MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (244)

Kehf Suresi’nin bir ayetinde Cenab-ı Hakk buyuruyor ki: “Ben insanı en güzel surette yarattım ve sonra onu en aşağılara sürdüm.” İnsanın gayesi, bu en aşağılardan en yukarılara çıkmak olması gerekir. Ve bir ayet-i kerimede de şöyle buyuruyor: “Bu alemde kör olan ahirette de kördür. Bu alemde beni göremeyen ahirette de göremez.” Siz ne buyurursunuz Hasan Dede?

Yüce Mevlana’mız, selam olsun üzerine, şöyle buyurur: “İnsan demek kainat demektir.”

Dünyamızda ne varsa her şey insanın vücudunda var. Bir insan, bir Mürşid-i Kamil’e intisab etmezse, onunla beraber Hazreti Muhammed Efendimizin huylarıyla huylanmaya yola koyulmazsa, bu insanın vücudunda hangi hayvanın huyu ağır basıyorsa, o galip gelir ve öldükten sonra insan suretinden çıkartılır ve o surette yeniden dünyaya getirilir.

Bir gün Mevlana Hazretleri toplumdan sıkılmış, dergaha da gitmek istememiş, yanına Şeyh Sadrettin Efendi ve Hüsamettin Çelebi Hazretlerini alarak gezintiye çıkmış, yolda giderlerken bir ağacın gölgesinin altında beş altı köpeği birbirlerine sarılmış uyurlarken görmüşler. Şeyh Sadrettin Efendi çok saf, Hüsamettin Çelebi Hazretleri ona keza, Mevlana’ya dönüp demişler ki, “Efendi Hazretleri şu köpeklere bakın, ne kadar dostça uyuyorlar, birbirlerini kucaklamışlar.” Hazreti Mevlana, bu sözün üzerine, hırkasının cebinden bir kaç kuruş çıkarmış ve Hüsamettin Çelebi’ye uzatarak, “Ey ruhumun mertebesi, al şu parayı git kasaptan bir parça kemik al gel.” Hüsamettin Çelebi, hemen kasaba gitmiş ve Efendisinin söylediği gibi bir parça kemik almış gelmiş. “Buyrun” demiş, “Efendi Hazretleri..” Mevlana, ondan bu bir parça kemiği köpeklerin önüne atmasını istemiş. Bir de görmüşler ki, bir dakika önce dostça birbirlerine sarılan köpekler, kemiği görünce birbirlerine girip kavga etmeye başlamışlar, kemiği kapmak için birbirlerini parçalamışlar.

Ve Hazreti Mevlana şöyle buyurmuş: “Yüzleri örtülü kişilerden kaçtım. Sormasaydınız gerçek yüzlerini ortaya çıkarmazdım..”

İşte Hazreti Mevlana yine şöyle der: “Bizler hep bunlarla oturuyoruz, onlara doğruları söylüyoruz, bu kişileri aydınlatmaya, gerçek kimliklerine ulaştırmaya çalışıyoruz. Bu kişiler, anlatılanlardan hisse alıp kötü huylarından temizlenmek için gayret sarfederlerse, işte o zaman insan olma yolunda ilerliyorlar demektir. Yok eğer almazlarsa, o zaman sıkıntılarından, üzüntülerinden kolay kolay kurtulamazlar.”

Yine Hazreti Mevlana şöyle buyurur der ki: “Mahşeri görmek istersen gündüze bak, ahireti görmek istersen geceye bak.”

İnsanı en çok korkak yapan, vücutta titreme, ürperti yapan, sıkıntı veren ne varsa hepsinin sebebi nefstir. Hiçbiri iman edilen yerin ürünü değillerdir. Bu yol kolay bir yol değildir, ama karınca misali olsa da yine yol alınır. Bir hikaye var; bir karınca niyet etmiş Hacca gidecek, ona demişler, sen bu halinle nasıl varırsın Hacca? Karınca da demiş, bir kervan Hacca gidiyor ya, ben de o kervanda birinin heybesine takılırım, onlarla belki Hacca varırım. Bizler de ne kadar kendimizi doğru yola sevketmeye çalışırsak, bakarsın belki bir gün bir yerlere varırız.

Bir gün Hazreti Mevlana’ya sormuşlar, “Bir insan bu güzelliklere nasıl erer?” Mevlana şöyle cevap vermiş: “Mıknatısın vazifesi iğneleri kendine çekmektir, sen de belki bu hayatta bıçak gibisin, herşeyi kesip biçiyorsun; senin de bir gün mıknatıs gibi olman için, kendini o mıknatısa sürtersen, bakarsın sana da bulaşır mıknatıslık, sen de başlarsın iğneleri çekmeye.”

İşte bizlerde de ne kadar benlikler, senlikler varsa, eğer Hazreti Mevlana’nın, selam olsun üzerine, güzel huylarıyla huylanmaya kalkarsak, bize de o güzellikler bulaşır, o zaman bizler de güzel birer insan olmaya yola koyuluruz. Ama eğer Mevlana sadece dilde, gönülde yok ise, Muhammed dilde, gönülde yok ise, Mürşid dilde, gönülde yok ise, bizler ne zaman büyüyüp olgun bir insan olacağız? Günler hızla geçip gidiyor. Günler olmuş saat, haftalar olmuş gün, yıl olmuş ay, ömür elden gidiyor, gün gelecek kapı çalınacak, o zaman hangi yüzle çıkacağız karşısına? 

Yine Hazreti Mevlana’mızın güzel bir seslenişi var, şöyle der: “Akıllı geçinen bir kişi, bir Allah muhabbetinin peşine koşmaz da, bir küfürbaz koşarsa, küfürbaz benim için o akıllı kişiden daha hayırlıdır.”

Akıllı geçinen kalmış akılda, küfürbaz olan küfrünün farkına varmış nadim olmaya çalışıyor, bu durumda küfürbaz elbette ki daha hayırlıdır. Allah’ın akıla ihtiyacı yok, O zaten Küll-i Akıl’dır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (243)

Hasan Çıkar Dede

Veliyullah buyuruyor ki: “Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa (sav), alemin hakikatinin ve kemalatının beşeri örtüsüdür. Kendisi, “Ben elçiyim, ben kulum” diyerek bunu örtmüş ve gizlemiştir. Böylece bütün insanlık alemine bir kulun nasıl olması gerektiğinin misalini vererek bir hidayet rehberi olmaktadır.” Hazreti Mevlana da bu hakikati şöyle dile getiriyor: “Hakikati Muhammediye güneşi beşeriyet örtüsüyle yüzünü gizlemiştir. Bu sırrı anlamaya çalış, bunun doğrusu budur. Bunu en iyi bilen Allahü Azimüşşan’dır. Hazreti Muhammed, Hakk’ın esma, sıfat ve zatının ekberiyetle tecellisidir. Bunu bilmeyip, Allah başka Resul başka demek, ikilikte kalmaktır.” Siz nasıl yorumluyorsunuz Hasan Dede?

Tamamen Hakk’a yüz tutan, herşeyiyle kendini Hakk’a vermiş olan bir kişi artık Hakk olmuştur ve bedeni de Hakk’ın örtüsü olmuştur. Bu alemde insan suretinde görünen sayısız varlık vardır; bunlar insan görünürler ama gönülleri, muhabbetleri, inançları, sevgileri tamamen Allah’ın vehimlerine, yani varlıklarına sunulmuş olduğu için, bunlar Allah ile diridirler fakat Allah onlarda diri değildir. Bir insan, bir Allah’ın sevgilisine elini uzatır, oraya baş keser, orayı kendine baş eder, orayla kendini beslerse ve Hazreti Muhammed Efendimiz’e muhabbetini, sevgisini, gönlünü verirse; Hazreti Muhammed Efendimiz, selam olsun üzerine, bu gönül sahibine gecenin bir vaktinde o güzel yüzünü gösterir. O güzel yüzü gören kişi artık Hakk ile Hakk olmuştur, onun vücudu sadece bir örtüdür ve o örtünün altında Allah’tan başka bir şey yoktur.

Hazreti Ali Efendimiz şöyle buyurur: “Kişi dili altında gizlidir.”

Bir gün Hazreti Mevlana’nın huzuruna iki kişi geliyor. Cenab-ı Mevlana ikisiyle de muhabbet ediyor, fakat biri susuyor hiçbir şey söylemiyor, diğeri de sorularına cevap veriyor. Bu iki kişi Mevlana’nın huzurundan ayrıldıklarında, aynı muhabbet ortamında bulunanlar Mevlana’ya sormuşlar: “Bunlar nasıl kişilerdi ya Mevlana?” Mevlana şöyle cevap vermiş: “Konuşan kişi şu derecededir, diğeri hakkında bir şey diyemiyorum, çünkü konuşmadı.” Yani kimliği ortaya çıkmadı. Bizler, mademki sarraf dükkanında çalışıyoruz, toplum ne ayardadır, konuşmalarından anlarız. Fakat bizlerin önemli bir vazifesi de, onların örtülerini kaldırmadan onlara insandan söz etmek. Böylece belki o insandan örnek alır da, bir gün gelir o da güzel bir insan olur, Hakk olur. Kısaca, insanın bedeni libadır, örtüdür. Bir Hakk dostu, Hakk ile Hakk’tır, ama bu sırrı aşikar edemez, ben Allah’ım diyemez. Eğer, ben Allah’ım, derse benliğe tutulmuş olur ve Firavun sıfatına ermiş olur. Ne kadar yoklukta durursa, o kadar Hakk’ın yüzü ondan tecellisini gösterir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (242)

İnsanlar belirli fikirler içindeler ve bunlara hapsolmuş durumdalar, gerçekleri bulamıyorlar ve karanlıktalar. Kim olduğunu, neden yaşadığını sorgulamıyor. Yaşamanın amacı nedir? Evren nedir? Niye varoldum? Hayatımı nasıl yaşamalıyım? Neredeyim? Nereye gidiyorum? Bu sorular bir insanda zuhur eder de cevaplarını bulmaya çaba sarfederse insan tekamül eder, olgunlaşır. Kalıplardan kurtulmak ve içimizdeki saklı olan hakikatleri bulmak için ne yapmalı? Ne buyurursunuz Hasan Dede?

Toplumun fikirleri öyle yerlere saplanmış ki, hüzünlerden, gamlardan, sıkıntılardan hiçbir türlü kurtulamıyorlar. Ne kadar Allah’ı da zikretseler, ibadet de yapsalar, özgürlüğe ve temiz bir ruhaniyete kendilerini veremiyorlar. Peki bunun sebebi nedir? Bunun sebebi iman zayıflığıdır. Neden iman zayıflığıdır? Bir insanın bağlandığı yere imanı gerçek ise, o insan gama sıkıntıya düşmez, çünkü kendinde yaşamaz. Gönlünü vermiştir Pirine ve Piriyle Hazreti Muhammed’e, ona inanmış ve ona iman etmiştir, onunla içini güzelliklerle donatmıştır, oranın güzelliklerine kendini kaptırmıştır. Ve işte bu kişi özgürlüğüne kavuşmuş sayılmaktadır.

İşte Hazreti Mevlana, selam olsun üzerine, şöyle buyuruyor: “Komşunun her sabah tasında bal, zeytin, peynir bulunur. Benim ise önümde tuz ve bir tas da ayranım vardır. Benim ayran tasım, soframdaki tuzum bana herşeyin üstünde bir tat vermektedir, sayısız cihanlar bağışlansa da hürriyetimden bir zerre satmam.”

Herkes kendi fikrince inandığını savunur, kendi imanını güçlü bilir. Ama belki de kendimizi avutuyoruz, çünkü sıkıntılar bir türlü gitmiyor. Ehli iman sahibinde katiyyen gam gasabet yoktur.

İşte Galib Dede Hazretleri, selam olsun üzerine, şöyle der: “Gam ve keder halk-ı cihanındır, aşıkta gam keder neyler?”

İnsan iman ettiği yerin güzelliklerini gördükten sonra artık gönül oraya verilmiştir, o kişide artık kimlik yoktur. Ama bunlar yok ise, ne kadar bilgiye sahip olursan ol, sen ancak meyvanın kabuğuna erersin, tadına varamazsın. Bilgiye sahip bir insan gurura kapılırsa, başkalarını hor hakir görürse, o benlikle mahvolup gitmeye mahkumdur. Ama tevazuya inip, yoklukta durursa, ona ait hiçbir şeyin olmadığını, bütün sahip olduklarının Yaratıcı’dan olduğunu bilir ve her an şükrederek niyazlarda bulunarak yaşarsa, o kişi hiçbir zaman mahkum olmaz, özgür olur ve hür yaşar.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (241)

Hazreti Mevlana şöyle buyuruyor: “Dünya sevgisinden güsul ediniz ki, vücudunuzun bir zerresinde dahi o sevgiden eser kalmasın. Günde beş kere dünya muhabbetinden elinizi yıkayınız ve Hakk’tan yana, yani Cemal kıblesine karşı yüzünüzü çeviriniz ve Hakk’tan yardım dileyiniz.” Bir hadis-i şerifte de Hazreti Muhammed şöyle buyuruyor: “Her kim hikmet bilmezse, hikmetten haberdar olmazsa, bu kimse Allah marifetinde er değildir.” Siz ne dersiniz Hasan Dede?

Bizler zikirlerimizi bilinçli yaparsak, kimi zikrettiğimizi bilerek onun kimliğinde kendimizi fani kılarsak, bizler her zaman manevi yönden güçlü oluruz, hiçbir zaman küfriyata düşmeyiz. Ama bilinçsiz zikirler yaparsak, istersek sabahalara kadar zikir yapalım, yine küfürde kalmış oluruz.

Cenab-ı Mevlana’ya bir gün soruyorlar: “Allah ne kadar büyüktür?” Mevlana şöyle cevap veriyor: “Allah’ın büyüklüğü insanın boyu kadardır.” Bu yanıtı alanlar: “Aman ya Mevlana, sen Adem’in Hakk olduğunu mu söylüyorsun?” Mevlana yine cevap veriyor: “Evet, öyle söylüyorum. Adem olmasaydı, Allah bilinmeyecekti. Allah, kainatı yarattı, en son insanı yarattı ve insanda kendini yarattı. İnsan ile hem semavattaki varlıkları, hem yeryüzündeki varlıkları isimlendirdi ve kendi büyüklüğünü de yine insanla dile getirdi.” Bu yüzden bizler, tasavvuf ehli olarak, daima insan üzerinde dururuz ve insan dışına çıkmayız. Bizler her zaman ne kadar hakikatler varsa, onları dile getirmeye çalışırız.

Bilinçli ibadet nedir? Biz, Allah, dediğimiz zaman, Mürşidimiz vasıtasıyla Pirimize ve Resulallah’a yolumuz çıkar.

İşte Hazreti Mevlana şöyle buyurur: “Hazreti Muhammed’in dışında bir Allah aramaya kalktığınız an, kendinizi boşlukta bulursunuz.”

Hazreti Peygamber Efendimiz de Kur’an-ı Kerim’de, Allah dilinden şöyle konuşuyor: “Beni bu alemde göremezsen, öbür alemde hiç göremezsin.”

Pekala biz onu bu alemde nasıl göreceğiz? Kim bu alemde Hazreti Muhammed Efendimize bende olmuş, onun haline bürünmüş ve onun dilinden konuşuyor ise, işte o kişiyi seyretmek Hakk’ı seyretmektir. Onun dışına çıkmak Hakk’ın dışına çıkmaktır. Allah esması kamufledir, örtüdür; zatını aradın mı insan çıkar. Zaten insan olmadıktan sonra, sen nereye yola çıkıyorsun, kime gidiyorsun?

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (240)

Hasan Dede, Hazreti Mevlana diyor ki: “Bir lahza avamla arkadaşlık ettim, yedi gün hamamda oturduğum halde, o arkadaşlıktan hasıl olan soğukluk bir türlü geçmedi.” Bizler burada ihvan sohbeti yapıyoruz; yani bu manada olmayan, bu inançta olmayan kimselerle dost olunduğu zaman, o kişilerin sohbetinden doğan sıkıntılar bir süre tesir ediyor. Siz bu konuda ne buyurursunuz?

Hüdavendigar Mevlana, selam olsun üzerine, dünya ehliyle hararetli muhabbete girdiğin zaman diyor, sen öyle bir üşüme haline girersin ki, yedi gün hamamda yıkansan, o üşümeyi üzerinizden atamazsınız. Bir inançlı insan var, bir de inançsız insan var. İnanç dediğimiz zaman; bir kişi kalkar beş vakit namazını kılar, orucunu tutar, malı mülkü varsa zekatını verir, parası varsa Hac vazifesini yapar, fakat ondan sonra gerisini Allah bilir, der. Bir de tasavvufa göre inanç vardır, o da şudur; bir an dahi nefsine düşmemek, dünyayı gönlüne koymamak, Allah’ı kendi dışında bilmemek. Bir kişi bu şekilde yola çıkarsa, o zaman o boşlukta değildir ve kiminle konuşursa konuşsun, Mevlana’nın buyurduğu gibi, yarım ağızla konuşur ve başkalarının sözleri onun gönlüne işlemez. İşte o zaman o kişiye soğuma gelmez. Dünya ehliyle muhabbete girdiğin zaman, yine Mevlana’nın dediği gibi, yedi gün hamama girsen yıkansan da temizlenemezsin. Neden? Çünkü su senin ancak dış kısmını yıkar ama aklını yıkayamaz. Pekala nasıl temizlenirsin?

İşte yine Hazreti Mevlana şöyle buyuruyor: “Beni gönlüne koyarsan, ben senin gönlünü temizlerim.”

Bizler diyelim Hazreti Mevlana’yı gönlümüze koyduk, Melamiye’de olanlar Nur Muhammed’i gönlüne koydu, Rıfaiye’de olanlar Seyyid Ahmed Rıfai Hazretlerini gönlüne koydu, Nakşiye’de olanlar Nakşibendi Hazretlerini gönlüne koydu. Peki ne demektir bu? Bu zatların hepsi Hazreti Muhammed’de fanidirler, kendilerini onda yok etmişlerdir. Kalabalık görünürler ama hepsi birdirler. Gönlüne Pirini koyarsan ve öyle yola çıkarsan, sen Hazreti Muhammed’i gönlüne koymuşsun demektir. Sen artık ne yaparsan yap kirlenmezsin. Ama gönlünde yoksa Pirin ve onun vasıtasyla Hazreti Muhammed, sen gece gün namaz kıl, Kur’an oku, aklın dünyada oldukça hiçbir yere varamazsın, sıkıntılardan da kurtulamazsın.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (239)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Bu alemde herkes kendi mertebesini gerçekleştirir, herkesin nimeti bu mertebeye, yani Allah’a yakınlığı derecesine göre olur. Hayatında kamil anlamda vahdeti gerçekleştiren ve bu vahdetin sırrını bilen kimse en büyük nimeti elde eder. Bu vahdetin sadece bir kısım sırlarını idrak edenin nimeti ise idrakine göredir. Ne buyurursunuz?

Çok kısa ve net bir cevap vereceğim. Her kişi kendi idrakine göre yaşar ve cennet de cehennem de o kişinin idrakine göre farklılıklar gösterir. Allah, bizlere en büyük nimet olarak akıl vermiştir, onu da başa koymuştur. O aklı tutarsak güzelliklerde, daim güzellikler görürüz, cennette yaşarız. Fakat akıl hep kötülüğe, fesada yönelirse, bu kişinin de yaşadığı yer cehennemdir. İnsan insanın cenneti, insan insanın cehennemidir.

Bir üzümden yapılmış şarap vardır, bir de aşktan yapılmış şarap vardır. Üzümden yapılmış şarabı içersin, bir an için kendinden geçersin fakat yarın olunca baş ağrısı yapar. Ama aşk şarabını içtiğin zaman doyamazsın, ağrı vermez şifa verir, can verir ve her an o şarabı içmek istersin. İşte o aşk şarabı gönüldür.

Hazreti Mevlana bir kasidesinde şöyle buyurur:

“Biz kıtlık içinde kalmış susuzlarız, çok nimetler görmüş, çok yemekler yemiş kişileriz. Çaresiz değiliz, dertlere dermanız, çaresizlere çareyiz.

Mecliste şaraba benzeriz, neşe dağıtırız, gamlılara neşe bağışlarız. Savaşta Hz. Ali’nin Zülfikar’ıyız. Şükretmede sanki kaynağız, sabretmede mermer kaya gibiyiz.

Biz rüşvet padişahı değiliz. Biz paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız.

Bizden sır saklama, biz senin gönlündeyiz. Her şeyi biliyoruz. Bizden gönlünü çekip alma, gönlün bizim elimizdedir!

Biz saman altında kalmış gizli, uçsuz bucaksız bir deniziz. Yahut da göklerde parlayan güneşiz.

Mest bir halde aşk evinin damı kenarında durduğumuza bakma! Dam da bilir ki, bizim kıyımız kenarımız yoktur.

Ay ışığı dam kenarına vurmaktan hiç korkar mı? Peki biz neden gam yiyelim? Biz üstün bir varlığız, göklerde dolaşan aya binmişiz.

Biz Ahmed (s.a.v.)’in tevhid müjdesini vermedeyiz. Hz. İsa gibi çocukken beşikte konuşuruz. Bütün bunlara rağmen, biz artık konuşmayalım, susalım…”

Gönül verilmiş ise Mürşide, Mürşid vasıtasıyla Pir’e ve Muhammed’e, onun o güzel cemaline ulaşmış ise, onu kendine ayna etmiş ise, artık aklın onun aklıyla kemalat bulur, dilin onun diliyle tatlılaşır, halin onun haliyle güzelleşir, hem sen güzel bir insan olursun, hem de etrafına faydalı olursun.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (238)

Bir zat diyor ki: “Zamanı gelince herkes kendi hedefini tutturacaktır. Sonunda böylece herkes kazanacaktır ve herkes sonunda inandığı şeye dönüşecektir. Herkes neyi bozmadan koruduysa, onu elde edecektir. Kimi sefilliğini, hatalarını ve ölümü; kimi ise mükemmelliği, sonsuzluğu ve ölümsüzlüğü bulacaktır.” Siz bu konuda ne buyurursunuz Hasan Dede?

Kişi en çok neyi severse, onun Allah’ı odur. Kişi eğer nefsinden arınanamamışsa, kopamamışsa, nefsani isteklerine kavuşacaktır. Ama bazıları da var ki, onlar namütenahi güzelliklere ulaşacaklardır. Kimlerdir bu kişiler? Kulağını güzel sözlere kapamayanlar, hatta güzel sözleri işitirken daha fazla kulak verenler, o güzel sözlerin yansıdığı kişilerdir, iç alemini o güzel sözlerle nurlandıran ve bu güzelliklerle ömrünün sonuna kadar yaşamını sürdüren kişilerdir. Bu kişilerin suretlerine örnek, Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana ve diğer Piran Efendilerimizdir. Onlar güzellikler kaynağıdırlar. Bir gün Hazreti Mevlana’ya şöyle bir soru soruyorlar; “Ya Mevlana! Senin sohbetinde bulunuyorum ve doyamıyorum. Senin sohbetinden ayrıldıktan sonra başka bir yerlerde de Hakk muhabbeti dinliyorum, ama hiçbiri senin muhabbetin gibi zengin değil, fakat cemaatleri çok, merak ediyorum, acaba bunun nedeni nedir?” Koca Mevlana cevap veriyor: “Oralarda kalabalığı görüyorsun, ama benim gönderdiğimi görmüyorsun.

Burası bir sarraf dükkanıdır, biz burada gelenlere ayar veririz. Ayar altına verilir, gümüşe, pırlantaya, zümrüte, yakuta verilir. Değeri olmayan birşeye ayar verilmez.” Bunun üzerine Hazreti Mevlana’ya, “Sen kimsin?” diye soruyorlar.

İşte Hazreti Mevlana şu cevabı veriyor: “Ben, dünyamızda ne kadar güzellik varsa, bütün o güzelliklerin kaynağıyım ve de doğasıyım.”

İşte bizler böyle bir yerdeyiz, burada zerre kadar karamsarlığa yer yoktur. Ya gönlünü Hazreti Muhammed Efendimizin, Hazreti Mevlana’mızın, Piran Efendilerimizin hakikat sohbetleriyle dolduracaksın ve güzel bir insan olacaksın, yahut da nefsinin esiri olup gideceksin.

Yine Hazreti Mevlana’mızın bir kasidesine kulak verelim…

“Senden vazgeçmiş değilim, daima seninle meşgulüm. Her an seni biraz daha yüceltmedeyim. Biraz daha fazla aziz etmedeyim.

Tertemiz zatıma, padişahlık güneşim üzerine yemin ederim ki, ben, seni sana bırakmam. Seni lütuflarla, keremlerle yüceltir dururum.

Senin yüzüne, kendi ışıklarımdan, kendi nurlarımdan nurlar saçarım. Senin başını, on tane mağfiret, yarlıgama parmağı ile kaşırım.

Rıza göğünde binlerce inayet bulutu var. 0 bulutlardan yağarsam; ancak senin başına yağarım. Başkasının başına yağmam.

Lütfum, sana hizmet etmek için hazırlanmıştır. Zaten ben iyiliklerle kaynağıyım.

Bana; ‘Hastayım’ dediğin geceden beri, binlerce şifa şerbeti, sevgiyle, şefkatle kaynayıp duruyor.

Yanıma gel de, gözlerine yeni bir sürme çekeyim. Çekeyim de, sırlarımı görüp anlamak için gözlerin nurlansın, aydınlansın.

Lütfum öyle çok, keremim öyle bol ki, beni inkar eden yabancıların bile ellerinden tutmadayım. En kötü insanları bile nimetlerimle beslemekteyim. Durum böyleyken, beni sevenlerden, bana yakın olanlardan nasıl olur da lütfumu esirgerim?”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (237)

Hasan Dede, günümüzden bin sene önce, Irak’ın Basra bölgesinde yaşamış bir grup insan var, bunlara ihvan-ı sefa diyorlar, veya sefa kardeşleri, vefa dostları deniyor. Bunlara göre, bir insan bedeni tarafından aşağı çekildiği, yani bedenin arzu ve zevkleri ile meşgul olduğu sürece, feleklere yükselemez. Ve orda yüksek manevi değerlere sahip bulunanları doğrudan müşahade edemez. Yani Hazreti Mevlana’nın, Hazreti Muhammed’in şehadet ettiği mutluluğu tadamaz, diyorlar. Ne buyurursunuz?

Aslında herşeyi çok açık dile getirdiniz bu sözlerle. Bir insan, kendisini devamlı bedeninin arzuları ile meşgul tutarsa, hiçbir zaman hakikatlerin güzelliklerine ulaşamaz. Neden? Çünkü nefsi arzularının peşindedir ve onlardan arınamamıştır. Bu gibi kişilerin de geçirdikleri ömürler boşa gitmiş olur ve kişiye yazık olur.

Cenab-ı Mevlana der ki: “Bu kadar ‘Allah’ dediniz, daha mı Allah’laşamadınız.”

Bu sözleriyle ne demek istiyor bizlere? Allah ismini zikrettiğiniz zaman, bu esmanın arkasında zat olarak birini görmek isterseniz eğer, o zat Hazreti Resulallah’tır. Misal olarak, güzel bir kız gördüğünüz zaman, onun o güzelliğine hayran olursunuz. Ama onun o güzelliği, Peygamber Efendimizin güzelliğinin sadece küçücük bir zerresi. Resulallah’ın güzelliğini, nasıl nur ala nur bir varlık olduğunu Mürşidinizden dinliyorsunuz, ama yine Onun güzelliğine koşmak yerine, Onun cüzi bir güzelliğine tamah ediyorsunuz. Kızdan maksat dünyadır. Bırakın dünyayı, çıkarın gönlünüzden. Resulallah’ı koyun o gönlünüze, öyle zikredin Allah’ı, bakın o zaman nasıl güzellikler zuhur eder sizde, hayran olursunuz o Güzele. Zaten O yüzünü gösterdi mi, başka bir güzel de istemezsiniz artık.

Bakın Hazreti Mevlana bir kasidesinden ne güzel buyuruyor:

“Ey ay gibi yedi kat göğün tanıdığı güzel! Nurunu göster, bizden gizleme!

Biz aşıklarınız, seni görmek sevdasına kapıldık da çok uzun bir yoldan geldik.

Ey gönlünde, canının içinde yüzbinlerce cennet, yüzbinlerce huri, yüzbinlerce köşkün bulunduğu sevgili! • Damdan başını eğ de, hasta aşıklarına bir hoşça bak!

Ey sufilerin sakisi! Üzümden yapılmamış olan, küplerde bulunmayan o mana şarabından bize sun!

O şarabı sun ki, coşkunluğunun kokusu ölüleri bile diriltir, mezarlarından çıkarır.”

MERAM’DAN SLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (236)

Cenab-ı Hakk, Al-i İmran suresinin 191. ayetinde, yerin ve göklerin nasıl yaratıldığını düşünmemizi emrediyor. Yerin ve göklerin yaratılmasının sebebi nedir, araştırın diyor. Veliyullah diyor ki, yerin ve göklerin yaratılmasına sebeb, Hazreti Muhammed Efendimizin vücud-u şerifleridir. Nitekim bir hadis-i kudside şöyle buyruluyor, “Ey Habibim, eğer Sen olmasaydın kainatı yaratmazdım.” Burada hitab, bütün kainatı temsilen Hazreti Fahr-i Alem’edir. O halde, alemin yaratılma sebebi insandır, insanın yaratılma sebebi de Hakk’ın görünme ve bilinmesidir, çünkü Hakk insanda aşikar olmuştur. O halde bizim kendi hakikatimizi aramamız bir emri ilahi değil midir?

Cenab-ı Hakk, bu kainatı Hazreti Muhammed’in yüzü hürmetine yaratmıştır ve “Sen olmasaydın ben bu alemi yaratmazdım” demiştir. Allah, bu alemi Kendisinin bilinmesi için, güzelliklerinin dile gelmesi için yaratmıştır. Hazreti Allah’ı da en güzel dile getiren Hazreti Peygamber Efendimiz olmuştur ve bizlere sunduğu her kelamı bencilce değil tamamen yokluğa bürünerek dile getirmiştir. Onun dilinden zuhura gelmiş olan bütün güzellikler Yaratıcının sözleridir. Hazreti Muhammed, Akl- ı Küll’dür. Ve Hazreti Ali Efendimiz olsun, Hazreti Mevlana olsun ve bütün Piran Efendilerimiz de Akl-ı Küll idiler. Bunun manası, onların her zerresinden akıl fışkırmaktadır. Çünkü onlar akıllarını Hazreti Muhammed Efendimizin aklıyla büyütmüşlerdir ve söyledikleri her söz bu sebeple bal şerbet gibidir. Onlar her zaman topluma tebessümlü yüzleriyle ve birleyici sözleriyle çıkmışlardır. Ve insanlara bu şekilde örnek olmuşlardır ki, onların sözleriyle akıllarını büyütmüş olan, onları kendilerine ruh etmiş olan kişilerle dünya durdukça anılmaya devam etsinler. Yani sonuç olarak, başta da söylemiş olduğumuz gibi, insan herşeyden üstün bir varlıktır. İnsan demek kainat demek, kainat demek insan demektir. Nurlu bir insanın cemali Ay’ı andırır. Gözlerindeki ışık çoğaldığı zaman da, o insan Ay’dan Şems haline döner. Misal olarak, Yusuf Aleyhisselam’ın yüzünün nuru o kadar parlaktı ki, gece yürüdüğü yollardaki evlerde oturan insanlar, onun nuru evlerine yansıma yapsın diye pencerelerini açarlardı.

Hazreti Mevlana’mız da buyurur der ki: “Hazreti Muhammed’in yüzünün nuru nice Yusuf’un nuruna bedeldir.”

Yani Yusuf Aleyhisselam’ın yüzündeki o nur da, Hazreti Muhammed Efendimizin nurunun ancak bir yansımasıydı. Hazreti Muhammed Efendimiz, bu kainatın yaratılışına sebep olan nurdur. O iki cihanın Güneşidir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (235)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Hazreti Mevlana diyor ki, “Kendi içindeki bilinmeyeni bilmeden, başka hiç kimseyi tanıyamazsın. O insanın esrarını çözmek için tek yol kendi içindeki esrarı çözmektir. Gizli perdelerin arkasında başka perdeler gizlidir. İnsan sonsuzluktur. Kendi içinde ne kadar derine inersen, bütün varoluşta ve ayrıca başka insanlarda da o kadar derine inersin. Çünkü öz birdir, çeperse milyonlarcadır. Beden son derece yanlış kullanılmaktadır. Kendi vücuduna kötü davranıyorsun, bedenin sırrını bilmiyorsun. O yalnızca ten değildir, yalnızca kemik değildir, yalnızca kan değildir. O muhteşem bir organik bütündür, muhteşem bir dinamizmdir. Daha bir çok sırlar vardır. Bu beden daha bir çok bedenin ilk katmanıdır. Bu beden içinde latif beden vardır. O beden için zaman ve mekan yoktur. Yakınlık bir boyuttur, diğerinin senin içine girmesine izin vermektir, seni senin gibi görmesine izin vermektir. Bu, bir insanı benliğinin en derin noktasına davet etmek demektir. Yaşadığımız bu modern dünyada yakınlık giderek kayboluyor. Dostluk sadece bir kelime. Neden? Çünkü paylaşılacak bir şeyler yok. İçindeki yoksulluğu kim göstermek ister? İnsanlar rol yapma derdinde. Eğer sen yakın olmaya hazırsan, karşındakine yakın olması için yol açabilirsin. Coşku manevidir, içsel bir olgudur. Coşku çılgınlıktır, sadece çılgın insanlar bu bedeli ödeyebilir. Sıradan akıllı insan çok kurnazdır, çok hesapçıdır, çok hilekardır. O coşkunun bedelini ödeyemez, çünkü onu kontrol edemez. Coşkulu bir insan özgürdür.” Ne buyurursunuz Hasan Dede?

Yunus Emre, selam olsun üzerine, şöyle buyurur, “İlim, ilim bilmektir; ilim kendini bilmektir. Sen kendini bilemezsen, bu nice okumaktır. Var hoca, git bin hacca; hacca gitmek hüner değil, bir gönüle girmektir.”

İnsanlardaki bütün bu sıkıntıların, hüzünlerin nedeni, hep dışa bakıştan, bencil yaşayışlardan kaynaklanıyor. Sevgiler hep dışa sunuluyor, bu yüzden insanlar gamdan, sıkıntıdan, üzüntüden bir türlü kurtulamıyorlar. Şöyle misal vereyim; yediğimiz gıdalar bedene kuvvet verir, güçlendirir. İnsan eğer maneviyattan uzaksa, bu güç, kuvvet insanı hayvaniyete sürükler.

Hazreti Mevlana şöyle der: “İnsan kulaktan beslenir, hayvan ağızdan beslenir.”

Bizler burada sayısız hakikatler sunuyoruz. Gerek Hazreti Mevlana’mızdan, gerekse Hazreti Muhammed Efendimizden, onların kimliklerinden, onların güzelliklerinden dil sarfediyoruz. Dinleyenler eğer bu güzellikleri işitip ruhlarına gıda yapmaya çalışırlarsa, iyi birer insan olurlar. Bu güzelliklerin kendilerinde zuhur etmesi için de yokluğa bürünmeleri gerekmektedir. Eğer insan yokluğa bürünmezse, ikrar verdiği yere imanını güçlendirmezse, bu kişi ne kadar zahiri bilgilere sahip olursa olsun, ne kendine bir faydası olur ne de başka birine faydası dokunur. Bu bilgiler ileriye doğru o kişide yük olmaya başlar. Bu nedenle bizler ne kadar Hazreti Muhammed Efendimizi, Pirimiz Mevlana’mızı bedenimizde ruh edersek, onların bilgileriyle kendimizi büyütürsek, onların gözüyle çevremize bakmaya çalışırsak, o nispetle topluma ve kendimize faydalı güzel insanlar oluruz. Halk arasında, ‘Kalp gözünün kapalı olması’ diye bir tabir vardır. Bu çok doğru bir sözdür. Neden? Çünkü o kalpte konuk olan dünyadır. Eğer insan dünya ehliyse, o kişinin kalp gözü kördür. Ama sıdk-ı bütün bir imanla, iman ettiği yerde yokluğa bürünürse insan ve kalbinde en güzel yeri Ona verirse, işte o zaman o kişinin gözlerinden seyreden iman ettiği yer olur ve dünya o kişinin gözünde basit bir varlık haline gelir. Ve artık insan o Sevgili’den bir an dahi olsun ayrılmak istemez. Fakat genelde insanların bedenleri dünya muhabbetleriyle dolu, bu sebepten dolayı bağdaşamıyoruz. Boşaltalım dünya varlıklarını içimizden, varlık olarak Hazreti Muhammed Efendimizi kalbimize koyalım, bakın o zaman nasıl güzel haller zuhur eder bizlerden.