MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (97)

Silivrikapı Mevlana Kültür Merkezi

Mevlana, Peygamber Efendimiz gibi ümmi değildi, bir çok bilgilere sahipti. Fakat Şems-i Tebrizi Hazretleriyle buluşunca bütün bilgilerini bir kenara bıraktı. Bu nasıl oldu?

Hazreti Mevlana, babası Sultan Ulema’dan zahiri bilgileri, ilk şeyhi Şeyyid Burhaneddin Efendi’den batıni bilgileri öğrendi. Şems-i Tebrizi’yle buluşunca ondan ledünni bilgileri elde etti ve artık zahir ilme el uzatmadı, her yere içinden gelen ilhamlarla, o güzel duygularla baktı, sevgiyle ortaya çıktı. Mevlana, Şems’i bulana kadar ümmi değildi, ama Şems’i bulduktan sonra ümmi oldu.
Mesnevi-i Şerif’te yirmiüçbinyediyüzelli beyit, Divan-ı Kebir’de yirmidörtbinikiyüzelli beyit var. Efendisine kırksekizbin beyit söylemiş, Allah’ın güzelliklerini Şems’de görmüş, Şems’in dışına çıkmamış. En güzel ilim sevgi. Her canlıya sevgi ile bakacaksın. Çünkü onu Sevgilin yaratmış. Bu nedenle Yunus Emre de, “Her canlıyı seveceksin, Yaratan’dan ötürü” dedi.
Hazreti Mevlana, zahir ilmi bırakıp aşk ilmine geçince, camiden, medreseden uzaklaştı, artık aşk aleminde yaşamaya başladı. Eskiden görüştüğü iki bilgin, “Mevlana’yı uzun süredir görmedik, ziyaretine gidelim, hem hatur soralım, hem de bir şeyler öğrenelim” dediler.
Biri, diğerine, “Hiç soru sormayalım, gönlümüzü okusun, ona göre bize ikramlarda bulunsun” dedi.
Hazreti Mevlana’nın huzuruna gelip hal hatır sordular. Sonra Hazreti Mevlana tefekküre daldı, onlara sohbet açmak için ilham gelmesini beklerken biri dayanamadı, “Ya Mevlana, bir şey sorabilir miyim?” dedi.
“Sor.”
“Bu alemde fena nedir?”
Hazreti Mevlana, bunu işitir işitmez başını secdeye vurdu. Diğeri arif idi, Mevlana’nın ne demek istediğini anladı ve arkadaşını dışarı çıkardı.
Öteki, “Mevlana soruma cevap vermedi” deyince, “Verdi verdi… ama sen anlamadın!”
Mevlana, bu iyi, bu kötü diye dile getirse Sevgilisini incitmiş olacaktı. O güzele varmak için o iyi ile, o kötü ile nefsimizi terbiye ederiz, ama bu iyi bu kötü diye ayırım yaparsak hiçbir yere varamayız.
Yine Hazreti Mevlana’ya iki bilgin ziyarete geldiler. Sohbet esnasında, “Allah’ın keremi ile birçok varlığa sahip olduk, evlerimiz, bahçelerimiz, evlatlarımız var. Ne kadar şükretsek az, dünya derdimiz yok” dediler.
Hazreti Mevlana da, “Ne güzel şükrünüzü arttırın” dedi.
“Ya Mevlana, bizde korku var, ölümden korkuyoruz.”
“Yazıklar olsun size!” dedi, “Cemmatınıza Allah’ın büyüklüğünden güzelliğinden konuşuyorsunuz, güzel nimetlere sahipsiniz, şimdi O sizi çağıracak ve siz Ondan korkuyorsunuz, hani sizin inancınız, imanınız!”
Bilginler, “Aman ya Mevlana! Anlayamadık.” dediler.
Hazreti Mevlana, “Yaşın onsekiz diyelim ve bir kıza tutuldun. Kız seni saat ikide bekliyorum, derse geç mi gidersin, erken mi?” diye sordu.
“Gece uyuyamam, randevu saatini beklerim.”
“Yaratıcı tüm varlıkların üstünde bir güzel, her şeye Onun sayesinden sahip oldun. Şimdi o çağırınca neden korkuyorsun?”
Kuru ilim insanı korkutur. İlmin manasına inilmezse, kapı çalınca korku belirir. Onun için tasavvuf ehli, Allah’ı güzelliklerin özü olarak görür. Ehli iman Onun yolunda gider, Onu her şeyden çok sever ve Onun davetine koşarak gider.

Kaside:
“Gerçeklerden haberli olarak ölen Hakk aşıkları, sevgilinin huzurunda şeker gibi erirler!
Ruh aleminde, elest meclisinde ab-ı hayat içenler, bir başka tarzda ölürler!
Ötelerden haberdar olanlar, Hakk sevgisinde derlenip toplananlar, şu insan kalabalığı gibi olmazlar!
Hakk aşıkları, letafette melekleri bile geride bırakmışlardır! Bu sebeple, diğer insanlar gibi ölmek, onlardan uzaktır!
Sen sanır mısın ki, arslanlar da köpekler gibi kapı dışında can verir?
Hakk aşıkları sevgi yolunda ölürlerse, onları can padişahı karşılar!
Birbirlerinin canı kesilen, aynı emaneti, aynı canı taşıdıklarından haberdar alan Hakk aşıkları, birbirlerinin aşkıyla ölürler!
Aşıklar, gökyüzüne uçarlar; münkirler ise, cehennemin dibinde can verirler!
Ölürken Hakk aşıklarının gönül gözleri açılır da, öteleri, gayb alemini görürler! Başkaları ise, ölüm korkusu ile kör ve sağır olarak ölürler!
Geceleri ibadetle vakit geçirenler, Hakk korkusuyla uyumayanlar, ölüm zamanı gelince korkusuz, rahatça ölürler!
Bu dünyada boğaz derdine düşenler, sadece yemeyi, içmeyi düşünenler öküzleşirler, eşekler gibi ölürler!
Bugün yaşarken, Hakk’ın nazarından düşmemek isteyenler, o nazarı, o bakışı arayanlar, o bakışa karşı neşeli bir halde gülerek can bağışlarlar!
Can padişahı, onları lütuf kucağına alır; onlar, öyle hor ve basit bir halde ölmezler!
Ahlaklarını Mustafa (s.a.v.)’nın ahlakına benzetenler, Hazreti Ebubekir gibi, Hazreti Ömer gibi ölürler!
Aslında, Hakk aşıklarından ölüm uzaktır! Onlar, ne ölürler ne de yok olurlar! Ben bu sözleri; ‘Şayet ölürlerse, böyle ölürler!’ diye söyledim!”

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (94)

Cehalet okumamaktan mı kaynaklanıyor?

Okuyacak, öğreneceksin. Zaten Hazreti Muhammed’in ilk sözü, “Oku!” Neyi okuyacaksın? Sana yararı dokunacak, faydalı olacak şeyi okuyacaksın yoksa zamanın boşuna geçer. Eğitimini aldığın konudaki kitaplar sana fayda vereceği için o konu ile ilgili eserleri okuyacaksın. Mustafa Kemal Atatürk, “Hakiki mürşid ilimdir” diyor. İlimsiz bir yere varamazsın. Ayrıca, tarihini de okuyacaksın, nereden geldik bilmemiz lazım.
Ruhuna temel atacak kitaplar ise tasavvufi kitaplardır. Hazreti Mevlana’nın Fihi Ma-Fih’ini, Mecalis-i Seba’sını, Mektubat’ını, Sultan Veled’in Maarif’ini, Ahmet Eflaki Dede’nin Ariflerin Menkıbeleri’ni okursan temelin sağlamlaşır, dünya sende küçülür. Temelin sağlamsa bir gökdelen çıkabilirsin. Böyle bir temel atmadan sırf maddeyle yola çıkan gecekondudur, yıkılmaya mahkumdur. Bir ata sözü var, “Karun kadar malın olsa ne fayda!” Neden? Çünkü bir yere imanın, bir yere bağlılığın yok.
Hazreti Muhammed, ilim tahsil etmemiş, eline kitap, kalem almamış ama Allah, Hazreti Muhammed’de ümmi sıfatıyla çıktı. Hazreti Muhammed, sayısız bilgiye sahipti. Nereye baktıysa sevgiyle baktığı için her varlığı dile getirdi. Hazreti Muhammed’de sevgi ilmi vardı.
Hazreti Mevlana, Şems’le buluştuktan sonra zahir ilimleri bıraktı, kendini aşka verdi. “Cihan benim tekkem, alemler medresem” diyerek bütün varlıkları tahsil etmeye çıktı. Buna ömür yetmez.
Kur’an-ı Kerim kadar manalı sözler (ayetler) yazan kitap yok. Hazreti Mevlana, yediyüz sene önce Yasin suresini tefsir etti, insaların aya çıkacağını bildirdi. “Bir gün gelecek Ademoğlu aya çıkacak, aydan dünyaya menzil kuracak” dedi. Yasin semavattaki varlıkları dile getirir. Kur’an-ı Kerim’i okurken, bütün ayetlerinin manasına inecek, Kur’an’ı anlayacaksın.Kur’an-ı Kerim, insana gelmiştir. Yaşarken okuyup öğrenmemiz lazım, yoksa öldükten sonra bir fayda sağlamaz.
Ehl-i iman kişi ölmez. Bütün dostları tarafından en güzel dille anılır. Hazreti Muhammed’in, selam olsun üzerine, ne Yasin-i Şerif’e, ne İhlas-ı Şerif’e, ne Fatiha’ya ihtiyacı yok. Hazreti Mevlana’nın ve diğer Velilerin de yok. Onlar hayattayken canlı Fatiha idiler. Hakk’la Hakk oldular, hep Hakk’ı yad ettiler, gönüllerde yer aldılar. Biz onlara okurken, düşünelim; onları yüklenelim de toplumu aydın kılalım, kişiliklerini vererek güzel işlere sürükleyelim, güzel hizmetlere bulunsunlar, güler yüzlü, tatlı dilli olsunlar, kimseyi hor görmesinler, nefslerine hakim olsunlar, kırıcı konuşmasınlar.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (91)

Kudüs’teki üç semavi dine gelince…

Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da kırksekiz Peygamber yatar. İlki İbrahim Halilullah, en son İsa Ruhullah, Musa, Yakub, Yusuf, Davud, Süleyman, Zekeriya hepsi orada yatarlar. Mescid-i Aksa’nın kırksekiz penceresi vardır. Kırksekiz pencereden her biri bir Peygamberi temsil eder. Hazreti İsa orada yattığı için oraya Ruhul Kudüs de denir.
Dünyamızda üç tane hadrai kubbe var. Hadra, yeşil demektir. Yeşil irşattır. Birincisi Mescid-i Aksa, ikincisi Medine’de Hazreti Muhammed’in makamı, üçüncüsü Konya’da Cenab-ı Mevlana’nın makamıdır.
Kudüs’e gidip kırksekiz Peygamberi ziyaret eden Hazreti Muhammed ve Hazreti Mevlana’yı da ziyaret etmiş olur. Medine’ye gidip Hazreti Muhammed’i ziyaret eden kırksekiz Nebi ile Hazreti Mevlana’yı ziyaret etmiş olur. Hazreti Mevlana’yı Konya’da ziyaret eden Mescid-i Aksa ve Medine’yi de ziyaret etmiş olur. Bu nasıl oluyor? Bir gün Sultan Veled Hazretleri manasında (rüyasında) bir cenazenin sayısız nurlu sima tarafından kendi dergahlarına getirildiğini görür. O nurlu simaları görünce büyük bir coşku içinde cenazeye koşar ve taşıyanlara, “Bu cenaze kimdir nereye götürülüyor?” diye sorar. “Tabutun içindeki Hazreti İbrahim Halilullah, bizler de gelmiş geçmiş Peygamberleriz. Hazreti İbrahim Halilullah’ı Kudüs’ten sizin oraya taşıyoruz ve bizler de taşınıyoruz” diye cevap verirler.
Sabah babasının huzuruna çıkıp manayı (rüyayı) anlatır. Cenab-ı Mevlana, Sultan Veled’e dönüp semahanenin kapısına şu yazıyı yazın der:
“Kimin haccından şüphesi varsa gelsin burayı ziyaret etsin hacı tam olsun. İbrahim Halilullah bedenen Kudüs’te, ruhen buradadır.”
Türbe-i Saadet’deki o yazı bu manadan (rüyadan) sonra yazılmıştır. Bir yerde Hazreti Mevlana, Makam-ı İbrahim’dir.
Hazreti Mevlana, Hakk’a yürüdükten sonra, Molla-i Cami Hazretleri, Hüsameddin Çelebi’ye bir ikindi vakti taziyeye gelip, “Allah sizlere sabırlar versin. Mana güneşi gönüllere sırlandı. Sizden ikindi namazını kıldırmanızı istiyoruz” der.
Hüsameddin Çelebi, “Bizde imamiyete çıkmak yoktur, aramızdan bir hoca ya da hafız imamlık yapar. Biz dosta cemal tutmakla mükellefiz” dese de, “Hazreti Muhammed aşkına, Hazreti Ali, Hazreti Mevlana aşkına imamiyete senin çıkmanı istiyorum” diye ısrara edince, büyük hürmetinden namaz kıldırmak için doğrulur.
Hüsameddin Çelebi, (selam olsun üzerine) sekiz rekatı bir şiir okuyup tekbir çekerek kıldırır.
Cemaattekiler, “Biz bu yaşa geldik şiirle namaz ne gördük ne duyduk” derler.
Namazdan sonra Molla-i Cami Hazretlerine giderek, “Efendi Hazretleri vakit geç olmadan ikindi namazını bir daha eda edelim kazaya kalmasın. Çünkü şiirle kıldırdı” derler.
“Böyle bir namazı hiçbir yerde bulamazsınız o kadar temiz bir dille Allah’a yöenlip, bizi kıyamda, secdede tuttu ki bu namaz kabul olmayacak da hangi namaz kabul olacak” diyerek onayladığını belirtir.
Daha sonra oradan kalkıp Cenab-ı Pir’in makamını ziyarete gider. Daha kapıdan girer girmez, Hazreti Pir’in ruhaniyeti Molla-i Cami’nin vücudunu sarar, emekleyerek kubura gelip gözyaşları dökmeye başlar. Merakla yanına gelen talebelerine, “Hazreti Mevlana’nın kişiliğini şimdi benim dilimden dinleyin ve yazın” der.
“Ulya-yı Kübra mısın? Kabe-i Beytullah mısın?
Asuman ferk eylemedi, Mevlan mısın, Mevlana mısın?”
Bu yazı bugün Türbe-i Saadet’in etrafında yazılıdır.
Cenab-ı Mevlana, dinler üstü bir kişi, kerem dolu bir varlıktır. Bütün dinlere saygı duyar, bütün Peygamberleri bir görür, onun için bütün dünya onu sever. İnşallah hepimiz ona layık oluruz.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (90)

Kudüs’te üç semavi dini bir arada gördük. Bu dinler Hakk olduğu halde, kadın niçin ezilmiştir?

Ashab-ı Suffe, Hazreti Muhammed’in hem dostları, hem aşıklarıdır. Onlar, Hazreti Muhammed uğruna her şeylerini bırakarak, Medine’ye geldiler. O üçyüzaltmışaltı Ashab-ı Suffe arasında yetmiş kadar hanım vardı. Hazreti Muhammed, onları kadın-erkek birbirinden ayırmaksızın hepsini karşısına alıp Allah’ın birliğini, büyüklüğünü anlattı.
Mevlana’mız, kadın için diyor ki: “Kadın bir nurdur, sevgili değil. Kadın, yaratıcıdır, yaratılmış değil.” Kadını öyle yüceltiyor ki, kadına yaratıcı sıfatını veriyor.
Büyük oğlu Sultan Veled Hazretleri, Mevlana’nın halifesi Salahaddin Zerkubi’nin kızı Fatma Hatun ile evliydi. Hazreti Mevlana, Şam’a gittikleri zaman gelinine mektup yazar, “Kızım Fatma, orada oğlum Veled seni biraz incitirse bunu bana Allah aşkı için bildir, ben onu evlatlıktan reddederim” der. Bu mektup daha sonra İngilizlerin eline geçer ve bu inceliği duyunca Hazreti Mevlana’ya büyük hayranlık duyarlar.
İslamiyet’in kemalatı Hazreti Muhammed’de tecelli etti. Hazreti Muhammed’in güzelliği, büyüklüğü toplumumuza tam manasıyla sunulmadı. Malesef din adamlarımız kürsülerde, sahabesinden, başka bilgilerden konuştular ama bu güzellikleri sunan temelden konuşmadılar, temeli tanıtmadılar, kök ortada yok. Yaprak nerede kök nerede! Kadınlar eskiden çok ıstıraplı hayat yaşamışlar, hatta insan sıfatı ile bakılmamış bile. Kadının en güzel sıfatı Resulallah’tan sonra meydana geldi. O hayatta iken, kadın-erkek bir arada namaz kıldı. Çocuklar erkek saflarında, kadınlar erkek saflarının arkasında bir arada namazı eda ettiler. Hazreti Muhammed ayrımcılık yapmamıştır. Madem ki kadın-erkek bankada, çarşıda bir arada, neden ibadette de bir arada olmasın? Kabe’de akdın-erkek bir arada, semada neden olmasın?
Hazreti Mevlana, “İkiyi bir gören bendendir, biri iki gören benden değildir” der. Allah, iki göz vermiş, erkek de kadın da, misal olarak, şu tesbihi baktığında tesbih diyecektir. İki göz bir gördü. İsmini zikretsem iki kulak aynı esmayı duyar. Bir gül versem koklasan, iki burun deliği aynı kokuyu alır. Gözler bir gördü, kulaklar bir işitti, burun aynı kokuyu aldı, ağız da biri söyledi. İnsanın cemali birlikçi ama aklı ikiliğe girmiş.
Kişiler kendilerini bilmediklerinden kadını hor görürler, annelerinin de kadın olduğunu düşünmezler. Hazreti Muhammed, “Cennet anaların ayakları altıdadır” diyerek kadını methetti. Çünkü en büyük ıstırabı anne çeker. O çocuğu dokuz ay karnında taşımış, selamete getirmek için binbir çile çekmiş, ağlamasına hastalanmasına koşmuş, evin temizliğini, ütüsünü yapmış. En büyük çilede kadın. Erkek hakikati görse kadına hakkını verir. “Kadın bir nurdur, sevgili değil” her şeyi yaratıyor. Yuvayı en güzel dişi kuş yapar. Peygamberlerin, Evliyaların anneleri de kadın, nasıl hor görürsün? Kadını hor görme, cahilliktir, hakikati görmemektir.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (78)

Müminin kalbini kırmanın cezası var mı?

İflah etmezsin. Kişi kendini kandırabilir ama Hakk’ı kandıramaz. Hakk her şeye vakıftır, her şeyi görür. Çünkü kainat onundur. O küçük akıllılar, o akılla ancak kendilerini aldatırlar. Yani onu incitmek Hakk’ı incitmektir.
Size şöyle bir menkıbe anlatayım.
Karamanoğulları’nın ağası, Hazreti Mevlana’nın müridi imiş. Fakat ona aşkla imanla değil, akılla bağlıymış. O devirde birçok hatip varmış. Her yerde çeşitli kişiler konuşurmuş. Bu ağanın bir camii hatibine gönlü kaymış. Bir gün Hazreti Mevlana’ya, “Efendi Hazretleri, filan camiye gidelim, orada çok güzel bir hatip var. Allah’ı çok güzel bir dille yad ediyor” demiş. Hazreti Mevlana, “Gidip dinleyelim” diyerek Hüsameddin Çelebi ve bu zatla birlikte hatibi dinlemeye gitmiş. Adam kürsüde celali kuru bir sohbet yapıyormuş. Hazreti Mevlana tefekkürde dururken, bu da can kulağı ile dinliyormuş. Dinledikten sonra, “Ya Hüdavendigar! Bu günden sonra kürsüdeki zat benim mürşidimdir, ona tabi oldum” demiş.
Hazreti Mevlana, “Sen bir baba bulduysan, fakir de bir evlad bulurum” diyerek hemen camiyi terketmiş.
Aradan birkaç ay geçmeden Karamanoğulları’nın ağasına bir tuzak kurulmuş. Onu boğmaya çalışırlarken, “Allah” demiş ama bir yardım gelmemiş. “Ya Hüdavendigar Mevlana” diye bağırarak imdat istemiş. Hazreti Mevlana o esnada sema ediyormuş, sema ederken kulaklarını kapatıp, öyle sema etmiş. Bu hali gören Sultan Veled, sema bitince sormuş, “Efendi baba, neden sema ederken kulaklarını kapadın?”
“Karamanoğulları’nın ağasını boğdular. Çok acı bir sesle benden meded istedi. Gönlüm ona kırık olduğu için kulaklarımı kapadım” diye cevap vermiş.
Şefkat dolu bir yer ama bir yerde de hiç affetmiyor. Onlar her şeye vakıf. Akıl gözü ile kısa menzilleri görürsün ama kalb gözüyle çok şey görülür. Dar bakışla, bu gözle insan çok şey kaybeder. Hakk yolu kolay bir yol değildir. Onun için gönül ister ki bu yolu seçenler, bazı eserlerini okusunlar. Haftada on sayfa okunursa yine bir şeyler alınır. Ölen bedendir, ruh ölmez. Devran var. Bu yollarda mükafat var.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (75)

Sultan Veled Hazretleri’nin Maarif’inde buyruluyor ki: “Ruhlar bedenlere girmeden önce hepsi birlikte, birbirleriyle hakiki ülfet içindeydiler.” Anlaşılıyor ki, bedene girdikten sonra bu birlik bozuluyor. Bedende birliği bozan nedir?

Ruh, berrak bir suya benzer. Ruhu kirleten, renklendiren kaptır. Şimdi senin kabının içi kırmızı ise suyu döktüğün zaman su kapta kırmızı görünür. O rengi veren, kabın rengidir.
Hazreti Mevlana, babası Sultan’ül-Ulema’ya sormuş, “Ruhlar kaç kısımdır?” Sultan’ül-Ulema Hazretleri, “Üç kısımdır” demiş ve anlatmış, “Alem-i ervahda ruhlar bir idi. Beden giymek, surete bürünmek üzere yola çıktıkları zaman ruhlar üçe ayrıldılar. Birinci grup, ruh suret bulunca, Cenab-ı Hakk sordu; ‘Ben kimim?’ Onlar dediler ki: ‘Sen sensin, ben benim.’ Daha doğuşta Allah’ı inkar ettiler. İkinci grup, ruh suret bulunca, Cenab-ı Hakk yine sordu, ‘Ben kimim?’ Onlar dediler ki: ‘Ya Rab! Sen halkedicisin. Biz senin varlıklarına tutulduk, seni unuttuk. Baktık ki her şey boş, nadim olduk, sana döndük.’ Bir yere kadar insan bir hata yapar, tövbekar olur, doğru yolu seçer. Bunlar ikinci ruhlardır. Üçüncü grup, ruh suret bulunca, onlara da aynı soruyu sordu: ‘Ben kimim?’ Onlar başlarını secdeye vurdular, ‘Ya Rab! Senin emrin olmadan konuşamayız, yürüyemeyiz, hiçbir azamız harekete geçmez, her hareketimiz seninledir. Her şey senin emrine tabiidir.’ Bunlar Peygamberler ve Velilerdir.”
Mevlevilikte semazenbaşı, mutrib, şeyh efendi, semazen var. Hazreti Mevlana bunlar için diyor ki: “Eğer bunların hepsinde iman güçlü ise, ruh aleminde biriz.” Yani buradaki çıraklık, kalfalık, ustalık gibi rütbeler dünyada kaldı. Peki neden biriz? Çünkü iman birdi, inanç birdi, ikrar birdi. İman yok, ikrar tam değil, inanç bozuk ise orada birlik bozulur.
Bir gün gelecek, vücutta hararet son bulacak, aslı olan güneşe gidecek; vücuttaki su da buhar olup okyanusa gidecek; vücuttaki nefes, hava, o da aslına semavata gittikten sonra, dostlar deri ile kemiği alıp toprağa verecekler. Çünkü onun da yeri toprak. Dört anasır aslına gitti. Peki sen nereye gidiyorsun? Onun için kişi bu alemde neyi temsil etti ise, nereye ağırlık verdi ise, o ağırlığın suretine koşuyor. Çünkü bir ışık var, dört anasır aslına gidiyor. Bizi de bizden soracaklar bir gün.
Hazreti Mevlana’ya sormuşlar, “Dünya senin bakışında nasıl bir haldedir?”
“Dünya benim bakışımda bir rüya alemidir. Kimi yirmi yıl yaşar, kimi kırk, kimi altmış, kimi seksen, kimi yüz. Bakalım bu kişiler nerede uyanacaklar?”
Gözler açık ama hakikati göremiyor, nefsinin peşinde koşuyor, nefsi arzularda seyrediyor. Neden hakikati görmek için son nefesi bekleyelim? Neden kalb gözünü açmak için şimdiden uğraşmayalım? Neden ikrar verdiğimiz o Allah’ın sevgili kulunu kalbimizin en güzel köşesine oturtmuyor, onu her şeyin üstünde tutmuyoruz? Neden bu aleme onun gözü ile bakmıyor da aklımızın küçük gözü ile bakıyoruz?
İnsan, Peygamberine, Pirine büyük bir aşkla bağlanırsa, gönlünde onu her şeyin üstünde yüce kılarsa, ibadetlerde zikirde orayı düşünüp, kalbinde en güzel yeri verirse, bir gün gelir perde kalkar, hakikatlere sahip olur. O göz de anlar ki bu alemde bir güneş var, onun yanında bu dünyadaki güneş bir muma döner.