İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 63

“Ya İslam var olacaktır, ya da ben şehit düşerim. Damarlarımdaki kan akar, bu mertebeye ererim.”

Hazreti Ali Efendimizin bu sözü çok doğrudur. Şimdi Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, Hazreti Resulullah’ın devrinde bir savaştan galip çıkarak ganimetleri aldı. Hem hükümdarın ganimetlerini hem de halkını aldı, kattı önüne yola çıktı. Ve o devirde bir Efendi’nin de çocukları sünnet olacaktı; Hazreti Ali Efendimizin parası yok hediye alsın götürsün sünnet düğününe, Hazreti Resulallah ganimetten ne verirse hediye olarak onu alıp götürmeyi düşünüyordu. Hazreti Ali Efendimiz vardığında, çocuklar çoktan sünnet olmuşlardı, Hazreti Ali Efendimiz geç kalmıştı. Hazreti Resulallah da o Efendi ile beraber çıkmışlardı yola Hazreti Ali’yi karşılamaya. Hazreti Resulullah Efendimiz baktı ki Hazreti Ali bir koyun sürüsü gibi almış insanları katmış önüne geliyor. Hazreti Resulallah, Hazreti Ali’nin o halini görünce duygulandı ve gözyaşlarına boğuldu. Sarıldılar birbirlerine, niyaz ettiler. Hazreti Ali Efendimiz, Hazreti Resulallah’ı gözyaşları içinde görünce, “Neden bu kadar duygulanıp ağladın ya Resulallah?” diye sordu, “Senden beklerdim bir sevinç gözyaşı…“ Hazreti Resulallah, “Ya Ali” dedi, “sen ne güzel bir hal ile geldin buraya. Benim ağlayışımın sebebi; bir gün gelecek mümin geçinen kişiler hepsi dinsiz olacaklar, imanlarından taviz verecekler. Ben şimdiden o günü görüyorum, o yüzden ağlamaya başladım.”

Bunlar hep olmuştur, Hazreti Muhammed’in sözleri gerçekleşmiştir. Şam Valisi iktidara geçtikten sonra İslam çok yaralar aldı. İmam Ali Efendimize, yüzlerce yıl dil uzatmışlardır hutbelerde. İmam Hasan Efendimiz neden Şam Valisine hilafeti verdi? İmam Hasan Efendimiz, Şam Valsine, “Sen” dedi, “camilerde babamın aleyhinde konuşmayı keseceksen, sana hilafeti veririm.” İmam Hasan Efendimiz istemedi kan aksın. Şam Valisi, “Söz veriyorum” dedi, ama sözünde durmadı. Ne tuzaklar kurdu İmam Hasan’a…

İslam’ın gerçek manası barıştır, kardeşliktir. Bütün Peygamberler İslam’dır; İslam’ın kemalatı Hazreti Muhammed Efendimizde tamamlanmıştır. Çok çalışmak lazım. Şimdi devir insanlık devridir, insanı insana söyleyeceksin. İnsan olursa kainata rahmettir. İkilik tohumu atanlar ne Allah katında sevilir, ne de kendi Peygamberleri sever.

Şehadetin manası nedir?.. Eşhedü en la ilahe illallah (Şehadet ederim bütün cihan boş, ancak sensin Allah) ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu (yine şehadet ederim Allah’ım, Hazreti Muhammed gibi sana kulluk edeceğim ve topluma senden söz edeceğim). İşte şehadetin manası budur. Şehadet getirdikten sonra insanın nefsinde yaşamaması lazım. Şehadet ağızdan çıkıp, kulaklar işitti mi, onun manasına inip manasında yaşaması lazım.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 62

“Sen ey insan, ayan beyan bir kitapsın, harfleriyle yüreğin okunur.”

Hazreti Ali Efendimiz çok güzel buyurmuş. Zaten, Hazreti Ali Efendimiz, selam olsun üzerine, tek Kur’an-ı Natık’tır, O canlı Kuran’dır.

Kitap insandan doğar, insan kitaptan doğmaz. Bu yüzden kişi dilinden kim olduğunu ortaya çıkarır. Bir kişi güzel sözler sarf ediyorsa ona sorarlar, “Sen aynandan bahsediyorsun, nereye bağlısın?” O da söyler nereye bağlıysa; örneğin Abdülkadir Geylani’ye bağlıdır, Seyyid Ahmed Rıfai’ye bağlıdır, Nakşibendi Hazretlerine bağlıdır, Mevlana’ya bağlıdır, Hünkar Hacı Veli Bektaş’a bağlıdır. Bu üstadlara bağlı olanların hepsinin dilinde Ehlibeyt vardır, Allah vardır; başka bir şey yoktur. Hepsinin sözleri yapıcıdır, itici değildir. Bunun için onlar dillerinden okunurlar.

Peygamber Efendimiz, “Mescidinizi ululanma ve süslerle bina etmeyiniz, sade yapınız ki, şehir ve kasabalarınız şerefli olsun” diye buyurur.

Hüdavendigar Mevlana, mescidin manasını şöyle vermektedir: “Peygamberlerin yapılarında da hırs yoktu…onun için boyuna parlayıp duruyor, parlaklığı boyuna artıyor. Ulular nice mescidler yaptılar…fakat hiçbirinin adı Mescid-i Aksa değildi. Her an şerefiartan Kabe’nin yüceliği, İbrahim’in ihlaslarındandı! O mescidin fazileti, toprağından, taşından değildi… yapıcısında hırs ve savaş yoktu da ondan! Ne onların kitapları, başkalarının kitaplarına benzer… ne mescidleri, başkalarının mescidlerine, ne alışverişleri, malları mülkleri, başkalarının alışverişine, malına mülküne! Ne edebleri başkalarının edebleri gibidir. Ne hiddetleri, azapları başkalarının hiddeti, azabı gibidir. Uykuları da başkadır, kıyasları da, sözleri de! Her birinin başka bir nuru, feri var… can kuşları uçar ama, başka bir kanatla uçar! Gönül, onların halini andıkça titrer durur… onların işleri, bizim işlerimize kıbledir! Onların kuşlarının yumurtası altındandır… camları, gece yarısı, seher çağını görür! O kavmin iyiliğini canla başla ne kadar söylersen söyleyeyim, noksan söylemiş olur; onları noksan övmüş olurum! Ey ulular, Mescid-i Aksa yapın; çünkü Süleyman yine geldi vesselam!”

Ne güzel buyurmuş Koca Mevlana… O, ilim irfan konularındaki üstün mizacını daima tevazu ile süslemiştir. Bütün halka aynı dille hitap etmiş, hareketlerinde zerre kadar kibir, kendini beğenmişlik barındırmamıştır. Çünkü tevazu ve alçak gönüllülük müminlere, Hazreti Muhammed Efednimizden miras kalmıştır. Onun izinden gelen Veliler de, sundukları bütün bilgilerin gerisinde durur; fikrini dile getiren kimseyi susturmaz; sorulanlara iyi-kötü demeden sabırla cevap verirler.

Bizim Peygamberimiz “El fakru fahri – Fakirlik benim iftiharımdır” demiştir ve yüceliğini böylece ortaya koymuştur.

Hayatın gayesi Hakk’ın muhabbetidir. Buna da tevazu ve yoklukta kalmakla erişilebilir. Kibirden, gurur ve kendini beğenmişlikten arınmış, kalbinde Allah aşkıyla yaşamaya koyulmuş kişi; yaptığı iyiliklere de, gördüğü kötülüklere de kalbinde yer vermez. Kendini methetmez. Ondan meydana çıkan güzelliklerin Allah’tan kaynaklandığını hatırında tutar, kendisine mal etmez ve böylece yoklukta durduğu müddetçe Hakk’ın güzellikleriyle şereflenir, Hakk’ın nuru o kişiden yansımaya başlar.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 61

“Haddini bilen helak olmaz.”

Hüdavendigar Mevlana, bizleri bize en güzel şekilde bildirdi. Bizler derinliklere inip, kişiliğimizi arayacağımıza nefsi arzularımızın peşinde koştuğumuz için sıkıntılardan, hüzünlerden kolay kolay kurtulamıyoruz.

Yunus Emre’nin buyurduğu gibi: “İlim, ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir. Sen kendini bilemezsen, bu nice okumaktır?”

İnsan yeryüzünde en mukaddes varlıktır. Bütün varlıklar insanla dile gelmiştir, Allah’ın bütün güzellikleri insanla bildirilmiştir. Öyleyse aynaya bakıyoruz ve kendimizi insan görüyoruz da neden insanlığı öğrenmeye çalışmıyoruz?..

Akıl, güzel bir yerden aşı almışsa, insanı çok güzel yerlere götürür, almamışsa neuzübillah isyanlara düşürür.

Allah, insanı bu kadar mukaddes kılmış, cihana hakim kılmış, kendisine temsilci seçmiş. İnsan kişiliğini bulursa hatalara düşmez.

Ne güzel buyuruyor Yüce Mevlana ve diyor ki: “Senin yanındayım, beni uzak görme! Benim yanımdasın, benden ayrılma! Kendini yaratandan uzak düşen kişinin işi yolunda, uygun olur mu? Benim gözümle neşelenen göz parlar, keskinleşir, öteleri, gaybı görür. Duyduğu manevi zevkden ötürü mahmurlaşır. İçinde benim rüzgarımın estiği, sevgimin dolaştığı gönülde, manevi güller açar, nurlarla dolu gül bahçesi olur…”

İnsan, kimliğini bilmediği için küfürdedir, hatadadır, isyandadır, benliktedir. Bu nedenle hüzünlerden de kolay kolay kurtulamaz. Bir kere kendine sorsa; ben kimim, ne yapıyorum, neden bu hallere düşüyorum, bu yaptığım işlerden ne bekliyorum? Biraz düşünse, elini ayağını çeker. Düşüncesizce hareket ediyor, sonra başına bir sürü iş geliyor. İnsan bir düşünürdür, insandan düşünce alındı mı deriyle kemik kalır.

Madem ki biz Hazreti Muhammed’e, Hazreti Mevlana’ya gönül verdik, daima onların büyüklüğünü düşünmemiz, onların güzelliklerini kendimizde çoğaltmamız, onlarla yola çıkmamız, onların diliyle topluma konuşmamız, onları gönlümüzde taşımamız lazım. O zaman onların ruhları bizimle şad olur, biz de onlarla şad oluruz.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 60

“Yürekleri kurumaya yüz tutmuş insanlardan geçme, onlarla selamlaş. Yakınlığınla yürekleri insana dönecektir. Unutma ki, kötü deri iyi bir sepicinin elinde işe yarar.”

Zaten bütün Evliyalar kırık kalplerin mimarlarıdırlar, tamircileridirler. Bu yüzden kırık kalpleri kim tamir ederse, o kişi dünyaları fethetmiş olur. Bir insan, bir insanın kalbini kırsa, binlerce sefer hacca gitse de haccı kabul olmaz. Ne der Cenab-ı Mevlana… “Kabe’yi yık, minberi ateşe ver, ama sakın bir insan kalbi kırma, çünkü tamircisi yoktur.”

İnsan, Allah’ın varisidir, O’nun temsilcisidir. Hele bir müminin kalbini incitirsen, Allah’ın kalbini incitmiş sayılırsın. Neden? Çünkü müminin kalbinde Beytullah var, Allah var.

Diyelim ki bir insan daima senin iyiliğini istiyor sana yakınlık gösteriyor, ama sen muhabbet esnasında ona karşı biraz kırıcı konuşuyorsun. İşte o zaman iyiliğe kötülükle muamele etmiş oluyorsun. Kalp incitiyorsun. Bu yüzden biz hep kırık kalpleri tamire çıkarız.

Kalpler en çok aşktan kırılır. Mevlanamız da bir aşk peygamberidir. O nasihat vermez, çünkü Allah akıl vermiştir. İnsan kendini bilir; iyi bir işte bulunursa ona zarar gelmez, ama kötü bir işte bulunursa zarar gelir. Onun için biz burada hep sevgiden aşktan bahsediyoruz.

Mevlana bir sevgi kaynağıdır. O’nun sözüdür… “Sevgiden acılar tatlılaşır, bakırlar altınlaşır sevgiden. Sevgiden tortular saflaşıp, berraklaşır, dertler ilaç olur sevgiden.”

İlimlerin en büyüğü sevgi ilmidir. Sevgi hayattır, yaşamın kaynağıdır. Sevgi düşünceyle başlar, sözlerle suret bulur, davranışlarla yol alır. Küçücük bir tohumun hayat bulması gibi, beslenir ve beslendikçe büyür.

Peygamber Efendimizin şu sözüne kulak verelim, O da şöyle buyurur: “Birisine, güler yüz ve tatlı dil gösterdin ise, bunu dahi, değersiz sayma. Aman aman, üzerinizdeki örtünün uçlarının, gelişi güzel yerlere doğru salıverilmesinden sakınınız.”

Gerek Hazreti Muhammed, gerek Cenab-ı Mevlana ve diğer bütün Velilerin hepsi Hakk ile Hakk oldular, hep Hakk’ı yadettiler ve gönüllerde yer aldılar. Şimdi bizlere de düşen onlar gibi olmaya çalışmak, onları ruhumuzda bende etmek, onlar gibi toplumu aydınlatmak ve hem kendimizi hem de onları yaşatacak güzel işlere sürüklemek, güzel hizmetlerde bulunmak, güler yüzlü, tatlı dilli olmak, kimseyi hor görmemek, nefsimize hakim olmak ve kırıcı olmamaktır.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 59

“Zora çağrılsam kolaylığı sunarım da, zorbalığa çağrılsam asla cevap vermem.”

Bakın dikkat edin, Hazreti Ali Efendimiz burada ne kadar anlamlı bir söz söylüyor.

Diyelim ki, diyor, bir zor işle uğraşıyorsun, ama başa çıkamıyorsun, gücün yetmiyor; eğer beni çağırırsan hemen gelirim, hem de bütün işlerini kolaylaştırırım senin, diyor. Ama eğer beni zorbalığa çağırırsan, benim kulaklarım o işe sağırdır, o sözleri işitmem, gelmem.

Demek ki güzel işe, ağır bir iş de olsa hemen koşuyor Hazreti Ali, ama zorbalığa katiyen gelmem, diyor. Demek ki ya birinin yolunu keseceğiz, ya birinin hakkına gireceğiz; ben o işte yokum, diyor.

Bazen de, bazı kişiler insanı sinire, hırsa sürükler. Bir estağfurullah çeker yaptığın şeyden nadim olursan tekrar güzelliğe girersin. Konunun üzerinde durup, ben haklıyım, v.s. diye ısrar edersen, sen özünden çıkmış, karşı tarafın konusu ile muhabbettesin, Hakk’ı bırakmışsın onun zikrediyorsun, demektir. Bu sana ateş verir, hüzün, sıkıntı verir. Orada durma, bundan kurtul, özüne geri dön. “Hasbinallah ve nimel vekil – Allah bana yeter, O ne güzel vekildir” de. Bunun manası, Allah’ım sana güvendim seni vekil ettim işimi sana bırakıyorum, demektir.

Şöyle bir deyiş vardır; zaman zaman söylüyoruz, yine söyleyelim: Kul, duvara dayanır, duvar yıkılır; insana dayanır, bir gün gelir ölür; fakat kul, Allah’a dayanıp güvendi mi, sonsuza dek huzur bulur, çünkü O ölümsüzdür, sonu yoktur. O’ne yıkılır, ne de yokolur… O, her daim diridir, hem daim ‘Hay’dır.

Hazreti Muhammed, Hazreti Ali, Hüdavendigar Mevlana ve Evliyalar, hepsi menfaatsiz dostturlar. İnsan, onlara yüz tuttu mu, onlara imanla baktı mı rahata, huzura kavuşur, her işi düzgün gider, sıkıntı yaşamaz.

Bu alemde insanın meyli nereye ise, gidişi orayadır. Hakk’ı bildiysen, O’nu kendinde bulduysan gam yeme, dünya durdukça bakisin.

İMAM ALİ EFENDİMİZDEN ÖĞÜTLER – 58

“Hiçbir işte aceleci olma, ilerisini düşünerek acelesiz hareket edenler kendilerini bir çıkmaza girmekten kurtarırlar.”

Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şerifinde, “Her hususta ihtiyat Allah’tan, acele etmek de şeytandandır” diye buyurur.

Hüdavendigar Mevlanamız da buyurur, der ki: “Hilalle dolunay birdir. İkilikten, noksandan, gidilmeden uzaktır onlar. Hilal hakikatte noksan kabul etmez, görünüşteki noksan, yavaş yavaş dolunay haline gelmek, kemal bulmaktır. Geceleyin geceye yavaşlık hususunda ders verir. Sıkıntının yavaş yavaş açılacağını gösterir. Yavaşlıkla ey ham aceleci der, dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır. Tencereye yavaş ve ustaca kayna, delice kaynayan yemekten hayır gelmez, der. Allah, alemi bir kere Kün demekle yaratmaya kadir mi değildi? Bunda şüphe mi var? Peki neden bu yaratış, altı gün sürdü; her gün de tam bin yıl kadardı? Neden çocuk dokuz ayda yaratılmada? Çünkü padişahların adeti bir şeyi yavaşlıkla yapmaktır.”

Allah sayısız nimet ihsan etti. Bütün nimetlerden en üstün nimet olarak akıl verdi, onu da başa koydu. Bir insan cüz’i akılla yola çıkarsa her zaman hüzünlere, kaygılara düşebilir.

Şimdi, bütün nimetlerin en üstünü olan aklın yöneticisi de yine insandır. Sayısız Nebi, sayısız Veli geldi bu aleme. Bir insan aklını kullanıp araştırırsa, mantığına uyan, gönlünü, ruhunu hoş eden, aydınlığa götüren bilgiyi mutlaka bulur.

Onun için, gönlümüzü büyütmemiz, imanımızı güçlendirmemiz lazım. Ne olursa olsun ben yokum, benden işleyen, hizmet eden bütün o güzellikleri sunan bir kudret sahibi iman ettiğim yer var, diye düşünmemiz lazım.

Hazreti Muhammed’in, Hazreti Mevlana’nın, Velilerin akılları tasavvufta akl-ı külldür. Onlar akıllarını Hakk’ta yok ettiler. Hakk’ı gönüllerinin en güzel yerine koyarak, onunla yola çıktıkları için aklın büyüğü onlardadır. Bizler de eğer onların aklını başımıza taç edersek, o vakit bizim aklımız da güzelleşir, ışık olur. Benliğinde kalmış, bir Hakk dostuna yüz tutmamış, onun fikirlerini, güzelliğini benimsememiş bir kişinin yaşantısı boştur, her köşede bir çıkmaza girer.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (64)

Peygamber Efendimizin, Hazreti Mevlana’nın bizlerden istediği nedir?

Hazreti Muhammed, Hazreti Mevlana sadece temiz bir gönül istediler. Gönlünü buraya bağlarsan, buraya uygun yaşar, edebini takınırsın, yavaş yavaş sevgini, aşkını maneviyata bağlarsın. Bundan sonra senin hayatın, duruşun, konuşman değişmeye başlar ama ben Mevlevi’yim, sema çıkardım diye düşünürsen sikkeyle, hırkayla Mevlevi olunmaz. Mevlevilik en yüksek ahlak üzere yaşamak ve bunun dışında her şeyden kendini korumaktır. Çünkü yolunun dışında ortalık tuzaklarla doludur. Tuzaklardan ne kadar kendini korursan, Hakk’a o kadar güzel yol alırsın. Bu sözleri duydum, duamı, semamı, zikrimi yaptım, tekamül ettim diye düşünmeyin. İnsan olmamız için, örneğimizi karşımıza almamız, onun ahlakı ile ahlaklanmamız, onun huyunu huy edinmemiz lazım. Ondan sonra bizde tekamül başlar. O güzel zatın ahlakını, huyunu almadan, sadece kuru ilimleri öğrenen saflara tuzak kurar, bir yere vardırmaz. Bir gün gelecek seni senden soracaklar. Ne annen, ne baban, ne paran, ne eşin kurtarır, hiçbir şey kurtarmaz. Yaptığın güzel hizmetler, Hakk için yapmışsan onlar kurtarır. O temiz gönül, aşkın, o güzel bakışın, o güzel duygun kurtarır. Tekamül etmek Hazreti Mevlana’yı tahsil etmek, eserlerini okumak, yavaş yavaş onun gibi olmaktır.
Mehtabın her tarafı ışıklandırdığı bir yaz gecesi Hazreti Mevlana bir değirmen başına gelir. Dönen değirmen taşını seyrederken, “İlahi Hakk! Ne suç işledim, cihanı değirmen taşı yaptın, beni buğday tanesi. Bana bu çileleri neden çektiriyorsun?” der.
Hakk’tan nida gelir.
“Ey benim Efendim Celaleddin! Değirmen taşının altındaki buğday tanesini ne ile görüyorsun?”
Hazreti Mevlana, “Mehtap ışığıyla görüyorum” diye cevap verir.
“Demek ışık da değirmen taşının altına girmiş. Peki değirmen taşı, ışığa zarar veriyor mu?”
“Hayır, ya Rab!”
“Buğdaydan maksat senin vücudun, nefsin ıstırab çeker. Gönlün bize bağlıysa o ışığa benzer, ıstırab çekmezsin. Seni bu aleme, insan toplumuna bizden bir ışık tutman için gönderdik.”
Hazreti Mevlana, değirmen başında kendi kendini irşad ediyor. O sesler nereden geliyor? Cenab-ı Hakk’tan. O da kendinden, Hakk Mevlana’dan konuşuyor. Beş vakit namazla, oruçla, gösteriş ibadetlerle, insan Hakk’a varamaz. Tekamül eden kişi onlar gibi olmalı. Yoksa kırk yaşına geldim, onu gördüm, bunu gördüm diyemezsin, onları sormazlar. Madem ki her şeyin üstünde bir güzellik varmış, niye gönlünü buraya bağlamadın? Demek ki görmedin, gözün kör. Kur’an-ı Kerim’de zikrediyor, “Beni bu alemde görmeyen, öbür alemde de göremez.” Kör geldi, kör gidecek. Yani Hakk burada görülecek. Nasıl görülecek? Allah’ın elçilerine imanla bakmak, Hakk’ı orada görmek, oraya ayak uydurmak, Hakk’a yol almaktır. Tekamül etmek her şeyden arınmak, iman ettiğin yere kendini perçinlemek, kendini orayla büyütmek ve O olmaktır.

MERAM’DAN SİLİVRİKAPI MEVLANA KÜLTÜR MERKEZİ’NE… (63)

Tekamülü tamamlamayı bize açıklar mısınız?

Dünya kuruluşundan beri canlı varlıklar, hep devrandadır. Tekamülü tamamlamak için misal olarak bütün dünya varlıklarından gönlü çekmek lazım. Hatta bir kişinin evladı varsa onu çok da sevse, ona da gönülle bakmayacak. Gönlünü tamamen Yaratıcı’ya bağlar, onun sevgisi, onun muhabbeti, onun bakışıyla hareket ederse yol alır. Eğer hem orayı, hem burayı, hem de Allah’ı severim derse, bu kişi kemalata eremez. Tekamül edenler içinde en büyük örnek Hazreti Muhammed’dir, sonra Hazreti Mevlana ve diğer Evliyaullah gelir. Onlar da bizler gibi beşerdi ama gönüllerinde Allah’tan başka bir şey olmadığı için konuşmalarında hep Allah muhabbeti vardı. Bir kişi iman ettiği yerin haline bürünürse, o kişide tekamül başlar. Sevgi yüzde seksen başka yere, yüzde yirmi Hakk’a ise burada tekamül olmaz.
Mevlana’mız sevenlerine diyor ki: “Bir gün bana tam manasıyla hizmette bulunduysan, ben şefkatimi senden çekmem.” Tabii ki, kemalata ererek götmek daha başkadır. Tekamül Hakk’la Hakk olmaktır, Hakk’tan başkasını gönüle koymamak, onun dışına çıkmamak, dünya durdukça ebedi hayata yol almaktır.
Hazreti Musa’nın, Hazreti İsa’nın, Hazreti Muhammed’in cemaati var. Hazreti Muhammed’den sonra Veliler geldi, onalrın da sevenleri var. Cemaati, sevenleri olan kişi ölümsüzlüğe yol almıştır, dünya durdukça yaşar. Böyle yerlere meyil vermeyen, ömrünü hay huy ile geçiren, gençliğine, parasına güvenen hiç hastalanmayacağını, yaşlanmayacağını, hep aynı sıhhatte, aynı güçte duracağını sanıp, maceradan maceraya koşan kişi bilmiyor ki Hakk’a yüz tutmadığı için her gün hep kayıba uğruyor. Bir gün gelecek hastalık zuhur edecek, zor yürüyecek, ne yerse yesin tat almayacak, parası da işe yaramayacak, gidecek yeri de bilmiyor. Allah’ım dese, Allah’ı tanımadı ki yüz tutsun koşsun, hayalde yaşamış, ismini biliyor, ama ona uygun yaşamamış, ona yol almamış. Bütün ömrü boşa gider. Ölen bedendir, ruh ölmez, ruhi ceza var. Hazreti Muhammed’in yatsı namazında vitri vacibin üçüncü rekatında gözünde oerde açıldı. Bütün alemi gördü. Ben-i adem sıfatındaki insanların iç alemlerini görüp, hemen, Allahu Ekber, dedi, Allah’a sığındı. Burada anlatıyoruz, bizden evvel de anlattılar. Alan kazanır, almayan kaybeder.