İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 22

Hasan Çıkar Dede

“İnsan çoktur, fakat insanlığını tanıyan pek azdır.”

Hazreti Ali Efendimiz çok doğru bir söz söylüyor. Bu dünya üzerinde yedi buçuk milyar insan var, fakat bunların arasında, insanın kimliğini bilen, kimliğine ermiş olan pek azdır.

İnsanlığa eren kişi Allah’a ermiştir, Hakk’ın kendisidir. İnsanlığa ermeyen kişi de ya yoldadır ya da Hakk’a tamamen arka çevirmiştir, dünya nimetlerine dalmıştır. Bu insanlar gece gündüz daha fazla mal mülk elde etmek için çalışır didinirler, düşünceleri hep dünyaya yöneliktir. Ama o gün geldiğinde onun nefesi toprağa gider, ayak altı olur, çiğnenir.

Yeryüzünde en mukaddes varlık insandır. Bütün varlıklar insanla dile geliyor, Yaratıcı insanla dile geliyor. İnsandan daha büyük alim daha büyük bir varlık yok yeryüzünde. Düşünecek olsanız o Yaratıcı insandan işliyor; füzeler yapıyor, uçaklar yapıyor, bir bakıyorsun Ay’a gidiyor. Bugün Mars’a da gidiyorlar, ışık hızını da buldular. Çok yakında bütün gezegenleri de gezecekler. Ama görecekler ki her yer boş, bulamayacaklar Allah’ı. Çünkü Allah’ın merkezi dünyadır, buradadır O. Ama gezdiriyor seni, git ara bul bakalım, neredeyim Ben, diyor…

Hüdavendigar Mevlana buyurur: “Kur’an, ölülere değil dirilere gelmiştir.” Ve yine Hüdavendigar Mevlana Yasin suresinde çok derin bir keşifte bulunmuştur, şöyle der: “Bir gün gelecek Ademoğlu Ay’a çıkacak Ay’dan dünyaya menzil kuracak.” Ve çıktılar da… ama maalesef Kur’an’ı hala ölüye okuyoruz. Kur’an’ın derin manalarına inenler ondan çok güzel faydalandılar, çok güzel keşifler yaptılar, fakat Kur’an’ın dış yüzüne bakanlar gerilerde kaldılar.

Bizler burada sizlerin hep gözlerinizi açmaya daha da uyanık olmanıza çalışıyoruz. Gözlerinizi açın ki daha iyi görün, kulaklarınızı açın ki daha güzel işitin. Çünkü biz Güneş’in evlatlarıyız ve hepinizin birer Güneş olmanızı isteriz.

Bakın bir damla nur var göz bebeğimizde, o siyah göz bebeği, ne kadar uzaklara ışık veriyor. Düşünmemiz lazım Yaratıcının her zerresi ışık, Ondan bir şey gizlenemiyor. İşte Hüdavendigar Mevlana bir evladına buyuruyor: “Evladım, benim sözlerime kulak ver ve beni iyi dinle.” “Buyrun Efendi Hazretleri…” “Çalış her zerren göz olsun.” “Neden?” “O zaman senden hiçbir şey gizlenemez, her şeyi görürsün… Çalış her zerren kulak olsun.” “Neden?” “Çünkü herkesi duyarsın, kimse senden sırrını saklayamaz.”

Bakın Hüdavendigar Mevlana, evlatlarını ne kadar yüce görmek istiyor.

Allah insan dışında değildir, her zerremiz Allah’la diridir. En büyük örneğimiz Hazreti Muhammed’dir, Hazreti Ali’dir. Onlardan sonra Hüdavendigar Mevlana ve Piran Efendilerimiz gelir. Onları örnek alalım ki, bizler de güzel birer insan olalım, kimliğimize erelim, huzur içinde yaşayalım.

 

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 21

Hasan Çıkar Dede

“İnsan-ı Kamil, herkesin hayrını isteyendir.”

İnsan annesinden doğup bir yaşa kadar geldikten sonra bir arayışa çıkar, gönlüne göre bir İnsan-ı Kamil bulduğu zaman geçmişi silinir, orada yeniden doğar.

Allah’a giden yol, kuldan geçer. Allah’ın sözlerini kim söylüyor? Taş mı, nebat mı, hayvan mı? Hiçbiri söylemiyor. Bütün mesele, kamil bir insana bağlanmakta ve onu sevmektedir ve O’nun rengine uymaktadır. Allah, insanları, yine insanla terbiye eder.

İslam’ın kemalatı Hazreti Resulallah’ta tecelli etti. Allah en güzel yüzünü Resulallah’dan gösterdi. O’nun ışığı herkesi çevreler, çünkü O, ayırım yapmaksızın her varlığa ışık verir. Hazreti Muhammed hiçbir söze ve manaya sığmayacak kadar yücedir. O her türlü hayalin ve idrakin üzerinde bir manaya sahiptir.

İnsan-ı Kamillerin, yani Mürşid-i Kamillerin yolları Hazreti Ali’ye çıkar, selam olsun üzerine. Neden? Çünkü Hazreti Muhammed Efendimiz Hazreti Ali’ye; “Artık Nübüvvet (Peygamberlik) defteri kapandı, Velayet (Velilik) defteri açılacak. Onların da başı sen olacaksın” demiştir. Yani Velayetin başı Hazreti Ali’dir. Hangi Veli olursa olsun Hazreti Ali’yi kendilerine ruh edinmezlerse, Kamil İnsan olamazlar. Hüdavendigar Mevlana, “Bütün Velilerde ve Nebilerde gören göz Ali’dir” demiştir.

İnsan olmadan, ney nasıl kendi kendine ses çıkaramazsa, ‘Kamil İnsan’dan da seslenen Allah’tır. Yani onun sözleri, doğrudan doğruya Allah’ın sözüdür. Allah’ı bulmak için mutlak ve mutlak onu bulmak lazımdır.

Susamış kişi Hakk’ı arayan yolcudur, suyun kaynağı da Mürşid-i Kamil’dir. Mürşid-i kamil, susamış kişiye Ab-ı Hayat’tır. Çünkü bir Mürşid-i Kamil, Kur’an-ı Natık’tır, Hazreti Muhammed’in bütün nurlarına ve hakikatlerine sahiptir. Onun sohbetleri vasıtasıyla tüm bu hakikatleri öğrenirsin, aydınlanırsın.

Mürşid-i Kamil, ahlakımızda bize yaramayacak, ne gibi kirler varsa, onları yavaş yavaş, hatta haberimiz olmadan temizler. Biz o Kudret’i annemiz gibi tanıyıp, onun kucağına atıldıktan sonra, o da bizi elbette, evlat olarak bağrına basar ve yüzümüzdeki, gözümüzdeki kirleri, anne şefkati ile mukayese bile edilmeyecek kadar hudutsuz bir şefkatle temizler.

Allah’ın bir kanunu vardır: Lütfu Allah’tan evvela biz isteyeceğiz.

İki cihanın hakimi olan Kamil Mürşid’in bizi sevk ve idare edebilmesi için, bizim ona nedensiz, niçinsiz bir teslimiyetle tabi olmamız şarttır. Asıl tasavvuf, asıl manevi ve ilahi bilgi, bu teslimiyettir. İnsanı, bu bilgiden başka kurtaracak hiçbir şey yoktur.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 20

“Kötülüğe iyilikle muamele eden kerimdir, muhsindir.”

Hepimiz zahir iradeye sahibiz. Biri kötülük yaptı mı hemen karşılık vermek isteriz.

Bir gün Hazreti Muhammed sahabesini karşısına alarak sorar: “Efendiler, size birileri kötülük yaparsa ne yaparsınız?”

Onlar da derler ki: “Biri bize kötülük yaparsa, biz ona iyilikle karşılık veririz.”

“Bir daha yaparsa?”

“Yine iyilikle karşılık veririz.”

“Bir daha yaparsa?”

Susarlar. Çünkü safraları kabarıyor, bir şey söylemiyorlar. O sırada Hazreti Ali gelir, selam verir. “Ya Resulallah, sohbetiniz neredeydi?”

“Biri size kötülük yaparsa ne yaparsınız? diye soruyordum.”

Hazreti Ali, “İyilikle davranırım” der.

“Bir daha yaparsa?”

“Yine iyilikle.”

“Bir daha yaparsa?”

“Ya Resulallah! Kıyamete kadar iyilikle karşılık veririm.”

Sahabe üçte kaldı ama Ali, bütün kötülüklere iyilikle karşılık veririm, diyor.

Hüdavendigar Mevlana da der ki: “Hasmını hor görme.” Sorarlar, “Neden ya Mevlana?” “Size karşı kini azalır” der.

Hazreti Muhammed bir karınca dahi öldürmemiştir. Bir gün, bir kirpinin kovaladığı bir yılan, Hazreti Muhammed’e sokulur. Kirpi,

Hazreti Muhammed’e sığındığını görünce yılana saldırmaz, bırakır. O da kirpiyi mükafatsız bırakmayarak sahabeden biri ile ciğer aldırıp kirpiye verir. Yılan kirpiden kurtulunca, Hazreti Muhammed’i nasıl sokacağını düşünür. Hazreti Muhammed, canını yakmak istediğini anlayarak serçe parmağını yılana uzatır. Küçük parmak hal diliyle, “Beni küçük buldun, yılana ikram ediyorsun” der. O sırada torbasında kedilerle gelen Ebu Hureyre o vakayı görür. Torbasından çıkardığı bir kedi yılanı yakalar. Hazreti Muhammed, ısırılan serçe parmağına yüzük takar. İslam’da küçük parmağa yüzük takılır. Ne kadar latif, ne kadar ince bir Peygamber.

Hüdavendigar Mevlana’ya sormuşlar: “Senin yolunun başı var mıdır?” Demiş ki: “Benim yolumun başı olsaydı sonu da olurdu. Benim yolum baştan aşağı güzelliktir, başı sonu yoktur. Kendini ne kadar güzelliklere verirsen o güzelliklerle sarhoş olur, kendinden geçersin.”

Güzellik kaynağı bir yol, bu güzellik kaynağında çirkin bir şey nasıl aranır? Hazreti Mevlana bakın ne güzel bir seslenişte bulunuyor: “Şefkati merhamette güneş gibi ol. Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol. Cömertlikte akarsu gibi ol. Hiddeti asabiyette ölü gibi ol. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol. Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.”

İnşallah hepimiz Peygamber Efendimize, Ehlibeyt Efendilerimize, Pirimiz Hüdavendigar Mevlana’mıza, Piran Efendilerimize layık insanlar oluruz.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 19

“Yalancının mürüvveti olmaz.”

Diline sahip olanın, yalanla alakası yoktur. Diline sahip olan küfürlü muhabbetlerde, isyanlarda bulunmaz. İnsan, kimseyle alaylı tarzda konuşmadan, kimseyi hakir görmeden, bütün çirkin işlerden kendini uzak tutarsa, kendini muhafazaya almış, edebiyle yaşıyor demektir.

Yalana gelince… Hazreti Muhammed’e sorarlar: “Senin ümmetin yalan söyler mi?” Peygamber Efendimiz şu cevabı verir: “Benim ümmetim zor durumlara düşebilir, aç kalabilir ama yalan söylemez. Yalan söylediği zaman benden değildir.”

Bir gün, Hazreti Mevlana’ya soruyorlar, diyorlar ki: “Bir kişi kalksa dese ki: Ben önce Allah’ı severim, sonra Peygamberimi severim, en son seni severim… Bu kişi hakkında ne dersiniz?” İşte Mevlana şu cevabı veriyor: “Bu kişi aşktan çok uzaktır ve bu kişiyle yola çıkılmaz. Fakat bir kişi Sevgilisi için, Allah’ım, Peygamberim, dinim, imanım diye bahsediyorsa, işte o kişi gerçek bir aşıktır.”

Hüdavendigar Mevlana yine şöyle buyurur ve der ki: “Doğruluk, can vermektir. Kendinize gelin de bu hususta ileri geçin. Kur’an’dan ‘Erler vardır ki Tanrı’yla ettikleri ahdi bozmadılar, ahidlerine doğrulukla sarıldılar’ ayetini okuyun! Nice ham kişiler vardır ki görünüşte kanlarını döktüler. Fakat nefisleri diri olarak o tarafa kaçtı. Aleti kırıldı ama yol kesen diri kaldı. Bindiği at kanlar saçtı ama nefis diri. At öldü, yolu aşılmadı. Ancak ham, kötü, perişan bir halde kala kaldı. Her kan döken şehit olsaydı öldürülen kafir de kutlu bir şehit sayılırdı. Nice şehit olmuş güvenilir kişiler de vardır ki dünyada ölürler, şehit olmuşlardır, fakat diri gibi yürür gezerler.”

Bütün dava, dürüstlüğü elden bırakmayıp, dünya varlıklarına tamah etmeden, yalandan, hırstan kaçınarak bizlere bahşedilmiş olan bu ömrü Allah ile birlikte huzur içinde geçirmektir.

 

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 18

“Hakikati söyleyenlere bakarak öğrenme. Hakikatin kendisini öğren ki, söyleyenleri de öğrenesin.”

Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, hakikatlere vakıf olduktan sonra, karşısındakinin gözlerinin içine bakar, onu konuşturur ve onun kim olduğunu anlardı.

Bir sözü daha vardır Hazreti Ali Efendimizin, der ki: “Kişi dilinin altında gizlidir.”

Sen susarsın karşı tarafın gözlerine bakarsın, onu konuşturursun ve onun konuşmasından onun kim olduğunu çözersin. Ama eğer sen daha hakikatlere vakıf olamamışsın, kimliğine erememişsin, sen cahil o da cahil hiçbir şey çözemezsin, kavga eder durursunuz.

Hüdavendigar Mevlana bir rubaisinde şöyle sesleniyor: “İnsanlar sayılıdır, çoktur amma iman birdir. Cisimleri çoktur ama canları birdir. İnsanda, eşeğin anlayışından başka bir akıl, başka bir can vardır. O dem’e erişen, o makamda Tanrı velisi olan kişilere insandaki candan, akıldan başka ve ayrı bir can ve akıl vardır. Hayvani canlarda birlik yoktur. Sen bu birliği dışarda arama.”

İnsan, ne olduğunu anlamak için nereden geldiğini anlamak zorundadır. Kulak, kelama kendi aklına göre bir mana rengi verir. Yani herkes kendine göre anlar ve herkeste anlayışına göre bir hal tecelli eder. Bu aldığımız rengi, renksiz olarak yerine, sahibine teslim etmek lazımdır. Herkesin anladığı kendine göre doğrudur ama, tamam değildir. Asıl mesele, bir şeye hem içiyle hem dışıyla yakın olabilmektir; onu hem yakından, hem uzaktan görebilmektir. İşte bu görüş, Allah görüşüdür.

Hüdavendigar Mevlana’ya göre böyle bir anlayış Yaratıcı kudretten koptuğunun bilincinde olan insanın nasibidir. İnsan geçirdiği bu kadar maceraya rağmen kendi değerinin henüz farkında değildir. Kendisini kuşatan dünyanın nice tufanına tanık olmasına rağmen kendi içinde sakladığı tufanların henüz idrakine varamamıştır.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 17

“Yücelik istedim, tevazuda buldum. Riyaset istedim, ilimde buldum. Keramet istedim, takvada buldum. Rahat istedim, terki hasette buldum. Galibiyet istedim, sabırda buldum. Şükür istedim, rızada buldum.”

Hazreti Ali Efendimiz, yüceliği istedim, gönül alçaklığında buldum; bilgi sahibi olmak istedim, ilimde buldum; yani okudum ve öğrendim, bildim, diyor. Ve dikkat edin şimdi, keramet istedim, takvada buldum; yani namaz kılmakta buldum, secdelere vurdum başımı, diyor.

Secdeye kapanınca ne diyorsun? Sübhane rabbiyel ala… Peki kimin kudretiyle söylüyorsun bu sözü? Yaratıcının… Peki o zaman, O sana ne diyor? O, o güzel sensin, o ala sensin, bütün güzelliklerin sahibi sensin, diyor. İşte Hazreti Ali burdan aldı bunları. Kılmak kabullenmektir. Namaz kılmıyorsan, o zaman Peygamberi kıl, O’nu kabullen, Ali’yi kıl, O’nu kabullen ve onlarla çık yola, o da ibadettir. Ama yapmıyorsun, hep dünya muhabbetleri, dedikodu; sonra ne oluyor?.. sıkıntılardan hüzünlerden kurtulamıyorsun.

Sonra bakın ne diyor? Rahat istedim, terki hasette buldum; hasedi, kıskanmayı terkettim attım üzerimden, o zaman rahat oldum, diyor. Çünkü kıskanma, haset insanı yer bitirir. Bütün bunları Ali atmış da rahatlamış… ne güzel söylüyor.

Galibiyet, yani kazanmak istedim, onu da sabırda buldum, diyor. Yani, sabrettim, acele etmedim. Ama isteğimden de geri adım atmadım ve sabrede sabrede en sonunda muradıma erdim, yani oldum, diyor.

Şükür istedim, onu da rızada buldum. Yani demek istiyor ki, Allah bana güzellikler vermiş, ama bazen imtihanlara da tutmuş, çektirmiş; o vakit de isyan etmedim, bu Senin rızandır, dedim, boynumu büktüm, karışmadım işine ve işte şükürü istedim, rıza göstermekte buldum, diyor.

Bir insan putlarını kırmadıktan sonra hakiki kimliğine ulaşamaz. Bir insan sıdkı bütün imanla Allah’a yola koyulursa, bu kişide artık kendine ait bir şey kalmaz ve onda varlığını gösteren iman ettiği yer olur.

İman, her şeyin üstündedir, her şeyin üstünde… Bizim iman bakımından rehberimiz Hazreti Ali’dir.

Bulunduğumuz yol, tasavvuf yolu, tamamen teslimiyet ister. Her şey sevgiye, aşka, imana ve kendini sevdiğin ve iman ettiğin yere perçinlemeye dayanıyor. Bunları yapabildin mi, o zaman sende Hakk’ın güzellikleri tecellisini göstermeye başlar.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 16

“Haddini bilip derecesini aşmayan kişiye Allah rahmet etsin.”

Hazreti Ali Efendimizin bu sözü çok yerindedir. Çünkü haddini biliyor, kim olduğunu ne olduğunu biliyor ona göre muhabbet ediyor, ona göre davranıyor ve öyle yola koyuluyor. Böyle olunca da çevresinde hem seviliyor hem de sayılıyor. Eğer bir kişi haddini aşarsa değişik konulara girerse, etrafını rahatsız ederse, o kişiye rahmet okumuyor Hazreti Ali Efendimiz, ama kötü bir söz de sarf etmiyor. Çünkü onun dili çok tatlıdır, O’nun sözleri hep Hakk’ın sözüdür. Zaten bütün Nebilerde ve Velilerde gören göz Ali’dir.

Yüce Pirimiz Hüdavendigar Mevlana’ya sordular, “Bu kadar kitap okudun, ne öğrendin?” Mevlana, onlara şu cevabı verdi: “Haddimi bildim, adımı öğrendim!” Yine sordular, “Ya Mevlana, neymiş adın?” Dedi ki: “İnsan…”

Kişiliğini bulan bilinçli yürür, bilinçli konuşur, elinden geldiği kadar topluma örnek olmaya çalışır ve hiç ayrım yapmadan hangi dinden, hangi milletten olursa olsun herkese aynı sevgiyi sunar, o zaman Hazreti Peygamberin, Yüce Mevlana’nın, Hazreti Ali’nin ruhaniyeti hoşnut olur.

Siz de gönlünüzü büyütün, imanınızı güçlendirin. Ne olursa olsun ben yokum, benden işleyen, hizmet eden bütün o güzellikleri sunan bir kudret sahibi iman ettiğim yer var, diye düşünün.

Onun için buraya geldiğimizde, yerle görüşürüz. Biz birbirimize secde etmiyoruz, ben yokum, sen varsın Allah’ım diye yokluğa bürünüyoruz. Secde, hakikatte yokluk manasındadır.

Hüdavendigar Mevlana’nın çok güzel bir kasidesi vardır, şöyle buyurur:

“Koşayım, koşayım da, Hakk yoluna düşen atlılara ulaşayım. Yok olayım, yok olayım da Sevgiliye kavuşayım.

Hoş olmuşum, hoş olmuşum. ‘Benlik evini yakayım da sahralara düşeyim’ diye bir ateş parçası olmuşum.

Toprak oldum, toprak oldum ki, senden feyiz alarak rahmet alarak yeşilleneyim, çiçekler bitireyim. Canlılara yararlı meyveler yetiştireyim.

Su oldum ki, köpürerek, koşarak, başımı taştan taşa vurarak, secdeler ederek senin gül bahçene varayım.

Ötelerden geldiğim, gökten düştüğüm için, zerre gibi titriyorum. Sona varınca huzura kavuşurum. Emin olurum da titremem.

Gök şeref yeridir. Toprak telef olma, yok olma yeridir. Ben, Padişahımın yanına varabilmek için bu iki halden de kurtuldum.

Hakk’ın rahmeti su gibidir. O ancak aşağılara, alçak yerlere akar. Ben de ayak altında çiğnenen toprak gibi alçak gönüllü, mütevazı olurum ki, Rahman’ın huzuruna varayım…”

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 15

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

“İnsanlar bir şeye başlamakla değil, onu bitirmeye muvaffak olmakla methe layık olurlar.”

Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, her sözünde haklıdır. Bir işe başla, sonra yarım bırak olmaz. Mademki bir işi yapmaya niyet ettin, o zaman o işi kemalata erdireceksin. Bir işi kemalata erdirdiğin zaman etrafındaki dostların, arkadaşların, akrabaların yaptığın işi görecekler ve hoşlarına gidecek, seni övecekler, methedecekler.

Fakat misal olarak, sen niyet etmişsin duvar örmeye, temelini atmışsın fakat duvarı örmemişsin, bekliyorsun ha yarın ha öbür gün ha seneye öreceksin diye, fakat örmüyorsun. Hazreti Ali Efendimiz böyle şeylere hiç yol vermemiştir. Böyle insanlar kıymetli insanlar değildirler.

Hüdavendigar Mevlana, “Bir insan güzel bir iş meydana getirirse, ancak daha iyisini meydana getirmek için onu örnek al, eğer yapamıyorsan da takdir et” diye buyuruyor.

Maneviyatın güçlü olursa senden çalışan, senden kazanan Allah’tır. En güzel işleri senden meydana getiren yine Allah’tır. Maneviyatını güçlendireceksin ve çalışacaksın, çalışmamak olmaz.

Sizlere şöyle bir misal vereyim: Yağmurlu bir günde, Hazreti Muhammed sahabesi ile giderken, yolda taş üstünde oturarak, sağa sola bakan birini görür ve o kişiye selam vermeden geçer. Daha sonra adam kalkar, taşlar koyarak su üstünde bir yol meydana getirir. Geri dönerken Peygamber Efendimiz adama selam verince, adam der ki: “Ya Resulallah! Biraz evvel buradan bana selam vermeden geçtin. Neden şimdi selam veriyorsun?” Hazreti Muhammed, “Sen tembel bir şekilde oturuyordun. Allah tembelleri sevmez, o yüzden selam vermedim. Şimdi insanlara hizmete kalktığın için selam veriyorum” der.

Hazreti Muhammed’in bir ismi de Cabbar’dır, yani çalışkandır. Herkes uyudu, o uyumadı, hep çalıştı, hep irşad etti. Sevenlerini aydın görmek istedi. Bir hadisinde, “Benim ümmetim madden ve manen komşularından üstün olursa şefaatime nail olur. İki günü bir olan benden değildir” diyor. Çalışanı seviyor.

Bir evlat çalışır, kazanırsa baş üstünde tutulur, hiç çalışmaz hep isterse ana baba üzülür. Biz, evlatlarımızı madden, manen her şeyin üstünde görmek isteriz.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 14

“Kavga ve çekişmekle sevgi birleşmez.”

Allah’ın istediği şey sevgidir. Peygamber Efendimizin ilmi de Allah ilmidir, sevgi ilmidir.

İnsanlardaki bütün bu sıkıntıların, hüzünlerin nedeni, hep dışa bakıştan, bencil yaşayışlardan kaynaklanıyor. Sevgiler hep dışa sunuluyor, bu yüzden insanlar gamdan, sıkıntıdan, üzüntüden bir türlü kurtulamıyorlar.

Şehadetin manası: Eşhedü en la ialhe illallah; yani, şehadet ederim bütün cihan boş, ancak sensin Allah. Ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu; yine şehadet ederim Allah’ım, Hazreti Muhammed gibi sana kulluk edeceğim ve topluma senden söz edeceğim, demektir. İşte şehadet budur. Şehadet ağızdan çıkıp, kulaklar işitti mi, onun manasına inip manasında yaşamak gerektir. Eğer Müslümanlar şehadetlerinde yaşasaydılar hiçbir zaman kötülük yapmaz, birbirleriyle kavgaya savaşa girişmezlerdi. Çünkü hepsi Muhammedi’leşir ve tertemiz insanlar olurlardı. Herkes tarafından sevilen ve sayılan insanlar olurlardı. Dünya bir barış, sevgi yuvası olur ve huzur içinde yaşarlar, yaşatırlardı.

Hazreti Muhammed Efendimizin dini yüksek ahlak üzerine kurulmuştur. Allah, bizleri sevgi için, sevmek için yaratmıştır. Allah’ın en büyük mucizesi insandır, yani sizlersiniz.

Mevlana’mız da şöyle der; “Sevgisiz ve aşksız geçen ömrü ömür sayma.” Eğer sevgi olmadan, aşk olmadan yaşıyorsan, bil ki sen ölmüşsün. Ama Hakk’a gönlün varsa, muhabbetin varsa, o zaman sen, Hakk ile yaşıyor ve yaşatıyorsun.

İki kardeş bile, bazen birbirlerine zıt olabiliyorlar; fakat iki Allah aşığının birbirine zıt olduğu görülmüş müdür? Biri ister ki öbürü ihya olsun; öbürü de ister ki diğeri ihya olsun. Onların birbirlerini sevmeleri, ebedi hayat demektir.

Bütün amacımız kavgadan, çekişmekten uzak durmak, Hazreti Muhammed’i, Hüdavendigar Mevlana’yı güzel tahsil etmek, Yaratandan ötürü bütün topluma sevgi ile bakmak, sevgiden söz etmek olmalıdır. Böyle davranırsak Allah katında iyi bir yere sahip oluruz.

Bütün olay kendini tanıyarak, insanca yaşamaktır. Tasavvuf dediğimiz Allah yolu, ne okuma, ne yazma, ne riyazat, ne başka bir şey, hiçbir şey değil; sadece karşılıklı sevgidir o kadar.

 

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 13

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

“Allah’a dayanan hiçbir zaman yıkılmaz.”

Şöyle bir deyiş vardır: Duvara güvenirsin, gün gelir duvar yıkılır. Birisine güvenirsin, gün gelir ölür. Ama Allah’a güvenirsen, O’ne yıkılır, ne de ölür… O, her daim diridir, hem daim ‘Hay’dır.

Bir dost da dedi ki: “Ali’den başka genç yoktur. Çünkü vasi ve veli olan O’dur. Genç, ilm-i sırra sahiptir. Kendini genç gören ve iddia eden genç değildir. Genç dediğin, Hakk’la konuşan olandır.” Bu, çok yerinde söylenmiş bir sözdür. Allah’tan daha genç yoktur ve hiçbir zaman da yaşlılık sıfatına girmez, ama yaşlıdan da daha yüce bir akıla sahiptir.

Bozulmayan, çürümeyen ve rengi değişmeyen bir şey varsa, o da Allah’tır. Oysa dünyevi nimetler hem çürür, hem çürütür. Allah’ın bizlere sunduğu en güzel nimet akıldır ve onu da insanın başına koymuştur. Eğer insan aklını ve sevgisini daima Allah’ın güzelliklerine yönlendirirse, o zaman o kişi daima güzelliklerde yaşamını sürdürür.

Bakın ne güzel söylüyor Hüdavendigar Mevlana: “Sen aklını tutarsan her an bende, daim beni görürsün sende…” Akıl başa, sevgili kalbe konuldu. Eğer sevgili başa konulsaydı, rüzgar onu uçururdu… Ama o kalpte duruyor. Eğer ki sevgili Allah olursa, muhakkak sevenin aklını da en güzel şekilde işletir.

Biz her zaman ne diyoruz? İnsan düşünceden ibarettir… Neyi düşünürsen onu çekersin kendine. Bu tarafı, bu güzellikleri sık sık düşünürsen bir gün gelir, artık düşünmene de gerek kalmaz; baştan aşağı güzellik olursun.

Bizler, Hakk yolunun yolcularıyız. Bizler, yüce Allah’ın sunduğu nimetlerden yiyenleriz; dünyaya düşkün değiliz. Hüdavendigar Mevlana’mızın buyurduğu gibi: “Ya Rabbi! Bu kaseyi, bu sofrayı ebedi kıl, kıyamete kadar yaşat! Allah’ım bu bahçeyi sonsuz baharının lütfu ile daima yeşert, yemyeşil, ter-ü taze sakla! Allah’ım, bu duaya, sen de amin de! Zaten dua da senin duan, amin de senin aminin.”

Evet, Allah’ı sevelim, Allah’ı isteyelim, bu evi O’nun konağı yapalım, O da bizlerde can olsun. Eğer bu evi O’nun konağı yapmazsak, Allah’ı can kılmazsak, biz demek ki boşuz, boşuna yaşıyoruz. Mutlaka bilinmelidir ki, Allah’ın konuk olmadığı ev cansızdır ve yıkılmaya mahkumdur. Her ev yıkılır, fakat Allah’ın evi yıkılmaz.