İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 80

“Şahsın kişiliği birlikte yürüdüğünün kişiliğiyle ölçülür. Bir şeyin başka şeylerle aranması gibi. Kalb kalple buluştuğunda biri diğerine yön verir.”

Hazreti Ali Efendimiz zaten hem söylüyor hem de cevabını veriyor. Bir kişi kafa dengi birini bulursa, onunla güzel anlaşırsa, kalpleri de birbirine uyarsa; e haliyle biri susar öbürü konuşur. Tut ki kendisi konuşmuştur. Onun için rahat rahat dinler ve alır içindeki sesi. Onlar böyle güzelce arkadaşlıklarını sürdürürler. Ama şimdi senin kafa dengin değil, kalbin uymuyor; onunla her dakika uğraşırsın. Yapma, etme, yok oraya çekersin, yok buraya çekersin, ama olmaz. Başına işler gelir; yaramaz arkadaş bu… Ama dengini bulduğun zaman, sizi bir tek uyku ayırır, yemek de ayırmaz. Yemeği de beraber paylaşırsınız, beraber yersiniz. Bunları da hep sevgi yaptırır.

Hazreti Mevlana bir rubaisinde şöyle sesleniyor: “İnsanlar sayılıdır, çoktur amma iman birdir. Cisimleri çoktur ama canları birdir. İnsanda, eşeğin anlayışından başka bir akıl, başka bir can vardır. O dem’e erişen, o makamda Tanrı velisi olan kişilere insandaki candan, akıldan başka ve ayrı bir can ve akıl vardır. Hayvani canlarda birlik yoktur. Sen bu birliği dışarda arama. Bu hayvani can ekmek yese, insani ruhun karnı doymaz. Bu yük çekse o kırıntı çekmez. Hatta onun ölümüyle bu hayvani can sevinir, neşelenir. İnsani ruhun bir şey elde ettiğini görünce de kıskançlığından ölür. Kurtların köpeklerin canı hep ayrı ayrıdır. Bir olan ise Tanrı aslanlarının canlarıdır.”

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 79

“Layık olmayan kimselere yüz suyu dökme, beyhude yere kendini rezil etmiş olursun.”

Hüdavendigar Mevlana, “Kim fere ve boğazına düşmüş, bu düşkünlüğünü kendisine adet ve huy edinmişse ona denecek söz, ancak ‘Sizin dininiz sizin, benimki benim’ sözünden ibarettir” der ve yine şöyle buyurur: “Herzevekillerin herzelerini, manasız sözlerini saçma gururlarını az dinle, bu çeşit adamlarla savaş safına girme. Allah, bunlar hakkında ‘Onlar size uyunca sayınızı çoğaltmazlar, ancak aranıza nifak sokar, hile ve fesadı çoğaltırlar’ dedi. Er olmayan kaypak arkadaşlara uyma, çevir onların yaprağını! Çünkü onlar sizinle yoldaş olurlarsa gaziler de saman gibi içsiz bir hale düşerler. Size uymuş görünür, sizinle beraber safa girerler ama sonra kaçarlar, safı da bozar perişan ederler. Bu çeşit adamdansa… münafıklardan pek kalabalık kişinin size uymasındansa azlık asker daha iyi.”

İnsan, insanın rahmanıdır. İnsan, insanın şeytanıdır. Bir arkadaş, bir arkadaşı doğru yola götürmeye çalışırsa, o arkadaş rahman sıfatını taşır, arkadaşını da rahmaniyete çeker. Bir arkadaş, arkadaşını kötü yollara çekmeye kalkarsa, o şeytandır. Ona uydun mu şeytana uymuş olursun.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de, “Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz. Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık” (Kehf, 13) diye buyrulmaktadır.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 78

“Söz manen yara açan bir alettir. Onunla yaralanan kalb şifa bulmaz.”

Yunus Emre’ye sormuşlar:

“Ey Yunus! Sen bu dünyaya ne için geldin?”

“Ben bu dünyaya Allah’ı yad etmeye geldim.”

“Allah’ı yad edersen eline ne geçecek?”

“Bir gün gelecek dünya ömrüm bitecek. Madem ki sevgim ve gönlüm Allah’a sunulmuş, bu ruhum bedenden çıktıktan sonra Allah’a gidecektir. Allah anıldıkça ben de anılacağım. Çünkü O’na yöneldim, O’ndan söz ettim, O’nu yaşattım, O’nunla yaşadım.”

Sevgisini, gönlünü, her şeyini Allah’a verdiği için, Allah’la bütünleşti. Yunus, yaşamı boyunca, Allah’a onsekizbin beyit yazarak Divan’ın da çok güzel bir dil döktü. Cenab-ı Hakk, Yunus’dan o kadar güzel işledi ki, bir yerde Hakk, Yunus ismini aldı.

Hazreti Mevlana, “Cenneti görmek isterseniz, aşıkların sohbetine karışın. Aşıkların sohbeti, ilkbaharla yaza benzer. Çünkü hep Allah’tan, sevgiden konuşurlar. Cehennemi görmek isterseniz, küfürbazların yanında oturun, onların sohbetleri de sonbaharla kışa benzer” der.

İnsan, dünyada yaratılmışların en şereflisi, Allah’ın elçisidir. İnsandan daha yüce, daha güzel bir varlık yoktur. İnsan, Allah’tan konuşursa, eşref sahibidir.

Öbürünün de bedeni mukaddestir ama hiç Allah’tan konuşmaz, hep nefsinde yaşar ise, neuzübillah hayvan ondan daha mazlum kalır.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 77

“Müşavereyi terkeden hakikati bulamaz.”

Mevlana’mız, bir iş yapmaya kalkıştığın zaman, istersen bin kişiye danış, işi yapacağın an kalbine danış, diyor. Kalpteki ses üstündür. Oradan güzel bir ses gelirse o sese uy. Akıl yenilebilir ama kalb yenilmez, orası tevhid yeridir. Oraya biraz kulak verirsen; Allah, Allah, Allah… diye daima tevhidde olduğunu duyarsın. Akıl her yerde gezer, kalb ise bir yerde durmuş, zikrini yapar. Hele o kalbe güzel bir Dost koymuşsan, hiç yenilmezsin.

Kalbinin sesini dinleyeceksin. Hazreti Muhammed, kimsenin aklıyla yola çıkmadı. Misal olarak, bir iş yapılacağı zaman sahabeye anlatır, fikirlerini dinlerdi. Daha sonra kendi düşüncesini söylediği zaman sahabe onun parlak düşüncesine hayran olur, o yönde hareket ederdi. Çünkü Hazreti Muhammed hep tefekkürdeydi, hep kalbinin sesini dinlerdi.

Hazreti Muhammed’e Nebi olmadan önce toplum tarafından Emin ismi verildi. Yani onun söylediği bütün sözler suret bulacaktır, emin olun, demek istediler. Hazreti Muhammed’in o güzel aklı, Cebrail (as) ismini almıştır. En büyük melek Cebrail, insanın başındaki akıldır. Eğer akıl, güzel bir yerden aşı almışsa, insanı çok güzel yerlere götürür, almamışsa neuzübillah isyanlara düşürür.

Allah, insanı bu kadar mukaddes kılmış, cihana hakim kılmış, kendisine temsilci seçmiş. İnsan kişiliğini bulursa hatalara düşmez. Çünkü o Yaratıcıyı, o Allah’ı, kendi dışında aramaz. O, senin içinde…

Ne güzel buyuruyor Yüce Mevlana ve diyor ki: “Senin yanındayım, beni uzak görme! Benim yanımdasın, benden ayrılma! Kendini yaratandan uzak düşen kişinin işi yolunda, uygun olur mu? Benim gözümle neşelenen göz parlar, keskinleşir, öteleri, gaybı görür. Duyduğu manevi zevkden ötürü mahmurlaşır. İçinde benim rüzgarımın estiği, sevgimin dolaştığı gönülde, manevi güller açar, nurlarla dolu gül bahçesi olur…”

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 76

“Bir dost ola ki, iki vücuda bölünmüş bir ruh. Vücud iki vücud, ruhu bir ruh.”

Hazreti Ali Efendimiz burada ne kadar güzel söylüyor. Ya nefsin teslim olsun ruha, güzelliğe; ayrılık olmasın. Yahut da akla düş; ama akla düştün mü ruhu kirletiyorsun. Bu yüzden bir ruh bir vücud ol. Zahirde iki görünürsün ama bir okunursun.

Hakikat sahibine iki alem birdir, yani hem batıni alem hem zahiri alem. Neden birdir? Çünkü hiçbir varlık onun dışında değildir. Allah’ın 99 isminin yanısıra gördüğünüz bütün varlıklar da Allah’la diri oldukları için her biri kendi isimlerinin yanında ‘Allah’ okunurlar. Ama ancak Hakk ile Hakk olmuş, Allah’ta fani olmuş bir hakikat ehli bunu bilir, görür, çünkü onun bütün varlığı yine Allah’tır, Allah iledir. O, Allah ile görür, Allah ile bilir.

Bizlere en güzel örnek Evliyaullah’tır. Onlar kalabalık görünürler ama bir manayı taşırlar. Hepsinde Hazreti Muhammed’in, Hazreti Ali’nin kokusu vardır, hepsinde aynı tat vardır. Onlar aramızda yaşıyorlar. Onlar esmada kalabalıklar ama hepsi manada bir, Hazreti Muhammed’i andığımız zaman hepsi anılırlar.

Hazreti Şems diyor ki: “Bağda üzüm kalabalık görünür, ama tavada hepsi birdir.” Hepsi pekmez olmuştur.

Hazreti Mevlana’ya sorarlar: “Piran hakkında ne buyurursun?”

Mevlana, “Piran güllere benzer, renkleri çok, kokuları bir olur” der.

Hepsinin gönlünde Hazreti Muhammed, Hazreti Ali var. Yalnız erkan yönünden değişik konuşurlar ama gönülleri Hakk’a bağlıdır. Güllerin renkleri çok, kokuları birdir. İster kırmızı, ister beyaz, ister pembe, ister sarı olsun, hiçbirinde ayrı koku yoktur, hepsi gül kokar.

İnsan, Allah’ın muhabbeti ile yaşarsa, biraz geceleri nefsine kıyıp Allah’ı zikrederse aslını bulur. Bu, çapayı alıp denize yol açmaya benzer. Açan kişi bir testiye benzer, gün gelir o testi kırılır, testideki su açılan yola dökülür, yok açıksa denize gider; bu yapılmazsa testi kırılınca o su toprağa gider, toprak olur. Hazreti Mevlana, “Aşıklar yağmura benzer, yağmur damlaları denize düştüğü zaman damlayı denizden ayıramazsın; hepsi deniz olmuştur. Bazı damlalar ise karaya düşer, onları da topraktan ayırmazsın” der.

Bütün tasavvuf ehli hangi koldan olursa olsun, hepsi insan olmak için yola çıkmıştır. İnsan olmamız için başta Hazreti Muhammed’e, Evliyalara sevgi ile bakmamız, saygıyla anmamız lazım. O zaman bizler de onların bir neferleri oluruz.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 75

“Başa gelen felaketlerde sabır göstermek zor, ne var ki yapılan iyilikleri yitirmek daha da zor.”

Bakın burada Hazreti Ali Efendimiz, her sabırı zor görüyor; ama çok da iyilikler de yapmışsın, şimdi sen o iyiliklerden biraz küfüre düşersen, yaptığın iyiliklerin hepsi de elinden gidecek, en iyisi şimdi sen tekrar sabıra dön, diyor; ki yaptığın iyilikler boşa gitmesin. Zor olanı yap, diyor; şifreli konuşuyor, ama güzel konuşuyor.

Çünkü bu yolun başı da sonu da sabırdır.

Ne güzel buyuruyor Peygamber Efendimiz, diyor ki: “İmanın en makbulü, zor zamanlarda sabretmek, semih ve sahi olmaktır.”

Evet, Allah bizden sabırlı davranmamızı ve O’ndan başkasından medet ummamamızı istiyor. Her kim başına gelen sıkıntılara sabır gösterir ve her ne olursa olsun Hakk’tan yüz çevirmezse, sonunda mutlaka refaha erer.

Hüdavendigar Mevlana’mızın buyurduğu gibi… “Sabır ve sükut, Allah rahmetine sebep olur. ‘Susun, dinleyin’ emrini canla, başla kabul et de Sevgilinin mükafatına eriş, rahmetine nail ol.”

Yeter ki sabredenlerden olalım, başımıza gelen felaketlere daima sabır gösterelim, isyanlara küfürlere düşmeyelim. Bu dünya bir anlık bir zamandan başka bir şey değildir, daima Allah’a yönelelim.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 74

“Kendini beğenme; yüzüne karşı methi olunacağı da isteme.”

İnsanoğlu, varlığa sevinir, bilgisine güvenir ve bunlarla gururlanır. Oysa varlık olan tek Allah’tır, makbul olan bilgi de yokluk bilgisidir.

Yunus Emre ne güzel der: “Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim. Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni…”

Hüdavendigar Mevlana’mız da Mesnevi-i Şerif’inde, aslolanın aşk olduğunu şu beyitleriyle dile getirir: “Avlamaya değen şey ancak aşktır. Fakat o da öyle herkesin tuzağına düşer mi ya? Meğer ki sen gelesin de ona av olasın… Meğer ki sen, tuzağı bırakasın da onun tuzağına gidip düşesin. Aşk der ki: Ben yavaş yavaş çalışmasaydım; bana avlanmak av tutmadan yeğdir. Benim hayranım ol da övün. Güneşi bırak da zerre ol! Kapımda otur. Evsiz barksız kal. Mumluk davasına kalkışma, pervane ol. Bu suretle dirilik sultanlığını bulur, kullukta gizli olan padişahlığı görürsün. Alemde tersine çakılmış nallar görür, esirlere padişah adı verildiğini duyarsın. Boğazına ipler takılmış, kendisi dar ağacının tacı olmuştur da kalabalık bir halk güruhu ona, işte padişah derler. Kafirlerin mezarları gibi dışı süslü, içinde ulu Tanrı’nın kahır ve azabı! Onlar kabirleri kireçle örmüşler, bezemişler, zan perdesini yüzlerine örtmüşlerdir. Senin de yoksul tabiatın hünerlerle kireçlenmiş, bezenmiştir ama mumdan yapılan nahle benzer; ne yaprağı vardır, ne meyva verir!”

Hüdavendigar Mevlana, ilim ve irfan konularındaki üstün mizacını daima tevazu ile süslemiştir. Bütün halka aynı dille hitap etmiş, hareketlerinde zerre kadar kibir, kendini beğenmişlik barındırmamıştır. Çünkü tevazu ve alçak gönüllülük müminlere, Hazreti Muhammed Efendimizden miras kalmıştır.

Bizim Peygamberimiz “El-fakru fahri – Fakirlik (yokluk) benim iftiharımdır” demiştir ve yüceliğini böylece ortaya koymuştur.

Hayatın gayesi Hakk’ın muhabbetidir. Buna da tevazu ve yoklukta kalmakla erişilebilir. Kibirden, gurur ve kendini beğenmişlikten arınmış, kalbinde Allah aşkıyla yaşamaya koyulmuş kişi; yaptığı iyiliklere de, gördüğü kötülüklere de kalbinde yer vermez. Kendini methetmez. Ondan meydana çıkan güzelliklerin Allah’tan kaynaklandığını hatırında tutar, kendisine mal etmez ve böylece yoklukta durduğu müddetçe Hakk’ın güzellikleriyle şereflenir, Hakk’ın nuru o kişiden yansımaya başlar.

Mevlana’ya, “Allah katına nasıl çıkılır?” diye sorduklarında, onlara şu cevabı vermiş: “Yoklukla çıkılır.”

Bizlerdeki bütün varlık, dirilik hepsi Allah’a aittir. Bize ait hiçbir şey yoktur. Kimliğine eren kişi, kendine ait hiçbir şeyin olmadığını bilir. Kendindeki her şeyin Yaratıcıya ait olduğunu bilir. Yoklukta durup O’nun varlığını kendi vücudunda seyreder. Allah bize hem dünyayı hem de kendini verdi. Bundan daha büyük güç daha büyük zenginlik olur mu?..

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 73

“Allah adına yeminim olsun ki, seni unutamam ya Resulallah, ve seni zorda ve rahatlıkta anacağım.”

İşte size iman… Hazreti Peygamber Efendimize iman etmiş, onda görmüş Allah’ın nurunu; zorda da olsa rahatlıkta da olsa hep seni anacağım, diyor. O kadar çok sevmiş Hazreti Resulallah’ı, niye anacak ki zaten başkasını… Çünkü şekerdeki tat O, baldaki tat O, pekmezdeki tat O, bütün güzel cemallerdeki nur O, güzel sözlerde O, ne kadar güzellik varsa hepsi O. Böyle bir güzelliği bulan nasıl bırakabilir?..

İşte Hazreti Ali nasıl keşfetmiş Hazreti Muhammed’i, O’nu nasıl dile getiriyor. Hem zor durumda olsam, diyor; hem rahatlıkta olsam, kendimi boşluğa bırakmam, hep seni anarım, diyor.

Zaten mübarek, deve yavrusu nasıl annesinin peşinde hep ardı sıra koşarsa, Hazreti Ali de hep Resulallah’ın peşinden koşardı, hiç ayrılmazdı yanından. Aman Allah’ım… nasıl bir sevgi, nasıl bir iman.

Zaten iman sahibi dediğimiz zaman, o, iman ettiği yeri kendine baş etmiştir, vücuduna O’nu ruh edinmiştir. Hep O’nu zikreder ve O’nun dışına bir an dahi çıkmaz. Bir şey yapması gerektiğinde ise, ondan gören O, onun elinden tutan O ve ondan söyleyen de yine O’dur. İşte iman sahibi bu demektir. O, Hakk’ın sahibidir, Hakk’ı sahiplenmiştir. Hakk da onu sahiplenmiştir. Onlar sözde iki görünürler fakat manada birdirler. İman sahibinin her zerresinden varlığını gösteren Hakk’tır.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 72

“Sen insanoğlu, yaşamın boyunca yaşamının tek bir saati bile sana ödünç olsun verilmemiştir, tek bir anı bile senin değildir ömrünün.”

Hazreti Ali Efendimiz burada bizlere tamamen hakikati bildiriyor. Hiçbir şey bize ait değildir, hiçbir şey. Biz her zaman ne diyoruz: Her şey Allah’a aittir, her şey… Madem ki her şey Allah’a ait, o zaman haydi biz de Allah’a ait olalım, olmayalım bize ait. Peki nasıl O’na ait olacağız? İşte önümüzde örneğimiz var; biz Mevlana’yı örnek aldık, Peygamber Efendimizi örnek aldık. Sohbetlerimizde daima Mevlana’yı dile getiriyoruz, Hazreti Muhammed’i dile getiriyoruz, Ehli Beyt Efendilerimizi dile getiriyoruz. Neden? Çünkü onlar hep Allah’la yol aldılar. Onların hepsi insanlığın en üst varlıklarıdır.

Hazreti Muhammed şöyle buyuruyor; O’nu sevenlerine, O’nu kendine methiye edenlere, her yerde O’nu methedenlere, O’nun büyüklüğünü, güzelliğini, O’nun aklını, fikirlerini dile getirenlere, O’nun aklıyla akıllarını büyütenlere… “Sen” diyor, “gelmiş geçmiş bütün Peygamberlerden efdalsin.” Yani çıkma benim dışıma artık, demek istiyor. Çıkma ki, zamanın boşa geçmesin.

Hazreti Peygamberin ilmi bütün kainatı kaplamıştır. Baktığımız zaman, Kur’an tamamen nurdur. Bütün dünya Kur’an’ı okudu, O’nun ilminden faydalandı ve ilerledi. Fakat maalesef biz hala Kur’an’ı ölüye okuyoruz, inmiyoruz O’nun derinliklerine. Bakın Mevlana ne diyor: “Kur’an” diyor, “baştan aşağı nurdur. Nur toprağa girmez.”

Misal olarak namazda da secdeye vardığımızda ne diyoruz? Sübhane Rabbiyel ala… Sübhane Rabbiyel ala… Sübhane Rabbiyel ala… Nedir bu sözün manası? Allah’ım, Senden güzel yok, Senden ala yok, Sen her şeyin üzerinde bir varlıksın. Sen bunları söylediğin zaman Allah da sana şöyle sesleniyor: Ey beni zikredenim, diyor, sen bu sözleri kimin kudretiyle söyledin? Allah’ın kudretiyle… Demek ki bütün bu sözler yine senden sanaydı, neden sen bu sözlerden bir ders almadın, bu sözlerin derinine inmedin? Neden bu zikirden bir fayda almadın, kendini beslemedin?

Hakikatte Allah’ın kimsenin namazına ihtiyacı yoktur, bizim Allah’a ihtiyacımız var. O da insan dışında değildir. Hazreti Muhammed’in ilk zikri, “La ilahe illallah” dır, yani cihan boş ancak Sensin Allah. Hazreti Muhammed tamamen Allah’ta fani olmuştu, O’nun her zerresini Allah kaplamıştı. O’ndan söyleyen, işiten, gören Allah’tı.

İnsanın manası hakikatte çok büyüktür, çok yücedir. Malesef insan, kendi hakikatinden, asıl kimliğinden haberdar olmadığı için kendini değersiz bir varlık olarak görür.

İnsanın kimliğini en açık şekilde söyleyen Hüdavendigar Mevlana’dır, şöyle der: “Bu kadar Allah dediniz, daha mı Allah’laşmadınız? Bu kadar Kur’an okudunuz, daha mı Kur’an’laşmadınız?”

Peki Mevlana bu sözüyle ne demek istedi? Aşkla zikrettin mi, bil ki sen yoksun, O var. Çünkü aşka girmişsin oraya aşık olmuşsun, aklını kaybetmişsin, başında akıl da, düşünce de, fikir de, O olmuş. Sen, O olmuşsun. Aşk yoksa, Allah, Allah, Allah diye zikrederken akıl başka yerde gezerse, O olamıyorsun. Kur’an-ı Kerim’i de aşksız, sevgisiz okursan, sadece dilde, mana yok, anlamıyorsun. Ne oldu? Ne Kur’an’laşabilir, ne de Hakk’la Hakk olabilirsin, hiçbir yere varamazsın, koca bir ömrü boşa geçirmiş olursun. Ama sevgi olursa, aşk olursa, senden kişilik gider, Hakk’ın güzellikleri sende kendini gösterir.


İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 71

“Eğer bir seyahate çıkarsanız gittiğiniz yerlerin âdetlerine uyunuz.”

Cenab-ı Mevlana’nın da bizlere ne güzel bir nasihatı var: Bir topluluğa kendini karınca gibi küçük görerek, başın kesik git. Oradaki sohbette, sözler gerçeği yansıtmıyorsa, zaman boşa geçmesin, arslan gibi kükre hakikati sun, bari birkaç kişi faydalansın. Öyle eyvallah deme, söylenenler boşsa, illallah de konuşmaya başla.

Fakat tevazuyu da elden bırakma, daima yoklukta dur. Çünkü Adem sıfatında hem Hazreti Muhammed, hem Ebu Cehil var. Biri benlikte, küfürde; öbürü hep tevazuda, lütufda. Allah erleri daima tevazudadır, yokluktadır. Onların her sözü bilinçlidir, irşattır. Allah’ı insanın dışında tutmaz, daima birleştirir.

Çünkü insan, yeryüzünde Allah’ın temsilcisidir.

Yine Mevlanamız diyor ki: “Eğer insanlık mertebesine ermişsen, bil ki sen kainatsın, kainat da sensin.” Onun için Mevlana, “Küfrü iman bilen bendendir, iman bilmeyen benden değildir” diyor. Hepsi insanın nefsinin suretleridir. Bilmeyenleri hor göremeyiz. Bizim vazifemiz herkese el uzatmak, herkese güler yüz tutmaktır. Eğer hor görüp bırakırsan, sen mertebene ermemişsin demektir.

Peygamber Efendimiz, bir hadisinde, “Kul gibi yerim, kul gibi otururum” diye buyurur. Peygamber Efendimizin, bu sözleriyle bizlere anlatmak istediği, kendisinin toplum içinde veya değilken bile, kibirli bir duruş ve ulu bir tavır içinde olmaktan sakındığıdır.

Kul olmakla ilgili Cenab-ı Mevlana şöyle buyurur: “Ben varlığı yoklukta buldum, onun için varlığı yokluğa feda ettim. Padişahların hepsi kendilerine karşı alçalana alçalırlar. Bütün halk, kendisine sarhoş olanın sarhoşudur. Padişahlar, kendilerine kul olana kul olurlar. Halk umumiyetle kendi yolunda ölenin yolunda ölür. Dilberler, aşıkları canla başla ararlar. Bütün maşuklar aşıklara avlanmışlardır. Allah dedi ki: Ey haramdan, şüpheli şeylerden sakınan! Kullarımın arasına gir ki bu suretle beni görme cennetine erişesin.”