye dayanıyor. Bunları yapabildin mi, sende Hakk’ın güzellikleri meydana tecelli etmeye başlar. 

Kendini bil ey insan, bin sır ile Tanrı yüklemiş seni, 

Sen aynasın, O’dur güzelliğin sultanı ey insan. 

Alemde ne varsa sendedir her an için,

Sen sende ara kendini, kendini tanı ey insan. 

Tüm sende olan sırlar açıklansa eğer,

Gül bahçesi olurdu gök ile yer, ey insan.

İnsandan silinsin şu kibir, gör o zaman,

Her Firavun sanki Musa Peygamber ey insan. 

Dünyada ilk ve son varlıksın ey insan,

Allah katında tek varlıksın, Halife-i Hak’sın ey insan!

Yerin göğün tek varlığı, kainatın nurusun ey insan, 

Alemler sende zuhur oldu, sen Hak’sın ey insan… 

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 3

“Dostlarının gönlünü kırma, düşmanlarının arzularını yapmış olursun.”

Hüdavendigar Mevlana, “Ahdi, misakı bozmak, ahmaklıktandır. Yeminine vefa etmek ve yemininde durmaksa temiz kişinin işidir. Münafık kişilerle dost olmanın şomluğu mümini de onlar gibi çirkinleştirir, asileştirir” der ve yine, mecazi yönden bizlere şöyle bir benzetme yapar: “Namazda ansızın yellensen, birisi de sana git yeniden abdest al dese, gitmez, orada kakılır kalır namaz kılmaya devam edersen istediğin kadar eğil bükül, yat kalk… be şaşkın, zaten namazın gitti! Yürü, seninle eş olanların, sözünü sohbetini susamışçasına sevenlerin yanına var!”

Bir kişi Hakk’a kulak vermez, nefsi ağır basar, nefsine uyarsa bu yüzden kayba gider. Eğer çalışır nefsini yenerse yolu rahmaniyete çıkar.

Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler! Kendi dışınızdakilerden sırdaşedinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Düşünürseniz, biz size ayetleri açıkladık” (Ali İmran, 118) diye buyrulmaktadır.

Gönül gözü açık olan iman sahiplerini kimse kandıramaz. Çünkü gören kalbtir, göz değil. İş ki, gözümüzün, kulağımızın arzularını alıp, aklen, bizi yaratan Hakk’la meşgul olalım.

İman sahibi olmayanlar, ancak kendilerini kandırırlar, Hakk’ı kandıramazlar. Bunlar küçük akıl sahipleridir. Çünkü Hakk her şeye vakıftır. O, her şeyi görür, çünkü kainat O’nundur, kainatla görür.

Aklın sabahına ulaşmak için ise gönülü illa bir Hakk dostunun gönlüne katmak lazım. Çünkü mayasız hamurdan ekmek pişirilmez.

Gönlü açık olanların elleri de açık olur… Körlerin taşlık yerde düşmeleri de pek tabiidir.

Adem ile Havva’dan geldi çok insan,

Nebilerle Velilerle aydınlandı bu cihan,

Yüzbin kere doldu boşaldı bu cihan…

Allah’ın Nebisi Nuh ile tufan eyledik,

Hakk Muhammed Ali ile birleştik,

Hep beraber sonsuz güzelliklerini,

Birbirimizde seyrettik.

O mekanda pekçok muhabbet ettik,

Sonsuz güzelliği hep beraber seyran eyledik.

Vahdet alemini bilmeyen insan,

İnsan suretinde kaldı bir hayvan.

Bizden ayrı değil Hazreti Allah,

Bunu Kur’an ile ayan eyledik…

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 2

 

“Her türlü fenalıktan uzak kalmak istiyorsanız, dilinizi tutunuz.”

Hüdavendigar Mevlana, “Bu alem perdedir, o alemse asıl hakiki alem. Ekim günü, ektiğini gizleme günüdür; tohumu toprağa saçma günüdür. Devşirme vaktiyse ektiğinin zuhur ettiği gündür. O gün mükafat günü, ettiğini bulma günüdür” diye buyurur.

İnsan olmanın yegane delili, kendine yapılmasını istemediğin hiçbir şeyi hiçbir kimseye yapmamaktır. Unutmamak lazım ki, insan ne ekerse onu biçer. Kötülük eken kötülük biçer, iyilik eken iyilik biçer. Rüzgar eken fırtına biçer.

Bir insan ne kadar bilgiye sahip olursa olsun, tevazu ve hoşgörü içinde olmalıdır. Eğer sahip olduğu bilgisiyle gurura kapılır ve başkalarını hor hakir görürse, o benlikle mahvolup gitmeye mahkumdur.

Bir insan ne kadar tevazuda durur ve hoşgörüyle çevresine güzel bir dil sarfederse her zaman kazançta olur.

Hazreti Allah, Kur’an-ı Kerim’de, kalbinde manevi hastalık bulunan kimselere karşı herhangi bir töhmete, fitneye veya yanlış anlaşılmaya mahal vermemek için Ahzab Suresi, 32. Ayette, yerinde ve uygun bir söz söyleyin, buyuruyor.

Ve yine Taha Suresi, 44. Ayette, zalimlerin kalbini yumuşatmak için yumuşak söz söyleyin, buyuruyor.

Fakat gösterilen tüm iyi niyete rağmen, eğer karşı tarafta bir yumuşama hasıl olmuyorsa, o takdirde susmak en doğrusudur.

Nitekim Peygamber Efendimiz, ”Halka, kendi aklınız miktarınca değil, onların akılları miktarınca söz söyleyiniz” diye buyurmuştur.

Dil çakmak taşıyla demire benzer, 

Söz kıvılcım olur kavrulur her yer. 

Sakın laf söyleme manasız yere, 

Taşı yerli yersiz vurma demire. 

Ortalık karanlık her taraf pamuk, 

Kıvılcım bir yangın olur çarçabuk. 

Cahiller gafletle bir söz söylerler, 

Akılları bozup berbat eylerler. 

Tek sözle mahvolur alemdekiler,

Bir arslan kesilir ölü tilkiler.

Perdesiz olaydı canların özü,

Can veren olurdu onların sözü. 

İstersen sözünün hoş olmasını, 

Yememen gerekir hırs helvasını. 

Helvayı çok sever küçük çocuklar, 

Erenlerde ise sonsuz sabır var. 

Göklere yükselir sabrı bilenler, 

Yeryüzünde kalır hırsla helva yiyenler… 

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 1

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

“Dilinizi iyi kullanınız; o sizi saadete götürdüğü gibi, felakete de götürebilir.”

Hüdavendigar Mevlana, “Kalbi ile sözü bir olmayan kimsenin yüz dili bile olsa, o yine dilsiz sayılır” diye buyurur.

Gerçek olan odur ki, insanın sadece sözleriyle değil davranışlarıyla da topluma örnek olup başkalarının düzelmesine vesile olması ve böylece birçok kişinin gerçeği onun sözlerinde ve davranışlarında görmesidir.

İnsanın, düşüncede, niyette, sözde ve davranışta önce Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmesi şarttır. Öyle ki, kainatta görünen ve görünmeyen her şey Allah’ın varlığından oluşmaktadır O’nun varlığının bir parçasıdır. 

İşte bunun için insanın şartsız olarak, düşüncede, niyette, sözde ve davranışlarında Allah’ı sevmesi ve Allah’ın varlığı olan kainattaki her şeyi, topraktan ağaca kadar bütün bitkileri, ufacık bir kelebekten gökte uçan kuşa kadar bütün hayvanları, iyisiyle kötüsüyle, güzeliyle çirkiniyle bütün insanları sevmesi ve sevgiden söz etmesi gerekir.

Bizlere en büyük örnek en başta Hazreti Muhammed Efendimiz ve İmam Ali Efendimiz, Ehlibeyt Efendilerimiz, Pirimiz Hüdavendigar Mevlana ve bütün Evliyaullah’tır. 

Hazreti Muhammed Efendimiz kadar cefa ve çile çeken bir Peygamber daha yoktur. En ağır çileleri O çekmiştir ve buna rağmen dilinden bir çirkin söz zuhura gelmemiştir, her zaman sabır göstermiş ve kendisine cefa edenlere Allah’tan hidayet dileyerek, “Allah’ım onların kalplerine hidayet ver” diye duada bulunmuştur.

İmam Ali Efrendimiz de keza öyle… O da kendisine yapılan onca haksızlığa rağmen her zaman sabır göstermiş, dilini tatlı tutmuş ve ne olursa olsun, kim olursa olsun ayrım gözetmeden muhtaç olanların yardımlarına koşmuştur.

İnsan düşünceden ibarettir, düşünmeden dil dökmeye başladı mı çok büyük kayıplara gider. Düşünerek konuşmaya başlayan kişi; dokuz sefer yutkunacak, söyledikleri başta kendine hitab edecek, hoşuna giderse sonra bunu karşı tarafa ikram edecek. İşte o zaman güzel bir dil sarfetmiş sayılır.

Kim susar da yanındakinin ayıbını saklarsa Allah da onun ayıbını saklar. Acı sözler sarf etmenin kimseye faydası olmaz. Kaldı ki faydalı ve az söylemek hikmete, manasız ve çok söz söylemek cehalete işarettir. 

Hakikatte kıldan ince, kılıçtan keskin denilen; kırk sene düzlük, kırk sene yokuş, kırk sene inişli Sırat Köprüsü, bu dünyadır. Bu alemde incineceğiz, incitmeyeceğiz. Dilimizi daima tatlı tutmaya çalışacağız ki bu köprüden geçebilelim. Birisi bize karşı kötü bir söz sarf ettiğinde biz beş sözle karşılık verirsek, onun kisvesine girmiş oluruz. Hiçbir zaman Hakk’a yakın olamayız.

Her kişide bir kusur vardır. İnsanların iyi tarafına bakmalı ki rahat edelim. Kötü tarafına bakarsak, hiçbir zaman huzur bulamayız. 

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (260)

Hasan Dede, biz hakikatleri sizin bu sohbetlerinizi dinleyerek mi anlayacağız? Yani dini salih olunca mı, yoksa özümüzü pisliklerden arındırarak ve belli bir ahlaki seviyeye gelerek özümüzün ortaya çıkmasıyla mı olgunlaşacağız? İçimizde saklı olan kendi hakikatimizi ortaya çıkarmamız mı gerekiyor? Bunu nasıl yapacağız?

En önemli dava, bizim iç alemimizi bütün pisliklerden boşaltmamız ve tertemiz bir hale getirmemizdir. İç alemimizde bir nebze dahi dünyaya ait bir varlık bırakmamamız lazımdır. O kabı, dünya nimetlerinden, nefsi arzulardan tam manasıyla temizlemiş olduğumuz an, o sonsuz Güzel bizlerde varlığını gösterir ve bizim de halimiz anında değişir.

Şimdi bu sohbetlerde sözler çok güzel ve manalarına eriyoruz, fakat bir türlü temizlenemiyoruz. Temizlenemedikten sonra da hiçbir şekilde o güzelliklere ulaşamıyoruz. Bu iş akıl yürütmekle olmaz, yemekle içmekle, keyif etmekle olmaz, katiyyen. Derin düşüneceksin! Sen kiminle dirisin? O, senden ne istiyor? Düşünüce göreceksin ki, O, O’nu sevmeni istiyor, O’nu sahiplenmeni istiyor. Sana, “Temizle o sarayı!” diyor, “Ne zaman ki o saray benim muhabbetimle mahmur olmuş ise, o zaman ben sende konuk olurum!”

O kadar incedir ki bu yol, dünya varlıklarının hepsinden temizlenmen gerekir. O, senin gönlünde kendisinden başka hiç bir varlığın olmasını istemez. Bu derece büyük bir sevgi ister bizlerden. Ancak bütün bunlar yerine geldiği zaman, O gösterir yüzünü.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (259)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Mesnevi-i Şerif’de Hazreti Mevlana, Hazreti Resulallah’ın bir hadisinin tefsirini yaparken şöyle buyuruyor: “‘Kendini unutup Allah’ı zikret’ ayetinin manası şudur: Kendinle olduğun vakit Hakk’ı zikretmekle şirk işlemiş oluyorsun” Ne dersiniz Hasan Dede?

Bir kişi, kendinden geçmeden zikre girdiği zaman, ikilik yaratmış olur. O ayrı, sen ayrı. Aslında, O’nun güzelliklerini dile getirdiğimiz zaman, O en güzel şekilde zikredilmiş oluyor. Diğer taraftan da, insan kalkarsa, Allah’ı kendi dışında zikretsin, o zaman tabii ki şirk işlemiş olur, çünkü teslimiyetten, Allah’ın birliğinden çıkmış oluyor.

Yunus Emre, selam olsun üzerine, şöyle der: “Hem sen varsın, hem O var; senin gözünde diken var, sen o dikeni göremiyorsun.”

 

Hazreti Mevlana, Mesnevi-i Şerif’de yine buyuruyor ki: “Ruh deryasına atılmakta ve hakikat aleminde sefer eylemekte yüzücülüğüne güvenme. Akıl ile yol almak ve ümidi aklın fetvalarına bağlamak hiç mi hiçtir. Bu yolda Nuh’un gemisine girmekten başka çare yoktur.” Nuh’un gemisinden maksat nedir? Ne manaya gelmektedir?

Nuh’un gemisinden maksat, senin bedenindir. Eğer sen, O olmuş isen, başka deryalara ne diye atasın kendini? O zaman sen kimliğinden çıkmış olursun. O, sende var etmiş kendini ve senden sayısız hakikatler sunuyor. Onlar artık seninle diri, çünkü sen onlarla dirildin. Ama sen kalkarsan kendini ruh alemine atasın, kendini boşluğa atmış sayılırsın. Sen, kendinde bulduktan sonra o sevgiliyi, senin bedenin artık Nuh’un gemisidir. Sen de o gemide sevgilinle beraber seyir edersin. Ve sana hiçbir tufan işlemez.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (258)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hasan Dede, bir şair diyor ki: “Mecnun’um bugün Leyla derdinden; neylerim aklı, divane geldim.” Deniliyor ki; tevhid ehli, aklı maaş ve aklı maad istemez. Aklı maaşın, dünyaya ait işlere, aklı maadın ise ahirete ait işlere akılları erer. Halbuki tevhid ehli, dünya ve ahiret istemez. O, aklı kamil ashabıdır. Tevhid ehlinin aklı nasıldır? Ne dersiniz?

Tevhid ehli, aklını bırakmıştır. O, iman ettiği yeri kendine baş etmiştir, vücuduna Onu ruh edinmiştir. Hep Onu zikretmektedir ve Onun dışına biran dahi çıkmamaktadır. Birşey yapması gerektiğinde ise, ondan gören O, onun elinden tutan O ve ondan söyleyen de yine O’dur. İşte ehli tevhid sahibi bu demektir. Ehli tevhid, Hakk’ın sahibidir, Hakk’ı sahiplenmiştir. Hakk da onu sahiplenmiştir. Onlar sözde iki görünürler fakat manada birdirler. Tevhid ehlinin her zerresinden varlığını gösteren Hakk’tır. Aklı maaş ve aklı maada gelince, onlar akıllarını hep maddede tutarlar ve daima sıkıntıdadırlar. Ama ehli tevhid tüm bunların dışındadır ve huzur içinde yaşamını sürdürmektedir.

Bakın ne güzel buyuruyor Pirimiz Mevlana bir kasidesinde ve diyor ki:

“Ey kalender gönüllü sevgili! Neden üzülüyorsun? Gönlünü sıkıntılara sokuyorsun? Daraltıyorsun? Neden harabelerde yaşayan baykuşla ilgileniyorsun, onu düşünüyorsun? Sen üstün bir varlıksın, devlet kuşunun canısın.

Salına salına gel, aşk uğrunda canlarını vermekten çekinmeyen aşıkların arasına gir! Sen de canınla oyna! Sen de bu uğurda canını vermeğe hazırlan! Ey asıl yerinden yurdundan ayrılıp gelmiş olan aziz varlık! Sen, şimdi neredesin? Şu dünyada gurbette değil misin?

Senin la’l dudakların ayrılıp geldiğin madenin zenginliğini, ihtişamını bildirmededir…”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (257)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hasan Dede, şu anda içinde bulunduğumuz bu yer (Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi), Cenab-ı Mevlana’nın meydanı ve buraya bu sohbete, zikire ve sema ayin-i şerifine ve tefekküre gelen bizlerin, hepimizin kendimize göre bir anlayışımız, heveslerimiz, hayallerimiz ve saplantılarımız var. Bizim burayı, yani bu meydanı nasıl görmemiz lazım? Çünkü Cenab-ı Mevlana, Allah sırrını yüceltsin, şöyle buyuruyor: “Ben kendi Musa-yı Hakikimin elinde bir asayım ve meydandayım. Musa, bizdedir. Kim ki o asaya ihanet ederse, onadır; kim ki riayet ederse, ria onadır.” Siz ne buyurursunuz?

Bir gün, Hazreti Musa’ya bir nida geliyor: “Ey Musa, elindeki asa ne vazife görüyor?” Musa da diyor ki: “Elimdeki asa, koyunlarım uzaklaşırsa onları toplamaya yarıyor. Koyunların arasında keçiler var, asamla onlara ağaçlardan yaprak silkeliyorum, besliyorum. Bir de yorulduğum zaman asaya dayanıyorum.” İçindeki ses soruyor: “Sen bu asayı bu sebeple mi verilmiş sanıyorsun?” Musa cevap veriyor: “Evet, ya Rab!” Rabbi hemen emrediyor: “Bırak o asayı yere!” Musa, emrolunduğu gibi asayı yere bırakır bırakmaz, asa yedi başlı bir ejderha halini alıyor. Musa ejderhayı görünce kaçmaya başlıyor. Rabbinden yine bir nida geliyor: “Geri dön ya Musa! Çık o ejderhanın üstüne ve tut boynundan!” Musa ürkerek geri dönüyor ve ejderhanın üstüne çıkıyor. Ejderhayı boynundan yakalayınca, ejderha tekrar bir asa haline geliyor.

Şimdi Hazreti Mevlana’nın bu beyitlerinde bizlere anlatmak istediği şey şudur: Bizler, kendimizi yokluğa bırakırsak, Hakk varlığını bizlerden gösterir ve her işimiz âsân olur. Çünkü biz yokuz artık, O var. Eğer biz kendimizi Hakk’a teslim etmezsek, bizler de Musa gibi, o asadan kaçarız. O yedi başlı ejderhanın manası da şudur: İki göz, iki burun deliği, iki kulak ve bir de ağızdır. Bunlar eğer nefse yönlenirse, işte her biri bir ejderha olur ve sahibini mahveder. Yani bütün dava, Mevlanamız gibi teslimiyetli yaşamaktır. Eğer böyle olursa bu meydan yürür, yoksa başka türlü yürümez.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (256)

Mısri Niyazi Hazretleri bir deyişinde şöyle buyuruyor: “Şol ki gafletle yatup etmez talep, gövdesinde yok mu ola canı aceb. İşte vahdet gülleri açıldı hep, bülbülün efgân edecek çağıdır.” Yani bir kimse ki, gafletle yatıp kalkar ve hiçbir şeyi dert etmez. Onun gövdesinde acaba can yok mudur? diye söylemektedir. Çünkü bir ayet-i celilede Cenab-ı Hakk, “Herşey Hakk’ı tesbih eder”, yani canlı veya cansız bütün herşey Hakk’ı anar, diye buyuruyor. İnsanın vücudu da Allah’ı anar ve kalbi ‘Allah! Allah!’ der, zira herşeyin zat’ı zikri vardır. Fakat insan vücudunun zikrinden habersizdir. Sorum şu: Biz her zerredeki bu zikri nasıl görüp, anlayacağız Hasan Dede?

Dünya ehli tamamen gaflettedir ve onun her zerresi maddeyi zikretmektedir. Böyle olduğu için de bütün vücudu onu dünyaya, yani maddeye sürüklemektedir. Mana ehline gelince, o da tamamen Allah aşıkıdır, Resulallah aşıkıdır. Resulallah’ın aşıkı olduğu için ve O’nun nurunu manada keşfettiği için, onun da bütün azaları O’nunla yanar. Nereye baksa baksın, nereye giderse gitsin, hep O’nu zikreder. Bir mana erinin yüzü gülerdir, dili tatlıdır ve daima huzur içindedir. Madde erinin ise, yüzü asıktır, gam içindedir, sıkıntı içindedir ve onun muhabbetleri hep maddeye yöneliktir. Böyle olduğu için de vücudunda hiç hafiflik, neşe ve huzur yoktur.

Galib Dede Hazretleri, selam olsun üzerine, şöyle der: “Aşıkta gam, keder, gaflet ne eyler? Gam, keder ve gaflet dünya ehlinindir.”

Bizler bu yüzden burada devamlı, Hazreti Muhammed Efendimizi, Hazreti Mevlana’mızı, İmam Ali Efendimizi ve bütün Piran Efendilerimizi, hepsinin selam olsun üzerlerine, ‘sünnet’imiz olarak anıyoruz, çünkü bizler onların farzlarıyız. Onlardan sonra geldik ve onların muhabbetlerini yapıyoruz. Nasıl aşklarla, nasıl sevgilerle yola koyulduklarını sizlere anlatarak, yol gösteriyoruz. Bütün dava, sevgilerimizi maddeye yönlendirmemek ve gönlümüzü maddeye bağlamamaktır. Eğer sevginizi dünyaya verirseniz, işte o zaman her zerreniz de dünyaya bağlanmış olur. Bizlere sunulmuş olan en büyük nimet akıldır. Ama eğer o akıl çamura saplanırsa, vücudu da peşinden sürükler, çamura batırır. Fakat aklımızı güzelliklere yönlendirirsek, o güzellikler sayesinde bizleri devamlı aşağılara çeken çamurlardan kurtuluruz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (255)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hasan Dede, insan vücudunda hased, inat, gurur, kibir varsa, başka cehennem arama, o vücud cehennem çukurudur. Ama eğer güzellikler varsa, o vücud cennet bahçesidir. Sorum şu Hasan Dede; bir insan vücudunu nasıl cennet bahçesi haline getirir?

Çok güzel bir soru… Bir insanda hased, kıskanma, inat, kibir gibi duygular varsa, bu kişi zaten ateşler içindedir, yani cehennemdedir. Neden? Çünkü cehennem ateşi gibi bir ateştir bu. İnsanı, bildiğimiz ateşe atsalar, o ateş insanı hemen öldürür; fakat hased ateşi hemen öldürmez, günlerce hatta haftalarca seni yer, bitirir.

Hüsameddin Çelebi Hazretleri, hem çok çalışkan hem de çok güzel bir delikanlıymış. Hazreti Mevlana’mız onun hakkında şöyle bir dil sarfetmiştir: “Ey benim gözümün nuru Hüsameddin! Eğer bende, senin bu hizmetlerine karşı bir hased görürse gözlerin, kasem ederim Hazreti Muhammed’e, yüzümdeki nuru hemen alsın.”

Bir insan, cehenneme veyahut cennete nasıl girer? Şimdi bu hasedler, kıskanmalar, kin, nefret gibi duygular, insanı cehennem içinde tutuyor ya; bunun için de Hazreti Mevlana’mız yine buyuruyor ki: “Ey insan! Sen düşünceden ibaretsin. Eğer huzurlu yaşamak istersen, kendini güzel düşüncelere ver.”

Güzel düşüncelerin mana-i sureti hakkında şöyle bir örnek verelim: Bir kişi, eğer güzel düşüncelerle evinin önünü bir çiçek bahçesi haline getirmişse, gecenin hangi vaktinde olursa olsun, uyanıp da ışıkları yaktığı zaman, gözüne o gül bahçesi görünür ve o kişiye huzur verir. Ama eğer bir kişi, karamsar düşüncelerle evinin bahçesini dikenliklerle donatırsa, ki onların da dostları akrepler ve yılanlardır. Gecenin hangi vaktinde olursa olsun, uyanıp ışığı yakarsa, o kişiye de yılanlar, akrepler görünür ve huzursuz olur.

İnsan neyi düşünürse, bakışı orayadır. Bu yüzden güzel düşüncelere verin kendinizi ki, geceniz de gündüzünüz de devamlı huzurlu olsun.