MANEVİ MENKIBELER – 30

Boncuk değil bu, inci…

Bir çocuk bir inci bulmuş, getirmiş manava. Demiş, “Buldum bunu amca, alır mısın?” Manav almış bakmış inciye, boncuk olarak görmüş, çocuğu boş çevirmemiş, vermiş bir elma. Sonra tutmuş o inciyi çay markalarının durduğu kutuya atmış. 

Bir gün bir sarraf gelmiş manava. Meyvalar, sebzeler almış. Manavın hoşuna gitmiş, sarrafa demiş, “Efendi, epey bir alışveriş yaptın benden, gel otur bir çay içelim.”

Sarraf da, “Haydi” demiş, “kırmayım gönlünü, içelim.”

Manav söylemiş çayları. Çayları içerlerken gelmiş kahveci marka alacak. Manav marka çıkarırken, o boncuk geçmiş eline, sarraf da bunu görmüş, hemen demiş, “O nedir?”

“Boncuk” demiş manav, “çocuğun biri getirdi.”

“Ver bakayım” demiş sarraf, almış bakmış. Dönüp manava, “Ah kardeşim” demiş, “bu boncuk dediğin senin bütün dükkanının malını satın alır. Boncuk değil bu, inci… Bunun yeri orası değildir. Ben bunun hakkını vereyim sana.” Almış inciyi, getirmiş kendi dükkanına, vitrinde kadife kutuya koymuş.

Manav bir gün sarrafın dükkanının önünden geçerken selam vermiş sarrafa. Sarraf hemen çağırmış manavı, “Gel buraya” demiş, “bak senin boncuğunun yeri neresidir…”

Bu yüzden, bulunduğumuz yer sarraf yeridir. Burası ayar verir insanlara.

MANEVİ MENKIBELER – 29

Hep hizmette…

Hazreti Peygamber, selam olsun üzerine, evine bir misafir geldiği zaman, O kalkardı kapıyı açsın.

Bir gün de misafirlerine su ikram ediyor testiyle. Kapı çalınıyor, alıyorlar misafirleri içeriye. 

Soruyorlar, “Bu evin sahibi, Resulü kimdir?” diyorlar.

İşte Hazreti Muhammed, “Misafirlerine hizmet eden, su verendir” diyor. Bakın, “Ben” demiyor.

Gençler şimdi görüyorlar, Peygamber yaşlılara su ikram ediyor. Kendi kendilerine konuşuyorlar, “İlahi Hakk” diyorlar, “kimin elinden su içiyor bu yaşlılar.”

Bunları işitiyor Hazreti Peygamber, selam olsun üzerine, “Gam yemeyin” diyor gençlere, “sizlere de vereceğim.”

Merhamet dolu, sevgi dolu, hizmet dolu…

Şimdi bizlerde eskiden, Mevlevi tekkelerinde çay ikram edilirken, Dede yaşlıysa meydancı çayı verirdi, Dede de şeker koyardı bardaklarına. Öyle anlıyor musun, ben şeyhim, sen kalk hizmet et, yok. Kendileri hizmet ederlerdi. Neden? Peygambere örnek olacaklar, çünkü Peygamber hep hizmette, hep hizmette…

MANEVİ MENKIBELER – 28

Bir nefes dahi almam onlarsız…

Az yaşa çok yaşa, akıbet bir gün gelecek başa. Bu dünya bir değirmen taşıdır, daim döner. İnsanoğlu bir fenerdir, bir gün gelir söner. Ehli iman sahibi, iman ettiği yerle dünya durdukça yaşam sürer.

Bu yüzden, gelmedik ölelim; geldik, dünya durdukça imanımızla hem yaşayalım, hem yaşatalım. İnsanın vazifesi yaşamak ve yaşatmaktır; değil yaşamak sonra ölmek.

Şehrin tanınmış alimlerinden, bilginlerinden bir adam, anlamış ki artık bu alemden göç edecek, bir deve yükü kitap yazmış, onları yüklemiş. “Bu kitapları” demiş, “götüreyim Padişaha. Oraya emanet edeyim, ileriye doğru, bilginlere verir, okurlar.”

Kalkmış bir deve yükü kitapla saraya gelmiş. Bekçiye selam vermiş. “Padişah” demiş, “sarayda mıdır?”

“Evet” demiş bekçi, “sarayda.”

“Kendisine selamımı iletir misiniz?”

Bekçi girmiş içeriye, selam vermiş Padişaha. Demiş, “Şehrin tanınmış bir bilgini bir deve yükü kitap yüklemiş, seninle görüşmek istiyor ve o kitapları sana hediye etmek istiyor.”

Padişah dönüp diyor ki, “Söyle o bilgine, benim hiç vaktim yoktur kitap okumaya. Üç sözü varsa anlamlı, gelsin huzuruma; yoksa dönsün gitsin, gelmesin.”

Bekçi bunları söylemiş bilgine. Bilgin şimdi kıvranıyor, “Aman efendim bir kitap vereyim Padişaha.”

Padişah onu da kabul etmiyor. Ama bilgin Padişahın yüzünü görmeden ayrılmak istemiyor. Padişah’tan maksat Tanrı…

En sonunda “Var” demiş, “üç sözüm.”

Padişah, “Buyursun gelsin” demiş.

Gelmiş Hoca Efendi, girmiş içeri. Selamı vermemiş sesle ki, söz sayılmasın. Başını eğmiş, Padişah da eğmiş.

“Buyrun” demiş, “söyle üç söz.”

İşte şimdi bilginin seslenişi, “İnsan” demiş, “doğar, yaşar, ölür.”

“Yazıklar olsun sana” demiş Padişah, “bir deve yükü kitap da yazmışsın, eserlerinle kainatı öldürmüşsün. Hadi burdan uzaklaş.”

Bilgin vurmuş başını secdeye, secdeden sesleniyor, “Şevketlim” demiş, “arz et doğrusunu bu sözlerin, bileyim.”

İşte Padişahın seslenişi, “İnsan doğar, yaşar, yaşatır…”

Şimdi bizler burda, hepiniz şahitsiniz, sohbetlerimde, Üstadım Mevlana’yı, Hazreti Muhammed Efendimizi, İmam Ali Efendimizi her zikretmemde onları yaşatmakla vazifeliyim. Onları yaşatmak, onları sevgiyle anmaktır, onların kimliklerini bilip öyle topluma sunmaktır. Boş konuşup cemaati uyutmak değil. 

Onlar her an diridir, her an… seveniyle diridirler. Benim diriliğim onlarla, onlar da benimle diridirler. Bir nefes dahi almam ben onlarsız, katiyyen… Onlarsız nefes almak, dünyanın kötü kokularını içine çekmek demektir. Bu kadar açık konuşuyorum. İmansızların nefesleri bu kadar pis kokar, uzak durursun.

MANEVİ MENKIBELER – 27

Yağma edin…

Ne güzel söylüyor Mevlana… “O yaratıcı Allah” diyor, “baştan aşağıya aşktır, baştan aşağıya güzelliktir…” Ama demek ki biz Allah’ta yaşamıyoruz , başka yerlerde yaşıyoruz, dalmışız çamurlara.

Şimdi bir gün hava yağmurlu, Mevlana almış dervişlerini, demiş, “Sizlere dünyayı göstermek istiyorum, görmek istiyor musunuz?”

Dervişleri demişler, “Dünyadayız ama, göstersen fena olmaz Efendi Hazretleri.”

“Kalkın gelin benimle.”

Kalkmışlar çıkmışlar tekkeden. Mevlana koymuş cebine beşi bir yerde altın, bozdurmuş sarrafta, yaptırmış hepsini urbiye. Getirmiş pazar yerine dervişlerini, çamurlu bir yerde durmuşlar.

Mevlana, pazarcılara dönüp, “Ey ahali” demiş, “avucumda nedir bunlar?”

“Altın…”

“Yağma edin” demiş, atmış altınları çamura.

Pazarcılar bırakmışlar tezgahlarını, dalmışlar altınları toplamaya. Hepsi kalmış çamur içinde…

Sonra almış dervişlerini, “Hadi” demiş, “yürüyün tekkeye.”

Tekrar tekkeye dönmüşler. Mevlana, “Yaptığım imtihandan bir ders aldınız mı?” diye sormuş.

Dervişler, “Sen anlatsan daha güzel olur Efendi Hazretleri” demişler.

Mevlana sormuş, “Pazarcıların üstlerindeki elbiseler kaç para ederdi?”

“On lira, bir lira, bir çeyrek…”

“Bir urbiye” demiş, “çeyreğin de dörtte biri. Onu almak için hep çamurlara battılar. Bazıları aldılar, bazıları da alamadı. Şimdi misal, Padişah onları çağırırsa saraya, bunlar bu elbiselerle gidebilirler mi?”

Dervişler, “Yok” demişler, “gidemezler.”

Mevlana demiş, “Onun için dünyaya fazla muhabbet vermeyin, sonra Allah’ın huzuruna çamurlu çıkarsınız, gidemezsiniz.”

Elin olsun dünyada ama, gönlün olsun Hakk’ta… Hep böyle dersler vermiştir Mevlana.

MANEVİ MENKIBELER – 26

Kur’an ne derse, onu söylerim…

Biz kimseden menfaat beklemiyoruz. Dünyayı benim cebime koysalar atarım önlerine, istemem. Benim kalbimde Muhammed Ali var, biz Hakk ne söylerse onu söyleriz.

Bakın, Hanefi mezhebinden İmam Azam, Kur’an’dan va’z veriyor her Cuma. Yezid nesli haber gönderiyor: Biraz bize göre konuşsun, Yezid’i halka sevdirsin. İmam Azam Hazretleri, “Ben” diyor, “Kur’an ne derse, onu söylerim. Hükümdar falan tanımam.” Ve yine devam ediyor va’z vermeye, Resulallah’ın dininden konuşuyor.

Tuttular İmam Azam’ı kürsüden aldılar, nezarete attılar. Bir cahille kapattılar nezarete. O cahili insan sandı İmam Azam, ona da anlatıyor Allah’ın büyüklüğünden. Cahil ağlıyor karşısında. İmam Azam dönüp ona, “Efendi” diyor, “benim sözlerim belki seni duygulandırdı, rahatsız etti, en iyisi konuşmayayım.” 

“Yok yok” diyor, “konuş, ben onun için ağlamıyorum.”

“Ya ne için ağlıyorsun sen?”

“Benim bir erkek keçim var. Sen konuşurken sakalını onun sakalına benzettim, onu hatırladım, ona ağlıyorum.”

Bakın cahile, koskoca İmam Azam’ı keçi görüyor konuşurken.

İşte İmam Azam nezaretin kapısını çalıyor. Gardiyan geliyor, soruyor, “Nedir sıkıntın?”

“Bana hangi cezayı verecekseniz verin, yeter ki beni cahille bir yerde tutmayın.”

Çıkarttılar nezaretten. Seksen sopa ceza verdiler. Kırk sopada verdi ruhunu. Kalan kırk sopayı da bağladılar, bir sefer vurdular, seksene tamamladılar.

Böyle verdi ruhunu İmam Azam…

İmam Azam hayattayken, Hazreti Muhammed Efendimize 50.000 hatim okumuştur. Bağdat’tan Medine’ye geldiği zaman, Medine hudutlarında atından inerdi, ayakkabılarını çıkarırdı, atının dizginlerinden tutup yedekte yürürdü çıplak ayakla.

Adamları, “Ne yapıyorsun ya İmam? Resulallah’ın makamına daha 5-6 kilometre var” diye sordular.

İmam Azam şu cevabı verdi, “Hazreti Resulallah bu topraklarda çıplak ayakla yürümüş, ben nasıl at üstünde yürürüm, ayakkabıyla nasıl basarım…” 

İşte saygı…

MANEVİ MENKIBELER – 25

Vazifeni yap, gerisini düşünme…

Bir Veli’nin manevi evladı öğretmen olmuş ve bir gün okula onu ziyarete gitmiş. Evladı onu görünce kalkmış yerinden, elini öpmüş, oturması için kendi yerini vermiş.

Hal hatır soruşurlarken, evladı dönüp demiş, “Efendi Hazretleri, kırkbeş tane talebem var. Hepsine aynı dersi sunuyorum, günlerimi haftalarımı aylarımı hep onlarla uğraşarak geçiriyorum. Ama kırkbeş talebe arasında sadece iki tane çalışkan var. Öbürleri derslerinde pek tam değiller. Neden bu böyle oluyor? Ben nerde yanlış yapıyorum?”

Efendisi, hemen kalkmış yerinden, talebelere arkasını dönmüş ve kendi evladına dönerek, “Gel benim yanıma” demiş, “dur karşımda.” Ve sağ kolunu kaldırmış. “Şimdi” demiş, “kolumun altından talebelerine bak, bakalım ne göreceksin?”

Bir bakmış ki, talebelerinden kimi marangoz, kimi terzi, kimi tornacı, kimi berber, kimi rençber… Hop! Sallamış başını, gelmiş tekrar kendine öğretmen.

“Ne gördün evladım?” diye sormuş Efendisi.

“O çalışmayan talebelerimin hepsini çeşitli sanatlarda gördüm.”

“Gördün mü oğlum” demiş, “hepsi mimar olursa, doktor olursa, öbür mesleklerde kim hizmet görecek? Sen vazifeni yap, gerisini düşünme.” 

Keramet göstermiş evladına, kurtarmış düşünceden…

MANEVİ MENKIBELER – 24

Evlâdiye değil, erbâbiye…

Hüsameddin Çelebi, canı gönülden Mevlana’ya hizmet ettiği için, Mevlana onu çok severdi. Bu yüzden ona hep ruhumun mertebesi diye hitab ederdi.

Hatta şöyle buyurmuştur, “Benim ailem bir ay ekmeksiz kalsa ve bana bir ekmek hediye edilse, ben o ekmeği Hüsameddin’e veririm, Veled’e vermem.”

Bakın şimdi nasıl bir kişiliğe sahip Cenab-ı Mevlana…

Sultan Veled, ilimde hemen hemen babasına yakındı, çok kıskanıyordu babasını. İyi ama Cenab-ı Mevlana manen oğluna soyunmadı. Hüsameddin Çelebi’ye soyundu.

Bugün bakıyorsun herkese şeyhlik veriyorlar. Şimdi sen dükkanını senden sonra işletsin diye kime verirsin?.. Diyelim ki, senin oğlun o kadar sadık değil, kimlerdir müşteriler nasıl satılacak nasıl edilecek, bilmiyor. Dükkanda bulunmuyor, dışarda geziyor. Sen kalkıp onu getiriyorsun dükkanın başına. Sonra ne oluyor? O dükkanı iflas ettiriyor.

İşte Mevlana der, “Bizim yolumuz erbâbiyedir, evlâdiye değil.” Ve getirdi Hüsameddin Çelebi’yi, 11 sene Sultan Veled Hazretleri hizmet etti Hüsameddin Çelebi’ye. Hüsameddin Çelebi Hakk’ın rahmetine ulaşınca o zaman Sultan Veled geçti.

MANEVİ MENKIBELER – 23

Yokluğa bürün…

Bir gün Mevlana, Sultan Veled’le Meram yolunda gidiyor. Karşıdan bir keşiş geliyor. Keşiş içinden, “Şimdi Mevlana’ya niyaz edeceğim ama, bele kadar eğileceğim ki, Mevlana kalsın benlikte” diye geçiriyor.

Mevlana, keşişin gönlünü okuyor. Trak… karşılaşıyorlar. Mevlana hemen yere kapanıp başını secdeye vuruyor. Keşiş bağırıyor, “Yandııım!”

Sultan Veled hayret içinde babasına bakıyor, ne yapıyor babası… Soruyor babasına, “Baba ne oluyor, bir papaza neden secde ettin? Neden papaz yandım diye bağırdı?”

Mevlana, “Ah Veled” diyor, “o istedi benden altın kemeri alsın, beni benlikte bıraksın, ama kendi kaldı benlikte, o yüzden bağırıyor…”

İşte, her an imtihandayız. Hakk’ın güzellikleri sende varlığını zuhura getirdiği zaman sen daha da yokluğa bürün ki, o güzellikler senden alınmasın…

MANEVİ MENKIBELER – 22

Destur ya Şems…

Bir gün Meram’da papazlar kardinala soruyorlar, “Allah hangimizdendir? Mevlana’dan mıdır? Yoksa bizden midir? Bilelim, hangimiz Allah’a daha yakınız?”

Kardinal diyor, “Allah bizimlendir.” 

Papazlar da diyorlar, “Evet bizimledir. O halde bir imtihan olalım.”

“Tamam” diyor kardinal, “nasıl?”

Papazlar diyorlar, “Siz kardinalsiniz, büyüğümüzsünüz, ona göre düşünün.”

Kardinal, “Toplayalım çalı çırpı” diyor, “Mevlana’ya da diyelim hırkaları çıkaralım, bir ateş yakalım, hırkaları ateşe koyalım, kimlerin hırkaları yanmazsa, anlarız ki onlar Allah’a daha yakındır. Kimlerin de hırkaları yanarsa, onlar demek ki Allah’a yakın değil.”

“Tamam” diyorlar.

Kardinal geliyor Mevlana’ya, selam veriyor, diyor, “Ya Hüdavendigar Mevlana, talebelerim bir imtihan olmamızı istiyor.”

Mevlana soruyor, “Nasıl bir imtihan?”

“Hangimiz Allah’a daha yakınız?”

“Nedir şartınız? Ben hazırım” diyor Mevlana.

“Düşündük taşındık, çalı çırpı toplayalım. Hırkalarımızı çıkarıp koyalım odunların üstüne, odunları ateşe verelim. Kimlerin hırkaları yanmazsa, anlayalım onlar Allah’a yakın. Kimin hırkaları yanarsa, onlar Allah’a yakın değil.”

Mevlana, “Tamam” diyor, “toplayın.”

Odunları topluyorlar. Mevlana ayakta, evlatları ayakta. Kardinal, papazlar ayakta. Mevlana dönüp diyor, “Kardinal efendi, en başta ben koyacağım hırkamı ki, sonra demeyesiniz, bizim hırkalar ateşe yakındı yandı, senin hırkan üstteydi yanmadı. Evlatlarıma da ben kefilim, onlara hırkalarını çıkarttırmayacağım, ben çıkarıyorum hırkamı. Sen de kefil misin talebelerine? Çıkar koy hırkanı benim hırkamın üstüne, ateşi alevlendirelim.”

Kardinal kalıyor, “Yok” diyor, “ben kefil olamam.”

“E siz bilirsiniz, o zaman hepiniz çıkarın.”

Hepsi çıkarmışlar hırkaları, koymuşlar Mevlana’nın hırkasının üstüne, yakmışlar ateşi. Hepsi ayakta duruyorlar, bekliyorlar şimdi ateş dinsin.

Ateş kül haline geliyor, hepsi seyrediyorlar. Mevlana, “Buyrun” diyor, “siz teklif ettiniz imtihanı, ilk siz arayın hırkalarınızı küllerin içinde.”

“Yok” diyorlar, “ilk sen koydun hırkayı, sen ara.”

“Peki…” diyor Mevlana, “Destur ya Şems!” Elini koyuyor küle, tutuyor hırkayı kaldırıyor, silkeliyor. Dönüp soruyor, “Bu hırka hanginizindir?”

Papazlar hepsi, çıt… “Bizim değil.”

“Öyleyse benim” diyor, öpüyor giyiyor hırkasını Mevlana. “Hadi siz şimdi arayın hırkalarınızı.”

Bakıyorlar ki, hepsinin hırkaları kül olmuş, gitmiş…

MANEVİ MENKIBELER – 21

Allah’ın birliğine şehadet…

Bir gün Mevlana hocalarla bir salona giriyor. Bütün hocalar en büyük şamdanları alıyorlar, koyuyorlar önlerine. Mevlana da gidiyor en küçük şamdanı alıyor. Hocaların hepsi, “Allah Allaah” diyorlar, “Mevlana’ya bak gitti en küçük şamdanı aldı.” 

Mevlana yakıyor şamdanını, uyandırıyor. Onların hepsinin gönüllerini okuyor. 

“Efendiler” diyor, “ben en küçük şamdanı aldım, hepinizde bir düşünce oldu, benimle alay ettiniz. Ama, sizin şamdanlarınızın ışığı benim bu küçük şamdanıma bağlıdır. Ben bu şamdanı dindirirsem, sizin şamdanlarınız da söner.”

“Öyle şey olamaz” diyor hocalar.

“Olamaz mı? Şimdi seyredin” diyor ve bir “Hu” çekiyor, bütün şamdanlar sönüyor.

Trak kalıyor hocalar.

Yine Mevlana eğiliyor, bir “Hü” çekiyor, Allah’ın birliğine şehadet ediyor ve bütün şamdanlar tekrar yanıyor.

Bunlar hep yaşanmıştır…

Hep yokluğa, hiçliğe bürünmek lazım, çünkü nerden tutulursun imtihana belli değil… İşte Cenab-ı Mevlana bütün bunların sarrafıydı ve arifti.